@benrapu
|
“Anlatamadığım ve anlatamayacağım o kadar çok şey var ki,” dedi genç kadın, sevdiği adamın sonsuz güveninin altında ezilerek. Marcus, her şeyden habersiz, sevdiği kadının gözlerinde bulduğu huzuru başka hiçbir şeye değişmeyeceğinin güvenini vererek sevgilisinin karşısında duruyordu. Genç kadın ise gerçekleri sakladığı her geçen gün daha da dibe batıyordu. “Gerçekler aydınlığa ulaştıklarında,” genç kadın duraksadı, sevdiği adamın yüzüne bir kez daha bakarak ekledi, “umarım hala hevesin kalmış olur,” dedim sessizce. ***** “Kolay gelsin,” dedim sahte gülümsememle, ateşli iç çamaşırlarının olduğu tezgahın başında duran görevli kadına. “Ben yetkili biriyle görüşebilir miyim?” “Ben yardımcı olayım efendim,” dedi kadın, sahte gülümsememe içten bir gülümsemeyle karşılık vererek. “Yardımcı olabileceğinizi sanmıyorum,” dedim kadına, yanlış bir şey söylemek istemiyordum, o da burada çalışandı sonuçta, sadece kamera kayıtlarına bakıp gidecektim. “Şansınızı deneyin,” dedi kadın, yüzündeki gülümseme kaybolmadan. “Belki şanslı gününüzdesinizdir.” “Pekala, öyle olsun,” dedim, tek kaşımı kaldırıp meydan okurcasına. “Dünün kamera kayıtlarına bakmam mümkün mü?” “Tabii ki de hayır,” dedi tezgahtar kadın, gülüşü bir anda kaybolarak. “İzniniz olmadan kamera görüntülerine ulaşamazsınız.” “Şimdi yetkili biriyle görüşme vakti,” dedim, az önce söylediği şanslı günümle dalga geçerek. “Belki o bana şans getirir.” Kadın kem küm ettikten sonra ısrarıma dayanamayıp mağazanın kasasının arka tarafındaki kapıdan içeri girip kayboldu. Ben de kadını beklerken mağazanın içini dolaşmaya başladım. Birkaç parça çamaşıra göz attıktan sonra anladım ki ben giyinmeyi bilmiyorum ya da insanlar rahat çamaşır tercih edemiyor. Bir insan nasıl taşlarla süslenmiş bir iç çamaşırı giymek ister ki? Elimdeki iç çamaşırını incelerken arkamdan kalın bir erkek sesi bana seslendi. Arkamı dönüp sesin geldiği tarafa baktığımda, az önceki tezgahtar kadının yanında yetkili biri olduğunu düşündüğüm bir adam vardı. "Merhaba, yardımcı olabilir miyim?" dedi adam, kalın sesini ince çıkarmaya çalışarak. "Mine Hanıma kamera kayıtlarına bakmak istediğinizi söyledi." Tüm dikkatimi karşımdaki adama vererek, "Evet," dedim. "Önemli bir durum olmasa sizden bunu istemezdim." "Anlıyorum, ama maalesef size kayıtları gösteremeyiz efendim," dedi adam. Her zaman ahlaklı olmaya çalışsam da, bazen torpil iş görürdü, özellikle de Yavuz soyadını taşıyorsanız. Şimdi söyleyeceğim sözler ne kadar hoşuma gitmese de, işe yaradığı sürece dedeme minnettar kalacağım kesindi. Ne zaman bir olayın içinden sıyrılmam gerekse, o sihirli soyadı tarafından kurtarılmış ya da bana doğrultulan okları karşı tarafa yönlendirmiştim. Kimse dedemi karşısına almak istemezdi. Elinde arslan yavrusu, her zaman elindeki gücü akıllıca kullanan bir adam olmuştu. Ailesine de bu gücü kullanma yetkisini soyadı sayesinde veriyordu. "Sanırım henüz tanışmadık, ben Beren Yavuz," dedim sinsi bir gülüşle karşımdaki adama elimi uzatarak. "Burayı en son birkaç yıl önce inşaat halindeyken dedem, Arslan Yavuz'la gezmiştik." "Anladım," dedi adam, duruşunu bozmadan yanındaki kadına kafa işaretiyle uzaklaşmasını söyledikten sonra bana dönüp elime karşılık elini uzattı. "Arslan Bey, saygı duyduğumuz iş konusunda örnek alınacak biri. Ne kadar şanslıyım ki sizinle tanışma fırsatı bulduk, öyle değil mi?" Sesindeki değişim, zaferin yine dedemden yana olduğunu kanıtlıyordu. Yüzümdeki zafer gülümsemesini gizleme zahmetine girmeden, "Kesinlikle," dedim. "Belki size ufak bir yardım sağlayabilirim," dedi adam. "Tüm kayıtları gösteremem ama bir zaman aralığı ile hızlı bir kontrol sağlanabilir." Zamanı söylemem zordu çünkü buraya ne zaman geldiğimi, nasıl geldiğimi hatırlamıyordum. Doktor ve Açelya kısımları dışında hatırladığım her şey bir yanılsamadan ibaretti. En mantıklı çözüm, dünün kamera kayıtlarını kendi gözlerimle görmek ve gelip gelmediğime emin olmaktı. "Zaman aralığı söyleyemem," dedim. Adam bir süre tereddüt ettikten sonra onu takip etmemi söyledi. Adam önde ben arkasında mağazanın arka tarafına geçtik. Biraz ilerledikten sonra bir odaya girdik. İçeride iki tane güvenlik görevlisi oturuyordu. Kapının sesine olsa gerek bize doğru döndüler. Güvenlik görevlilerinden biri yanımdaki adama dönüp, "Bir sorun mu var, Güngör Bey?" diye sordu. Adının Güngör olduğunu öğrendiğim adam güvenlik görevlisine, "Dünün kayıtları lazım, hazırlayabilir misiniz?" dedi. "Tabii, iki dakikaya hazır olur," dedi güvenlik görevlisi. Bir süre bekledikten sonra güvenlik görevlisi ben ve Güngör oturduk, kayıtları izlemeye başladık. Gün bitmek üzereydi ama ben mağazaya bir türlü gelemiyordum. En sonunda pes edecektim ki, mağazanın kapanmasına yakın yanımda bir adamla içeri girdim. Adamın yüzünü tam seçemiyordum. Güvenlik görevlisi de bunu anlamış olmalı ki yüzünü görebileceğim bir başka kayıtı başlattı. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Kırmızı dantelli iç çamaşırını daha bir kaç gün önce ifade verdiğim savcıya aldırmıştım. Adama bana iç çamaşırını alması için yalvarıyordum. "Allahım, bu kayıt gerçek olamaz!" dedim, oturduğum sandalyeden panikle ayağa fırlayarak. "Montaj bu!" Kamera odasındaki herkes kaşları yukarı kalkmış bir şekilde yüzüme bakıyordu. Bense hala ekranda savcıya dantelli iç çamaşırını alması için yalvaran kendime bakıyordum. Ne günah işledim de başıma bunlar geldi benim Allahım? "Tamam, yeterli," dedim, yüzüm utançtan kıpkırmızı olmuştu. "Benim artık gitmem gerek. Yardımınız için teşekkürler" deyip odadan koridora fırladım. Hemen geldiğim yolu geri giderek mağazaya ulaştım. Mağazada kimsenin yüzüne bakmadan kendimi dışarı atmalıydım. Ekrandaki o kadın ben olamazdım. Bir yanlış anlaşılma olmuş olmalıydı. Koca şehirde kafayı yiyip savcıya nasıl denk gelmeyi başarmıştım? Üstüne bir de adamı kolundan tutup bana iç çamaşırı aldırmıştım. Allahım yardım et, nefes alamıyordum. Yüzüm alev almak üzereydi. Bir an önce bu gördüklerimi zihnimden silmem gerekiyordu. Eve nasıl geldiğimi bile hatırlamıyordum. Kafamın içindeki koca kas bu yaşananları işlememiş, işlemediği gibi bir de bana neler yaptırmıştı! Ayşen'i gördüğümde karşımda, bir kahkaha patlattım. Sinirlerim alt üst olmuştu. Ben nasıl bu hale geldim yarabbi? Bir insan kafasını kaldırım taşına vurdu diye beyni işlevini kaybeder mi? Hangi aklı başında yapar böyle bir şeyi? Söyle bana sevgili beynim, neden? O kadar çok gülmüştüm ki çenem ağrımaya başlamış, alnım gerilmekten kaşınmaya başlamıştı. Altıma işememek için kendimi zor tutuyordum ki, bir anda sanki hiçbir şey olmamış gibi gülmeyi kesip bana delirmişim gibi bakan Ayşen'e baktım. "İç çamaşırını savcı almış," dedim. "Savcı mı?" dedi Ayşen, bu halde söylediğim sözlerin hiç birine güvenmeyen gözlerle bana bakıyordu. "Kapıda durmayalım Beren Hanım, içeri geçelim güzelce konuşalım, ha olur mu?" Az önceki kahkahamdan hiç bir iz kalmamıştı. Gayet sakin bir şekilde, sanki tren raydan çıkmamış, kontrol hala benim elimdeymiş gibi emin adımlarla salona doğru ilerledim. Salonda her zamanki gibi iki krem rengindeki koltuk ve yanlarına yerleştirilmiş iki lacivert tekli koltuklar beni karşıladı. Salonun beyaz duvarları beni bir girdaba çekiyormuş gibi hissediyordum. Kendimi en yakındaki koltuğa bıraktım. Ben nasıl bu hale gelmiştim? Hani kendimi toplamıştım, her şey yolundaydı. Yata yata millet göt büyütürdü, benim beynim küçülmemiş direkt beni terk etmişti. Gözümü açtığım andan beri yaşadıklarımın hangisi gerçekti, hangisini doğru hatırlıyordum ya da herhangi bir şeyi hatırlıyor muydum? Aklımda hiçbir düşünce olmadan öylece karşıdaki duvara bakıyordum ki, Ayşen'in koluma dokunan sıcacık parmakları beni kendime getirdi. Sol gözümden sıcak bir damla yanağımdan aşağı süzülürken, aslında konunun savcıyla hiç bir alakası olmadığını fark ettim. Konu bendim, konu benim düzene girmeyen, hala uyuyan zihnimdi. "Beren Hanım," dedi Ayşen tüy kadar hafif sesiyle, "üzülmeyin, gidersiniz sorarsınız savcıya, yardımcı olur koca savcı." "Olabilir," dedim. "Ben sizin yerinize Alev Hanımı arayayım, o nasıl görüşebileceğinizi bilir," dedi Ayşen yanımdan kalkıp telefona doğru ilerlerken. "Durumu anlatmam, sadece bir buluşma ayarlatırım." Ayşen çoktan planı için hazırlıklara başlamıştı ama bense koltukta öylece oturmuş, zamanın etrafımdan geçip gitmesini izliyordum. Kolumdaki vintage saatin yelkovanının her hareket ettiğinde çıkardığı ses, benim hiç umursamadığım, fark etmediğim zamanın ne kadar çabuk geçtiğini bana hatırlatıyordu. Savcıya belki çamaşır olayını sorardım. Şu an düşünmek istediğim son şey buydu. Ya da belki de sormuştum. |
0% |