Yeni Üyelik
17.
Bölüm

Kimsesizlik Ve Sessizlik

@beren_simay39

 

Kimsesizlik Ve Sessizlik

-----------------------------------------------------------------------

* Özür dilerim prenses*

Sabah gözlerimi zar zor açtığımda masanın başında uyuya kaldığımı fark ettim. Kahvaltı gibi günlük rutnleri uygulamaya başladım. Kahvaltıya indiğimde bu sefer Ln Ars’ı daha iyi görmüştüm. Her zamanki yerine değil Bellick’in yanına oturmuştu.

Fısıl fısıl konuşup birbirlerine bir şeyler anlatıyorlardı. Kendi yerime oturup Wolf ile birkaç saniye bakıştıktan sonra ayağa kalktım. Herkes tabi bana döndü. Ne yaptığımı bilmeden Wolf’un yanına oturdum.

Aslında Ln Ars ile oturuyordum. Ama o Bellick’in çevresine girmiş ve onun ile oturmuştu.

Bu kıza baktıkça aklıma Baş Belası geliyordu. Abim bir aralar bu kızdan çok hoşlanıyordu.

Wolf’un yanına geçtiğimde Ln Ars bana sanki birini öldürecekmiş bir bakış fırlattıktan sonra hemen önüne döndü.

Wolf ile normal konuşmamı yapıp krallıkta bir işim olmadığı için uçurumun denize bakan tarafında kitap okumaya başladım.

Kahvaltıda takıldığım tek detay bulardı. Ln Belick’i sevmezdi. Ne oluyor? Argo kelime ve ya kötü kelime kullanmamak için ilk defa bu kadar zor durdum.

Her günün sıkıcılığı daha sıkıcıydı. Runha ve ben tekrar buradaydık. Aslında bugün buraya geldiğimde Runha’yı özlediğimi fark ettim. İlk kez. Bu bir acı mıydı ya da özlem mi bilemem ama onu özlediğim ortadaydı.

Her neyse en azından yarı olarak yaşıyor desek yeriydi. Sadece bedeni ölüydü. Ruhu ölmemişti. Hala ayaktaydı… Eskiden olduğu gibi.

Bazen değer vermediklerimizin değerini onları kaybedince anlarız. Durduğumuz anda bazen onunla vaktimiz çok diye geçiştirerek değerini olduğunca vermeyiz.

Hani ilk dönemde bir şey demiştim ya. Senin boş ver dediğin bir gün bir kelebek bir kez daha ölüyor… Ha işte. Boş ver deme! Yarına bırakma olacakları Bugün bugünde kaldı. Yarın yeni bir sayfa ondan sonraki gün de başka bir sayfayla devam et….

Bu gün bu kayalıkların yanında ufuk çizgisinin tam karşısında okudum bu satırları…

Evet, hayat bir oyun değildi. Ve harcanmamalıydı da. Bana ailem şu zamana kadar en iyi olmam için çeşitli şartlar koydu. Çünkü bana böyle öğretildi…

Bu günlük bana bu düşünceler yetti ve artmıştı hatta. Ln ve okuduğum kitabın satırları belki son düşünce sayfamın paragraflarıydı.

Gece çoktan gökyüzünde yerini almıştı. Yıldızları incelerken arkamdaki hareketlilik ile uzandığım yerden doğruldum. Belki biraz bu gün kafa dinlerim diye harekete geçmiştim. Ama anlaşılan yine bir şeyle olacaktı.

Arkamı dönmeden dudaklarımın üstünde hissettiği el ile çırpınmam bir oldu. Yanımda bir silah, kılıç veya bir varis yoktu. Bağırmaya veya çırpınmaya çalışsam da olaylar göründüğü gibi nafile…

Ne oluyordu? Aslında çok da geç olmamıştı. Kim bunu yapıyor olurdu ki?

Yüzüne bakmaya çalıştığımda kızıl ve kahverengi tonlarında bir göz ile karşı karşıyaydım.

Bu şahsın tek gözü yoktu! Tanrım bu bir kadındı. Ben hala çırpınırken etrafta kimse yoktu. Beni uçuruma doğru sürüklemeye devam ederken ben halen kurtulma peşindeyim.

Gittiğim yeri bile göremiyordum. Gözümü tek eli ile kapatmıştı. Kimse tarafından görünmez iken kaçırılıyordum!

Ben birde buranın yöneticisiydim. Ne yapacaklardı bensiz? Onu da geçtim TANRIM UNGOL SAVAŞ AÇACAKTI. Bu sefer bensiz hepsi ölmüştü. Belki Ln Ars kurtulurdu. Bir yere bindirildiğimi hissettiğimde gözlerimi kapata el sonunda açtı.

Gördüğüm hiçbir şey yoktu. Sadece karanlık ve bir ses vardı. Neredeydim? Sorularım zihnimde birçok soru halen yankılanırken ben nerede olduğumun derdindeydim. Buradan kurtulmalı ve hayata yeniden dönmeli idim.

Sadece kendim için endişelenmiyordum. Diğerleri ne olacaktı. Bensiz yapabilecekler miydi?

Daha doğrusu geri dönecek miydim?

Gücüm var mıydı? Belki de beni unuturlardı. Kaçırıldığım insanlar çünkü normal değildi.

Kendime gelip derin nefesler aldığım sırada tekrardan ayağa kalktım. Burası büyük kutu gibi bir şeydi.

Ne yani ben bu kutunun içine mi hapsedilmiştim?

Belki de kutu hediye kutusudur. Ve ben gideceğim yere büyük bir intikam hediyesi olarak gidiyorumdur.

Sadece beden mi savaş verir yoksa ruhumuz mu? İçimizde bizim bu kilolarca organı taşıyan miktarlarca kan taşıyan bu ruh mu veriyordu bu savaşı?

Her zaman göründüğümüz gibi olmadık değil mi?

Ne düşündüğümün ya da ne yaptığımın farkında değildim. Sadece büyük bir şoktaydım. Yaşadığım, yüreğimin attığı her salisenin acısını ayrıca düşüncesini çekiyordum.

Kontrolümü kaybetmeden ilerlemeye başladım. Evet, önümü görmesem de ilerliyordum bu yolda. Birkaç saniye sonra bir yere çarptığımda benim içinde bulunduğum yer ya da oda sarsılırken durdu. Ardından da birkaç ses duydum. Birileri aralarında konuşarak dışarı çıktı.

Tam o sırada kapıyı buldum. Çarptığım yerin etrafında ellerimi sürterek bir çıkıntı aramaya çalıştım.

Elim ile hissettiğim çıkıntı benim kaçış yolum olacaktı. Bu kapıya benzeyen cismin bir kulpu elbet olacaktı.

Tabi onu da aynı şekilde buldum. Bu cismin kulpunu çevirince elbet öyle direkt açılması mümkün değildi.

O an biraz düşündüm. Evde arkadaşımla oynarken küçükken beni yanlışlıkla odaya kilitlemişti. Tabi o zamanlar evde annem yoktu.

Nasıl açılacağını o da bende bilmiyorduk. O zaman annem saçıma tel toka takmıştı. Onunla açmıştım.

Şimdide saçımda tel toka vardı ve onunla açacaktım. Karanlıkta bulduğum bu çıkış kapısını aslında çok kez açmıştım.

Şimdi tek farklı olan şey buradaki bedenimdi. Bu karanlık odaya benim ruhum ilk konulmuştu. O zaman zincirlerleyken kafamda bir tel toka dâhil yoktu.

Ama şuan bedenim ile birlikteyim. Kafamda tel toka var ve ruhum olduğunca bizden uzakta.

Nerede? Onu bulabilir miyim? Onu görüp bu beni ruhum bedenimi taşıyan ruhum diye bilir miyim?

Her insanda ruhunu kaybedebilir mi? Kaybolan Ruhlar diye bir topluluk olabilir mi? Belki her şey bu gerçek yaşamda olduğu gibi imdi ruhlar âleminde de oluyordur.

Şu an bu odada kalıp kaderimi bekleyebilirim. Ruhum ile beraber. Karanlıkta birinin ışığı açmasını bekleyebiliriz. Bunun için yıllarca bile bekleyebilirdik.

Işıklar açılmasa da kendimize karanlıkta bir ışık yaratırdık. Olamaz m yani?

Düşünün sadece….

Zaten hayatımız düşünmekle geçiyor. Yaşadıklarımız değil düşüncelerimiz bizi mutlu ediyor. Düşünün yani sizde.

Tokam sonunda kapıyı açtığında gördüğüm manzara sadece karanlık bir ormandı. Araç durduğu için rahatça kaçabilirdim. Zaman kaybetmeden aşağıya atladım. Etrafta yaşam belirtisi gösteren hiçbir şey yoktu. İçeride olduğumu sanmaları için kapıyı yavaş ve sessizce kapatıp. Tel toka ile kilitledim. Konuşma seslerini yine duyunca hemen bir ağacın arkasına geçip sırtımı ağaca dayadım.

İçimde bana bunu yapanlara çok büyük bir öfke ve sinir besliyordum. Yere dökülmüş yapışkan bir madde bana çok tanıdık geliyordu.

Bu madde kamplarda ateşin yanması için kullanılıyordu. Elbisemin cep kısmında bulunan çakmağı yakıp bu maddenin üstüne attım.

Ardından da bu arabaya binen insanların ölüm şeklini büyük bir keyifle izledim. Arkamda yanan bir araba vardı artık. Yapılması büyük bir hata olan bir suç işlemişlerdi.

Bu sefer ateş ile ölüm anlaşma yapmışlardı. Arkamda yanan arabaya aldırış etmeden yürümeye başladım. Yanan arabadaki ateş önümü aydınlatıyordu. Demek ki ateş sadece ölüm demek değildi. Bir ışıktı ateş. Ölümde bazen bir ışık olabilir miydi?

Evet, olabilirdi. Size asıl intikamı anlatmıştım ya. Ölmek isteyen birini yaşatmak demiştim. İşte buradaki ölüm ölmek isteyen kişiye bir ışıktı.

Işık sadece aydınlanmak için kullanılmıyordu. Işık, bir kurtuluş bir zaferdi.

Benim önümü aydınlatan ateş benim zaferimdi. Arkamdaki bağrışlarda benim sessizce içimden attığım acı çığlıklarının dış vurma şekliydi. Akat bunu yaşayan bir atmıyordu. Ölen biri atıyordu.

Her çığlıkta o zaman yaşayan birin den çıkmazmış. Yürüdüğüm ormanda sadece ilerliyordum. Krallığımın bu ormanın içinde olduğunu çok iyi biliyordum. Buraya ilk geldiğimiz zaman bu yollardan geçmiştik. Şimdi tekrar üstünden geçiyordum.

Aynı hisse sahip değildi. Hislerimiz bazen günler, yıllar, aylar geçtikçe aynı etkiye sahip olmuyor.

İlk geldiğim gün ki gibi mutlu ve heyecanlı değilim. Daha asi ve zarf bir kişiliğe sahibim. Ayrıca bir de katilim.

Hayatta kendime inancımı kaybetmedim. Canımı sıkan bir şey olursa anında biter. Kesinlikle affetmek yok. Bu benim doğam. Çevreme karşı cahil dursam da elbet içimde anladıklarım ve hissettiklerim vardı.

Krallığa ulaşana kadar canım çıkmıştı. Ay kendini her zamanki gibi bize en güzel şekilde gösterirken krallığımın üstünde Yıldız Tanrıçası elementi ile çok güzel görünüyordu.

Gözlerim krallığın önündeki görüntüye kaydığında ise yürüdüğüm yerde donakaldım. Ayaklarımı bırakın vücudumdaki bütün sistem o an çöktü.

Her şey hareket ederken benim donmam gibi. Demiştim ya ben ruhumu kaybettim o şuan bedenimden ayrı hareket diyor diye. İşte şu görüntüyü benim ruhumda gördü. O da durdu. Zamanın durduğu gibi.

Yavaş yavaş dolan gözlerim artık bu işin bitiminin kararıydı. Tabi ki bu önümde duran Ln Ars ve Bellick sarılma olayına son verecek değildim. O görüntü sonrasında ben sevgi duygusunu ve kalp duygusunu kaybettim.

Gözyaşım artık dayanamayacak halde akmaya başladığı an arkamı onlara döndüm. Bilmiyorum ama bu olay beni kırmış ve üzmüştü. Ln Ars bana yalan söylemişti. Tek en yakın arkadaşı ben olacağını söylemişti….

Bende bir aptal gibi ona inanmıştım. İyi bir arkadaşım olduğunu sanıp ona sırlarımı anlatmıştım. Neden ağlıyordum şimdi? Arkamı döndüğüm an ilk aklıma gelen şey Bellick’in sabah bana ters ters baktığı suratıydı.

Son anda biraz daha burada duramayacağıma karar vererek koşmaya başladım.

Arkamdan bana Ln Ars’ın sesleniş sesi gelse de artık umurum da dahil değildi. Koştukça son hız koşuyordum. Yaktığım ormana geri dönüyordum. Söndürmeye çalıştığım ateşe bir tane daha çakmak atıyordum.

Yürüdüğüm yolları geri dönüyordum. Aynı duyguyla bulunamadığım yolları geri çeviriyordum….Geldiğim gibi geri gidiyordum. Yolları karıştırmıştım. Ağlamaktan bir şey göremezken ben hala koşmaya devam ediyordum.

En sonunda takıldığım bir cisim beni yere düşürmeyi başardı. Ayağa kalkmadan olduğum yerde ağlamaya deva ettim. Onu normal derecede seviyordum. Bu ağlama aşk acısı değil. Güven duygusuydu. Bana diğerlerine yakın olmadığını söyledi.

Nedenli böyle oldu? Sabah neden öyle oldu? O arabayı yakmam ve birkaç kişini ölümüne neden olmuştum. Sırf savaş olursa onları kurtarayım, hayata tekrar dönsünler diye.

Ama onlar bensiz aralarına köprü kurmuşlar.

Ne kadar da safım ben. Bunu düşünmeyecek kadar safım. Hal bu ki olaylar farklı bir boyuttaydı.

Ağlamaya devam ettiğim sırada omzum da bir el hissettim. Şu an sadece ağlamak istiyordum. Belki savaş için Ungol gelmişti belki yine beni kaçırmaya çalışan tuhaf sanlar gelmişti. Belki de gelen benim ruhumdu….

Arkamı dönmeme fırsat vermeden çoktan önümde Wolf belirdi.

Ben başımı iki yana sallayarak yüzümü kapattığımda Wolf kollarını açarak bana sarıldı. İşte o an güvenmem gereken kişinin sarılmasına bende karşılık verdim.

Tek ihtiyacım olan şu an buydu. Arkamdan gelen tek bir ses bana onun burada olduğunu kanıtladı.

“ Özür dilerim prenses”

Cidde bu muydu. Yüzüm alev alev yanarken ben kıpkırmızı gözlerim ile ona döndüm.

Yüzümü görünce gözleri kocaman açıldı. Yanıma gelip bana da sıkı sarıldı.

Sarıldığı an geri çekildim. Bana pişman olmuş gözler ile bakarken açıklama yapıp ayağa kalktım:

“ Ben ihtiyacım olan sarılmayı en yakın arkadaşımdan aldım. Siz Bellick ile devam edin”

Bunu söylediğimde önümde ruhu ve bedenin yıkılışına şahit oldum. Ben derin nefesler alarak tekrar bu gün neredeyse on defa geçtiğim yoldan direkt odama gidilen bir rota çizdim. Krallığın önünde bana bakan Bellick’e bir güzel cevap veren bakışın ardından odama geçtim.

Demek ki her yerden beklenmedik bir tepki alabilirmiş insan. Her neyse günü artık bitirmenin zamanı gelmişti. Bu gün berbat geçse de kimseye olanları anlatmayacaktım.

 

------------------------------------------------------------------------------

 

İyi Okumalar!!

Loading...
0%