@berceste2310
|
LİAM
SARAYIN İÇİ/ SAM
Kral'a yakalanmamın üzerinden tam 5 saat geçmişti. Odanın içindeki saatin sesi sinirimi bozmaya başlamıştı. Yattığım yerden kalkamıyordum, yediğim dayaktan sonra galiba omurgalarım kırılmıştı. Sırtımı oynatıp ayağa kalkamıyor bırak ayağa kalkmayı hiçbir yerimi hareket dahi ettiremiyordum. Sorguya çekmemişler, soru dahi sormadan dövmeye başlamışlardı. Ortalama yarım saat önce bırakmışlardı galiba biraz daha döverlerse öleceğimden korkmuşlardı. Nefes aldıkça canım acıyordu, kolumu kestiğim demir galiba paslıymış kolum mosmor oldu. Enfeksiyon kapmıştı, kolum çürümüş gibiydi. Kaburgalarım galiba ciğerlerime batıyordu çünkü nefes alırken ciddi bir acı çekiyordum. Ölmek istiyordum. Ortalama 10 saat önce kurtulma planı yapan ben şimdi ölmek istiyorum. Yaşamak için her şeyi göze alabilecek ben şimdi ölmek için her şeyi göze alabilirdim. Ne de olsa öldükten sonra acım dinecekti değil mi? İnsanı acı öldürür sanıyordum ama insanı umutsuzluk öldürürmüş ve benim buradan kurtulmak için hiç umudum yoktu. Kafamın içi zonkluyordu. Anne babamı özlemiştim, hayatımı özlemiştim. Görmezden gelinmeyi, kimseyle konuşmadan sessizce oturmayı, kitap okumayı dersleri bile özlemiştim. Çocuk olmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu fark ettim, çocuklar istedikleri olmadığı zaman ağlarlardı bende ağlamak istiyordum sadece ağlamak istiyordum. İnsanlar zor durumda oldukları zaman içlerindeki çocuk ortaya çıkarmış. Ağlamak istiyordum ama ağlayamazdım, buradaki askerlere acımı göstermek istemiyordu. Canım acıdığı için mi ağlamak istediğimi de bilmiyordum ama ağlarsam askerler canımın acıdığı için ağladığımı düşünürlerdi. Direnmeliydim, yan yatıyordum, birden fark ettim ki elimin üstüne bir damla yaş düştü bazen çabalamak ise yaramazmış bunu öğrendim. Adaletin olmadığını öğrendim çünkü adalet olsa idi çabalayanlar kazanmaz mıydı? Ağlamamak için çabalamıştım ama ağlıyordum. Sessizlik içinde ölümü beklerken bomboş olan odaya biri girdi. Arkam dönüktü kimin geldiğini göremedim çok beklemeden Kral'ın komutu geldi. ''Kaldırın.'' Kafamı zorlukla kaldırdığımda arkamda iki tane asker ve Kral'ı gördüm. Yanlarında su dolu bir kova vardı galiba beni boğacaklardı. Askerler yanıma gelip beni kaldırmaya çalıştı. Onlar kollarımdan çektikçe kollarımdan ve sırtımdan kemik sesi geliyordu ama vücudum kalkmıyordu. Askerler beni yere bırakıp konuşmaya başladılar. ''Kemikleri kırıldığı için hareket ettiremiyoruz.'' ''Omuzları yerinden çıkmış, kaldırmak için kucağımıza almamız lazım.'' Kral biraz düşündükten sonra cevap verdi. ''Tamam, siz çıkın.'' Kral'ın komutu üzerine askerler odadan çıktı. Kral bir süre gözlerimin içine baktıktan sonra eline kovayı aldı ve bana doğru ilerlemeye başladı. Ben ne olduğunu anlayamadan elindeki su dolu kovayı kafamdan aşağıya devirdi. Saç diplerime kadar yanmıştım. Yüzümdeki derilerin büzüştüğünü hissediyordum. Başta neden yaptığını anlamasam da sonrasında jeton düştü. Yüzümdeki bitkilerin özünden yapılan boyaları tek seferde çıkartmak için kaynar su kullanmıştı. Biraz bakıştıktan sonra yüzündeki gülümseme ile konuşmaya başladı. ''Merhaba Sam, tanıştığımıza memnun oldum. Ben Liam.'' Şimdi naneyi yemiştik. Ben yakın zamanda nalları dikecektim belli olmuştu.
ORMANDA KAMP ALANI/ ALP
Beynim patlamak üzereydi. Sam'ı kurtarmak için plan yapmaya çalışıyorduk ama saraya girmek için herhangi bir boşluk bulamamıştık. Elenor saray hakkında bildiklerini anlatmaya çalıştı ama neredeyse hiçbir şey hatırlamıyordu. Bildiğimiz tek şey hapishane ve sorgu odaların sarayın en alt katında olduğuydu. Elizan çok farklı fikirler sunmuştu ama hepsi bir noktada tıkanıyordu. Bir de elimizde Sam'ın gerçek kimliğini öğrenmiş olma ihtimalimiz vardı ki bu en kötüsüydü. 3017 Takımını bırakıp gitmemiştik çünkü birbirimize arkadaşlarımız kurtulana kadar yardım etmek için söz vermiştik hem de Elenor'un dediğine göre onu Sam'ın yaptığı plan kurtarmıştı ve ona olan borcunu ödemek istiyordu. Elenor başlarından geçen her şeyi sırası ile anlatmıştı ve Ormanda da onu kurtaran Sammış. Elenor Sam'a karşı kendini sorumlu hissediyordu ve bence haklıydı. Onu kurtarmadan ve teşekkür etmeden hiçbir yere gitmeyeceğini söylüyordu. Herhangi birimizin evine de gidemiyorduk çünkü Sam'ın gerçek kimliğini öğrenmişler ise konuşturma ihtimalleri de vardı. Ben bunları düşünürken sağ omzumda bir ağırlık hissettim. Kafamı çevirdiğimde ise yüzümde Elizan'ın saçları vardı. Saatlerdir uyumuyorduk ve o benim omzumda uyuyakalmıştı. Nefes almayı bıraktım, rahatsız olmasın diye nefes almayı bıraktım. Ben çocukluğum beri böyleyim, Asena çocukken benim dizlerimde uyumayı çok severdi. O yattığında da böyle yapardım eğer birisi bana kendisini emanet ettiyse ben kendi rahatımı önemsemez sadece onun rahatsız etmesi için uğraşırdım. Kafamı diğer tarafa çevirdiğimde ise Kai ve Tomris'in nöbet başında koyu bir sohbete tutulduğunu Astrid ve Marcus'un Taşlarla yaptığı bir oyunu oynayıp güldüklerini, Katerina'nın topladığı çiçekleri yanına koyup uyuyakaldığını, Elenor ile Luka'nın ise yere uzanmış elleri ile yıldızları göstererek bir şeyler konuştuklarını gördüm. Aynı zamanda yaşayıp böyle karşılaşmasaydık çok iyi bir arkadaş grubu olacağımızı düşünüyorum. Ölmek zorunda olmasak bile birbirimize böyle sımsıkı sarılır mıydık onu da bilmiyordum. Ne yapacağımı bilemedim, Elizan'ı uyandırsam yoksa kaldırıp yerine mı yatırsam. Dokunmamaya karar verdim. Böyle kalsın uyanana kadar dedim. Peki ya sabaha kadar uyursa o zaman ne yapacaktım. Ben gerilmiş bir şekilde bir de buna beyin patlatırken sesini duydum. ''Neden bu kadar gerildin?'' Sesini duyunca aklım yerinden sıçradı ama haklı bir konuya değinmişti. Neden bu kadar çok düşünmüştüm normalde ben böyle birisi değildim. Çok nadir gerilirdim, neden rahatı azıcık da olsun bozulsun istemedim. Neden uyandırıp yerine yatmasını söylemedim. Bu soruların cevabını bende bilmiyordum. Bunu düşünecek vaktim de yoktu zaten düşünmekte istemiyordum. ''Gerilmedim ki nereden çıkardın?'' Yüzüme bakıp hafifçe gülümsedi. ''3 gündür hep seninleyim. Uyurken bile yanındaydım bazen nöbetleşe uyuduk yani seni uyurken de izledim yani mimiklerinden ne olduğunu çıkarabilecek kadar seni tanıdım ki ten rengin kardan daha beyaz ve dudakların kıpkırmızı olmuş yoldan geçen biri bile senin gerildiğini anlar.'' Doğru söylüyordu. O söyleyene kadar bende fark etmemiştim ama ikimiz plan yapma görevini aldığımız için sabah akşam hep birlikteydik. Bende onu tanımıştım ve utangaç birisi olduğunu anlamıştım ve bende onu kullanacaktım. ''Yani sapık gibi beni izledin öyle mi?'' Benim lafımı bitirmem ile onun pancara dönmesi bir oldu. O halini görünce dayanamadım ve kahkahayı bastım. Yüzüme garip garip hem utanmış hem de eğlenmiş şekilde bakıyordu. Yaptığımın biraz kabaca olabileceğini fark ettikten sonra açıklama ihtiyacı hissettim. ''Biraz kabalık yapmış olabilirim ama yüz halini görsen sende gülerdin.'' Lafımı bitirdikten sonra sinirli sinirli konuşmaya başladı. ''Hem kabalık yapıyorsun hem de pişmiş kelle gibi gülüyorsun sana iyice sinir olmaya başladım.'' Dedi. Cidden sinirlendiğini fark ettiğimde biraz üzüldüm sadece şaka yapmaya çalışmıştım. ''Tamam özür dilerim, bana bu kadar sinir oluyorsan giderim.'' Ciddi ciddi söylemiştim. Kalkmak için hareketlenmiştim ama o konuşmaya başlamıştı. ''Ama bu hoşuma gidiyor.'' Ve ben hayatımda galiba ilk defa utanmıştım. Yüzüm mü kızarmıştı benim? Ben daha ne olduğunu anlayamadan Katerina'nın sesini duydum. ''BULDUM!''
SARAYIN İÇİ/ LİAM
''Arkadaşların nerede, nereye saklandınız?'' Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama Sam ağzını bile açmıyordu. Çeşit çeşit işkence yöntemleri denemiştim ama konuşmuyordu, diğerlerinin yerini bir an önce öğrenmem gerekiyordu. Benim yapmaktan en nefret ettiğim şeyi yapmak zorunda bırakmıştı. Yakmak. En nefret ettiğim şeydir. Ne kadar nefret etsem de elime demir çubuğu alıp ateşin içine doğru uzattım, yeteri kadar ısındığın düşündükten sonra çektim. Demirin ucundan çıkan duman her yeri sarmıştı demirin bir kısmı yamulmuştu o kadar sıcak bir ateşti ama Sam asla ağzını açmıyordu. Arkamı dönüp Sam'a doğru yaklaştım. Gözlerindeki acıyı görebiliyordum, dişlerini nasıl sıktığını, gözlerinden akan yaşı derisinde yanık izlerini hepsini çok iyi görebiliyordum. Sam'ın yüzünü iyice aklıma kazıdım. Canını yaktığım masumlardan biriydi. Yaşatmak için yaktığım canlardan birisiydi. Kendimden nefret sebeplerimden birisiydi. En önemlisi ise iyi birisiydi. Söylediğine göre kaçma planını kendisi yapmıştı. Kendi yaptığı plan ile bir arkadaşını kurtarmıştı. Hepsi kendi fikriydi ama keşke onun yerinde ben olsam demiyordu. İyi ki kurtulmuş senin gibi bir canavardan diyordu. Onun yerinde olsam ne yapardım bilmiyorum ama onun yaptıklarını yapamazdım çünkü o iyi biriydi be ise kötüydüm. Sam'a iyice yaklaştım ve az önce yaktığım derisine baktım. O ise dişlerini sıkmış bana bakıyordu. Derin bir nefes alıp kısık sesle konuşmaya başladı. ''Senin benden farkın ne biliyor musun?'' Şimdi neden böyle bir soru soruyordu anlamıyorum galiba akıl sağlığını kaybediyordu ve bende ona ayak uydurdum. ''Neymiş?'' Önce gözlerimin tam içine baktı sonra ise kahkaha atmaya başladı. Sakinleştikten sonra konuşmaya başladı. ''Sen nefret sebebisin ben nefret nedeni.'' Ne dediğini başta anlamadım sonrasında ise kafamdan aşağı kaynar sular döküldü. Ben kendime gelememişken o konuşmaya devam etti. ''Ben insanların senden nefret etme sebebiyim. Sen ise insanların senden nefret etme sebebisin. Bana yaptıklarını daha kaç insana yaptın bilmiyorum ama ben şu anda kendim olduğum için sadık bir insan olduğum için işkence görüyorum diğer insanlarından benim gibi sebeplerden işkence gördüğüne eminim. Bizim gibi insanlar kendileri gibi oldukları için işkence görüyorlar ve ben sadık olduğum için kendimle çok gurur duyuyorum. Senin tam tersine.'' Derin bir nefes aldıktan sonra tükürürcesine devam etti. ''Söylesene kendin gibi olduğun için nefret edilmek nasıl bir, kendin gibi olmaktan tiksinmek nasıl bir, kendinden nefret etmek nasıl bir his. Seninle benim aramdaki fark tam olarak bu ve ben kendinden tiksinmenin nasıl bir his olduğun tahmin edebiliyorum senden korkmuyorum. Sana acıyorum.'' Dediklerini yavaş yavaş sindirdikten sonra cevap verdim. ''Sam biri kendini sever biri nefret eder, biri kendinden tiksinir biri kendine hayran olur. Dünyanın kanunu budur Sam. Biri gider biri kalır.'' Sonrasında ise yavaş yavaş sıcak demiri Sam'ın göğsünün altına bastırdım. Yanan etinin sesi ve teninin yavaş yavaş kızarması önce yavaş yavaş terleme sonrasında dişlerini sıkma ve sonunda gırtlağı yırtılıyormuşçasına acı ve gurur dolu bir çığlık, çırpınırken bağlı olduğu zincirlerden çıkan ses, gözlerinin yavaş yavaş kapanışı ve benim içimdeki son merhamet kırıntısının acı dolu izleyişi…
ORMANDAKİ KAMP ALANI/ ELİZAN Alp ile Katerina'nın fikrini değerlendirip biraz daha ayrıntı ve ekleme ile plana çevirmiştik. Tüm ekibi toplayıp planı anlatmıştık. Şu anda gruplara ayrılmış bir biçimde hazırlanıyorduk. Elenor, Luka ve Katerina birinci ekip, Marcus ve Astrid ikinci ekip, Kai ile Tomris üçüncü ekip, ben ve Alp ise dördüncü ekiptik. Ekipler halinde ilerleyip içeri girecek Sam'ı alıp çıkacaktık aynı zamanda sarayın içini keşfetmiş olacaktık. Korkuyor muydum? Evet, Sam'ı oraya gönderen de bizdik. Onu geri almamız lazımdı. Gruptaki önemi dışında onu arkadaşım olarak göremeye başlamıştım. Gruptaki herkese farklı açılardan bakmaya başlamıştım. Arkadaşlık kurabileceğimizi düşünüyordum. Şu anda gelecek hakkında konuşmak çok garip ama eğer bir geleceğim olursa yanımda olsunlar isterim. Aslında diğer grupta yanımda olsun isterim, geleceğimde Alp gibi birisi olsun isterim diğer çocuklarında hayatım boyunca benim yanımda olmasını isterim ama bu imkansız o yüzden bu fikri bir daha geri gelmemesi üzere geri plana atmalıyım. Herkes hazırlandıktan sonra ormanın içinde dağıldık. Hepimiz üzerimize pelerin giymiştik silahlarımızı saklayabilmek için. Yüzümüzde boyalar vardı kimliğimizi saklamak için. Bazen dünyanın adalet terazisi düzgün çalışmaz ve biz iyi şeyler yapmaya çalışırken bile suçlu durumuna düşeriz. Bu bizim yanlış yaptığımız anlamına gelmez. Yapanın az kişi olması yapılanın yanlış olduğu anlamına gelmez. Doğrularımız yanlış ve eski gibi gösterilmeye çalışsa bile yanlış anlatılsa ve insanlar doğrularımızdan soğusa bile doğrular bizim doğrularımızdır. Biz insanlara doğru olanı anlatırız ama gerisini araştırmayıp yanlışa inanıyorlarsa bu onların suçudur. Asil cahillik araştırmadan körü körüne inanmaktır. kafamda bu düşünceler ile ilerlerken ormanın ortalarına gelmiştik bile. Arkamda Alp kılıcını öne doğru savurmuş ilerliyordu. Saray görünmeye başlamıştı. Biraz daha ilerledikten sonra gökyüzünde yeşil ışık göründü. Bu birinci görev başarı ile tamamlandı demekti.
ORMANIN İÇİNDE / KAİ
Tabancama doldurduğumuz yeşil boya tüpü ile 2. ve 4. ekibe haber vermiştim. Planın ilk aşaması Elenor 'un askerlerin olduğu bölgeye yaklaşmasıydı. Yanında onu koruması için Luka ve Katerina'da gönderilmişti. Askerler Elenor'u aradıkları için onu gördükleri anda yakalamak için arkasından koşmaya başlamışlardı. 1. ekip bir şekilde askerleri atlatıp 3. ekip olan Kai ve Tomris'in yanına gideceklerdi. Kai yeşil ışığı gökyüzüne ateşlediği anda sarayın arka kapısının önündeki askerler yok, Kapı bölgesi temiz demekti. Sonrasında ise Astrid ile Marcus içeri girip içeride olan askerleri temizleyeceklerdi ve Astrid gelip bana haber verecekti. O bana haber verdiği anda Alp ve Elizan içeri gireceklerdi. Kapının önünde ise ne pahasına olursa olsun Astrid ile Kai bekleyeceklerdi ve Alp ve Elizan, Sam ile birlikte çıkana kadar kapıyı koruyacaklardı. Bizde o sırada yakın bölgelerdeki askerlerin dikkatlerini dağıtacaktık. Ben bunları kafamda bir kez tartarken karşıdan bize doğru koşan Astrid göründü. Onu gördüğüm anda mavi işareti ateşledim. Planın ikinci aşaması da bitmişti.
SARAYIN ARKA KAPISI/ MARCUS Astrid gittikten birkaç dakika sonra içeriden yeni askerler gelmeye başlamıştı. Bana doğru koşan 5 tane asker vardı. Biraz daha yaklaştıklarında pelerinimin içinden çift taraflı delicimi çıkardım. İki askerin arasından onunla koşarak geçince askerler yere yığıldı. Elimdeki silahı görünce askerlerin ikisi yanıma koşmaya devam etti ama biri diğerlerine haber vermek için geri döndü. Bir an önce onu engellemek zorundaydım yoksa sarayda ne kadar asker varsa hepsini buraya yığacaktı. Askerlerden biri arkama geçmeye çalıştı ben onunda boğuşurken diğeri arka taraftan yaklaştı ona çelme takıp devirdim ama o ayağımdan tutup beni yere düşürdü. Önümdeki asker tam beni vuracakken ben çift taraflı delicinin ucunu onun gözlerinin içine batırdım. O sırada arkadaki asker silahının namlusunu kafama dayamıştı. Tam tetiği çekiyordu ki arkamdaki adam yere yığıldı. Arkama baktığımda elinde Topuz ile Astrid bana bakıyordu. Adamın kafasına topuzu indirmişti. Ben kalkıp kaçan askerin arkasından koşarken o kapıyı korumak için orada kaldı. Askerle aramdaki mesafe azalmıştı. Asker yoruldukça daha yavaş koşmaya başlıyordu ama bağırarak ilerliyordu. 1. ekip kapının oradaki askerlerin dikkatini dağıttığı için askerler yoktu yani çığlıklarını kimse duymuyordu. Aramızdaki mesafe oldukça azalmışken zıplayarak deliciyi kafasına soktum.
ORMANIN İÇİ/ KATERİNA
Askerler son hız arkamızdan geliyorlardı. Luka ve Elenor askerlerin dikkatini dağıtmak için diğer yola sağmışlardı. Bazı askerler onların arkasında gitmişlerdi bazıları ise benim arkamdan geliyorlardı. Artık askerler kaçamayacağım kadar yakındaydı dövüşmek zorundaydım. Arkamı dönüp askerlere bağırdım. ''BENİM GİBİ BİR PRENSESİN İÇİNDE VAHŞİ BİR KADIN YATIYOR VE TEBRİKLER ONU DIŞARI ÇIKARDINIZ.'' Onlar daha ne olduğunu anlayamadan iki askerin ayaklarından tutarak yere savurdum. Askerlerden bir tanesi elindeki silahı bana doğrultmuştu önce yavaşça ona gülümsedim sonrasında ise yere eğilerek o daha neler olduğunu fark edemeden üstüne atladım. Arkasında doğru yuvarlanıp boğazına boğma telini geçirdim. Ben teli sıktıkça nefes alış verişleri hırlamaya dönüşüyordu. Yavaş yavaş hareketleri azaldı ve sonunda teli oldukça sıktım ve boynundan küt diye bir ses geldi. Onu bırakıp diğer askerler uyanmadan diğerlerine haber vermeye gidemesinler diye onları da boğmak zorunda kaldım. Arkama bakmadan yolun sonunda doru koştum. Biraz daha ilerledikten sonra beni fal taşı gibi açılmış gözleri ile bekleyen Luka ve Elenor ile karşılaştım. Luka'nın silahındaki kana bakılırsa onlarda dövüşmek zorunda kalmışlardı. Elenor'un zehir kapsüllerinden iki tanesi boşalmıştı bile.
SARAYIN İÇİ / ALP
Sarayın alt katına zindanların içine girmeyi başarmıştık. Alt kata indiğimizde Sam'ın çığlıkları bizi karşılamışlardı. Elizan kulakları kapalı bir şekilde ilerlemeye devam ediyorlardı. Sam'ın çığlıkları oldukça yaklaşmışlardı. Bir kapının önünde durdum çığlıklar kapının ardından geliyordu. Kapının önünde durup Sam'ı nasıl kurtarabileceğimizi düşünmeye başladık. O sırada koridordan bize doğru koşan askerleri fark ettik. Elizan ne olduğunu anlayamadan elini tutup kaçmaya başladım. Sarayın içinde her yer asker ile donatılmıştı askerler bir şekilde içeri girmişlerdi. Astrid ve Marcus neden haber vermemişti. Üst kata çıktığımızda kapıya çok yaklaşmıştık. Kapının önünde de asker vardı tek şansımız penceren olabildiğince uzağa kaçmaktı. Tam canım önünde durduk. Askerlerden biri bize doğru koşuyordu. Pelerinimin altında kılıcı çıkartıp askerin kafasına indirdim ve elizan ile aşağıya atladık. Her yerimiz cam olmuştu ama önemli olan o değildi. Tam olarak asker kaynayan bir bölgenin içine düşmüştük. Ben bu kadar askeri nasıl öldüreceğimi planlamaya çalışırken Elizan elimi bıraktı ve eli ile ağzımı kapattı. Elindeki koku bombasının ipini çekip askerlere fırlattıktan sonra elimi tutup ormanın içine doğru koşmaya başladı. Arkama baktığımda peşimizden asker gelmediğini fark ettim. Kurtulmuştuk. Elizan korku ile elimi oldukça sıkı tutmuştu. Beni kaybetmekten mi korkuyordu? Bunu sonra düşünmek için rafa kaldırdım ve karşımızda bizi bekleyenleri gördüm. Herkes burada mıydı? Astrid ve Marcus burada değillerdi. Herkesin yüzünde bir korku vardı. Kapının önünden gelmiştik ve Astrid ve Marcus orada da yoklardı. Herkes ne olduğunu anlamıştı. Kahretsin, Astrid ve Marcus yakalanmışlardı.
|
0% |