Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@benrapu

"Sen ne telefonundan bahsediyorsun," dedi Beren, yüzünde yine o tanıdık şaşkınlıkla. Kaşları çatılmış, kahve rengi gözleri bu kez de belirgindi

"Tekrar ve tekrar," dedim, boş şarap kadehlerinin yanında duran telefonumu alıp ceketimin iç cebine attım. "Bir doktora görünmelisin."

Beren, bir bana bir masadaki boş kadehlere baktı. Şaşkınlığı giderek artıyordu.

"Tekrar ve tekrar ne demek istiyorsun? Neden doktora görünüyorum?" diye sordu, bana bir adım yaklaşarak.

"Bir haftadır bu kitabın üzerinde çalışıyoruz," dedim yerimden kıpırdamadan. "Ama senin hafızan..."

"Ne varmış hafızamda?" diye atıldı Beren, cümlemi tamamlamama fırsat vermeden.

"Hafızan gidip geliyor," dedim.

Beren bir şey söyleyecek gibi oldu, sonra bir adım geri çekildi. Bana sırtını dönüp, bileğindeki siyah toka ile saçlarını sıkıca topladı. Kısa kesik nefesler alıp verdi.

Bir haftadır bu lanet kitabın ve Beren'in dilini çözmeye çalışıyordum. Kitap başka bir dille yazılmıştı ve İnternette bile kitabın yazıldığı dile benzer bir dil bulamamıştık, ama kitabın bazı kısımları Türkçe yazılmıştı. Türkçe yazılan kısımlar da rüyalarıma giriyordu. Onun dışında başka bir bilgiye ulaşamamıştık. Beren'in dilini çözmekse daha zordu. Her iki günde bir, sanki hiç bir şey olmamış gibi, ben kapısına bu kitapla gelmemişim gibi her şeyi unutuyordu. Hatırladığı son şey, dedesinin evinde geçirdiği süre oluyordu. Beren'in bir hafıza sorunu yaşadığını anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu. Komadan çıkıp ifadeye geldiğinde bana bakan boş bakışları, hastanede karşılaştığımız gün savcım demesi ve en kötüsü de iki hafta önce beni tacizle suçlarken de yine beni unuttuğunu anlamıştım. Durumu Beren'in doktoruna sorduğumda, zamanla düzelebileceğini, daha etkili bir sonuç için bir psikologla görüşebileceğimizi söylemişti.

"Dalga mı geçiyorsun sen benimle?" dedi hızla yüzünü bana dönerek. "Benim kafam yerinde. Sadece biraz fazla içmişim."

"İçtik," dedim ve yanağımda hissettiğim sıcaklıkla söylediğimin hata olduğunu anladım. Bu bir hafta içinde yediğim ikinci tokattı.

"Ben ne diye seninle oturup şarap içiyorum?" dedi Beren, yaşananları hatırlayamaması öfkelenmesine yol açıyordu. "Kitabı senden ne zaman aldım ya da ne zaman kitaba beraber bakmaya başladık?" Kendi etrafında ufak bir çember oluşturmaya başlamıştı. "Hafızam..."

"Sakinleş," dedim ellerimi Beren'in omzuna koyarak onu oluşturduğu ufak çemberden çıkardım. "Her şeyi anlatacağım, önce bir oturalım."

Beren ellerimin arasından kurtulup masanın etrafını saran sandalyelerden birine oturdu. Ben de karşısına bir sandalye çekip oturdum. "Önce bir sakin ol," dedim nefesleri giderek sıklaşıyordu. "Geçen hafta cuma günü iş çıkışı sana geldim, kitabı sana gösterip beraber çözelim dedim, sen de kabul ettin. Bir haftadır da kitabın dilini çözmeye çalışıyoruz," dedim. Beren tek kaşını kaldırıp "Kitabın dilini?" dedi. "Eski bir dilde yazılmış, sadece bazı kısımları Türkçe," dedim. Beren'in nefes alışverişi normale dönerken oturduğum yerden koltuğun yanındaki sehpanın üzerinde duran eski deri ciltli kitabı gösterdim. Daha fazla bir şey söylemedi, bakışlarını sehpanın üzerinde duran kitaba sabitlemişti ama kitabı görmüyordu bile.

"Tekrar ve tekrar dedin," dedi bakışlarını kitaptan çekmeden. "Daha önce de ben..." cümlesini bitiremedi. "Sorun yok," dedim elimi çenesine koyup gözlerini kitaptan çekmesini sağlayarak. "Bu çok normal, sen iki yıldır uyuyorsun, olmaması garip olurdu." Gözlerimiz birbirine kenetlenmişti.

"Karnım aç," dedi Beren oturduğu sandalyeden ayağa fırlayarak. "Sen bir şeyler yedin mi?" Mutfağa doğru ilerleyip bir şeyler hazırlamaya başladı. Ben de arkama yaslanıp onu izlemeye başladım. Bu yaşadıklarını dikkatini dağıtmaya çalışarak göz ardı etmesi asla normal sayılmazdı. Doktor geçici bir durum olduğunu, travmaya bağlı olarak hatıralarının bir kaç gün, ay ya da yıla yayılabileceğini ama sonunda hatırlayacağını söylemişti. Şimdilik sadece beni unutmuş olabilirdi ama durumu ilerlerse neler olacaktı?

"Yani sadece kitap üzerinde çalıştık," dedi beni düşüncelerimden uzaklaştırmıştı. "Evet," dedim derin bir iç çekerek, "başka bir şey olmasını da mı isterdin?" Mutfakla masa arasında çok mesafe yoktu ama Beren'in yüzünün kızardığı buradan bile belli oluyordu. "Ne! Hayır ben sadece..." Ne diyeceğini bilememişti. Bu halleri çok hoşuma gidiyordu. "Sen sadece ne?" dedim yüzümde harika bir gülümsemeyle ona bakıyordum. "Hatırlamıyorum ya hani soruyorum sadece yoksa öyle bir şey istemem," dedi elindeki tabağı nereye koyacağını bilememiş mutfağın içinde tabakla dönmeye başlamıştı.

"Sen kahvaltını yap," dedim oturduğum sandalyeden kalkarken. "Ben gideyim artık." Kapıya doğru yöneldiğim esnada arkamdan Beren'in fısıldar gibi çıkan sesiyle durdum. "Bir şey mi dedin?"

"Özür dilerim," dedi ağzının içinde kelimeleri yuvarlıyordu. Bu özür tokat için miydi yoksa iki hafta önceki uygunsuz ithamı için miydi? Eğer iki hafta önceki olaydan bahsediyorsa zaten onun için defalarca özür dilemişti. "Ne için?" dedim. Beren ile aramızda bir kaç adımlık mesafe vardı, kapatması kolay bir kaç adım.

"Tokat," duraksadı ve bana doğru bir adım attı. "Ve yanlış anlaşılmalar yüzünden ben sandım ki..."

"Sorun yok," dedim geriye doğru bir adım atarak. Eğer burada biraz daha durursam bir kaç adımlık mesafe kapanacaktı. "Ne zaman gelirsin?" dedi yine bana doğru bir adım daha attı.

Beren bana adım attıkça vücudum alev alıyordu. O beni hatırlamıyor olabilir ama ben hatırlıyorum gayet net bir şekilde.

"Bugün pazar," kravatımı biraz olsun gevşetmeye çalıştım. "Dinlensen iyi olur, daha sonra haberleşiriz," dedim ve kendimi evden dışarı attım. Ben kapıdan çıkarken Beren arkamdan bir şeyler söylemeye devam ediyordu. Burada daha fazla duramazdım, yoksa vücudum alev alacaktı.

 

BEREN

Ben Engin'e doğru bir adım attıkça, o geriye doğru adım atıyordu. "Hayır, yüzümde bir şey mi vardı ya da üstümde..." diye mırıldandım ama cümlemi tamamlayamadan Engin arkasını dönüp sanki koşar adımlarla kapıdan çıktı.

Kapanan kapının ardından bir süre sessizce baktım. Ne olmuştu buna bir anda? Sanki boğazını sıktık ya da altı üstü iki soru sorduk, cevap verse ölürdü. Söylene söylene mutfağa doğru ilerledim. Dolaptan aldığım salatalıkları dilimlerken bir an görüşüm bulanıklaştı. Başım dönmüyordu, benim dünyam dönmüştü. Bir haftadır ne olduğunu hatırlamadığımı düşünürken buldum kendimi. Sol gözümden yanağıma düşen sıcak bir damla eşliğinde sadece bir haftam mı kayıptı, gerçekten? Hatırladığım son anım, dedemden geldikten sonra Ayşe'nin izin istediği zamanlardı. Peki, Enginden önceki diğer bir hafta ne yapmıştım? Evde miydim, gezmiş miydim? Leyla yanıma gelecekti, gelmiş miydi yoksa ekmiş miydi? Başımı elimde tuttuğum salatalık ve bıçaktan kaldırdım. Mutfağa yavaşça bir göz gezdirdim. Her şey yerli yerindeydi, en son hatırladığım gibi duruyordu. Mutfaktan salona doğru ilerledim. Salonda da her şey aynıydı. Tek fark koltukların yanındaki zigon sehpanın üzerinde uyandığımdan beri peşinde koştuğum o kitap duruyordu. Titreyen bacaklarla kitaba doğru ilerledim. Komadan uyanmadan önce başlayan ve uyandıktan sonra da beni rahat bırakmayan o ses zihnimin içinde dönüp duruyordu. Sanki bir lanet yaka yapışmış gibi hissediyordum. Beni bu hale getiren bir kurşun muydu yoksa bu kitap mı? Elimi kitaba uzattığım esnada kapının çalmasıyla kendime geldim.

"Her şey yolunda, kendindesin. Sadece nefes al ve odaklan," kendimle olan savaşıma ara vermem ve kapıyı açmam gerekiyordu. Derin bir nefes aldım ve kapıyı açtım.

"Savcı"

Loading...
0%