@berceste2310
|
CEZA HÜCRESİ / ELENOR Yaşamak nefes almak mıdır? kaç gün oldu bilmiyorum ama bana nefes almanın yaşamak olmadığını öğretmeye yetti. Kral bizi sorguya çekmek için geldikten birkaç saniye sonra başka bir muhafız geldi ve kulağı bir şeyler söyleyip gitti. Muhafız gittikten sonra Kral'da arkasından gitti. Bir süre sonra bir asker geldi ve kral'ın işi olduğunu ve o gelene kadar bizi hücreye kapatması gerektiğini söyledi ve bizi hücreye götürdü. Bizi ortak suçtan dolayı aynı hücreye koydular. Başta bunun iyi bir şey olduğunu düşünsem de sonradan ne yapmaya çalıştıklarını anladım, hücreye girdiğimizden beri yemek vermiyorlardı sadece bir asker su getiriyordu ama o suyu sadece birimiz içebilecektik. Asker birimizin eline veriyor suyu içmemizi bekliyor ve sonrasında intihara ihtimal vermemek için bardağı alıp gidiyordu. Suyu kimin içeceğine ise biz karar veriyorduk. Sam ile anlaşmıştık, sıra ile içiyorduk. Çok susuyordum. Boğazımın içinde yangın vardı. Her taraf çok pisti, deli gibi acıkmıştım. Yerde soğuğun üzerinde yatıyorduk. Yerde böcekler vardı. Midem bulanıyordu. Sık sık ağlamaktan gözlerim ağrımıştı. Kafamı kaldırıp Sam'a baktım. Gözleri bir açılıp bir kapanıyordu. Onu gördükten sonra uyumaya karar vermiştim ki konuşmaya başladı; "Kaçmamız lazım." "Ne?" "Buradan kaçmazsak öleceğiz o yüzden buradan kaçmamız lazım." Delirip delirmediğini anlamak için gözlerinin içine baktım ama yorgunluktan başka bir şey görünmüyordu. "Sen delirdin galiba buradan kaçmaya çalışırsak net yakalanırız." Birkaç dakika sadece gözlerime baktı galiba konuşurken bile yoruluyordu. Dili ile dudaklarını ıslattıktan sonra cevap verdi. "Burada bu şekilde oturmaya devam edersek ya açlıktan ya susuzluktan ya da aldığımız ceza yüzünden öleceğiz. Bizi salacaklarını falan zannetmiyorsundur herhalde. Kaçmaya çalışırken yakalanırsak ölürüz ama kurtulma ihtimalimizde var ve bu ihtimal tek kurtuluş ihtimalimiz. "dedi. Olaya bu açıdan bakınca oldukça haklı görünüyordu. Kaybedecek bir şey yoktu. "Tamam kaçalım, nasıl yapacağımız hakkında herhangi bir fikrin var mı?" Biraz düşündükten sonra konuşmaya başladı. "Aslında bir şey var ama yakalanırsak ölümümüzü garantileriz." "Zaten kaçmaya çalışarak bu ihtimali göze almış olacağız o yüzden anlat." "Her dış kapının önünde iki tane asker var, her askerde ise hücre kilitlerinin anahtarları var. Bizim hücre kapımızın kenarında ise küçük bir demir çıkıntı var ucu ise yeterince keskin. Ben demirin ucuna iyice kolumun kenarına batıracağım, yeteri kadar derin bir kesik olduğunda ise sen bağırmaya başlayacaksın. Sen bağırınca askerler içeri gelecekler askerler bana yeterince yaklaşınca sen arkalarına doğru ilerleyeceksin. Askerleri kafalarını birbirine vurarak bayıltacağız. Sonra anahtarlardan birini sen birini ben alacağım. Ben kapıdan kaçacağım sen ise hücrenin içinde kalacaksın." Bir hışımla lafını böldüm. "Neden sen kaçıyorsun da ben kalıyorum." Sinirli sinirli konuşmaya başladı; "Lafımın devamını dinlersen sadece benim kaçmayacağımı anlarsın, deyip anlatmaya devam etti." "her hücrenin dışında hücrenin kapısına bakan kameralar var. Kameralardan benim kaçtığımı görüp hücrenin önüne gelecekler. Sen korkmuş ağlamış numarası yapacaksın. Tekrardan kapıyı kilitleyip benim peşimden gelecekler. Böylelikle bana zaman kazandıracaksın, sonrasında ise kameraları izleyen bekçiler benim peşimden geldiği için büyük ihtimalle kameraları izleyen biri kalmayacak böylelikle sende hızlıca kaçabileceksin. Kameraları izleyen başka biri olsa bile sen son hızda kaçtığın için sana ulaşması zor ama sen benden başka yöne doğru koşacaksın çünkü benim olduğum yönden gelirsen askerler ile karşılaşma olasılığın çok fazla olacak. Hapishanenin çıkışını sen de bende bilmediğimiz için şansımıza çıkışı arayacağız, çıkışı bulan kaçacak bir daha arkamıza bakmayacağız. Evlerimize gideceğiz. Ben kaçtıktan sonra artık birbirimizden bağımsız olacağız. Artık ikimizde kurtulur muyuz yoksa yakalanır mıyız bilmiyorum ama tek şansımız bu yakalanırsak da kesinlikle ölürüz." "Neden aynı anda kaçmıyoruz?" Çok saçma bir soru sormuşum gibi bana baktı. "Aynı anda kaçarsak kimsenin dikkatini dağıtamayacağımız için yakalanma şansımız daha yüksek." "Peki, neden sen ilk önce kaçıyorsun?" Yüzünde saçma bir gülümseme oluştu galiba akli dengesini kaybediyordu. "Çünkü ilk kaçan kişinin kaçmak için daha fazla vakti var. Ben kaçtıktan sonra seninle uğraştıkları için benim daha fazla vaktim olacak. Benim kolum yaralı olacağı için beni yavaşlatacaktır ama sen diyorsan ki ben kolumu keserim tabii ki de ilk sen kaçabilirsin." Anlamıştım. Söylediği mantıklıydı buna itiraz edemezdim. "Tamam ne zaman başlıyoruz." "Şimdi."
DOĞU BÖLGESİ EVLERİN ORTASINDAKİ GİZLİ ORMAN / LUKA Tam 3 gündür Elenor ile Sam'a ulaşamıyorduk. Evlerin arasındaki ormanda buluşup arkadaşlarımız kurtulana kadar ateşkes yapmaya karar verdik. Başta Askerler sadece Elenor'u aldı sanıyorduk ama Kai ile Tomris ormanda karşılaştıklarında Kai öğrenmiş ki Sam'da askerlerin elinde. Başta böyle bir fikrimiz yoktu ama bizim göreve başlayalı 4 gün oldu yani sadece 3 günümüz kaldı, bizde ateşkes yapmanın mantıklı olduğunu düşünerek ormanın ortasına iki tane çadır kurduk. Bu karar ise evlerde birbirimizden gizli iş çevirmemek içindi. Çadırlardan birinde kızlar diğerinde ise erkekler kalıyordu. Bu çadırları yaparken çok yorulmuş ve acıkmıştık. İş bölüşümü yapmaya karar verdik. Ben, Katerina ile yemek yapmak için sebze ve meyve toplayacaktık. Marcus ile Astrid ateş yakmak için çalılık toplamaya gitmişlerdi. Alp ile Elizan arkadaşlarımızı kurtarmak için plan yapmaya çalışıyorlardı. Kai ile Tomris ise nöbet tutacaklardı. Herkesin üstünde bir tedirginlik vardı. Kimse belli etmemeye çalışsa da bence arkadaşlarımızı özlüyorduk. İnsanlar bence iyi günlerinde yanlarında olanlar ile değil de kötü zamanlarda yanlarında olanlar ile daha iyi bir bağ kuruyorlardı ve ben buradaki kimsenin bundan daha ilginç bir olay yaşadığını düşünmüyordum. Ben bunları düşünürken Katerina karıştırdığı çorbanın başından kalkıp seslendi; "Hadi gelin, yemek hazır."
CEZA HÜCRESİ / SAM Tüm cesaretimi toplayıp demirin ucuna kolumu yasladım. Önce hafif bir sızı sonrasında kırmızı bir kan parçası. Elenor'a dönüp baktığımda ise gözlerinde korku vardı ama onun yanında buradan kurtulmanın umudu da vardı. Kafamı Elenor'un olduğu tarafa çevirip kolumu demire daha çok batırdım. Birden ensemde bir ıslaklık hissettim. Kafamı o tarafa çevirdiğimde yüzüme fırlayan kanlar ile karşılaştım. Kan her tarafıma yapışmıştı. Bunu gören Elenor'un numara yapmasına gerek kalmadı, benim kolumu ve yüzümü görür görmez çığlığı bastı. Onun çığlığı askerler içeriye girdi. Birinci aşama tamamdı. Yüzümü ekşiterek askerlere baktım, sonradan fark ettim ki gözlerimden yaşlar akıyor. Acıma inat ve buradan kurtulmanın umudu ile kolumu demirden çektim ve birden kan askerlerin suratına fırladı. Askerler ne olduğunu anlamaya çalışırken zorluk çekerek de olsa kollarımı kaldırıp adamların kafasını birbirine vurdum, ardından Elenor adamlara arkadan tekme atarak kafalarını yere çarpmalarına sebep oldu. Adamların kafaları kanamaya başladı. Benim kanlarım ile adamın kanları birbirine karıştı. Adamların ölüp ölmediğini bilmiyordum, bakacak kadar vaktimde yoktu. Adamların üstlerini arayıp iki tane anahtarı çıkardım. Birini Elenor'un eline verdim, birini ise kendim aldım. Elenor'un eline anahtarı verdiğimde fark ettim elleri titriyordu. Bende konuşma ihtiyacı hissettim. "Hareket ederken çok fazla düşünme yoksa vazgeçersin. Adamların ölüp ölmediğine sakin bakma, tereddüt etme, yapman gerekeni yap ve kurtul. Bizi bunu yapmaya zorlayan onlar." deyip son gaz dışarı doğru koştum.
HAPİSHANE/ ELENOR Sam gittikten çok kısa bir süre sonra askerler geldi. Benim hücrede olduğumu görünce benim iş birliği yapmadığımı düşünerek onun arkasından koşmaya başladılar. Biz kaçarsak işlerinden olup ceza alacaklarını bildikleri için kafalarını toplayıp çok fazla düşünmeye vakitleri olmadı bu yüzden yaptığımız planı anlayamadılar. Onlar gittikten kısa bir süre sonra bende hücreden çıktım ve son gaz koştum. Hapishanenin olduğu bölümden çıktıktan sonra daha açık renklerle döşenmiş altınla döşenmiş koridorlar önüme çıktı. Sonradan fark ettim ki sarayın içindeyim. Hapishanenin sarayın altında olduğunu aklıma kazıyıp yoluma devam ettim. Karşıda acil çıkış kapısını gördükten sonra daha hızlı bir şekilde oraya doğru koşmaya başladım. Fark ettim ki ağlıyorum, mutluluktan yaşadığım için ağlıyorum. İlk defa mutluluktan ağlıyorum. O an fark ettim ki insan hep istediği gibi yaşayarak mutlu olamaz. Mutsuzluk ve zorluk olmazsa mutluluğun bir anlamı olmaz. Ölüm korkusu olmazsa yaşamanın bir anlamı kalmaz. Bunları düşünürken kapıya ulaşmıştım, kapının hemen yanında bir oda vardı oda yemyeşildi kapısı açıktı ve içeride arkası dönük kırmızı saçlı bir adam, fanus gibi bir mezar boyundaki kutunun önünde duruyordu. Bu kraldı. Kalbim çok daha hızlı atmaya başladı ve acil çıkış kapısını açıp dışarı doğru koştum. Kapıda neden kilit olmadığı düşünürken, kalenin etrafındaki 30 metre boyundaki setti ve her 1 metrede duran askerleri gördüm. Şansım yaver gitmişti ki acil çıkış beni setlerin daha ilerisine çıkarmıştı. Demek ki normalde acil çıkış kapısı çok gizli bir yerdeydi ki beni böyle kolaylıkla dışarı çıkarmıştı. Sarayları bilirdim ben, bizim sarayımızda da vardı. Bir tane sarayın en köşesinde saklanılan acil kapısı olurdu. O kapı saraya suikast düzenlenirse Kral ve ailesini kurtarmak için saraydan uzakta bir yere kadar giderdi. Ormanın içine çıkarırdı. Ormanın içeresinde ilerlemeye başladım ama gece olduğu için önümü tam göremiyordum. Birden önümde bir insan topluluğu gördüm. Önce korktum ama sonra silik olan görüntüler belirlenmeye başladı ve arkadaşlarımı gördüm. Onlara doğru hayatımda hiç hissetmediğim bir mutluluk ile koşmaya başladım.
ORMANDA KAMP ALANI / KAİ Herkes ateş başında otururken biz Tomris ile nöbet tutuyorduk ve buna söylenemiyorduk çünkü bu işi biz seçmiştik. Bu gün Tomris ile çok fazla vakit geçirmiştik, itiraf etmeliyim ki çok inanılmaz bir karakteri vardı. İyiydi, normalde düşman olmamıza rağmen bile ona güvenebileceğimi hissediyordum. Onunla arkadaş olmayı çok isterdim ama düşmandık ve eğer buna devam etmezsek 3 gün içinde hepimizde ölecektik. Ortamdaki sessizlikten rahatsız olmaya başlayınca Tomris'e merak ettiğim konu hakkında soru sormaya karar verdim. ''Neden kerpeten?'' Kafasını kaldırıp bana anlamaz gözlerle bakınca sorumu yeniledim. ''Kerpeten seçmenin özel bir nedeni var mı, yoksa öylesine mi?'' Biraz tereddüt ettikten sonra konuşmaya başladı. ''Bana soruyorsun ama önce kendin cevap ver, senin tabanca seçmenin özel bir nedeni var mı? Konuyu değiştirmeye çalıştığının farkındaydım. Kabalık yaptığımı biraz sonradan far ettim. ''Soruyu özel olup olmadığını düşünmeyerek pat diye sorduğum için özür dilerim. Kabalık etmek istememiştim.'' Benim özrümden sonra gözlerinde ki yumuşamayı gördüm sonrasında ise hafif bir gülümseme ile konuşmaya başladı. ''Önce sen anlat sonra ben anlatacağım, söz veriyorum.'' İçimden bir ses düşmanım olmasına rağmen ona güvenmemi söylüyordu bende o sese güvendim. ''Tamam, ben 3 yaşlarındayken abim 16 yaşındaymış bana bu olanları ailem anlattı. Abimle oyun oynamayı çok severdim onunla bir oyun bulmuştuk, abim tabancanın mermi koyulan yerini çıkartıp oyuncak top koymak için bir yer yaptı. Hareket ettikçe ıslık sesi çıkaran toplardı bunlar, kim daha uzağa atarsa o kazanıyordu. Bir gün benim en sevdiğim topum ormana kaçtı, ormana girmemiz yasaktı. Ben ağlayınca abim dayanamadı ve topu bulmak için ormana girdi bir daha da geri gelmedi. Yüzünü bile hatırlamıyorum. Abimin kayboluşundan kendimi sorumlu hissettiğim ve onu sürekli hatırlamak istediğim için Tabanca her zaman benim için ayrı bir değere sahiptir.'' Ben konuşmayı bitirdikten sonra kısa bir sessizlik oldu. Ben kafamı eğmiş düşüncelere dalmışken kulağıma Tomris'in sesi geldi. ''Senin suçun değilmiş'' Bende buna cevap veremedim o da konuşmaya devam etti. ''Benimkinin hikayesi biraz daha eğlenceli, babam kadınların asker olmasını onların da savaşçı olmasını destekleyen biridir o yüzden beni hep asker gibi eğitmiştir. 15 yaşındayken bir gün bahçede talim yapıyordum, bahçeye yeni koruyucu köpekler gelmişti. Bende savaş aletlerini inceliyordum. Çocukluğumdan beri bana en saçma gelen alet kerpetendir. Tek amacı sıkıştırmak ve koparmak olan bir aletin çok işe yarayacağını düşünmezdim. Köpeklerden bir tanesi askerlerin elinden kaçmış son hız bana doğru geliyordu, saraya yeni geldiği için kimseyi tanımıyordu ve bana saldıracaktı benim elimde ise sadece kerpeten olduğu için kerpeten ile köpeğin burnunu koparmayacak şekilde sıktım. Köpek birden önümde çöktü ve o günden sonra bana en sadık kalan köpek o oldu bu yüzden kerpetene karşı bir ilgim ve saygım var.'' dedi. Bende kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Önce bana garip garip baktı. Yaptığım şeyin kabalığını fark ettiğim için özür dileyecektim ki oda gülmeye başladı. Dakikalarca iki yakın insan gibi güldük. Bir süre sonra ağaçların içinden hızlı hızlı bir ayak sesi geldi. Tabancamı kaldırıp gölgeye uzattım ve bağırdım. "KİMSEN ORTAYA ÇIK YOKSA VURURUM!" Ben böyle dedikten sonra ayak sesleri yavaşladı ve ses geldi. "Hiç merak etmediniz mi beni?" Elenor'un sesiydi bu silahı elimden attım. Elenor bize doğru koşmaya başladı. Önce nereye koştuğunu anlamadım sonra fark ettim ki Luka'ya doğru koşuyor. Ben de dahil herkes arkasından Sam'ın gelmesini bekledi ama arkasından gelen kimse yoktu. Luka'ya sarılır sarılmaz ağlamaya başladı. Sakinleştikten sonra bize olan her şeyi anlattı. Bizde büyük bir umut ile Sam'ı beklemeye başladık. Benim dikkatimi çeken şey ise 1039 grubunun bizi bırakıp gitmemesiydi. Başka şartlarda tanışsak gerçekten arkadaş olabilirdik. Neden bırakıp gitmediklerini sorduğumda ise Tomris cevap verdi. "Eğer öyle yapsaydık öldürmeye çalıştıklarımızdan bir farkımız kalmazdı."
SARAYIN İÇİ/ SAM Son hız sarayın içinde dolaşıyordum ama bir çıkış kapısı bulamamıştım. Elenor'un ne yaptığı hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Yakalanmanın korkusu ve kurtulmanın umudu ile dolaşıyordum. Sağdaki koridora döndükten sonra arkamda bir ses duydum. Kral'ın sesiydi. "Sobe, yakalandın."
|
0% |