@benrapu
|
"Bunu yapmak istemedim," dedi Fenris, soğuk ama pişmanlık içeren bir sesle. Oda da bulunanlar sessizdi. Hayna odanın bir köşesine oturmuş, ekibin sessizliğini en arka sıradan izliyordu. Kara, olanları umursamadan masadaki atıştırmalıkları yiyordu. Aeris ve Lyra masanın köşesinde oturmuş, Dagon'un tepkisini bekliyorlardı. Dagon kolundaki alçıya bakarak Fenris'e döndü, "Biliyorum," dedi, olanları umursamıyormuş gibi davranarak, "ama bu olanları değiştirmiyor. Gelişmek zorundayız. Malikanede üç tanrı var," dedi gözlerini ekibin üzerinde gezdirerek, "Olanlar ne kadar zayıf olduğumuzu gösteriyor. Eğer Neriths ve Aelarion olmasaydı sizce ne olurdu?" Gözlerinin son durağı Fenris oldu. Kara yemeğini ara vererek Hayna'ya döndü, "Sana diyorum, hayvan," dedi. Hayna oturduğu yerde huzursuzca kımıldandı. Dagon tek bir hareketle Hayna'yı durdurdu ve Karaya dönüp, "Sana da diyorum," dedi, "Hepinize diyorum," diye tekrarladı, "Gidin zihninizi geliştirin biraz." Ekibinin dikkatini tekrar asıl olaya çekerek, "Lyra, bu iş sende." Dagon sonunda odada tek kalabilmiş ve rahat bir kafayla sabah yaşanan olayı düşünebilecek iken kapı bir anda çalınmadan açıldı. Gelen Aelarion'du. "Anlat bakalım, yüce Elion," dedi alaycı bir sesle, "Dagon'u nasıl buldun?" Dagon, Aelarion'un bu sözlerine şaşırmamıştı. Ekibi fark etmemişti ama şifa tanrısının gözünden bu durum kaçmamıştı. Dagon her insanın yapacağı gibi önce inkara başvurdu, "Ne saçmalıyorsun gene, Aelarion?" dedi, inkarının boşuna olduğunu biliyordu. Fenris'in zihni Aria'nın kontrolü altındaydı. Lyra ise Thanara'nın gücüyle baş edememiş, kendi zihnini kontrolünü elinde zor tutmuştu. Elera fark etmemiş olabilirdi ama Neriths ona çoktan Dagon'un Elion'ın avatarı olduğunu söylemiş olabileceğini düşündü. Aelarion'un bunu açıkça soracağını tahmin etmişti. Bunun için önlem alabilir, her türlü oyuna başvurabilirdi ama bu durum artık canını sıkmaya başlamıştı. Yüce varlıkların güçlerini kendi çıkarlarına kullanabilirler, istedikleri düzene kavuşabilirlerdi. Tros ise zor olan yolu seçip onları yok ediyordu. Dagon, tanrıları nasıl yok ettiklerini bilmiyordu ama bir şekilde onlardan kurtuluyorlar, dünya üzerinde sanki o tanrı hiç var olmamış gibi silebiliyorlardı. Bu durumda ibadet edilen bu varlık tanrı olamazdı. "İkimiz de ne saçmaladığımızı biliyoruz," dedi Aelarion kendinden emin bir duruş sergileyerek, "Bir kurt adamın saldırısından sadece kırık ile kurtulduğun yalanınla malikanedeki çocukları kandır." "Kimseyi kandırdığım yok," dedi Dagon, masadaki evrakları düzenliyormuş gibi yaparak, "Senin aksine ben kendimi bir kurttan koruyabilirim, Raven." Aelarion kendi adını duymasıyla duraksadı. Raven, Aelarion'un gücünün parçası olduktan sonra bu ismi bir daha kullanmamıştı. O Raven değil, Aelarion'du ve hep Aelarion olarak kalacaktı. Raven iyi değildi, hiç bir zaman da olmayacaktı. Raven ölü bir adamdı, öyle de kalmalıydı. "Bana bir daha böyle seslenme, piç kurusu!" dedi Aelarion çenesini sıkarak, "O aptal herif öldü." Dagon'un yüzünde zafer kazanmış bir ifade belirdi. "Sen benim sırrımı koru," dedi sandalyede arkasına yaslanarak, "Bende seninkini." Aelarion öfkeden kıpkırmızı olmuş, sıktığı yumrukları içindeki varlığın gücünü baskılayacak kadar canını yakıyordu. Akıllı davranmalıydı. Dagon'un sözünü tutacağını biliyordu ama ona kesin olarak güvenemezdi. Dagon hala rahat bir halde, Aelarion'un gözlerine bakıyor, yüzündeki o köşeye sıkışmış ifadeyle alay eder gibi gülüyordu. Daha fazla dayanamayıp sakin kafayla geri gelmeliydi. Hiçbir şey söylemeden odadan çıkıp gitti. Tüm malikane uykudaydı. Gecenin karanlığını bölen ay ışığı, Aria'nın penceresinden odaya sızıyordu. Aria bir türlü uyuyamıyor, yatakta bir sağa bir sola dönüp duruyordu. En sonunda dayanamayıp yattığı yerden kalkıp odadan çıktı. Koca malikanede girebileceği alanlar kısıtlıydı. Revir ya da Elera'nın odası, temel ihtiyacı için mutfak ve antrenman odası dışında, yanında bir Tros görevlisi olmadan bahçeye bile çıkmalarına izin verilmiyordu. Aria da mutfağa gitmeye karar verdi. Mutfakta dolapları biraz karıştırdıktan sonra iki patates alıp içine kaşar rendeleyip bir yumurta kırdıktan sonra hazırladığı yemeği kızartmaya başladı. "Bir şey eksik sanki," diye mırıldandı. "Tuz," dedi bir ses. Aria korkuyla arkasına döndü. Karşısında Dagon'u görünce biraz rahatlamış olsa da yine de tetikteydi. Gecenin bir vakti ne işi vardı burada? Dagon, Aria'yı korkutacağını düşünmemişti zaten burada görmeyi de düşünmemişti. Aria hala Dagon'un yüzüne bakarken, Dagon tezgahtan tuzluğu alıp tavadaki kızartmanın üstüne ekledi. "Ne yapıyorsun burada?" dedi Aria, ocağın başından çekilmiş, Dagon'un kızartmaya tuz eklemesini izlerken bir yandan da onu süzüyordu. Üstüne siyah bir tshirt geçirmiş, altına da siyah bir pantolon giymişti. Tshirt'ün kısa kolları Dagon'un kol kaslarını ortaya çıkarmış, dağınık saçları yüzüne tatlı bir hava katmıştı. "Kızartmaya tuz ekliyorum," dedi Dagon umursamazca. "Mutfakta ne yapıyorsun bu saatte demek istedim," dedi Aria göz devirerek. "Mutfakta kızartmaya tuz ekliyorum," dedi Dagon cümlesini yineleyerek, bu sefer yüzünde hafif bir tebessüm oluşmuştu. "Dalga geçmeyi bırak, Dagon," dedi Aria elindeki spatulayı Dagon'un kafasına vurarak gülümsedi. Dagon, Aria'nın hamlesi karşısında duraksadı. Ne tepki vereceğine karar veremeyen Dagon kısa süre sessizce önündeki tavayı izledi. Aria'dan böyle bir tepki beklememişti. Her zamanki gibi söylenip mızmız olacağını düşünmüştü. Dagon omzunun üzerinden hafifçe Aria'ya baktı. Yüzünde kocaman salakça bir gülümseme vardı. "Ahh, kafam," dedi Dagon çocukça bir serzenişte bulunarak güldü, "Bi kafamı kırmadığın kalmıştı." Aria'nın gülümsemesi kahkahaya dönüştü. "Koca bir kurt adamla baş edebilirsin ama bir spatulaya işte böyle yenilirsin," dedi. Dagon, Aria'ya cevap vermedi sadece gülümsemeyle yetindi. Dagon biraz daha Aria'nın gülümsemesini izledi. Thanara gibi bir karanlığın nasıl oluyordu böyle bir aydınlığa leke sürmeye cüret edebileceğini düşündü. Aria aptal biri değildi, sadece kin tutamıyor ve yüksek bir güven problemi yaşıyordu. Aria herkese güveniyordu hem de tekrar tekrar güveniyordu. Aria kısa bir an tabağından başını kaldırıp Dagon'un koluna baktı. "Sabahki olay için özür dilerim," dedi başı önüne eğik, gözlerini tabağındaki yarım kalmış kızartmaya odaklayarak, "Ben kimsenin zarar görmesini istemiyorum." Dagon'un düşünceleri Aria'nın sözleriyle bölündü. Dagon, Aria'nın kimseye zarar vermek istemediğini gayet iyi biliyordu. Özürünün içten ve samimi olduğunu da biliyordu. Sınırları zorlayan Dagon'du. Dagon sadece Aria'nın ne kadar ileri gidebileceğini görmek istemişti. Aria'nın bir suçu yoktu. "Yemeğini ye, spatula kraliçesi” |
0% |