@benrapu
|
“Bazen akıl cevabı bilir,” dedi genç kadının annesi, elindeki çorabın söküğünden kafasını kaldırmadan. “Ama kalp kabul edemez.” Genç kadın, ateşin karşısına oturmuş, annesinin söylediği sözlerin nereye varacağını bilir vaziyette dalgınca ateşle oynuyordu. Genç kadın biliyordu, bir gün bu ateşte ruhunun yandığı gibi bedeninde yanacağını. O ana kadar bu kusursuz rüyayı devam ettirmek istiyor, Marcus’u kaybetmemek için bildiği her yola başvurmaktan çekinmiyordu. Genç kadının annesi, kızının dalgınca ateşle oynadığını fark ettiğinde elindeki söküğü bırakıp kızının yanına oturdu. Kadın tam ağzını açıp bir şeyler söyleyeceği esnada, genç kadın annesini susturup, “Gör isterdim,” dedi ateşten gözlerini kaldırmadan. “Bana nasıl baktığını gör isterdim anne” dedim usulca. ***** “Beren Hanım,” Uzaklardan yankılı gelen bir sesle kendime geldim. “Ha?” “İyi misiniz?” dedi Engin Savcı, tek kaşını kaldırmış masanın diğer tarafından yüzüme bakıyordu. “Bir anda daldınız.” “Evet, iyiyim,” dedim gözlerimi kırpıştırarak. “Sorun yok.” “Dosyaya eklemek istediğiniz bir kaç bilgi varmış,” dedi Engin Savcı, kravatını düzelterek. “Sizi dinliyorum.” Dosyaya ekleyecek herhangi bir bilgi yoktu. Alev ne olduğunu çok fazla sorgulayınca, görüşme ayarlayabilmek için Ayşen böyle bir yalan söylemişti. Alev peşime takılıp gelmesin diye de binbir takla atmak zorunda kalmıştım. Eğer odada sadece savcı ve ben olsaydık, pat diye sorardım ama bir de katip odadaydı. Söyleyeceklerimi dosyaya eklemek için birinin yazması gerekiyor değil mi? Odada savcıyla tek kalabilmenin bir yolunu bulmam gerekiyordu yoksa soruyu soramayacaktım. Zaten şimdiden yüzüm alev almaya başlamıştı. Hayır, adam da beni ilk gördüğünde daha çok şaşırmıştı. Şimdi daha geçen gün çamaşır aldığı kadına ortada anormal bir şey yokmuş gibi bakıyordu. Her gün rastgele kadınlara çamaşır almıyorsa, onun içinde bu durum garip değil mi? Anlamıyorum ki! "Vedat, Beren Hanıma su ikram edelim lütfen,” dedi Engin Savcı, sol tarafında oturan katibe dönerek. “Yoksa bugün üçümüz bakışmaktan şaşı olacağız.” “Tabii Savcım, hemen,” dedi Vedat gülüşünü saklamaya çalışarak odadan çıktı. Bu benim tek şansım olabilirdi. Sadece bir soru soracağım, cevabı alıp gideceğim. O kadar. Abartılacak hiçbir şey yok, sadece bir eşya. Cevabı aldıktan sonra çöpe atar kurtulurum. “Bana niye iç çamaşırı aldın?” Allahım, yüzümün yandığını hissediyorum. Engin, önündeki dosyadan hızlıca kafasını kaldırıp bana doğru baktı, ardından hemen gözlerini kaçırıp önce önündeki dosyaya baktı, sonra masadaki kalem kutusunda bir kalem alıp elinde çevirmeye başladı. “Sen istedin,” dedi yüzüme bile bakmadan elindeki kalemi çevirip duruyordu. “Senden istenen her şeyi yapar mısın?” dedim, yüzüme bir kibrit tutsalar anında kül olurdu. “Sen de…” duraksadı. Soruyu sorduğumdan beri yüzüme bakmaya tenezzül bile etmeyen adam şimdi yüzüme o kadar detaylı bakıyordu ki, sanki kaybettiği bir şeyi benim yüzümde bulmuştu. “Hatırlamıyorsun,” dedi dudaklarının kenarı yukarı kıvrılmıştı. Aradığım cevap bu değildi. Bana asıl cevabı vermeliydi. Hatırlamadığımı zaten biliyordum ama bu Savcı Beyimi ilgilendirmiyordu. Beynimle olan sorunlarım beni ilgilendirirdi. Oklar bana çevrilmiş, ağzımdan çıkacak kelimeleri beklerken ben konuyu değiştirmeyi seçtim. “Kitabım nerede?” “Bende,” dedi sandalyesinde arkasına yaslanarak. “Arabada unutmuşsun.” “Geri ver,” dedim omuzlarımı dikleştirip oturduğum sandalyede daha fazla yer kaplamaya çalışarak. “Kitabımı istiyorum.” “Veremem,” dedi rahatını hiç bozmadan. “Hem sen nerede buldun bu kitabı?” “Seni ilgilendirmez kitabım…” Bir dakika, o az önce ne dedi? Kitabın onda olduğunu mu söyledi? Yoksa yine beynim yoldan çıkıp çalılıklara doğru mu gitmeye başladı? “Sen az önce ne dedin?” “Kitabı nereden buldun dedim,” dedi sözlerini yineleyerek. Yani kitap gerçek! Ben gerçekten geçen gün bir kitap almıştım ve o kitap gerçekti! Beynim bana oyun oynamamıştı. Ben gerçekten kitapçıya gidip kitap almıştım! "Allahım, biliyordum!" diye oturduğum sandalyeden ayağa fırladım. "Kitabın gerçek olduğunu biliyordum!" Sevinçten odaya sığamıyordum. Her an kanatlanıp gökyüzüne uçabilirdim. Şu son iki günde duyduğum en güzel haber bu olabilirdi. Ben odanın içinde dört dönerken, Engin de masanın arkasından kaşlarını kaldırmış bana bakıyordu. Sanırım deli olduğumu düşünmeye başladı. "Kitabı bana ver!" dedim masanın arkasına geçip Engin'in tepesine dikilmiştim. "Sen önce bir sakin ol," dedi oturduğu sandalyede kımıldanarak. "Geç karşıya da otur önce bir." Kitabı görmem lazımdı. Kitapçıdan aldığım kitap olduğuna emin olmam gerekiyordu. Konuşmayı bırakıp kitabı bana vermesi gerekiyordu ya da nereye bıraktıysa söylesin ben gidip alırdım. Bir an önce o kitaba kavuşmam lazımdı. Masanın altındaki çekmecelerden birine elimi atıp açtım. "Kitap nerede?" diyerek çekmeceyi karıştırmaya başladım. "Hop hop!" dedi Engin, çekmecedeki elimi ittirip çekmeceyi hızla kapattı. "Ne yapıyorsun sen, kendine gel!" "Benim. Kitabım. Nerede?" dedim her bir kelimeyi vurgulayarak. "Geri ver kitabımı çabuk!" "Sen ileri gitmeye başladın ama," dedi oturduğu sandalyede kalkıp karşımda koca bir dağ gibi durdu. "Cumhuriyet savcısının odasındasın, kendine gel yoksa seni bir süre misafir etmek zorunda kalacağız." "Sen beni tehdit mi ediyorsun?" dedim sanki az önce adamın çekmecesini ben karıştırmamışım gibi. "Tehdit denmez buna," dedi bana doğru bir adım atarak. "Ben sana eğer uslu durmazsan birazdan olacakları söylüyorum." "Kitabımı vermezsen," dedim gözlerinin içine bakarak, "birazdan sende benimle aynı kaderi paylaşırsın." Engin'in gözlerine o kadar çok odaklanmıştım ki, sırtımı soğuk duvara çarpana kadar geri geri yürüdüğümü fark etmemiştim." "İlaçlar yan etki yapıyor herhalde sende," dedi bedenimi kendi bedeniyle soğuk duvarın arasına sıkıştırarak, alev almamı sağlamıştı. "Geç otur yerin..." cümlesini bitirmeden kapı açıldı. Kapının açılma sesiyle ikimiz de sesin geldiği yöne doğru baktık. Gelenin az önce su almaya çıkan katip Vedat sanmıştım ama başka bir adam, bir şeyler söyleyerek pat diye içeri girmişti. "Kök mü saldın koltuğa be abi..." Engin ile beni duvarın dibinde öyle görünce adamın cümlesi yarıda kesilmiş, ağzı bir karış açılmış bize bakıyordu. Savcıyı iki elimle göğsüne vurarak geri itecektim ki, Engin kendiliğinden önümden çekilip, hiçbir şey olmamış gibi masasına gidip oturdu. "Hayırdır komiser," dedi boğazını temizleyip, "dingonun ahırına mı giriyorsun?" "Yok yok savcım," dedi adam hala ağzı bir karış açık, kaşları havalanmış bize bakıyordu. "Mesai bitince ben..." Komiserin cümlesini bitirmesine izin vermeden Engin araya girerek, "Mesai bitmedi, çık dışarı," dedi. Bedenim alev alev yanarken bu durumu fırsat bilip hemen çantamı omzuma alıp, "Ben de gidiyordum zaten," diyerek odadan çıkıyordum ki, Engin'in sakin ama hiddetli sesiyle kapının önünde öylece kalakaldım. "Henüz konuşmayı bitirmedik." Engin'in cümlesiyle komiser ile göz göze geldik. Adam hala ne olduğunu anlamayan gözlerle bir bana bakıyor bir Engin'e bakıyordu. "Ben gideyim o zaman," diyerek sahte bir gülümsemeyle odadan çıkıp arkasından kapıyı kapattı. Yüzüme kapanan kapıyla bakışıyordum. Olanları tek tek zihnimden geçirmeli, önceliğime karar vermeliydim. Kitabı mı almalıyım yoksa odadan çıkıp gitmeli miydim? Kitabı almam gerekiyordu, orası kesin. Ama odada biraz daha durursam bu akşamı nezarethanede geçirme ihtimalim de yüksekti. Kitap gerçekti, hayal görmemiştim. Kitapçıdaki kadın o zaman neden bana yalan söylemişti ya da savcı neden kitabı geri vermek istemiyordu? Kitap bana lazımdı, onu almam gerekiyordu. Kitabı alıp sorularıma cevap bulmam gerekiyordu. Savcıyla yüzleşmeliydim, belki de ona kitabı rüyamda gördüğümü ve bana lazım olduğunu anlatmalıydım. Koca savcı da inanırdı ya senin rüyalarına! Omuzlarımı dikleştirip Engin'in olduğu tarafa doğru döndüm. Masanın altına eğilmiş çekmecelerini kilitliyordu. Ayıp ama bu kadarı da heyecanla yaptığım bir hataydı sadece. Ne abartı! "Bir yerde oturup konuşsak daha iyi olacak," dedi kafasını masanın altından kaldırıp. "Yoksa seni tutuklamak zorunda kalacağım." Mantıklıydı, hem insan içinde üzerime yürüyemezdi. "Olur," dedim kafamı dik tutarak. "Kitabı da getir." Tek kaşını kaldırıp yüzüme bakmakla yetindi. Manyak adam! Hem kitabımı çal hem geri verme, hediyeydi o be! Dikkat çekmemek için odadan önce ben çıktım. Adliyenin biraz ilerisinde arka caddede kalan bir otobüs durağında beklememi söylemişti. Caddeye giden yol dar olduğundan kullanan çok yokmuş, caddenin sonunda da ufak bir kafe olduğunu orada oturup konuşabileceğimizi söyledi. Kabul ettim. Adliyeden çıkıp yavaş adımlarla arka caddeye doğru ilerlemeye başladım. Odadan çıkmadan önce kitabı getirmesi konusunda ne kadar ısrar etsem de bir türlü ikna olmamıştı. Kitabı ne kadar beğendiyse artık. Sorsa ben söylerdim aslında içindekinin sadece bir aşk hikayesi olduğunu. Ya da kitabımı mı kaybetmişti, o yüzden mi vermek istemiyordu? Tembel adımlarla durağa geldiğim esnada siyah bir jeep önümde durdu. Başta Niyazi sanmış olsam da sol ön camı indirince Engin olduğunu anladım. Kafasını hızlıca sağ tarafa doğru sallayarak, 'Bin hadi,' dedi. Arabanın önünden dolanıp hızlıca sağ koltuğa oturup emniyet kemerimi bağladım. Arabaya bindiğimden beri arabanın önünden gelen motor sesi ve dikkatli dinlenmezse duyulmayacak kadar sessiz olan radyo sesi dışında hiç bir yaşam belirtisi vermiyorduk. Bir ara göz ucuyla Engin'e baktım. Yola o kadar odaklanmıştı ki ona baktığımı fark etmedi bile. Direksiyonu çevirip vites atmasa şuracıkta can verdi derdim, o kadar sessizdi ki başka bir ortamda olsak kalp atışını duyabilirdim. Ben Engin'e bakarken gözlerini yoldan ayırmadan bir anda elini radyoya attı. Ona baktığımı fark etmesin diye ben de refleksle kafamı önüme çevirdim. Radyonun sesini duyulabilecek şekilde ayarlayıp elini geri direksiyona koydu. Şimdi şarkı daha net duyuluyordu. Dikkatimi Engin'den uzaklaştırıp radyoda çalan şarkıya odaklandım. Şarkının sözleri hoşuma gitmişti. Ya yeni çıkmıştı ya da ben komadayken daha güzel şarkı çıkarmaya başlamışlardı. "Bir gülüşü var ki zaten, açar gözümde renkler |
0% |