Yeni Üyelik
3.
Bölüm

NABZIN KIYAMETİ

@ber.enus

Oy+yorum ve başlama tarihinizi alabilir mi bu kız acaba?

Instagram'a da davetlisiniz efendim...

Instagram: ber.enust

Keyifli okumalarrr ❀

 

Kanadını kır, kelebeği özgür bırak.

Gidemediğinde sen, sana kaldı san, o mecbur kalsın.

Ben konuşamıyordum, dilim lâl olmuştu sanki. Belki de kelimeleri unutmuştum. Ben sadece bize değişik birer varlıkmış gibi bakan arkadaşlarımı izlerken göz ucuyla da onu inceliyordum ve o da bunun gayet farkındaydı.

"Ben muhteşemim de arkadaşımızı bilemiyorum, ona sormak lazım." Konuştu ve ben ondan kaçmamak için kendimi kasabildiğim kadar kastım. Sesini daha önce duyduğuma yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım.

"İyiyim," dedim zar zor.

"Sen konuşabiliyor muydun ya?" diye alayla sorduğunda dudakları kımıldamamıştı, sesi zihnimin içinde gibiydi. Kafamdaki uğultuya o sebep oluyordu sanki.

Kaşlarımı çatıp başka birinin duyup duymadığına baktım ama herkes kendi işine odaklanmıştı, onu duymuyor gibilerdi. Beni beklemekten sıkılmış olmalılardı, hiç birinin umurunda biz değildik. Ayrıca Egemen hoca da benim konuşmamdan sonra başka bir arkadaşımın yanına gitmişti. Bu korkunçtu. Avuç içlerimde bir karıncalanma vardı, altımda olan mini eteğe bir kıvılcım çıkarana kadar sürtmek istiyordum. Burası alev alsa şu an için umursayacağımı sanmıyordum.

Bende olan ısrarcı bakışlarına karşı verip yavaşça yanına doğru gitmeye başladım. Ama o kadar çok yavaştım ki bir kaplumbağayla yarışsam muhtemelen galibiyetin tadını çıkarırdı. Ona yaklaşmak bir elektrik akımının arasında sıkışmak gibiydi, beni çarpıyordu ve ben ondan kurtulamıyordum. Çırpınsam ne faydaydı, kurtaran olmadıktan sonra.

Artık üstten ona bakarken, "Daha önce karşılaştık, değil mi?" diye sordum buz gibi bir sesle. Bu ses tonum Hazal'la olan konuşmamızdan daha soğuktu.

Sırıttı. "Karşılaşmamızı mı isterdin, Talya?"

Küçük Talya, minik Talya.

Sakin ol.

Ben nefes alamazken onun sırıtması, onu dövme istediği yaratıyordu bende. "Nereden tanışıyoruz ve neden buradasın? Ayrıca az önce dudaklarının kımıldamaması ama benim senin sesini duymam zırvalığı da neyin nesiydi?"

Geldiğinden beri alay haricinde ilk defa şu an bir ifade oluştu yüzünde; şaşkınlık. Bu kadar açık sözlü olmama şaşırmış olmalıydı. İfadesi hızla toparladığında, "Dur sen söylemeden ben söyleyeyim, karşılaşmamızı tabii ki de isterdin." dedi kendinden emin bir şekilde. "Kim benim gibi biriyle karşılaşmak istemez ki?"

Gözlerimi devirdiğimde, "Bana yalan söyleme!" diyerek üzerine yürüdüm. "Nasıl yaptın? Nasıl senin sesin çıkmamasına rağmen sesini duydum? Boğuk bir uğultu gibiydi ama duydum, nasıl oldu bu?"

Bir cevap vermeyip ayağa kalktığında bir an ona üstten bakan benim, sadece o istediği sürece bunun olabileceğini anladım. Boyu o kadar uzundu ki kafamı geriye yatırmaktan sabaha kalmaz boynumun ağrıyacağına emindim.

Kafası ağır ağır bana yaklaştığında nefesimi tuttum, gözlerim benden bağımsız kapandığında kirpiklerim birbirleriyle olan temaslarıyla titredi. Benim tuttuğum nefesimin aksine onun kulağıma değen sıcak nefesini hissettiğimde yakınlığımızın ona bir etki etmediğini fark ettim.

Fısıldadı: "Belki de sadece kafayı yiyorsundur?"

Gözlerim yavaşça aralandığında puslu olan bakışlarımın düzelmesini bekledim. Yüzünün yarısını görebiliyorken biraz daha yaklaşsa çenesi burnuma değecekti. Kokusu şu an o kadar yoğundu ki başımı döndürüyordu. Kendimi sarhoş gibi hissediyordum ama bu zamana kadar hiç sarhoş olmadığım için bunu nasıl hissettiğimi bilmiyordum. Sadece kokusu bile kafamı bulandırmaya yeten bu adam, neden buraydı? Bilmiyordum ama içimden bir ses bugün başıma gelen her şeyden haberdar olduğunu söylüyordu.

"Ben kafayı yiyorsam senin de hayalimde olmanı tercih ederim." diyiverdim dan diye. "Çok korkunç görünüyorsun. Belki de delirmemişimdir, bu korkunç bir kabustur ve az sonra uyanacağımdır." Ama bir kabus olmayacak kadar da güzelsin. Gözlerim bir anda kocaman açıldığında, "Bana bunu duymadığını söyle!" diye fısıldadım utançla.

Kimsenin varlığını umursamadı bu sefer, kafasını arkaya yatırıp kahkaha atmaya başladığında, "Patavatsız," diye söylendi bana. Yanaklarımın pancara döndüğüne yemin edebilirdim, boynumdan yukarıya doğru yükselen kızıllığı hissedebiliyordum. "Herkese karşı bu kadar dürüst müsün?"

"Zaten dürüst olmak gerekmez mi?"

"Herkes olamaz ve herkese karşı olunmaz."

"Neden buradasın? Seni tanıdığıma eminim."

Elinde bir gitar tuttuğunu o, bir melodiyi kulaklarıma ulaştırana kadar farkında değildim. Yüzük parmağında bir adet yüzük vardı fakat bu bir nişan yüzüğü gibi değildi, öylesine takılmıştı sanki ama eski de gibiydi. Tam o yüzük parmağının üzerinde ipin teline benzeyen bir dövme vardı. Elinin üzerinden başlıyor, bir yılan gibi parmağını sarıyordu. Hoş görünüyordu ama bu dövmeyi görmek kalbimin üst üste çarpmasına sebep olmuştu. Eğer şu an karşımda o olmasıydı yere çöküp sabaha kadar ağlayabilecekmişim gibi hissettiyordu.

"Ben seni tanımıyorum, eminim karşılaşsaydık hatırlardım." dedi Kılıç. "Gördüğüm şeyleri unutan biri değilim, ayrıca gözlerin de... Pek unutulacak gibi değiller."

Ah, o söylediğine pişman ben duyduğuma.

"Çocuklar tanıştığınıza göre başlayabilirsiniz."

Egemen hoca aramıza girdiğinde artık ikimiz de ona odaklanmıştık. Bizim yakınlaşmamız ile dağılan o kasvetli hava tekrar burayı bulmuştu. Kılıç'ın sert tavrı tekrar yüzüne takınmıştı, sanki az önce gözlerime iltifat eden adam kendisi değildi.

 

"Ne demek istiyorsunuz?" diye sordum kaşlarımı çatarak. "Ders benim dersim değil mi? Kılıç neye başlıyor?"

"Sesine eşlik eden bir enstrüman olmasından hoşlandığını biliyorum. Kılıç da gitar çalmaktan hoşlandığını söyleyince sana eşlik edebileceğini düşündüm. Hem yeni arkadaşınızın da marifetlerini öğrenmiş oluruz."

Hızla, "Onu istemiyorum." dedim. "Söyleyin uzak dursun benden. Ben kendi işimi kendim görürüm."

Ters ters bana bakan Kılıç, "Seni duyabildiğimin farkındasındır umarım," diye homurdandı.

"Duy diye söylüyorum zaten!"

"Bak sen şu işe," Yine zihnimde yükselen boğuk sesine karşı bir elimle kulağımı kapatıp yüzümü buruşturdum. "Bizim yıldız çiçeği olmuş dikenli gül,"

Üzerine doğru yürüdüğümde nabzım normalin kat be kat üzerindeydi. "Sensin be dikenli! Bana dikenli diyene bak!"

"Dalya, sen iyi misin?" diye sordu Egemen hoca dehşetle. "Kiminle konuşuyorsun?"

"Evet," diye destekledi Kılıç onu. "Kafayı mı yedin deli çiçek?"

Yüzünde bir alay yoktu şu an ama içten içe halime kahkahalarla güldüğüne emindim.

"Bak hala çiçek diyor!" diye bağırdığımda Egemen hoca kolumdan tutup beni Kılıç'tan uzaklaştırdı. "Dalya, istersen bir revire gidelim. Tansiyonun düşmüş olabilir. En son ne zaman yemek yedin?"

Bu sorusu beni bir anlık duraklattı. Sahiden en son ne zaman karnımı doyurmuştum ben? Ne zamandır açtım ki?

Kafamı iki yana sallayıp onları onaylamadığıma dair olumsuz bir ses çıkardım. "Ben gayet aklı başındayım hocam. Karnım da tok, tansiyonum da yerinde. Birileri benim sinirlerimi zıplatıyor sadece."

Egemen hoca dostane bir tavırla omzumu ovduğunda, "Dalya, bugün yorulmuş olmasın. Bu akşam da git güzel bir uyku çek, yarın hallederiz kızım, senden daha önemli değil söyleyeceğin iki şarkı." dedi.

"İstiyorum, söyleyeceğim."

"Ben seni evine bırakabilirim?" diye bir soru sordu Kılıç ama bu ortaya atılmış bir soruydu. Hocanın vereceği tepkiyi de ölçüyordu.

Egemen hoca, "Doğru söylüyor, Dalya." dediğinde söyleyeceklerininin devamını dinlemeden hangi ara bilmem kaçıncı kez fırlattığım çantamı hırsla kapıp kendimi sokağa attım.

Benim hemen ardımdan kapının tekrar gıcırdayan açılıp kapanma sesini işittiğimde ardımda gelen kişinin kim olduğunu biliyordum. Tahmin bile edemeyeceğim kadar kısa bir süre içinde yanımda bittiğinde benim hızlı adımlarıma gayet rahat bir şekilde karşılık veriyordu. Onun yağmurdan dolayı sırılsıklam olan spor ayakkabıları rahatsız edici ıslak sesler çıkarırken, benim topuklu ayakkabılarımın topuklarının uzunluğundan dolayı henüz ayaklarım yağmurdan nasibini almamıştı. Hâlâ çıkardığı tıkırtı seslerini tok olsada duyuyorduk.

"Beni eve bırak." dedim bir anda.

Tek kaşını kaldırdığını hissettim. "Ben onu öylesine söyledim, ciddiye mi almıştın?"

"Bundan sonra birine bir şey teklif edecekken ciddiye alıp almayacağını düşün o zaman ve şimdi beni eve bırak,"

"Üzgünüm ama arabama lağım faresine dönmüş karşı cinsleri almıyorum."

Sağ yumruğumu koluna geçirecekken kolay bir şekilde kurtuldu benden. "Lağım faresi olmayan karşı cinsleri alıyorsun yani?"

Sırıttı. "Bu seni kızdırdı mı?"

"Beni ilgilendirmez,"

"Bence de," diyip arkasını döndü. "İyi akşamlar sana."

Ben de arkamı döndüğümde, "O ne demek öyle? Beni eve bırakacaksın!" diye sesimi yükselttim.

"Herkes kendi başının çaresine baksın demek," dedi benden biraz daha uzaklaşarak. "Fareler konusunda ciddiydim."

"Farelerle alıp veremediğin ne be adam?!"

Güldüğünü biliyordum ama bunu görememiştim. Sanki yağmur bir anda daha çok yağmaya başlamıştı, halbuki kış ayındaydık, kar yağması gerekirken yağmur yapmasını canımı sıkıyordu. Ne olur du ki etraf biraz beyazla örtülse de dünyaki kirleri yok etseydi?

Dudaklarımı dişlediğim sırada saatler iyice birbirini devirmişti. Hava bir hayli kararmış, aydınlığı terk etmişti ve tüyleri diken diken eden o zaman aralığı yine gelmişti. Kürkçü dükkanım, diye düşündüğüm Cenk'in barına yine çok az bir mesafe kalmıştı. Evime giden yolun oradan geçmesi kesinlikle benim bahtsızlığımdan olmalıydı.

Her sene biri ölüyordu hayatımda; fiziken ya da değil. Güneş her sene biraz daha fazla yakıyor, kış biraz daha fazla dondurucu oluyordu. Bu iyiydi bir nevi, kışın sıcağını yazın soğuğunu sevmezdim ben çünkü. Her şey yerinde ve vakti zamanında güzeldi sanki. Belirli olan o düzenin bozulmasını istemezdim.

Evime giren bir ara sokağa daha girdiğim anda karşımda hızlı bir şekilde beliren cip birkaç kez selektör yaptı. Herhangi bir korku ya da endişe hissetmedim. Sanki yine her şey olması gerektiği gibiydi, hiç olmaması gereken bir yerde hiç olmaması gereken şeylerin varlığı normal gibiydi. Belki de normal sandıklarım yüzünden ben normal değildim.

Cipin yanından hiçbir şey olmamış gibi geçecekken cipin içimdeki şahıs cipi önüme doğru ani bir manevrayla kırdı. Yerdeki toz taneleri akşamın karanlığına karışarak havayla üzerime doğru savruldu. Ardımdan da bir araba sesi duyduğumda artık dört bir tarafım sarılmıştı. Dört büyük cip beni bir kafese almıştı ve şu an olacak şeyleri bilmesem de tahminlerim vardı ve ben her şeyin yanlış bir anlaşılmasından ibaret olmasını umuyordum, sadece umuyordum.

Ne ilerleyebiliyor ne gerileyebiliyordum, sıkışmıştım. Ben bir kuştum, kanat çırpmaktan yorulmuştum ama beni çırpmaya mecbur bırakmışlardı. Mecburiyetlerim öldürecekti beni ya da mecburiyetlerim yüzünden ben kendimi.

Karşıma ilk çıkan arabanın yolcu kapısı açıldığından içeriden yüzünü saklama gereği duymadan kas kütlesinden başka bir şeye benzemeyen bir adam indi. Adamın bir acelesi yoktu, beni bekletmesi sorun değildi. Yüzünde aynı Kılıç'ın ki gibi alaylı bir tebessüm vardı. Bana doğru daha çok yaklaştı, ayakkabısının ucu benimkine değene kadar bunu devam ettirdi. Kılıç'ınkinin aksine iğrenç olan nefesi suratıma çarpıyordu. Yüzümde ise herhangi bir mimik oynamaması olanaksızdı ve benim içimde en ufak bir çekince yoktu.

Cebinden bir maket bıçağı çıkardı, tam burnumun hizasına getirdi ve sivri kısmını yavaş yavaş çıkarmaya başladı. Bu sırada arkadan üç tane daha araba kapısının açılıp kapanma sesi kulağıma ilişti. Bugün olan bir şeye daha şaşırmayacağım dediğimde yeni bir dehşet daha beni bulmuştu. Hepsi bana yaklaşırken ölüm biraz daha yakındı sanki ama ölürken arında senin için üzülebilecek insanlar kalmaması güzeldi. Hazal'la Cenk evlenir, arkadaşlarım okumayı bitirip kendi ayakları üzerinde dururdu. Üzülebilecek de bir ailem yoktu zaten, kendime üzülmek bile bana kalıyordu.

"Rigel, gözlerini oymak istiyorum," dedi karşımdaki. Sesi kesinlikle bir insan sesi değildi, bir robotu ya da bir canavarı andırıyordu daha çok. Gözleri Serhat'ınkine benziyordu ama kesinlikle onunkiler daha vahşiydi.

Bana seslenişi kalbime bir bıçak darbesi yemişim gibi sendeletti beni. Onların bana gelme sebebi Cenk miydi? Onların huzurunu kaçırmama sebep olarak ölmem mi gerekmişti? Bana Rigel diye seslenen tek kişi Cenk ve beni kızdırmak için seslenen birkaç kişi vardı fakat benim ölümü görebilmek için ölebilecek olan tek kişi Cenk'di.

"Neden gözlerim?" diye sordum. Sesim kendimden emin ve netti. Ölmek umurumda değildi, yaşamak yeterince yorucuydu zaten.

"Sen karanlıkta görünen tek yarasın çünkü," Özel olmak ilk defa iğrenç hissettirdi. "Bazıları için."

"Neden yapmıyorsun?"

Cesur olmam onu şaşırtmamıştı. "Çünkü benim için bir taş olan gözlerin, bazılarına zümrüt görünürmüş."

Anlamadım, anlamlandırmaya da vakit bulamadım. Dizlerimin arkasına bir tekme darbesi aldığımda ileriye doğru savruldum. Karşımda olan kıvılcım bakışlı adam da sağ yanağıma bir yumruk attığında artık yerdeydim. Dizlerimin bağı çözülmüş, beni taşıyacak dermanı yitirmişti. Masalın sonunu hep hayal etmiştim ama en imkansızı ile bitmişti. Karşımda sağlarımı okşayan narin eller değil, nefretle ve küçümseyici ifadeleri ile suratımı darmadağın eden insanlar vardı. Belki de insan bile değillerdi.

Bedenimde olan güç çekilmişti. Bugünki canavar içerilerde bir yerlerde değildi. Ya da belki de oradaydı ama saklambaçta beni sobelemek için yasal olmayan yollara başvuruyordu. En ihtiyacım olduğu anda terk etmişti. Belki de ölmem onun için de en iyisiydi.

Tam karnımın üzerine doğru bir tekme yediğimde inledim ama kesinlikle bu onlara ulaşmamıştı, acımı bile sessiz yaşamak zorundaydım sanki. Bir çuval gibi yan tarafa doğru devrildiğimde sırtımda da bir kaç ağır darbe hissettim. Tüm kaburgalarımın kırıldığına emindim ya da canım o kadar çok yanıyordu ki tüm kemiklerimin kırılmasına eşdeğerdi.

O kadar çok acı vardı ki sanki hiç acımamıştı.

Bizim olduğumuz yerin çapraz duvarında, o sancılı anların birinde göz göze geldiğim parlak mavi gözler hem umudumdu hem pişmanlığım. Kimseye yalvarmayacak olan ben şimdi ona yakararak bakıyordum ama o ne gidiyordu ne de bana doğru yaklaşıp yüzümü güldürecek bir sebep veriyordu. Bana olanlar hem canını yakıyor hem de umurunda olmuyor gibiydi. Nasıl yapıyordu? Bazı şeyleri onun gibi umursamamayı isterdim.

Birden omurumun üzerine gelen tekmeyle zümrütlerim mavilerinden hızla çekildi ve acı bir hoyrat dudaklarım arasından çıkıverdi. Çok acıyordu, tek düşünebildiğim şey çok acımasıydı. Hızla nefes alıp veriyor acımın dinmesini bekliyordum ama nefeslerim bile bana birer acı olarak geri dönüyordu.

Çok uzaktan bir yerden Cenk'in, "Sikeyim, Dalya!" diye bağıran sesini duydum. Kesinlikle koşuyordu ve tek başına değildi. Beni öldürmeye kast ettikten sonra beni bu kadar düşünmesi normal miydi?

Sokağın öteki ucunda olan bakışlarımı karnıma yediğim bir diğer tekmeyle, kapatarak yok etmek zorunda kalmıştım. Tüm günahlarımın bedelini mi ödüyordum acaba? Bu kadar ağır mıydı? Benim gözlerimin aksine çimen yeşili gözlü olan aynı kızıl bakışlı olan gibi bir maket bıçağı çıkardı ve hiç düşünmeden gece karası uzun saçlarımdan büyük bir tutam kesip yan taraftaki adama uzattı. Buna karşı en ufak bir tepki veremediğimde sanki hiçbir şey olmamış gibi hızla ciplerine doğru koştular.

Ciplerine bindikleri sırada kızıl bakışlı olan kısa bir an kafasını bana çevirdi, "Zümrütü parçalayamazsam, kömürden kendime bir yangın çıkarırım." dedi elindeki kömür karası siyah saç tutamını sallarken. "Senin doğman hata, çok hayat yakacaksın."

Bütün cipler tek tek sokağı terk ederken ben nefes almaya çalışıyordum. Elim ara zorla karnımı buldu. Cenk'ler buradan hâlâ çok uzaktı ama adamalar gitmelerine rağmen koşmayı bırakmamışlardı. Şimdi fark ediyordum ki Serkan, Yalın, ve Atakan da oradaydı. Kılıç yoktu. Gitmişti. Beni burada ölüme terk etmişti.

Cenk koştu. Öyle çok koştuki hangi ara yanımda bitip önümde çömeldiğini anlamıştım. Bakışlarında gördüğüm duyguyu ondan kendim için ilk kez seçiyordum. Yüzümü avuçları içine aldı. Sicimle gözümden boşalan yaşları baş parmaklarıyla silip yanağıma yediğim yumruk yüzünden patlayan dudağımdan aşağıya akan kurumuş kanın üzerinde gezdirdi, dokunmaya korkar bir şekilde.

Yüzünü buruşturduğunda, "İyi misin?" diye sordu. Bunu bugün ne çok da sorar olmuşlardı. "Kimdi o pezevenkler, Dalya? Ne istiyorlar senden?"

Ağzımda biriken metelik kana karşı durduramayacağım bir şekilde peş peşe öksürürken dudaklarım arasında tişörtüne doğru birkaç damla kan damladı ama bu onu rahatsız etmişe benzemiyordu. Aksine içten içe yaşadığı duyguları onu daha çok yiyip bitirmişe benziyordu.

"Bilmem," dedim zorla. "Sen daha iyi bilirsin. Kim onlar Cenk?"

Kaşlarını çattı. "O ne demek öyle?"

"Rigel, dedi. Öyle seslendi. Bana sadece sen Rigel dersin."

"Ben yapmadım!" dedi adeta bağırarak. Rölüne nasıl çalıştıysa neredeyse onun yapmadığına inanacaktım. Neredeyse. "Dalya bana inanmalısın! Yemin ederim ben yapmadım, Dalya! Birbirimize karşı çok anlayışlı yaklaşmadığımızı biliyorum ama ben kardeşinin yüzünü bu hâlde görmek isteyecek bir adam mıyım, buna inanıyor musun sahiden?"

"Biliyorum, biliyorum," diye mırıldandım göz kapaklarım ağırlaşıp birbirlerini bulmak için direnirken. "Bana bir şey yapmadınız,"

Daha fazla uyanık kalamayacağımın farkındaydım. Yere düştüğümde kafamı yere çarptığımı hatırlıyordum. Çok net değildi ama kafamda da bir ağırlık vardı. Bilincim bir gidiyor bir geliyordu.

Benim kapalı gözlerim kısa bir anlığına tekrar açıldığında Atakan'ın, "Biz halleceğiz, Cenk," dediğini duydum kendinden emin bir şekilde. "Sen kardeşinle ilgilen."

Cenk yorgun bir şekilde onu onaylayan bir mırıltı çıkardığında benim gözlerimin hafif aralık olduğunu fark etti ve göz bebekleri kocaman genişledi. Benim bilincimi iyi kötü açık tutabiliyor olmam onu sevindirmiş gibiydi.

Hafiften başımı kaldırmaya çalıştığımda gecenin karanlığında olan gökyüzünü seçmem ve sallanan bedenimden dolayı Cenk'in kucağında bir yere taşındığımı anladım. Cenk ise sadece bana bakıyor birkaç şey mırıldanıyordu ama aradan seçebildiğim sadece birkaçı vardı. Çoğunu suyun altında olan bir insanın duyabileceği bir şekilde duyuyordum.

"Lütfen yaşa," diye fısıldadı. "Sana yalvarırım yaşa. Senden nefret etmiyorum, daha iyi bir kardeş olmaya çalışıdan, lütfen Dalya. Diğerleri gibi sen de beni bırakma. Kovsam da gitmeyen bir tek sensin benden, sen de gitme.

Ona birçok cümle kurmak istedim, söyledikleri için umudum olduğunu söylemek istedim ama karanlığa daha fazla karşı koyamayıp içine çekildiğimde kelimeleri yutmak zorunda kaldım. Şimdi ise kolum, parçalanmış değildi. Küçük minimal bir yıldız dövmesi vardı kanayan yerde. Kırılan bordo ojeli tırnaklarım sapasağlam yerindeydi. Artık kanamıyordum ama daha çok acıyordu.

Tüm bedenindeki ağrılar kısa bir süreliğine de olsa çekildiğinde onun mavileri geldi gözlerimin önüne sonra da keskin yüzü, ardından gitar tutan elleri.

❀ ❀ ❀

"Sen benim nabzımsın," dedi, sevdiği kadına büyülülenmiş ve eşi benzeri olmayan bir elmasmış gibi bakarken. "Attığında benden uzaklaşmanı istemem ama uzaklaşmazsan da ölürüm,"

"Utanmam için yapıyorsan, yapma," diye mırıldandı utanarak sevilen kadın, başını göğsüne doğru saklamaya çalıştı ama izin vermedi seven adam, daha çok kaldırdı başını.

Onu onaylamadığına dair bir ses çıkardı adam. "Çünkü senle benim aramda bir görüş mesafesi varsa sadece, seni gördüğüme şükretmem. Tenini tenimde hissetmek isterim."

"Neden?"

"Çünkü sen şükürlere sığdırılacak bir kadın değilsin." dedi seven adam. "Ben senin parçalarından aldıkça daha çoğunu isterim."

 

❀ ❀ ❀

İnstagram: ber.enust

Önemli şeyler orada bildirilecektir ❀

Loading...
0%