@benrapu
|
Aria, kendine geldiğinde soğuk taş zeminle temas eden elleri ona nerede olduğunu hatırlattı. Zincirler bileklerini sıkıca sararken, soluk taş duvarlar onu çevrelemişti. Ama asıl önemli olan, bu hücrenin ne kadar küçük olduğu değil, Dagon ve grubunun onu esir almış olmasıydı. Aria, kendini toparladı ve soğukkanlılığını koruyarak odanın köşesindeki küçük pencereye baktı. Gecenin karanlığı dışarıda yayılmış, tek bir yıldız bile görünmüyordu. Gözleri etrafı tararken, derin bir nefes aldı. Buradan çıkmak zor olabilirdi, ama imkansız değildi. Fakat Dagon’un ilgisini çekecek bir fırsat olacağını da biliyordu. Bu, onun zihninde hem bir avantaj hem de bir tehdit olarak yankılanıyordu. Kapının ağır kilidi açıldığında, Aria bu fırsatın yaklaştığını hissetti. Dagon’un ayak sesleri yavaş ve belirgindi. Adımlarının bu kadar dikkatli olmasının bir sebebi vardı: Her şeyin kontrol altında olduğundan emin olmak. Kapı açıldığında, Dagon’un yüzü karanlığın içinde belirdi. Gözlerinde her zamanki soğuk bakışları vardı, ancak Aria onun içindeki bir merakı da fark etti. Dagon, Aria’nın karşısına geçip ona tepeden bakarken, dudaklarında hafif bir alaycı gülümseme belirdi. "Aria," dedi Dagon, sesi hücrede yankılandı. "Kendini burada bulman bir tesadüf olamaz." Aria, gözlerini Dagon’dan ayırmadan ona baktı. "Buraya kendi isteğimle gelmedim," diye yanıtladı, sesinde sakin ama kararlı bir ton vardı. "Ama buradan kendi isteğimle çıkacağım." Dagon, Aria’nın bu meydan okuyan tavrından etkilenmiş gibi göründü. "O kadar kolay olacağını sanmıyorum," dedi, ona doğru bir adım daha atarak. "Senin gibi birini yakalamak zordu. Seni burada tutmaksa daha da zor olabilir." Aria, Dagon’un bu sözlerine karşılık gülümsedi. "O zaman beni tutmak için daha fazla çaba göstermen gerekecek," dedi, Dagon’un gözlerinin içine bakarak. "Ama şunu bil ki, ben burada kalmaya niyetli değilim." Dagon, Aria’nın bu inatçılığından hoşlanmaya başlamıştı. Onun bu kadar güçlü ve kararlı olması, Dagon’un ilgisini daha da çekiyordu. Ama Aria’nın bu durumla nasıl başa çıkacağını görmek de Dagon için ayrı bir merak konusuydu. "Bu kadar kendinden emin olman ilginç," dedi Dagon, sesinde hafif bir hayranlık seziliyordu. "Bir savaşçısın, ama aynı zamanda bir sanatçı gibi de konuşuyorsun." Aria, Dagon’un bu sözlerine karşılık hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Sanatçı mı? Bu ilginç bir benzetme," dedi. "Ama belki de bu sanat, savaştan daha etkili olabilir." Dagon, onun bu sözlerine karşılık gülümseyerek başını salladı. "Belki de," dedi. "Ama bu sanat, seni buradan çıkarmayacak." Aria, Dagon’un gözlerinin içine bakarak, ona doğru bir adım attı. Aralarındaki mesafe birdenbire daralmış, gerilim daha da artmıştı. "Beni buradan çıkarmak senin elinde," dedi Aria, sesi yumuşak ama etkiliydi. "Ama ben buradan çıkmak için ne gerekiyorsa yaparım. Sana karşı bile." Dagon, Aria’nın bu cesur çıkışına karşılık hafif bir kahkaha attı. "Bana karşı mı?" dedi, onu daha da kışkırtmak istercesine. "Senin gibi birinin bana karşı koyması eğlenceli olabilir. Ama unutma, Tanrıça… Bu oyunun kuralları benim tarafımdan belirleniyor." Aria, Dagon’un bu meydan okumasına karşılık gülümsedi. "Tanrıça mı?" dedi, sesi alaycıydı ama içinde bir tür sıcaklık vardı. "Bu lakabı hak ettiğimi bilmiyordum." Dagon, Aria’nın bu tavrından etkilenmiş gibi görünüyordu. Onun şımarık, ama aynı zamanda tatlı ve inatçı halleri, Dagon’un ilgisini çekiyordu. Ama bunu ona belli etmeye niyeti yoktu. "Bu lakap, senin kendini nasıl gördüğüne bağlı," dedi Dagon, gözlerini ondan ayırmadan. "Ama bu hücrede Tanrıça olmanın bir faydası olmaz." Aria, Dagon’un bu sözlerini duyduğunda, onun gözlerinin derinliklerindeki ince ilgiyi fark etti. "Belki de Tanrıça olmanın anlamını yeniden keşfetmeliyim," dedi, hafif bir meydan okumayla. "Ama seninle bu konuda tartışmak ilginç olabilir." Dagon, Aria’nın bu kışkırtıcı sözlerine karşılık hafif bir tebessümle başını salladı. "Tartışmak mı? Bu bir tartışmadan fazlası olabilir," dedi, onun gözlerine bakarak. "Ama belki de seninle bu oyunu oynamaktan keyif alabilirim." Aria, Dagon’un bu sözlerine karşılık gülümsedi. "Belki de bu oyunda kazanan olmaz," dedi, sesi yumuşaktı ama kararlıydı. "Ama bu oyunu oynarken birbirimizi daha iyi tanıyabiliriz." Dagon, onun bu sözlerine karşılık hafifçe başını eğdi. "Belki de öyle," dedi, sesi derin ve düşünceliydi. "Ama bu oyunun sonunda, kimsenin kaybetmeyeceğinden emin olamayız." Dagon, soğuk zindanda bir süre daha oyalanıp gözlerini Aria’nın üzerinde gezdirdi. Aria’nın bakışları da bir süre Dagon’un üzerinde oyalandı. Aria, Dagon’un ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalışırken, Dagon hafif bir reverans ile Aria’yı selamlayıp soğuk ve karanlık zindandan ayrıldı.
Aria, hücrenin karanlığında yalnız kaldığında, zihnini toparlayarak kaçış yollarını düşünmeye başladı. Zincirlerin soğukluğu bileklerini acıtmış, ama bu acı onun kararlılığını daha da pekiştirmişti. Hücredeki sessizlik onu çevrelerken, içgüdüleri bu durumu fırsata çevirmesi gerektiğini söylüyordu. Dagon’la olan konuşması, ona bu soğuk taş duvarların ötesine ulaşmanın bir yolunu bulabileceği hissini vermişti. İlk olarak, etrafındaki duvarları inceledi. Her taş, birbirine sıkıca bağlıydı; kaçmak için herhangi bir zayıf nokta görünmüyordu. Pencere ise çok yüksekteydi ve parmaklıklarla çevriliydi. Ancak Aria’nın zihni, bu engelleri aşmanın yollarını bulma konusunda yaratıcıydı. Eğer bir fırsat yaratabilirse, buradan çıkmanın bir yolu olmalıydı. Bir yandan kaçış planlarını zihninde kurarken, diğer yandan Dagon’un niyetini anlamaya çalışıyordu. Onun gözlerinde gördüğü ilgi, Aria’yı hem rahatsız etmiş hem de bir fırsat olarak görmesine neden olmuştu. Bu ilgi, belki de ona bir zaaf yaratabilir ve Aria bu zaafı kullanarak özgürlüğünü kazanabilirdi. Ancak Dagon’un zekası ve kurnazlığı da göz ardı edilemezdi. Bu yüzden her hareketini dikkatlice planlamalıydı.
O sırada, başka bir odada, Dagon düşüncelerine dalmıştı. Thanara’yı ele geçirmek, uzun süredir üzerinde çalıştığı bir plandı. Onun gücü, dünya üzerinde dengesizliğe neden oluyor, yaşam ve ölüm arasındaki sınırları bulanıklaştırıyordu. Ama asıl amaç, sadece Thanara’yı yok etmek değil, onun gücünü ele geçirmekti. Bu güç, Dagon’u ve grubunu yenilmez kılabilirdi. Dagon’un geçmişi, onun bu planı geliştirmesine ve Tros’a katılmasına neden olmuştu. Çocukluğunda, ailesi bir salgın sırasında ölünce, yaşam ve ölüm arasındaki ince çizginin acımasız gerçekliğini öğrenmişti. Bu kayıp, onu ölümden korkan bir çocuk yerine, ölümün kendisini kontrol etmek isteyen bir adam haline getirmişti. Thanara’nın gücü, bu amacına ulaşmasını sağlayacak anahtar gibi görünüyordu. Ama Aria’nın varlığı, planlarını karmaşık hale getirmişti. Onu bu kadar çekici kılan şey, Aria’nın içinde taşıdığı Thanara’nın gücüydü. Dagon, bu gücü ele geçirmek için Aria’yı kullanmak zorundaydı.
Dagon’un düşüncelerine dalmışken, kapı usulca açıldı ve Aeris içeri girdi. Aeris, Dagon’un en güvendiği savaşçılardan biriydi. Sessiz, ama ölümcül; karanlığın içinde gizlenen bir gölgeydi. Aeris’in gözleri, yaşadıklarının izlerini taşıyordu. Çocukken ailesini bir katliamda kaybetmiş, bu trajedi onu acımasız bir savaşçıya dönüştürmüştü. Aeris, Dagon’la aynı kaderi paylaşmış, ancak onların yolları aynı amacı güderek kesişmişti: Güç ve intikam. "Dagon," diye fısıldadı Aeris, odanın karanlık köşesinden. "Thanara’yı alt etmek için planlarımız hazır, ama Aria’nın durumu işlerimizi karmaşık hale getirebilir." Dagon, gözlerini Aeris’e çevirdi. "Aria, Thanara’nın gücünün anahtarı," dedi, sesinde kararlı bir ton vardı. "Onu kullanmalıyız, ama bu dikkatli yapılmalı." Aeris, Dagon’un sözlerini dikkatle dinledi. "Aria’yı kontrol altında tutabiliriz," dedi. "Ama bu, onun bize güvenmesini sağlamamız gerektiği anlamına geliyor." Dagon, başını onaylarcasına eğdi. "Onun kaçmasına yardım edeceğim," dedi, sesi soğukkanlıydı. "Ama bu, sadece bir oyun olacak. Onun bana olan güvenini kazanmalı ve Thanara’nın gücünü açığa çıkarmalıyız." Aeris, Dagon’un bu planını onaylarcasına başını salladı. "Bu oyun tehlikeli olabilir," dedi. "Ama başarılı olursak, Thanara’yı yok etmekle kalmayacağız. Onun gücünü de ele geçireceğiz."
Aria, hücresinde düşüncelere dalmışken, kapının açıldığını duydu. Dagon’un tekrar geldiğini anlamıştı. Ama bu sefer, onun yüzünde daha karanlık bir ifade vardı. Aria, Dagon’un yaklaşmasını bekledi, ama bu sefer bir şeylerin farklı olduğunu hissediyordu. "Aria," dedi Dagon, ona yaklaştığında. "Bu hücrede kalmana gerek yok." Aria, şaşkın bir ifadeyle Dagon’a baktı. "Neden?" diye sordu, sesinde hem merak hem de şüphe vardı. Dagon, Aria’nın zincirlerini çözdü ve onu ayağa kaldırdı. "Sana bir şans veriyorum," dedi. "Buradan kaçabilirsin. Ama bu, sadece bir kez olacak. Eğer kaçmak istiyorsan, şimdi tam zamanı." Aria, Dagon’un bu teklifini dikkatle inceledi. "Bu bir tuzak mı?" diye sordu, gözlerini ondan ayırmadan. Dagon, gözlerinin derinliklerinde bir şeyleri saklıyor gibiydi. "Belki," dedi, hafif bir gülümsemeyle. "Ama belki de değil. Seçim senin." Aria, bu beklenmedik fırsatı değerlendirirken, Dagon’un niyetini anlamaya çalıştı. Bu, bir oyun muydu, yoksa gerçek bir kaçış fırsatı mı? Ancak bu fırsatı değerlendirmek zorundaydı. İçinde bulunduğu durumdan kurtulmak, onun için bir hayatta kalma mücadelesiydi. Dagon, Aria’yı karanlık koridorlara doğru yönlendirdi. Adımları sessiz, ama kararlıydı. Aria, bu sessizliği bozmamaya çalışarak onunla birlikte ilerledi. Ama içinde, Dagon’un bu yardımının arkasındaki gerçek niyeti sorgulamaktan kendini alamıyordu. Dagon, ona gerçekten yardım mı ediyordu, yoksa bu onun planının bir parçası mıydı? Koridorun sonunda, Dagon durdu ve Aria’ya döndü. "Buradan çıkış yolunu biliyorsun," dedi. "Ama unutma, bu sadece bir başlangıç. Eğer kaçmayı başarırsan, bu oyunun devamı seni bekliyor olacak." Aria, Dagon’un bu sözlerinin altında yatan anlamı çözmeye çalıştı. Ama ne olursa olsun, bu fırsatı kullanmak zorundaydı. "Göreceğiz, Dagon," dedi, gözlerinde kararlılıkla. "Bu oyunun sonunu kim kazanacak, göreceğiz." Dagon, onun bu meydan okumasına karşılık hafif bir tebessümle başını eğdi. "İyi şanslar, Tanrıça," dedi, sesi alaycıydı ama içinde bir sıcaklık vardı. "Umarım oyunun sonunu görebilirsin." Aria, Dagon’un son bir kez ona bakışını hissetti ve ardından karanlık koridorun sonundaki ışığa doğru ilerlemeye başladı. Bu, sadece bir kaçış değil, aynı zamanda bir meydan okumaydı. Dagon’un planlarının bir parçası olduğunun farkındaydı, ama bu oyunun kurallarını değiştirmek de onun elindeydi. Dagon, Aria’nın ardından bakarken, planının işleyip işlemeyeceğini merak etti. Onun bu kararlı ve inatçı tavrı, Dagon’u etkiliyor, ama aynı zamanda dikkatli olmasını gerektiriyordu. Bu oyun, sadece güç ve strateji değil, aynı zamanda duyguların da savaşıydı. Ve bu savaşta, kimsenin kazanmaması mümkündü.
Aria, zorlu bir kaçışın ardından nihayet köyüne, evine ulaşmıştı. Soluk soluğa kalmış, vücudu yara bere içindeydi. Evinin önüne vardığında dizlerinin üzerine çöküp derin bir nefes aldı. İçindeki korku ve endişe, yerini geçici bir rahatlamaya bıraktı. Ama bu rahatlama, çok uzun sürmeyecekti. Kapı yavaşça açıldı ve annesi, Aria’yı kapının önünde gördüğünde gözleri doldu. "Aria!" diye haykırarak ona doğru koştu ve onu kollarına aldı. "Neredeydin? Günlerdir senden haber alamıyoruz!" Annesinin sesi, karışık duygularla doluydu; endişe, sevinç, ve hafif bir öfke. Babası da hemen yanlarına gelmişti. Sert ama endişeli bir ifadeyle Aria’ya baktı. "Ne oldu sana? Bu halin ne böyle? Bize her şeyi anlatmalısın." Aria, ailesinin karşısında durup kendini toparlamaya çalıştı. Onlara gerçeği anlatmak istiyordu; Dagon, Thanara, içinde taşıdığı güç ve yaşadığı dehşet dolu anları. Ama bunun ne kadar mantıksız geleceğini biliyordu. Onlar, sadece sıradan köylülerdi; böyle hikayelere inanacak insanlar değillerdi. "Ben... kayboldum," dedi Aria, sesinde kararlılık ve bir parça korku vardı. "Ormana yürüyüşe çıkmıştım ama yönümü kaybettim. Günlerce yolumu bulamadım." Annesi, Aria’yı sıkıca kucakladı. "Aman Tanrım, Aria... Bu kadar uzun süre kaybolmak... Seni bulamayacağız diye çok korktuk." Babası, şüpheli bir ifadeyle Aria’ya baktı ama kızının halinden onun daha fazla üzerine gitmemesi gerektiğini anladı. "Peki," dedi sakinleşmeye çalışarak. "Ama bu bir daha olmasın. Artık ormana tek başına gitmeyeceksin." Aria, babasına başını sallayarak onay verdi. İçinde büyük bir yük vardı; gerçeği söyleyememenin verdiği ağırlık. Ama bu, sadece onun sırrı olmalıydı. Onları daha fazla endişelendirmek istemiyordu.
Gece olunca, Aria odasına çekildi. Günün yorgunluğu bedenine çökmüş, ama zihni bir türlü durulmamıştı. Dagon’un ve grubunun peşini bırakmayacağından emindi. O karanlık figürler, her an onu bulabilirdi. Kendini ve ailesini nasıl koruyacağını düşünmeye başladı. Aria, pencerenin önüne oturdu ve dışarıdaki sessiz geceyi izledi. İçindeki fırtınayı dindirmek için ne yapacağını bilmiyordu. Aklına sürekli Dagon’un son bakışları ve ona "Tanrıça" diye hitap edişi geliyordu. Bu kelimenin anlamı neydi? Dagon’un planı neydi? Ve en önemlisi, Aria’nın bu planın neresinde olduğu... Düşünceleri onu kaçmanın yollarını aramaya itti. Köyde kalmak güvende olduğunu hissettirmiyordu artık. Belki de daha uzağa gitmeli, kendini tamamen gizlemeliydi. Ama nereye gidebilirdi? Ve tek başına ne kadar dayanabilirdi?
Aria, yatağına uzandığında gözlerini tavana dikti. Kendini ve ailesini korumak için bir şeyler yapmak zorundaydı. Ama ilk adım ne olacaktı? Kaçmak, kaçınılmaz görünüyordu. Ama bu sadece bir süreliğine çözüm olabilirdi. Asıl sorun, Dagon ve grubundan tamamen kurtulmanın bir yolunu bulmaktı. Bir süre düşündükten sonra, en yakın kasabaya gitmeye ve oradaki bazı tanıdıklardan yardım istemeye karar verdi. Belki de orada, Dagon ve ekibinin peşinde olduğunu bilmeyen biriyle konuşup, onlardan bilgi toplayabilirdi. Belki de Thanara'nın güçleri hakkında daha fazla bilgi edinebilir, bu gücü kontrol etmenin bir yolunu bulabilirdi. Daha sonra bu fikirin ne kadar saçma olduğunu fark etti ve vazgeçti. Aria’nın aklına bir anda Elera geldi. Elera neredeydi? Onu en son gördüğünde ciddi şekilde yaralanmıştı. Aria, Elera’ya ulaşması gerektiğini ve ona yardım etmesi gerektiğini düşündü. Elera, Aria’ya Tros, Dagon ve Thanara hakkında fazlasıyla bilgi verebilecek tek kişiydi. Onu bir an önce bulmalıydı. Sabah, henüz şafak sökerken Aria, sessizce evden çıktı. Ailesine veda etmek istemedi, çünkü onların daha fazla endişelenmesini istemiyordu. Ancak bu, onun için yeni bir başlangıçtı. Kaçmanın bir çözüm olmadığını biliyordu, ama bir yolunu bulmak zorundaydı. Dagon’un planları ne olursa olsun, Aria onun oyuncağı olmayı reddediyordu. Kendi kaderini kendisi belirleyecekti. Ve bunun için gerekirse savaşacaktı. |
0% |