@berceste2310
|
ZAMANSIZ MEKAN/ELİZAN
Kan, vahşet ve çığlık sesleri... insanın kulağı bunları duymaya alışır mıydı? Böyle nasıl yaşanırdı. Her yerden yükselen inlemeler, çaresizlik kokun havalar, insan bunları normalleştirebilir miydi? Şu anda öyle bir yerdeydim ki bunların normal olduğu her şekilde anlaşılıyordu. Peki ben normalleştirebilecek miydim? O kısım muallakta. Uyandığım yerde güneş kırmızıydı ve etraf ceset ve kan kokuyordu. Toprak kurumuştu, etrafta yüzyıllardır su yok gibiydi. Yüzüstü yatıyordum ama her şeyi hissediyordum. Kafamı kaldırıp etrafa baktığımda diğerlerinin de benden farkı olmadığını fark ettim. Marcus konuşmaya başladı;
''kokudan midem bulanıyor.''
''Bu saçmalıkta kim senin mideni önemser sence.'' diye ters bir cevap verdi Astrid.
Ters ters bakıştılar ama laf dalaşına devam etmediler.
Ben kafamdaki sesleri susturmaya çalışırken Alp konuşmaya başladı.
''Bizim ekip hadi gidip öncelikle evimize bakalım ve birazda olsun yaşanabilir bir hale getirmeye çalışalım, sonrasında ise etrafı dolaşıp azda olsa bilgi sahibi olmaya çalışalım en sonda konuşup bir durum değerlendirmesi yapalım.''
Onlar toplanıp kapı numarasında 1037 yazan müstakil eve doğru yol alırken bende bizim grubu harekete geçirmeye karar verdim.
''bizimde bir şeyler yapmamız lazım öncelikle eve girelim sonrasında ise oturup ne yapabileceğimi konuşuruz.'' dedim.
birlikte ilerlemeye başladık, başım çatlayacakmış gibi ağrıyordu. Kendimi oldukça halsiz hissediyordum, yatıp uyumak istiyordum. Hayatı durdurup sakin kafa ile düşünmek istiyordum ama bunların hiç birini yapamazdım. Hayat bana çoğunlukla istediğim her şeyi vermişti, ben doğmadan önce bir ablam varmış, küçükken kaçırılmış tam nasıl olduğunu bilmiyorum ama bir daha bulunamamış ben sonradan olmuşum ve ailemin tek çocuğuyum.
istediğim şeyi yapamamak ve bir şeye zorunlu tutulmak, bunlar hayatım boyunca çok nadir yaşadığım şeylerdir ve şu anda bu durumda olmak ve bunları yaşamak hiç hoşuma gitmiyordu.
Evimiz kırık dökük ve oldukça eski görünüyordu , bakımsızdı belki onarmamız bile gerekebilirdi. Burada yaşamak istemiyordum ama başka seçeneğim yoktu.
Eve girdik ev otel odalarına benziyordu iki farkı bölüme ayrılmıştı her bölümde bir tane lavabo ve oturma odası vardı. Bir bölümde üç tane yatak ve dolap diğer bölümde ise iki tane yatak ve dolap vardı. Cinsiyetlere göre oda hazırlanmıştı. Ortak olan tek şey mutfaktı.
''Hadi ayrılıp bölümlerimizi daha dikkatli inceleyelim.'' dedim.
Ben, Katerina ve Tomris kendi bölümümüze gittik biri cam kenarında biri ortada biride duvar kenarında üç yatak, yatakların karşısında kıyafet dolapları ve küçük birer masa, ortada oturmak için tekli üç tane koltuk ve bir kitaplık vardı. Son olarak bir banyo vardı, küçüktü ama üç kız için yeterliydi.
Dikkatli bir şekilde kıyafet dolapların birini açtım, her renk ve beden kıyafetler başı örtülü olan Tomris için her çeşit baş örtüsü vardı. İnsanların seçimlerine saygı duyulması hoşuma gitmişti çünkü bize bu öğretilmişti.
''Ben cam kenarında yatabilir miyim? Sizin içinde uygunsa.'' dedi Katerina.
Ben tam sıkıntı olmadığını söyleyecektim ama Tomris bağırmaya başladı.
''SEN CİDDEN BUNU MU DÜŞÜNÜYORSUN ŞU DÜŞTÜĞÜMÜZ DURUMDA.'' dedi.
Katerina alınmıştı, sinirlenmişti ama Tomris'in tam tersi bir ses tonu ile konuşmaya başladı.
''Sinirli olmanı anlıyorum ama durumu kabullenip ona göre hareket etmemiz lazım inkar için vaktimiz yok.''
Haklıydı.
Tomris de onun haklı olduğunu düşündü herhalde çünkü kafasını öne eğdi.
Mutfaktan bir ses duyuldu Marcus'a aitti.
''Kızlar sizi bölüyorum ama ben çok acıktım nasıl yiyecek bulacağımızı mı düşünsek.?''
Katerina cevap verdi.
''Aramızda hayvan avlamayı bilen yoktur diye düşünüyorum çünkü bunun eğitimini almadık onun için meyve arayalım.''
Tomris konuşmaya başladı.
''Aslında ben biliyorum avlanmayı deneyebilirim.''
Herkes şaşkındı bizim şaşkın bakışlarımıza maruz kalan Tomris devam etti.
''Herkesi kendiniz gibi zannetmeyin o kadar kolay ve rahat geçen bir hayatım olmadı.''
Bu kelimeleri dedikten sonra arkasını dönüp gitti daha fazla ayrıntı içeren bir cevap vermedi.
Marcus konuşmaya başladı.
''Bende yakmak için odun toplamaya gidiyorum sizde evde yapmamız gerekenleri ve kendimizi kurtarmak için bize lazım olan mükemmel planı düşünmeye başlayın.''
Oda arkasını dönüp gitti.
ASTRİD
Kendimi iğrenç hissediyordum. En son bu kadar çaresiz hissettiğimde anne ve babamın cenazesindeydim. Bu olanlar bana güçsüzlüğümü hatırlattı ve ben kendimi ne zaman böyle hissetsem hep doğa yürüyüşü yaparım. Evde yakacak bir şey yoktu bende yakacak bir şey bulmak için dışarı çıkıyorum dedim ve yürüyüşe çıktım tabii ki odun da toplayacağım.
Ben bunu söyleyince erkeklerin gözlerini açıp bana baktılar. Onlar böyle şeylere alışkın değil onlar hep bebek gibi oturan kraliçeler gördüler. Bende çocukken öyleydim ve çok mutluydum. İnsanların şunu anlaması lazım güçlü ve mutlu olmak hep kendi işini kendin yapmak zorunda olduğun anlamı taşımaz. Ben belirli bir yaşa kadar yaptığım her işte anne ve babamın yardımını aldım ve o zamanlar daha güçlüydüm. Annem ile babam gözlerimin önünde canlı canlı yanınca anladım ki hayat yardım alacak birin olmadan daha beter.
İnsanlar dışarıdan çok kolay yargılardan aslında olanları bilmeden, beni hep asi ve uyumsuz bir prenses olarak gösterirler ve kızarlar ama bilmiyorlar ki ben anne babamın ölümünü gördüm ,canlı canlı yanışlarını bana zarar gelmesin diye yalvarışlarını ben uyumsuz doğmadım uyumsuz olmaya zorlandım. Olduğum kişiden de hiçbir zaman utanmadım .
bunları düşünürken karşıda odun toplayan çocuğu fark ettim. Öyle bir hırsla dalları ayırmaya çalışıyordu ki aklından geçen şeyleri çok merak ettim kaşları çatıktı yüzü sertti.
Ben maske takmayı ve insanları sadece bakışlarından anlamayı çocuk yaşta öğrendim ve şimdi onu kullanma vakti.
Gidip çocuğa selam verdim.
''Selam.''
''Selam, bir şey mi istemiştin?''
''Ne yaptığını merak ettim.''
''Odun kırıyorum.''
''Sen hırsların için her şeyi yaparsın değil mi?''
''Nereden çıktı o şimdi.''
''Yüzünden anladım çünkü aynı şey bende de var.''
''Açık sözlülüğün hoşuma gitti.''
''Bunu açık bir şekilde dile getirmende benim hoşuma gitti.''
'' O zaman tanışalım, ben Marcus.''
''Ben Astrid.''
Elini uzattı bende sıktım.
TOMRİS
Ortalama on dakikadır bir kuzunun peşindeydim. Bir dal bulup onu iyice yonttum. Kenara sinmiş bir şekilde kuzuyu yakalamak için doğru anı bekliyordum. Avlanmak insanlık tarihinin en eski mesleklerinden biridir çünkü insanın içindeki insanlığı öldürür. Avcılılık denince insanın aklına hep hayvanlar gelir ama asıl avcılık insanlarla ilgilidir. Tarihe dönüp baktığınız zaman insanlar en çok insanları avlar sonrada suçu insanlığa atarlar. Hayvanlarında bir canlı olduğunu savunurlar ama yumurta kırar gibi insan kırarlar soykırım yaparlar, insanları hayvanlardan da değersizleştirenler insanlardır. Bir hayvan öldürülünce dünya ayağa kalkıyor ama binlerce insan ölünce susup oturuyorlarsa suç insanlığın değil insanlarındır.
Tam kafamda bu düşüncelerle kuzuyu avlayacakken arkadan bir nefes sesi gelir, arkamı dönüp baktığımda ise kızlı saçlı bir çocuğu görürüm. Adı Kai olan çocuktur bu ben ona bakınca arkasını dönüp çekip gider ben daha ne olduğunu soramadan gözden kaybolmuştur.
--------------------------------------------------6 SAAT SONRA-----------------------------------------------------------
ELİZAN
Ben etrafta dolaşıp yakın bir yerde su kaynağı aradım ve bulduğum kase şeklindeki ağaç kavuklarına biraz su doldurup eve getirdim. Katerina dışarıda dolaşıp mantar topladı. Sam ise evde onarabileceği kısımları onarıp evin etrafını dolaştı hepimiz farklı bir yöne gitmiştik amaç dolanabildiğimiz kadar yeri dolaşıp küçükte olsa bir harita çıkarmaktı ve olmuştu da, basit bir taslak çıkarmıştık. Bölgenin tam ortasında krallık , doğu kısmında bizim evlerimiz vardı batı kısmında halk pazarları, halkın evleri ve toplumsal alanlar, güney kısımda askeriyeler ve son olarak kuzey kısımda işkence ve toplama kampları vardı. Bu kısımların bitiminde neler vardı bilmiyorduk ama yakın zamanda onu da öğrenecektik.
Harita hazırlama işini bitirmiş etli mantar çorbalarımız içerken bir yandan da sohbet edip plan yapıyorduk. Marcus 'un toplamış olduğu odunlarla içerisi sıcacıktı.
Tam o sırada dışarıdan çok yüksek bir ses geldi.
''SEVGİLİ VARİSLERİM BENİM SESİMİ SADECE SİZ DUYABİLİYORSUNUZ VE 24 SAATİNİZ DOLDU ŞİMDİ SİZE SİLAHLARINIZI SEÇTİRECEĞİM VE OYUN BAŞLAYACAK ŞİMDİ İZNİNİZLE SİLAHLARI SUNUYORUM; bir adet tabanca, bir adet boğma teli, bir adet gaz bombası, bir adet çift taraflı testere , bir adet topuz, bir adet kılıç, bir adet yirmili zehir kapsülü, bir adet zehirli ok seti, bir adet çift taraflı delici ve son olarak bir kerpeten. Hepinizin bir tane seçme hakkı var. BİR SİLAHI KİM İSMİYLE BİRLİKTE İLK SÖYLERSE O ALIR.''
Ses kesilir kesilmez sesler yükselmeye başladı.
''BEN LUKA VE ÇİFT TARAFLI TESTERE İSTİYORUM.''
''BEN TOMRİS VE KERPETEN İSTİYORUM.''
''BEN ALP VE KILIÇ İSTİYORUM.''
''BEN MARCUS VE ÇİFT TARAFLI DELİCİ İSTİYORUM.''
''BEN ELENOR VE YİRMİLİ ZEHİR KAPSÜLÜ İSTİYORUM.''
''BEN SAM VE ZEHİRLİ OK SETİNİ İSTİYORUM.''
''BEN ASTRİD VE TOPUZ İSTİYORUM.''
''BEN KATERİNA VE BOĞMA TELİ İSTİYORUM.''
''BEN KAİ VE TABANCA İSTİYORUM.''
''BEN ELİZAN VE GAZ BOMBASI İSTİYORUM.''
Herkes seçmişti ve seçtiği silah o kişinin elinde oluşuyordu. Bu adamın sesini duyurması, gökten kağıt düşmesi ve şimdi silahların elimizde oluşması bir gizemdi. Evren nasıl çalışıyor bilmiyorduk ve buda bir gizemdi ama artık çok yorgundum. Herkes evlerine ve odalarına çekilmişti. Artık uyumak istiyorum. Tam uykuya dalacakken dışarıdan süremizin bittiğini haykıran tiz bir siren sesi geldi.
İşte savaş başlamıştı.
|
0% |