Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@benrapu

"Kafayı mı yedin sen?" dedi dedem burnundan soluyarak, "Savcıyı tacizle suçlamakta ne oluyor?"

Dedem Arslan Yavuz, yaşına rağmen tok çıkan sesi ve çelik gibi gözleriyle bana bakıyor, öfkeden deliye dönmüştü. Oturduğu koltuktan gözleriyle bana ateş ediyordu. Odada sadece ikimizin olması da cabasıydı. Dedem normalde sakin, yüksek ses yerine akıllı davranmayı tercih eden, evde toplasan bir elin parmağını geçmeyecek kadar sesini yükselten biriydi. Her zaman kurallara güvenen, kuralların toplumu bir arada tuttuğuna inanan ve tüm ailesine bunu öğreten adam, bir tokat atar gibi torunu tarafından bir savcıyı herkesin gözü önünde tacizle suçlanmıştı. Şimdiyse, ikinci elin parmaklarına benim sayemde geçiyordu.

Dedemin sesi, oda da bulunan kitaplardan sekip yüzüme tokat gibi çarptı. "Kaç yaşındasın sen?" dedi gür sesiyle, "Çocukça tavırlara son ver." Oturduğu koltuğun önünde bulunan aynalı masanın üzerinde duran kağıtları benim önüme doğru savurarak, "Rezilliğe bak!" dedi.

Masanın üzerindeki kağıtlara bir göz attıktan sonra, bunların benim karakolda imzaladığım evrakların aynısı olduğunu fark ettim. Dedem Alev sayesinde evraklara ulaşmış olmalıydı. Evraklara tek tek kısa bir bakış attım. İçlerinden bir tanesi benim ifade tutanağım olduğu halde, ifadem alınmamıştı. Bu nasıl olabilirdi? Dedem saygın ve güçlü bir adam olabilir ama kurallara bağlı biriydi. Alev değiştirdi desem, tuttuğunu koparan kaç müvekkilini ipten almış biri olsa da idealleri olan biri bu kadar ileri gidemezdi.

“Savcı insaflı çıkmış” dedi dedem olduğum tarafa bakmıyordu, “Şanslısın ki konuyu uzatmamış.” Tam gözlerimin içine bakarak, “Kaç kişi bizi bitirme derdinde haberin var mı senin?” yüzünde sinirle alay arasında bir gülümseme oluştu, “Hoş, bizi kendi torunum bitirecek bu gidişle.”

“Dede ben…” Sağ elinin işaret parmağını bana doğru sallayarak cümlemi bitirmeme izin vermedi. “Çıkabilirsin” tek dediği bu oldu. Her zamanki o sakin adam gitmiş yerine adeta bir süper kötü gelmişti.

Yüzüm utançtan kıpkırmızı olmuş şekilde dedemin çalışma odasından çıktım. Beni kapı da karşılayan dedemin sağ kolu Meltem oldu. Ev ahalisi dedemin öfkesiyle uğraşmak istememiş olmalı ki ortalıklarda yoktular. Meltem her zamanki sahte otuz iki diş gülümsemesiyle, “Eminim sizin için üzülmüştür efendim” dedi. Meltemin bu sözüne karşılık sahte bir gülümseyişle kafa sallamakla yetindim. Meltemi arkamda bırakıp adımlarımı sakin tutmaya çalışarak, sanki yeni cila yapılmış gibi duran zeminde topuklarımın çıkardığı tok sesle yavaşça ilerleyip alt kata indim. Her zaman kargaşanın hakim olduğu salon bugün oldukça sakin ve sessizdi. Hastaneden sonra ilk kez eve uğradığımı fark ettiğimde etrafı sakin gözlerle incelemeye başladım. Acaba ben komadayken evde bir şeyler değişmiş miydi?

Salona hızlı ama dikkatli bir göz gezdirdim. Her şey aynı gibi duruyordu. Ben 10 yaşındayken gelmiş olan özel tasarım beyaz renk aşırı rahatsız olan koltuklar, koltukların arasına yerleştirilmiş kenarları altın işlemeli bir sehpa ve sehpanın altında ayakkabı ile rahatsız eden koltuklarla aynı renk bir halı seriliydi. Başımı yavaşça sol tarafa doğru çevirdiğimde, aile yemeklerimizin meşhur yemek masası, ceviz ağacından özel olarak yaptırılan masa ve etrafını saran tam 12 sandalye ile tüm ihtişamı ile salonun yarısını kaplıyordu. Bu masada oturup tüm aile yemek yiyeceği zaman mutlaka bir olay olmuş oluyor; ya yeni bir hayatın başlangıcı kutlanıyor ya da koca bir ömrün vedası yapılıyordu. Yavaş adımlarla koca masaya doğru ilerledim. Parmak uçlarımı babamın sandalyesinde yavaşça gezdirdim. Belki de bu eve babamın vedasından sonra küsmüştüm. Bundan birkaç sene önce bu masada babamla beraber yediğimiz son kutlama yemeğini hatırlamak istedim. Gözlerimi usulca kapattım. Hatırlayabildiğim tek şey babamın gözlerindeki sönmek bilmeyen umut ışığıydı.

"Naber zombi?" dedi zarif ama iddialı bir ses. Yüzümü yavaşça sesin geldiği yöne döndürdüm. Leyla. Leyla, sarı uzun saçlarını at kuyruğu yapmış, bir elinde motor kaskıyla, yüzünde o tanıdık tatlı gülümsemesini takmış bana bakıyordu. "İyiydir, senden naber?" dedim.

Leyla Yavuz, amcamın kızı Açelya'nın ablasıydı. Mavi boncuk boncuk gözleri, güneşin kıskandıran sarı uzun saçları ve atletik vücutlu beyaz teniyle, bakanın dönüp tekrar tekrar baktığı ailemizin en güzel hanımefendisiydi. Eğer Leyla'yı tanımayan birisi olsam, güzellik ve moda alanına ilgisi olduğunu düşürürdüm ama motor hastası ve hız tutkunu bir kadındı kendisi. Hatta bu tutkusu yüzünden amcamla defalarca kavga etmiş, ardından eve terk edip bir kaç gün ortadan kaybolduğu zamanlar olmuştu. Şimdiyse, Yavuzların alın yazısı olan mimarlık ve inşaat mühendisliği arasından kura da benim gibi ona da mimarlık çıkmıştı. Ben komaya girmeden önce şirkette ortak bir projede beraber çalışıyorduk. Şimdi neler yapıyordu acaba?

"İyiysin yani?" dedi alaycı bir şekilde. "Bir savcıya tacizci derken de iyi miydin?"

"Sadece ufak bir yanlış anlaşılma," dedim iç çekerek, "Açım tersti."

"Fazla vaktim yok," dedi Leyla kolundaki saate bakarak, "Bi ara sana geleyim anlat."

"Olur" dedim. Leyla tam arkasını dönüp gidecekti ki geri bana bakıp, "Alkol yasağın var mı?" dedi kaşını kaldırıp. "Eğer yoksa her zamankini alır gelirim," deyip bana göz kırptığı gibi fırladı gitti. Keşke cevabımı dinleseydi.

 

"Kapının alacaklı gelmiş gibi yumruklanma sesiyle gözlerimi kırpıştırdım. 'Bu kapıya Ayşen neden bakmıyordu acaba?' diye söylenirken, bugünün pazar olduğu ve Ayşen'in dedemlerden geldikten sonra bugün için izin istediği aklıma geldi. Bu hafta çok izin kullanıyordu ama bunu sonra düşünecektim. Yattığım koltuktan yavaşça kalktım. Her yerim uyuşmuştu. Sağ bacağımın üstüne yatmış olmalıyım ki bacağımın üstüne bastığımı bile hissetmiyordum. Dengemi sağlamaya çalışarak, etraftaki koltuk, sandalye, masa ne varsa tutunarak kapıya doğru gittim.

'Birine borcum var da haberim mi yok?' diye söylenerek kapıyı açtım ve açtığım gibi geri kapattım. Bu adamın burada ne işi var, ayrıca evimi nereden bulmuş? Kapı tekrar çaldığında bu sefer kapının deliğinden baktım. O gerçekten buradaydı, kapımın önünde. Savcı Engin Kara. Kafede yaşanan olayın üzerinden 2 hafta geçmişti. Malum olaydan sonra yüzüm olmadığı için bir süre beklemeyi düşünmüştüm. Kitap için doğru zamanın suların sakin ve dingin olduğu zamanı beklemeye karar vermiştim ama anlaşılan savcı beyimiz bu süre zarfında kitapla işini bitirmiş, bana geri vermeye gelmişti ya da beni tekrar mı tutuklatacak acaba? Ben bunları düşünürken Engin kapıyı çalmaya devam ediyordu.

Derin bir nefes aldım ve portmantodaki aynada kendime baktım. Rezil haldeydim. Kumral saçlarımı tepeden topuz yapmıştım, yüzümde kırlentin izi ve üstümde tavşanlı bir pijama ile adamın karşısına çıkamazdım. Ama kapıyı böyle çalmaya devam ederse tüm siteyi benim kapıya toplayacaktı. Üstümü değiştiremezdim ama en azından kendime bir çeki düzen verebilirim. Tepemdeki topuzu bozup saçlarımın kötü görüntüsünü gizlemek için parmaklarımı saçlarımın arasından geçirip biraz daha toplu durmasını sağlamaya çalıştım. Yüzümdeki kırlent izini de saçlarımla kapatmaya çalıştım. Olduğu kadar olamıyor muydu? Derin bir nefes alıp sakince verdim ve kapıyı açtım.

“Sonunda,” dedi Engin parmağını zilden çekerek, “Az kalsın kapıyı kıracaktım.” Bi an duraksayıp saçıma odaklandı, “O topuzu yapmaya bayağı uğraşmıştım. Neyse, telefonum burada kalmış” dedi kenara çekilmemi sağlayıp içeri geçti.

Loading...
0%