@bercestederler
|
Elif: İyiyim, merak etme. Mustafa: Merak etme öyle mi? Meraktan öldüm, öldüm dirildim. Mustafa: Nereye gittin, niye haber vermedin? Elif: Okuldan uzaklaşmam gerekiyordu. O ara da telefonumu almayı akıl edemedim. Kusura bakma! Mustafa: Elif, niye böyle yapıyorsun? Çok endişelendim senin için. Elif: İçin rahat olsun iyiyim. Mustafa: Niye bayıldın birden, bir şeyin mi var? Elif: Tansiyonum düşümüş, bir şeyim yok. Mustafa: Seni o an öyle görünce çok korktum Elif, dikkat et kendine. Mustafa: Saat geç olmuş, uyu artık hadi. (Görüldü) *** Genç kız mesajları en baştan okuyup, Mustafa'nın meraklı sorularının mantığını çözmüştü. Kendisi hakkında her şeyi öğrenmek istemiş, bunun için de kendisine arkadaş olarak yaklaşmıştı. Başlarda aynı sınıfta olmamaları ve buna rağmen kendisi ile arkadaş olmak istemesini garipsesede şimdi anlıyordu. Kendisini nasıl gördüğünü bilmiyordu, en azından gerçekleri öğrendikten sonra ki düşüncelerini merak ediyordu. Eğrisi doğrusu yoktu bu işin. Ap açık ortada bir ihanet vardı, annesi ihanete uğramış bir kadındı. Bunu bilerek mi yaşamıştı yıllarca? Kendisini yıllardır kandırıyor muydu? Bunu öğrenmek için en doğru adrese gidecekti. Annesinin yanına... Geldiği kapının önünde bir süre bekledi. Duyacaklarını kendine hazırlamak için derin derin nefes alırken, kapı çalınmadan açıldı. Esma hanım odasından çıkarken karşılaştığı manzara alışık olduğu bir durumdu. Elif, bağzı geceler annesi ile uyumak için gelir; uykusundan uyandırmamak için kapıda bekleyip geri odasına dönerdi. Şimdide öyle bir durum da olduklarını düşündü ama duyduklarıyla gerçekleri anlatmanın zamanının geldiğini anlamıştı. "Babam seni aldattı mı anne?" Esma hanım gerçekleri kızının ağzından duyunca bir kez daha yüzleşti ihanetin soğuk yüzüyle. Odaya girip, açılmış yatağa giren anne kıza bir süre sessizlik eşlik etti. O gece Elif geçmişin acı dolu sayfalarına şahit oldu. Babasının eve geç geldiği günleri anımsayıp, "Bana istediğim oyuncağı almak için geç geliyor." dediği zamanlarda aslında babasının kendilerinden uzaklaştığını öğrenmişti. Mazinin tozlu sayfalarının sonuna geldiklerinde anne kızın yüzünde geçmişin izleri kalarak uykuya daldılar... Yeni gün yeni umutlar diye düşünürek bulunduğu yataktan kalktı genç kız. Yeni gün yeni olaylara gebeydi, üstlerinde bulunan kara bulutlar geçmek bilmiyordu. Annesinin sıcak göğsünden kalkıp kahvaltı için mutfağa gitti. Annesi için hazırladığı kahvaltıyı gece yapılan konuşma yapılmamış gibi keyifle yaptılar. Toplanan kahvaltı masasının ardından anne kız durağa gittiler, kısa süre sonra Esma hanımın bineceği otobüs gelmiş anne kız sarılarak vedalaşmışlardı. "Elif!" İsmini duyunca sesin geldiği yöne bakınca koşarak gelen Ozan'ı gördü. Yanına gelince soluklanan genci bir süre izledi. "Yetiştim sonunda." diyerek kesik kesik nefes alan Ozan doğrulup, "Otobüs boş olur inşallah, bacaklarım sızlıyor." "Kaldırıma otur istersen, daha zamanı var." "Oldu, oraya tüküreni mi dersin, kedisi mi dersin her türlü mikrop var. Oturmam oraya." diyerek titizliğini belli etti. "Vücudumuzda da mikrop var Ozan." "Sus, hatırlatma." Çantasını çıkarıp Elif'e uzattı. "Az tutsana, zaten bir şey yok içinde." Masum olduğunu düşündüğü bakışlarla yanındaki kıza bakan Ozan, bu bakışa gerek kalmadan da kızın çantayı alacağından emindi. "Ver başımın belası ver." diye söylenerek sanki zorla alıyormuş gibi sırtına geçirdi. Durağa yaklaşan otobüsle Elif'in omuzuna kolunu sararak önüne çekti. Her otobüse binerken yapılan bu hareketi artık doğal karşılıyorlardı. Boş olan tek koltuğa Ozan'ı oturtan Elif, çantaları Ozan'ın kucağına bıraktı. Ozan bir kucağına bırakılan çantalara bir Elif'e baktı. Sağ kolunu Elif'in beline sarıp, başını göğsüne yasladı. "Melek misin sen?" diyerek alttan bir bakış attı. Kendisine bakan gözlere tebessümle bakıp, dengesini kaybederken sol kolunu Ozan'ın boynuna doladı. Okulun durağında inen gençler büyük giriş kapısından girecekken kendilerine atılan bakışla merakla etraflarına bakındılar. Kulaktan kulağa yayılan dedikoduların gündemi belliydi... "Elif'in üvey ağabeyi..." Fısıltı halinde duydukları uğultuları, gürültü haline getiren hamle Mustafa'nın okula girmesiyle ayyuka çıkmıştı. Ayakları geri geri giderken çarptığı bedenden yayılan yabancı kokuyla arkasını döndü. Mustafa yayılan dedikoduyu duyunca hızla okula girdi. Tahminlerinde yanılmamıştı, Elif kırgın ve bitik bir halde geri geri adımlıyor bulunduğu ortamdan kaçmaya çabalıyordu. Ama kaçması gereken kardeşi değildi. Göğsüne çarpan kızla, gözlerine bakan kızın yaşadığı ikilem bariz belliydi. Kaçmalı mıydı, yoksa savaşmalı mıydı? Onun kardeşi kaçmayıp savaşacak kadar cesurdu. Bunun içinde elinden geleni yapacaktı. Sözlerin anlamını yitirdiği bir vakitte buluştu iki kardeşin bakışları, birinin kalbi artık saklanmadan kardeşim diyebileceğinin mutluluğunu yaşarken, diğeri ise hayatına bir anda giren adamın ağabeyi olmasının şaşkınlığını yaşıyordu. Öyle anlar vardı ki, hayatımızı sorgularken aslında sorgulamaktan ziyade hayatımızın bizim bildiğimizin aksinde başka bir hayatın devamı olduğunun bilincinde olmadığımız... Aslında çok karmaşık olan bu durumu yaşamak karmaşıklığın içinde olan ip yumağının ucunu bulmaya çabalamakla eş değerdi. Elif ve Mustafa tam da o andaydı, ipin ucunu ararken yumağı daha da karışık bir hâle getirip, açılmasını zorlaştırıyorlardı. Zira ipin ucunu kaybetmek birbirlerinin hayatlarından çıkmaya zemin hazırlar nitelikteydi. Aralarında geçen uzun sessizliği bahçedeki uğultular bozmuştu. Ozan durumun bilincinde etrafı dağıtırken, Mustafa kardeşinin gözlerine bakıyordu. Kahverengi gözler kendi kahvelerine bakıyor, bir açıklama bekliyordu. Aralarına giren bu sefer Ozan olmuştu. "Burada beklemeyelim, çıkalım isterseniz? Siz de konuşmuş olursunuz?" diyerek fikrini belirtti. Elif gözlerini Mustafa dan çekmeksizin Ozan'ın fikrini kabul eden bir baş onayıyla gitmek istediğini belirtti. Mustafa kardeşinin gözlerine bakıp bir adım geriye çekilip önceliği Elif'e bıraktı. Heyecanla atan kalbi önünde giden kardeşine bakarak peşinden gitti. Kendisini kabul edecek miydi? Kendisini suçlayacak mıydı? En önemlisi kendisinden nefret edecek miydi bilmiyordu. Okulun yakınında olan çocuk parkına geldiklerinde banka oturan iki kardeşte arkalarında olan Ozan'ın varlığını unutmuşlardı. Sabah saatleri olmasından dolayı yürüyüş yapan yaşlı kesimi izlerken, konun açılmasını ertelemek ya da ertelememek arasında gidip gelirken; sessizliği Elif bozdu. "Ne zamandır biliyorsun?" Kısık ama bir o kadar da kendinden emin sesi Mustafa'yı düşüncelerinden koparmıştı. "Geçen dönem sonu. Öğrenir öğrenmez de seni aradım, aklına gelebilecek her yeri aradım. Seni bulur bulmaz da okuluna nakil aldırdım." "Hıhı..." Kısa bir duraklamanın ardından Mustafa merak ettiği soruyu sordu. "Peki, ben den nefret ediyor musun?" Elif duyduğu sözle Mustafa'nın gözlerine baktı. Ne nefretinden bahsediyordu, ne için nefret edecekti? Doğdu için mi? Yoksa hayatına girip onun yanında olduğu için mi? Bunların hiçbiri için nefret etmiyordu. Elif nefret nedir bilmiyordu, ama içinde sönmeyen bir ateşin varlığını da inkâr etmiyordu. O sönmeyen ateş ise hiç şüphesiz öldü sandığı babasınaydı. Ne olursa olsun, hayatını ona adayan annesine, karşısında duran mahçup adama yaptıkları için nefret ediyordu. "Hayır, senden nefret etmiyorum." diyerek uzun süredir merak içinde olan gence karşı cevabını verdi. Mustafa duyduklarını bir süre idrak edemedi. İdrak ettikten sonra çok istediği o eylemi yaptı; Kardeşine sarıldı... "Her zaman yanında olacağım. Söz veriyorum." Elif beline sarılan kollara kayıtsız kalamayarak ince kollarını ağabeyinin beline doladı... *** Merhabalar! Herhalde gelmiş geçmiş en uzun bölüm oldu? Sizi seviyorum... |
0% |