@benrapu
|
"Senna hayır!" diye bağırdı küçük Dagon, güneşten daha parlak sarı saçları ve gökyüzünü kıskandıracak kadar mavi olan gözlerin sahibi küçük kız kardeşine. Senna, ağabeyinin ona bağırmasını umursamadan elindeki bir ucu yanan odun parçasını evdeki perdelere uzatıp tutuşturdu. Küçük Dagon, Senna'yı yakalayıp elindeki odun parçasını aldı ve Senna'yı evden dışarı çıkardı. "Sen ne yapıyorsun senna?" dedi hiddetle. "Aklını mı kaçırdın? Annemle babama ne diyeceğiz?" Küçük kız umursamaz bir şekilde omuz silkti. "Bir şey desek de duyamazlar," dedi. "Çünkü öldüler." Dagon ne olduğunu anlayamamıştı. Ne saçmalıyordu kardeşi? Ne ölmesinden bahsediyordu? "Sen saçmalıyorsun sen, Senna!" dedi. "Duydun işte, onlar öldü," dedi tekrardan umursamadan. "Thanara onları Nara'ya aldı," dedi ardından koca bir kahkaha atmaya başladı. "Benim de sıram geldi Dagon, ben de Nara'ya gideceğim." Mavi gözlerindeki ışık, bir anda söndü ve yerine derin, boş bir siyahlık hakim oldu. ***** Dagon bir anda korkuyla gözlerini açtı. Oda zifiri karanlıktı. Sadece uzaktan gelen bir saatin tik tak sesi duyuluyordu. Yüzüne doğru eğilmiş bir silüet başucunda bekliyordu. Beklenmedik bir anda yattığı yerden bir çırpıda kalktı. Yüzüne doğru eğilen silüetin boynundan tutup onu kalktığı yere yatırdı ve yastığının altında olan bıçağı silüetin boğazına dayadı. Bıçağın buz gibi metali Aelarion'un boğazında yangınlar oluşturuyordu. "Hey!" diye bağırdı Aelarion korkuyla, "Benim, Aelarion!" Kalbi göğsünde deli gibi çarpıyordu. Ölümün nefesini ensesinde hissediyordu. "Aelarion?" dedi Dagon şaşkınlıkla. Bir an ne olduğunu anlamadı. Ancak sonra yüzündeki şaşkınlık yerini öfkeye bıraktı. "Sen burada ne bok yiyorsun, lan!" "Lütfen… sakin ol" diye yalvardı Aelarion. Bıçağın soğuk metali boğazında bir yılan gibi kıvrılıyordu. "Kabus.. kabus görüyordun" diye kekeledi. Dagon, Aelarion'un üzerinden çekildikten sonra ayağa kalkıp önce ışığı sonra da odanın kapısını açtı. "Defol!" dedi Aelarion’a soğuk bir sesle. Adam yavaş ve temkinli adımlarla kapıya doğru ilerliyordu. Dagon daha fazla dayanamayıp, "Hızlı!" diye bağırdı. Sabah herkes antrenman alanına toplanmıştı. Fenris, dünkü olaydan sonra gelmemek konusunda dirense de Lyra onu ikna etmişti. Elera ve Aria bir köşeye çekilmiş, odada bulunan silahları inceliyorlardı. Elera eline bir bıçak alıp, sanki karşısında biri varmış gibi boşluğa sallamaya başladı. Aria, Elera'ya bakıp gülüyordu. Aria bir süre daha Elera'nın odadaki silahlarla oynamasını izledikten sonra kafasını kaldırıp duvara asılı olan saate baktı. “Sanırım seninki bugün gelmeyecek,” dedi Elera. “O benimki değil,” dedi Aria, Elera’nın sesindeki imayı reddederek. “Sadece...” Aria, cümlesini tamamlayamadan bir anda odanın içi kükremeyle doldu. Aria bu kükremeyi daha önce de duymuştu; Dagon ve ekibi köye ilk geldiklerinde yanlarında olan o devasa canavar Hayna. "Hayna bildiğim kadarıyla bir Asura. Asuralar doğdukları andan itibaren tanrı katili olmak için eğitim alırlar. Hayna’nın Tros gibi bir örgüte katılması garip gibi durmasa da, asuralar kendi ırkları dışında başka ırklarla birlik olmazlar," dedi Lyra. Aria, Lyra'nın sesi ile irkilmişti. Sessiz ve bir o kadar emin adımlarıyla avına kolaylıkla ulaşabilen bir büyücü olan Lyra, Dagon'u beklemekten sıkılmış, kendine bir oyuncak arıyordu. "Asuraların soyu tanrı katliamı ile yok edildi. Tanrıların savaşına müdahale etmelerini canları ile ödediler ve geride kalanlarsa bir şekilde soykırımdan kurtulanlar oldu. Dünya üzerinde bir elin parmağını geçmeyecek kadar Asura kaldığı bilinmektedir," dedi Aria, Lyra'nın bencil ve yüksek özgüvenini yerle bir ederek. "Kitap okumaktan bıktım!" dedi Hayna öfkeli sesiyle Dagon'a. "Kara bana aptal gibi davranıyor." "Aptal değilsin, suçunun cezası Kara ile kitap okumak," dedi Dagon. "Eğer ek binayı yıkmasaydın bunlar olmazdı." "Kapı duruyor," dedi Hayna ciddi bir tonla. Hayna'nın verdiği tepki Aria'yı güldürmüştü. Dagon bunu fark edince daha da sinirlendi. Zihnini kaç gündür meşgul etmiş ve rahat bir kaç gün geçirmişti ama dün geceden sonra tekrardan başa dönmüştü. Senna o malum günden sonra hiç rahat bırakmamıştı. “Yeter!” dedi Dagon, “İkiniz de susun!” Hayna’yı işaret ederek, “Kütüphaneye git,” sonra da Aria’yı işaret ederek, “Gülmeyi kes, komik bir şey yok ortada.” Aria’nın bu yükseliş karşısında gülüşü soldu. Hayna söylene söylene kütüphaneye giderken, Aria, Dagon’a doğru adım adım ilerlemeye başladı. “Neye güleceğime” bir adım, “Neye gülmeyeceğime” bir adım, “Neyin komik olduğuna” bir adım daha, “Neyin komik olmadığına” son bir adım daha attı. Dagon ile o kadar yakın mesafedeylerdi ki, sanki birbirlerinin verdiği nefesi diğeri içine çekiyordu. “Ben karar veririm,” dedi Aria, ciddi ve kendinden emin bir tonla. Dagon öfkeden kıpkırmızı olmuştu. Aria, aldığı son nefesin bu olmasını istemiyorsa susması gerekirdi. “Benim alanım, benim kurallarım,” dedi Dagon. Fenris ve Lyra, Aria’nın herhangi bir saldırı yapmasına karşın hazır vaziyette bekliyorlardı. Elera ise Aria’nın arkasını koruyacaktı. Aria geri adım atmamıştı, Dagon da öyle. Hala burun buruna, öfkeyle birbirlerine bakıyorlardı. Bir anda ikilinin arasına Aelarion girdi. “Ayrılın,” dedi. Aria, sesin geldiği tarafa doğru baktığı esnada, Dagon, Aria’nın dikkatinin dağılmasını fırsat bilerek ona doğru hamle yaptı. Aria’nın arkasına geçip, Aria’nın elinde olan bıçağı boynuna dayamıştı. Aria, diğer dirseğini Dagon’un karnına doğru sert bir şekilde ittirdi. Dagon’un öfkesi dinmişti ama Aria'nın karşılık vermesi onu heyecanlandırmıştı. Bu fırsatı değerlendirip gücünün sınırlarını zorlayabilirdi. Aria’nın öfkesi daha da güçleniyordu. Aria için ağır, Dagon için hafif bir böcek ısırığı gibi olan bu darbe karşısında, Dagon bir az elini gevşetmişti ama Aria’nın elini bırakmadı. Öfkesi onu ne kadar ileri götürür, öğrenmesi lazımdı. Dagon, Aria'nın dizinin arkasına vurup dizlerinin üzerine çökmesini sağladı. Aria, korkusunu gizlemeye büyük çaba harcıyordu. Dagon da bu durumun farkındaydı ve bu korkuyu gittiği yere kadar götürmeye kararlıydı. Dagon, Aria'nın kulağına eğilip "Şimdi," dedi soğuk ama zafer kazanmış bir sesle, "tekrar gül, tanrıça." Aria, içindeki korkuyu bastırmaya çalışıyordu. Dagon'un karşısında güçsüz kalmayacaktı. Yolun sonunda ölüm olsa bile kendini savunacaktı. Fenris beklenmedik bir anda Dagon'a saldırdı. Aria'yı Dagon'un elinden kurtarıp Dagon'u odanın köşesine fırlattı. Lyra şaşkın gözlerle Fenris'e bakarken, Aelarion ve Elera Aria'ya koşup onu kendilerinin olduğu köşeye çektiler. Aria, beklenmedik saldırı karşısında panik olmuştu. Dagon, yakınında bulduğu bir kalkanı alıp Fenris'in yüzüne doğru fırlattı. Fenris bu saldırı ile daha da öfkelenmiş, pençelerini çıkarıp Dagon'a bakarak hırlamaya başlamıştı. Dagon ne olduğu anlayamıyordu. "Dolunay deliliği mi geçiyorsun?" dedi Dagon ukala bir sesle. Fenris, Dagon'un etrafında daireler çiziyor, onun söylediklerini umursamıyordu. "Fenris, kendine gel ne bok yemeye çalışıyorsun?" Dagon, Fenris'in saldıracağının farkındaydı. Kendini bu saldırıdan korumanın yollarını bulmalıydı. Lyra'ya dönüp ona işaret verdi. Lyra, bulunduğu yerden hareket etmeden Fenris'in zihnine girmeye çalıştı ama acı verici bir çığlıkla dizlerinin üzerine çöktü. Fenris'in zihnine girememiş, bir de acı çekmişti. Dagon bu işi tek başına halletmeliydi. Fenris'in gözlerine odaklanıp "Tatlı küçük kurt," dedi, sesindeki korkuyu gizlemeye çalışarak, "şimdi oyun zamanı değil." Dagon, Fenris'in gözlerinde tanıdık bir iz gördü. Yıllar önce Senna'nın gözlerinde gördüğü derin, boş bir siyahlık. |
0% |