@beren_simay39
|
Başlangıç Ve Son ------------------------------------------------------------------------ * İlla ölmem gerekiyorsa sen yaşamalısın* Gözlerimi odamın tavanına açtığımda büyük bir baş ağrısıyla karşı karşıyaydım. Artık alışmış olarak kabul ediyordum kendimi. Dün akşamdan kalmış halim ruhumu da bedenimi de yormuştu. Aslında kahvaltı için çok erken olmasa da yatağımdan çıkmak dahil istemiyordum. Ayağa kalktığımda baş ağrısıyla mücadele etmeye devam ediyordum. Hızlıca elime aldığım bir kıyafeti üstüme giyip aşağıya indim. Kimsenin yüzüne dahil bakmadan masaya oturduğumda bu dönemin beni içine çektiğini fark ettim. Her sabah uyandığımda yine aynı şeyi yapıyor ve savaşı bekliyordum. Buna hazır olduğumuza emindim. Ungol’un gözü sanırım biraz korkmuş olsa ki mektuba bir cevap yazmadı. Wolf bu sefer Lyra ile otururken ben bu düşünceler arasında kayboluyordum. Sonumuzun bu gidişle ne olacağı belli değildi. Ölecek miydik? Kalacak mıydı? Bunlardan hiç biri belli değildi. Başımıza iş açmadığımız gün yoktu. Tabi bu günde öyle olmasa belki olurdu. Bu düşünce negatif ortaya çıkmış ve aynı şekilde de sonuç vermişti. Bir türlü düzgün kahvaltı yapamıyorduk. Ciddiyim. Üzerimize bir negatif enerji çeken bir olay vardı. Ama ne olduğu belli bile değildi… Kahvaltıya devam ederken büyük bir gürültü ile irkildiğimde yemek odasının önünde bulunan cam tek bir hamlede kırılmıştı. O anki korku ile masanın alt tarafına doğru eğilmiştim. Ayağa kalkıp ne olduğunu anlayacakken karşı tarafta bulunan biri aynı şekilde kırık cama doğru iki ya da üç el ateş attı. Hızla merdivenlere doğru ilerlediğimde büyük günün geldiği çoktan anlamıştım. Tabi bunun için odamdaki kılıç, ok ve silahlarım alalıydım. Hızla yukarı doğru çıktığımda dışarıdan gelen halkın bağrış sesleri onlarında savaş alanına doğru ilerliyor olduğunu kanıtlıyordu. Odama hızla girip bütün eşyalarımı aldığımda Ln Ars yanıma gelmiş ve benden herhangi bir eşyayı vermemi bekliyordu. Ona verdiğim kılıç ile Wolf’a doğru seslendim. “ Kalkanlarınızı unutmayın dikkatli olun!” Uyarı ve hatırlatmanın ardından kırılan cam kenarına doğru geçtiğimde elimdeki ok ile atışımı yapacaktım. Tam o sırada aşağı taraftan bana yaklaşmakta olan Ungol’un sesi ile işaret parmağımı okun çentiğinin üstüne koydum. Orta ve yüzük parmağımı bu çentiğin altına koyup diğer ayarlamaları yaptım. Ardından yavaşça kirişi çekip atışa hazırlandım. Nişanı aldığımda tanıdık gelen ve alaycı bir sesle yanıma yaklaşan Ungol’a doğru oku çevirdim. Olduğu yerde kalmadı. Yanma gelmeye devam ederken o da elindeki silah bana doğrultmuş bir vaziyetteydi. Savaşın ortasında bana alaycı bir tavır ile bir şeyler anlatmaya başlarken o silahın tetiğine basmadan ben ondan önce davranmış alnının ortasına kirişini çektiğim okun yay bölümünü serbest bıraktım. Ve tam on ikiden vurdum. Evet, karşımda berbat bir görüntüsü vardı. Runha’yı direkten itince bedeni ikiye ayrılmıştı. Şimdide babasının kafası…. Ama attığım ok kafasını delip geçse de bana ateş etmeye devam ediyordu. Kolonlardan birinin arasına geçtiğimde ona art arda üç kez ok fırlattığımda yanımda başka okumun kalmadığını fark ettim. Maalesef ölmüyordu. Bu lanet adam ölmüyordu. Silahımın bulunduğu yer onun arkasında kalıyordu ve ben onun önündeydim. Vücudu artık deliklerle dolmuş olsa da bana hakaret ederek ateş açmaya devam ediyordu. İşte şimdi işim bitmişti. Yapacak başka hiçbir şey yoktu. Kenara sıkışmıştım. Kolon hafif beni korusa da kurşunlar beni sıyırarak duvara giriyordu. Ungol daha bana yaklaştığında her şeyin bittiğini anlamıştım. Yanıma fazladan ok almamıştım. Yerler ilk gün ki gibi kana bulanmış olsa da Ungol devam ediyordu. Aramızda iki üç adım varken ve ben neredeyse kolon ile birleşecekken bir anda dizlerinin önüne çöktü. “ Bitti. Hayatım bitti! Kızım için intikam için geldim ve hayatım bitti” O bunları mırıldanırken fark etmeden yaptığı bir yanlış hareket vardı. Silahını kendinden uzak bir yere koymuştu. O an yerde boylu boyunca uzanarak bir şeyler mırıldanırken ben bunu bir fırsata çevirmeliydim. Oturduğum kan dolu zeminden kalkarak elime geçen kılıcımı karın bölgesinin üstüne iki elim ile beraber sapladım. Tepki yoktu. Bitmişti. BEN KAZANMIŞTIM. Evet, intikam için başlayan hikâyede intikam için gelen birini öldürmüştüm. Bana korku için her şeyi yapmıştı. Gözümü sahte kelimeleri ile korkutmaya ve boyamaya çalışmıştı. Ama sonunda sahte kelimelerinde boğuldu. Yapacak bir şey yoktu. Fakat şu an daha kötü bir durum vardı. Ellerim hatta giydiğim beyaz elbise kan içindeydi. Ayağa kalktığımda elbisenin alt kısmından akan kandamlaları benim için bir zaferdi. Kılıcımı sapladığım karın bölgesinden çekip çıkardığımda halen vücudu kan pompalamaya devam ediyordu. Umursamayarak hızlı adımlar ile aşağıya indim. Krallığın avlu tarafına doğru ilerlediğimde kendi tarafımdaki yani benim tarafımdaki halk oldukça kişiyi öldürmüştü. Her yer hikâyemin değiştiği ilk olay olan o Wlardn krallığında başlamıştı. Bana doğru gelen Ungol’un adamlarından birine tek el ateş ederek yere serdim. Hepsine aynı uygulamayı uyguladığım sırada Ln Ars arkamdan bana seslendiğini duydum: “ WİNTER!” Tam o sırada arkamı döndüm. Öldürmediğim bir kişi kalbimin altına bir ok attı. İsabet ettiği an en son ki görüntü Ln Ars’ın bana doğru koşasıydı. Yere yığıldığım da Ln yanıma gelip bir şeyler diyordu. AMA BEN DUYAMIYORDUM. Gözlerimin önüne inmiş olan perde benim için artık bulanık bir perdeydi. Vücudum da beni hayatta tutan önemli organlarımdan biri olan kalbim bir ok ile yenik düşmüştü. Doğup büyüdüm… Krallıkları gezdim, varis olmayan birini ve varisleri tanıdım. Hayatım boyunca sayamadığım varis öldürüp birçok savaşa katıldım. Hepsinde de ben kazandım. Çünkü bana bunu yapmam gerektiğini söylediler. Yaptığım her hata benim için telafi edilemez bir şeydi. Gördüğüm görüntüler hafızama yer etmişti. Benim duyduğum sesler artık tanılamaya ve hissedilmeye başlamıştı. Bu gün ben bir varis olarak düşmanımı öldürdüm. Hem de defalarca ok attım, kılıç sapladım karın bölgesine…. Ama unuttuğum bir şey vardı. Karşı takım tek değildi. Birçok adam ile kuşatılmış kırmızı bir orduydu. Ben onların karşısında zıt bir biçimde mavi orduya sahiptim Krallığımı mavi rengine doğru uyarlamıştım. Ungol benim zıt rengime sahipti. Beklenmedik şeyler her an olabilir. Nerede olduğunu veya ne yaptığınız önemli değil. Ben bu sabah yeni sayfama bir söz ile başladım: “ Beklemek ve temiz tutmak anı yaşamak değerlidir kaybettiği an” İşte bu şekilde başlamıştım. Ben bu gün karşı ordu yani kırmızıyla kuşatılmış bir orduya ilk kez yenilmiştim. Yerde biriken kan göllerinin ortasında ölüme doğru bekliyordum. Her an başıma gelecek her şeye hazırken arkamı saymamıştım. Yenilmem karşın aklımda oluşturduğum sayfanın arka planında bir şarkı sözle geçiyordu. Şarkı James Arthur’un İmpossbile parçasına aitti. Şöyle diyordu sayfama ait sözlerinde: “Ve şimdi Her şey bittiğinde ve söylenecek hiçbir şey kalmadığında Sanki hiçbir şey yokmuş gibi çekip gittin Sen kazandın, gidip onlara söyleyebilirsin
Onlara bildiğim her şeyi söyle Bunu çatıların üzerinden haykır Ufuk çizgisinin üzerine yaz Sahip olduğumuz ne varsa uçup gitti Onlara eskiden mutlu olduğumu söyle Ve de kalbimin kırıldığını Bütün yaralarım açık Onlara umduğum şeyin ne olduğunu söyle: İmkansız, imkânsız İmkânsız, imkânsız” Sayfamın arka kısmında bu şarkının sözleri çalıyordu. Aslında buradaki sözler kaybetmenin verdiği kırgınlık ve sinir ile Ungol içindi. Adamları tarafından öldürülmüştüm. Belki de halen yaşıyorumdur. Benim haberim yoktur. Bilicimi açık tutmaya çalışsam da sadece hislerim ile anlıyordum dışarıda olanları. Yerde yatan bedenimin yanın birçok insan geldiğini hissettiğim. Sesler bir uğultu halinde çıksa da birçok gürültünün üzerime doğru geldiğini duydum. Savaş alanında öylece beyaz elbisemin üzerine lekeler halinde bulaşmış kan damlaları ile yerde boylu boyunca yatıyordum. Bugün sayfamın kenarında bir yırtık oluştu. Defterimde ilk kez bir yırtık oluşmuştu. Defterimin bitmesine kaç sayfa kalmıştı? Bir sonraki sayfa yoksa defterin kapağı mıydı? Bir kitap son satırlarını mı anlatıyordu? Önemli olan benim bedenim değildi. Benim düşüncelerimdi. Eğer yaptığınız bir şeyden o kadar fazla değer alamıyorsanız kendinizi geri çekin… Günler geçmiş, aylar geçmiş ve yıllar geçmiş olabilirdi fakat ben enine sonunda kahverengi gözlerimi tekrar hayata açacaktım… Kitap tek bir kitap değildi. Bu hayatın sana verdiği ikinci şans gibi….
Ln Ars’ın Anlatımıyla Sabah masaya oturduğum andan itibaren içimi kaplaya huzursuzluk ve dün akşamki Winter olayı beni rahatsız ediyordu. Dün Bellick’in beraber Wolf ile konuşurken ki yediğim tatlı ve içtiğim içecek kafamı bulanıklaştırmıştı. Ne yaptığımın farkında değilken olmuştu bunlar. Sabah bu savaş olayı beni korkutmaya yetmiş ve endişemi ortaya koymuştu. Winter soğukkanlı bir biçimde hepimiz için yaptırdığı kılıç, ok ve silahları almaya giderken bende onun ile beraber üst kata çıktım. Verdiği kılıcı alarak hızla merdivenleri indim. Dışarıdaki varisler çoktan karşı tarafı yenmiş gibi duruyordu. Bana doğru gelen bazı varisler ile yaptığım savaş onlar için iyi sonuçlar doğurmadı. Wolf bana Winter’ı sorduğunda onu göremediğimi fark ettim. Ayrıca baş belası Ungol’da ortada yoktu. Aklıma ilk Winter ile Ungol’un kılıç kılca olduğu bir görüntü geldi. Krallığa yaklaşırken Winter sonunda çıktı. Ben gelen varisleri elimdeki kılıç ile öldürürken Winter eline aldığı tabaca ile etraftakilere sıkıyordu. Herkes kendi aleminde birbirlerini öldürüyordu. Tam o sırada gelen bir varis olmadığını sanarak arkamı döndüm. Wolf’a Winter’ın çıktığını haber verecekken arkamdan gelen ses ile hemen yere doğru eğildim. Kafamı sıyırarak geçen kılıç ile anında doğruldum. Bana bunu yapan varise vurduğumda kılıcı yere düştü korumasızca kaldığında yerdeki ok ile onu da öldürdüm. Artık arkamı dönebilirim diye umarak döndüm arkamı. Aslında iyi ki de dönmüşüm. Winter önünü koruyordu sadece arkasından ona yaklaşan varise attığım ok ona isabet etmemişti. Artık bir adım atmak çok geçti. Winter’a yaklaşan bu varisi haber vermek için tam seslendiğimde oda arkasında bulunan varisi görmeden bana döndüğünde artık her şey için geçti. Varis Winter’a benden önce davranarak kılıcını tan kalp bölgesinin altına doğru saplamıştı. O an onun saplamasıyla varisin sırtına yere düşen tabanca ile ateş ettim. O yere düşmüştü düşmesine ama Winter iyi değildi. Yanına geldiğimde yerde baygı bir biçimde bunuyordu. Ne yapacağımın bilinçsizliğiyle üstümdeki kıyafetten bir parça kopardım. Bunu yaparken bunu fark edenler koşarak yanımıza yaklaşıyordu. Kopardığım parçayı katlayarak yaralanan yani kanayan yerine doğru bastırdım. Bir yandan da ona bilincini açık tutması gerektiğini söylüyordum. Ama bir cevap yoktu. Winter sessizliğin sularında boğuluyordu. Arkamda oluşan kalabalıkta Wolf’un sesini duydum: “ Açılın! Ne oluyor? Winter’a bir şey mi oldu?” Kalabalığı ittirerek bu görüntüyü gördüğünde yanımıza koşar adım geldi. Winter’a sesleniyor bir yandan ağlıyor ve soru soruyordu. “ Ne oluyor?” “Bunu Ungol mu yaptı? “ Winter beni duyuyor musun?” Sakince kana bulanmış elini parmağıma tutuşturarak ona sadece bir şey dedim. Herkesi bekleten ve oldukça strese sokan bir şey… “ Winter eğer beni duyuyorsan ve beni anlıyorsan parmağımı sık. Sık ki bilincinin açık olduğunu anlanabileyim. Hadi ama!” Bunları dedikten sonra zaman o an durdu. Herkes gözyaşlarına boğuldu. Ve stres uçup ölüm telaşı ağaca kondu. Bana her gün yeni sayfa açıyorum demişti yürüyüşe çıktığımız zamanlarda…. Be sefer sayfası defterin ve ya kendi içinde elbet düşünceleri ile yazdığı kitabın son sayfası değil değil mi? Kitabın cümleleri, paragrafları ya da satırları bitmedi değil mi? U kitap tek serilik mi? Bu kadar kısa mıydı? Kimseyi umursamadan elini tekrar kan gölüne dönüşmüş bu yere koydum. Elimi yavaşça boynuna götürüp nabzını kontrol ettim. Git gide yavaşlayan nabzı elbet bir doktor bir bilgili birini istiyordu. Hikâyemin başladığı yer Wlardn krallığı… Evet, orada bilge ihtiyar bir varis vardı. Ona götürebilirdik Winter’ı. Ama hızlı olmalıydık. Ağlayan insanları es geçerek Wolf’un yanına geçtim. “ Bana bak ağlama ve beni dinle” Cümlemin ardından başını kaldırarak bana umutla baktı. Mutluluk istiyordu, yaşamasını istiyordu. “ Şimdi Winter’ı ilk başladığımız yerdeki ihtiyara götürelim. O bilir bir şeyler” Kafasını olumlu bir şekilde salladıktan sonra Winter’ın belinden ve diz kapağının arkasından tutarak havaya kaldırdım. Kullandığımız krallık araçlarından birine ihtiyacımız olacaktı. Avluda beklemeye devam ettiğimde Winter’ın nefes alış veriş şeklinin de azaldığını ve daraldığını hissettim. Elimizden gelebildiğince hızlı olmalı ve onu iyileştirmeliyiz. Aracı getiren Wolf ön koltukta otururken ben Winter ile arka koltuğa geçtim. “ Hızlı sür şunu!” Kafasını sallamaktan başka bir cevap vermiyordu. Şu an gergin ve stresli bir ortamda ancak bu şekilde iletişim kurulabilirdi. Yol boyunca ara sıra nabzını kontrol ederek yaşayıp yaşamadığına baktım. Wlardn krallığına geldiğimizde içim den tek dua ettiğim o ihtiyarın ölmemesiydi. O burada değilse o zaman Winter için çok geçti. Savaşta unuttuğu tek arkası vardı. Ungol da ölmüştü. Bunun sevinciyle yaptığı planı unutmuştu. Ben babamın durumuna üzüldüğüm ve belli bir müddet odadan çıkmadığımda savaşı bekleyip planlar yapıyordu. Bir ara beni bir toplantıya dâhil çağırmıştı. Krallıkta odluğumuz süre boyunca onun için hiç bir endişe etmemiş ve olsa da olur olmasa da olur diye düşünmüştüm. Ne de olsa her gün görüyorum, görürüm diye…. Şu an bu halimla ilk defa onun için endişelenmiştim. Stres ruhuma değil bedenime de vurmuştu. Ellerimdeki kan Winter’ın kanı idi. Fazla kan kaybetmemiş nabzını stabil derecede tutmuşu. O elini parmağıma tutuşturarak beni duymadığını ya da duyduğunu anlamaya çalışmak için bir işaret istemiştim. Fakat her hangi bir yanıt gelmedi. Ben buna karşın ona yapması gerekenleri söylediğimde hepsini zihninde yapmaya çalışmış ve başarmıştı. Bilinci açıktı. Yaşama bir adım daha yaklaşarak işimizi kolaylaştırıyordu. Araçtan indiğimizde ihtiyarın evine doğru ilerledik. Yol artık ezberimdeydi. Koşar adım ilerlediğim sırada çoktan gelmiştik bile. Burası bıraktığımız günden itibaren eskimiş, yıpranmıştı… Kendimi strese sokmaktansa etrafı inceleyip biraz pozitif düşünmeye çalışıyordum. Kapı yüksek bir sesle açıldığında ihtiyarın kafası sonunda göründü. Bize baktığında yüzünde bir gülümseme oluşurken Winter’ı görmemiş olsa ki yere damlayan kan damlaları ile şok oldu. Winter halen kan kaybediyordu. İhtiyar zamanın az olduğunu anlamış olsa ki evin içine bizi davet etti. Eski koltuklardan birine yavaşça Winter’ı yatırdım. İhtiyarda sırada bana bakıp ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. “ Ne oluyor çocuklar?” Sorusuna derin bir iç çekmeyle cevap verdiğimde koltuğun yanındaki sandalyeye benzeyen bir şeye oturdu. Ben bir kez daha nabzını kontrol ederken teninde bir soğukluk sezdim. Ayrıca bembeyazdı! Ölmüş olamazdı değil mi? Elimi titreye titreye boynuna götürdüğümde nabzı stabil atışının altında atmakta olduğunu anladım. Telaşla ihtiyara dönerek: “ Ölecek! Hızlı olalım bir şeyler yapalım. Ben buraya sen halledersin diye geldim. Başak bilgili birini tanımıyorum.” Telaşla konuşmaya başladığında yağa kalkarak benim telaşım üzerine bir açıklama ekledi; “ Anladım sakin ol. Bu gün benim bir doktor arkadaşım beni ziyarete gelecekti. Şimdi onun ile hallederiz. Kalbi durabilir. Kan kaybından dolayı belki… Ama halledeceğiz. Sorun yok” Beni omuzlarımdan tutup karşıda yine eski bir koltuğa oturttuğunda yapacağım tek şey beklemekti… “ Anlatın ne oldu?” Sorusuna cevabımı kısa ve öz bir şekilde değil de biraz detaylıca uzun anlattım. Arada bana başını sallarken arada bir koltukta bir uzanmış Winter’a bakıyordu. En sonunda bana saatler gibi gelen dakikaların ardından kapının sesi duyuldu. Yerlere biraz kan damlamıştı ve kıyafetime bulaşmıştı. İhtiyar doktor arkadaşını içeri aldıktan sonra o da bu manzarayı gördü. İlk biraza şok olsa da sonra bir da ihtiyarın ağzından dinledi olanları… İlk olarak yaranın kanayan kısmına çantasından çıkardığı temiz bez ile sıkıca bastırdı. Benim bastırmam onun için hiçbir şeydi. Sonra kan bulaşan yerleri temizleyerek Winter’ı bir odaya aldı. Elbet biz de peşinden gitmedik. Çünkü bir serum verip açılan kısmı pansuman uygulayıp dikecekti. Ardından da bir kalp masajı yaparak tekrar hayata geri döndürecekti. Dikişten önce bizden bir bardak su ve küçük bir kâse istedi. Bunların içine ilaçları atıp Winter’a içirecekti. Başını oldukça yüksek bir yere koyarak kapıyı kapattı. Bize sadece beklemek ve olumlu sonucu öğrenmek kalıyordu. Bu sırada iyi bir psikoloji altında olmak içi belli bir süre bu olay unutarak günlük hayat hakkında konuşmaya başlık. İhtiyar oldukça çok yaşlanmıştı. Kaldığı ev de onula beraber yıpranmıştı. Zaman her şeyi aynı anda eskiye sürüklüyordu. Zaman tek insanı yıpratmazdı… Yeni şeyler katar, onları değiştirir gerçeği açardı. Değişmek elbet güzeldi. Biz savaşa girdiğimizde yeni kitabımızın ilk sayfasını açtık. Ama kitap bizim hayatımızdan kısa çıktı. Bu gün yeniden tekrar doğacağız. Güneş ve ya Ay nasıl her gün, her yıl hatta her ay yeniden doğuyorsa bizde yeniden doğacağız. Winter yeniden yaşamaya, yeniden doğmaya değecek biri… Yaptığı yanlışlar, doğrular ve kararsızlıklar onu yaşamaya sürüklüyor. Çünkü o buna değiyor. Ama Ungol gibi biri buna değmez. Winter bir krallık yöneticisi herkesi korumak için görevlendirilmiş, bir ülkenin şehirleri arasındaki illerden birine koca bir ev kurdu. O krallık gencine, yaşlısına belki de ölen varislere büyük bir ev oldu. Burada krallıklar baskıcı bir yönetim altındayken o serbest bir cumhuriyet yönetimine katıldı. Düşünce ve fikir özgürlüğünün serbest olduğu bir ortam. Halkın kendisinin yönetmesiyle oluşan bir krallıktan bahsediyorum. Zamana hatta her salise her şey için çok önemli… Hayat beklemez, hayat belli bir yerde güzel olayları bize verse de bazen de acıyı verir. Ungol’un ölmesi güzel bir hediyeydi. Fakat Witer’ın kalbinin durması büyük bir acıydı. Fakat acıyı sevmezseniz onun içine düşüp yaralanmazsanız siz iyileşemezsiniz. Bir kez düşün hissedin o acıyı. Tekrar toparlayın kendinizi. Tedavisi olamayan bir kanser gibi düşünmeyin acıyı. Yaralanınca iyileştiren ve bize bir şeyler öğreten bir duygudur. Acı gerçek ve asıl bir duygudur. Yağmur yağmadan gök kuşağı oluşmaz ki… Bir dene stersen sevdir kendine acıyı. Sevmeden zaman geçmez ki… Sonunda odanın kapısı açıldığında Wolf ağlamaktan yorulmuş ve bitkin düşmüştü İhtiyar ayaklanarak durumu sormaya yeltendiğinde bizde düzene girmiştik. “ İyi, yaşıyor. Ama iyileşme süreci uzun v zor bir dönem olacak.” Odanın içinde adeta bir coşku vardı. Yağmur yağmış ve şimdi gök kuşağı açacaktı. Yavaş yavaş iyileşecektik. Tek o değil hepimiz iyi bir şekilde sıkı ve bir daha hasta olamayacağımız şekilde iyileşecektik. Bu gece hatta üç gece daha buradayız. Doktor burada kalmamızı ve biraz beklememizi söylemişti. Bizde tabi buna ayak uydurmak zorundaydık. İlk gece Winter’a son kez bakmak istediğimde nefes alışverişinin de stabil durumda olduğunu gördüm. Doktor burada ayrılırken Winter’ı bir cihaza bağlamıştı. Bu beni gerçekten kötü hissettirse de yapacak bir şey yoktu. Hayatı cihaza bağlı bir şekilde ilerleyecekti. Tabi iyileşene kadar. İlk gece uzandığım yerden açık kalan camdan Ay’ı ve Yıldızları izleyerek uyumaya çalıştım. Fakat nafile sabaha karşı baş ağrısı ile yataktan çıktığımda ilk gittiğim yer bile onun yanıydı. Beni duyabildiğini ve hissedebildiğini biliyordum. Onunla sohbet etmeye başlarken hiç bu olaydan bahsetmeden saçma olsa bile bir şeyler anlatıyordum. Yeter ki onunla bir iletişime geçeyim ve konuşabileyim diye elimden gelen her şeyi ortaya sunuyorum. Kahvaltı etmeye başlarken bile onun iyi olacağını düşünerek ediyordum. Tabii her zamanda yanında duramazdım. Yaşlı ihtiyarın bahçe işlerine yardım ederek biraz dışarıda dolaştım Bu zamana kadar ilk defa sıkıntılı boş günler geçiriyordum. Yürüyüşüme Wolf’da eşlik edince onunla sohbete başladım. Konuşarak bu olayı unutmaya çalışıyordum. İkinci gün ise farklı olan tek şey doktorun gelmesi ve belki yarına ya da bir haftaya uyanacağını söylemesiydi. Bununla beraber mutlu olsam da gün boyunca yataktan çıkmadım. Yapacak her hangi bir şey yoktu. Burada kalana kadar aynı rutini uygulayarak devam ettim. Bu arada rutin dediğime bakmayın sadece yatıyorum. Arada birde ihtiyara yardım ediyorum. Biraz da Winter ile konuşup tekrar başa sarıyorum. Bu gün aynı şekilde devam edecekken Winter’ın odasına girdiğimde gözlerini açmış tavana bakıyor olduğun gördüm. Odaya benim girmem ile beraber bana döndü. Çok solgun ve enerjisiz görünse de halen gülümsemeye çalışıyor gibiydi. Bende ona karşılık verdiğimde bu haline daha fazla üzülüyor ve onu koruyamadığım için kendime kızıyordum. “ Her şeyi duydum.” Sesi biraz kısık ve nefes nefese gelse de bir hafta sonra ilk kez sesini duyurdum. Başımı sallayarak ona birkaç şey daha diyerek biraz iyi hissetmesini sağladım. Burada o iyi hissetse de ben iyi hissetmiyordum. “ İlla ölmen gerekirse sen yaşamalısın Winter. Çünkü sen buna değecek birisin. Seninle biraz soğuk olsam da bu zamanda senin için çok endişelendim. Seninle tanışana kadar sana ihtiyacım olduğunu bilmiyordum. Ve itiraf etmeliyim ki seni çok seviyormuşum ben. Bunu kendim bile bilmezken bunu bana sen hissettirdin. Sana olan sevgim herhangi bir nedene bağlı olmadan bir şeye bağlı kalmadan sırf sensin diye…” Dediklerimin üzerine bunları demem beni bile şoka uğratmıştı. Ben ona içimdeki duyguları itiraf etmiştim. Uzandığı yerden bana bakan gözlerine baktığımda hem etkilenmiş bir biçimde bakarken hem de gözleri dolmuştu. İşte onu beklerken ki yaralanan kalbim şimdi bu görüntü ile iyileşmişti. Sevginin bir nedeni yoktu. Çünkü ona olan hislerin kimseye bağlı değildi. Sırf onun o olduğu için seviyordum. İşte bu bana bakan gözler tekrar başlayalım sözlerine bir tepki verecek gözer idi. Bir şeylerin gidişatını önceden tahmin etmek ve bu tahminin gerçekleşmesi artık yormaya başladı. İster tecrübe deyin ister başka bir şey, ben artık bir şeylerin nasıl olacağını düşünmek dahil istemiyordum. Şimdi bizi yeni sayfamıza hatta itabımıza yazılan yeni paragrafları, yeni satırları okumaya hazır mısınız?
Sevgili yıldızlarım benim emiz olarak atan yüreklerim, Yansıma serimizin son bölümüne geldiğiniz ve okuduğunuz içi teşekkür ederim...
|
0% |