@benrapu
|
Aria, köyden uzaklaştıkça içindeki huzursuzluk artıyordu. Ormanın derinliklerine doğru yürürken her adımı onu belirsizliğe yaklaştırıyordu. Etrafındaki ağaçlar, karanlık gölgeleriyle sanki ona fısıldıyor, onu takip eden gözlerin varlığını hatırlatıyordu. Ancak Aria, tek bir hedefe odaklanmıştı: Elera. Elera, Dagon, Tanrılar ve tüm bu karmaşa hakkında bilgi sahibi olan tek kişiydi. Onun yardımı olmadan neyle karşı karşıya olduğunu asla tam olarak anlayamazdı. Aria, bir yandan Dagon ve grubundan kaçarken, diğer yandan da Elera'yı bulmak zorundaydı. Onu en son gördüğünde ağır yaralanmıştı, ama yaşıyor olmasını umuyordu. Yürüdükçe geçmiş anılar zihninde yeniden canlandı. Dagon, soğuk bakışlarıyla her an onu izliyor gibi hissediyordu. Aria, içten içe bu duruma alışmak zorunda kalıyordu, ama yine de kaçışın bir yolunu bulmalıydı. Dagon, ağır nefesler alarak kılıcını havaya kaldırdı. Birkaç saat süren zorlu bir antrenmanın ardından kasları iyice gerilmiş, bedeninden terler akıyordu. Antrenman onun için bir rahatlama şekliydi, özellikle de aklını kurcalayan sorulardan kaçabilmek için. Aria'nın kaçışı hâlâ aklının bir köşesinde yankılanıyordu. Dagon kılıcını bir kez daha havaya kaldırırken, bir anda gözleri karardı. Birkaç saniyeliğine hiçbir şey göremedi, dünya sessizliğe büründü. Ardından gelen görüntüler, bir fırtına gibi zihninde belirdi. Kendisini tuhaf bir ışığın içinde buldu. O an gördükleri, rüya ya da sanrı gibi değildi; gerçekti, ama bir başka zamanın yankısıydı. Görüntüler bulanık olsa da, iki tanrısal figürün siluetini seçebiliyordu. Bir tanesi, tüm asaletiyle Thanara'ydı; ölümün soğuk ama büyüleyici tanrıçası. Diğeri ise Dagon’un tanımadığı ama bir şekilde aşina olduğu bir varlık... Elion. Elion, yaşamın gücünü taşıyan tanrıydı ve onunla Thanara arasındaki gerilim, evrenin dengesini belirliyordu. Dagon, onların arasında bir bağ olduğunu hissedebiliyordu ama tam olarak ne olduğunu çözemiyordu. Gözlerinin önündeki sahne hızla geçip gitti ve kendine geldiğinde nefesi kesilmiş, dizlerinin üzerine çökmüş halde buldu kendini. "Bu neydi?" diye mırıldandı Dagon, gözlerini sıkarak. Daha önce böyle bir şey yaşamamıştı. İçindeki gücün kökenini ve anlamını çözmek için her yolu denemişti, ama bu kez gördüğü şey, düşündüğünden çok daha büyük bir sırrın parçasıydı. Ne Thanara’yla ilgiliydi ne de Aria’yla... Bu, tamamen farklı bir şeydi. Elion’un ismini biliyordu, ama içindeki bu varlığın kim olduğunu ya da neyi temsil ettiğini henüz anlayamıyordu. Dagon derin bir nefes alıp ayağa kalktı, başını temizlemeye çalışarak yeniden antrenmana dönmeye çalıştı. Ancak zihnindeki görüntüler gitgide daha netleşiyor, Elion ve Thanara arasındaki o anlık çatışma, içinde bir şeyleri uyandırıyordu. Ormanın derinliklerinde, Aria bir yandan sessizce adımlarını atıyor, bir yandan da çevresine dikkatlice bakıyordu. Elera’yı bulmak onun için bir umuttu. Onunla buluştuğunda her şeyi açıklığa kavuşturabileceğini umuyordu. Dagon, Tanrılar, içinde taşıdığı bu güç ve Thanara'nın geride bıraktığı parça... Tüm sorularına Elera’nın cevap verebileceğine inanıyordu. Ancak orman her zamankinden daha sessizdi. Kuşların cıvıltısı bile yoktu, sanki her şey bir beklenti içinde Aria’nın adımlarını izliyordu. Aria, içinden bir şeylerin yanlış olduğunu hissetti ama umudunu kaybetmemeye çalıştı. Bir süre daha yürüdü, yorgun düşen bedeni ona dinlenmesi gerektiğini fısıldasa da durmayı reddetti. Elera, nerede olursa olsun onu bulmak zorundaydı. Ve ne olursa olsun, bu oyunun sonunu getirecekti Aria, yorgunluktan bitap düşene kadar ormanın derinliklerinde yürümeye devam etti. Adımları yavaşladıkça zihni bulanıklaşmaya başladı, ama içinde bir şey onu ileriye itiyordu. Göğsünde bir ağırlık hissetti; hem fiziksel hem de ruhsal bir yük taşıyormuş gibiydi. Thanara'nın ona bıraktığı güç parçası zaman zaman ortaya çıkıyor, Aria’yı aniden içine çekiyordu. Bu gücün ne olduğunu ya da ona neden verildiğini hâlâ bilmiyordu, ama her geçen gün onunla daha fazla bağ kurduğunu hissediyordu. Bir anda dünya etrafında dönmeye başladı. Gözleri karardı, başı dönüyordu. Dengesini kaybedip yere düştüğünde, zihninde bir şey patladı. Karanlık bir dalga onu içine çekti, ve bir anda bambaşka bir yerde buldu kendini. Aria, gözlerini açtığında geniş bir sarayın salonundaydı. Zemin, beyaz mermerden yapılmış ve duvarlar altın işlemelerle kaplıydı. Havada huzurlu ama aynı zamanda tuhaf bir ağırlık vardı. Bu dünya, gerçek olamayacak kadar ihtişamlıydı. Bir adım attı, ve ayaklarının altındaki taşlar yankı yaptı. O anda bir fısıltı duydu. Ses tanıdık geliyordu, ama kime ait olduğunu hatırlayamıyordu. "Aria..." diye yankılandı ses. Aria, sesin geldiği yöne doğru yürüdü. Salondaki ışıklar yavaşça sönerken, uzakta iki figür belirdi. Figürlerden biri, Thanara’ydı. Soğuk, zarif ve ölümcül bir varlık, tıpkı her zaman hissettiği gibi. Diğer figür ise Elion’du. Aria, onun kim olduğunu anında hissetti. Yaşam tanrısı Elion, bütün ihtişamı ve büyüleyici varlığıyla Thanara’nın karşısında duruyordu. Aria, onların konuşmalarını dinleyebileceğini fark etti ve sessizce izlemeye başladı. “Elion,” dedi Thanara, sesinde hüzün ve öfke karışımı bir ton vardı. “Bu dengeyi ne kadar daha koruyabileceğiz? Benim görevim ölümü getirmek, seninki ise yaşamı sürdürmek. Ama evren ikimizi birlikte kabul etmiyor.” Elion, sakin bir şekilde başını salladı. “Sonsuz bir savaş bu, Thanara. Ama bu savaşı biz başlatmadık. Biz sadece dengeyi sağlamakla yükümlüyüz. Ne senin ne de benim irademle bu sona erer.” Thanara’nın gözleri kısılmıştı. “Ama bir çözüm bulmalıyız. Birlikte olduğumuz sürece dünya bu kadar acı çekiyor. İnsanlar, yaratıklar, her şey… Bu döngüye son vermek zorundayız.” Elion, derin bir nefes aldı ve Thanara'ya yaklaştı. Onun yanına durduğunda, aralarındaki gerilime rağmen bir hüzün de seziliyordu. "Bu dengeyi biz kurduk. Eğer biri yok olursa, diğerinin gücü de sonsuza dek kaybolur. Yaşam ve ölüm... Aynı madalyonun iki yüzü gibiyiz." Bu sözler Aria’nın kafasında yankılandı. Elion’un sözlerinin ağırlığını hissetti, ama anlamını tam olarak çözemediyse de içgüdüsel olarak çok önemli olduğunu biliyordu. Ancak o anda Thanara’nın gözleri Elion’a kilitlendi ve içindeki öfke patlak verdi. “Sadece birimizin kalması gerekiyor, o ben olacağım, Elion! Tüm bunlar sona erecek” Bir anda her şey karıştı. Thanara, ellerini havaya kaldırarak ölümün soğuk gücünü serbest bıraktı. Elion da ona karşılık olarak yaşamın büyüsünü ortaya çıkardı. İkisi de birbirlerine saldırırken, dünya sarsıldı. Aria, sanki bu savaşın merkezindeymiş gibi hissetti. Onların savaşını izlerken, kendi içinde bu çatışmanın bir yankısını duyar gibiydi. Ve bir anda dünya, yeniden karardı. Aria, ormanın soğuk zemininde yatarken gözlerini açtı. Nefesi kesilmiş, kalbi hızla atıyordu. Gördükleri sadece bir rüya değildi; gerçekti, ama başka bir zamanın, belki de başka bir dünyanın yankısıydı. Thanara ve Elion’un arasında geçen o savaş, kendisiyle bağlantılıydı. “Ne... bu...?” diye mırıldandı, ellerini göğsüne koyarak derin bir nefes aldı. Zihni hâlâ bulanıktı ama şimdiden bir şeyler netleşmeye başlıyordu. Thanara'nın ona bıraktığı parça sadece bir güç değil, aynı zamanda bu savaşın bir parçasıydı. Aria, Elera’yı bulma görevini daha da ciddiyetle kafasına koydu. Bu sırları çözmek, hayatta kalmanın ve tüm bu karmakarışık güçler dengesinde yerini bulmanın tek yoluydu.
|
0% |