@berennkaya
|
İlk uyanan Alin olmuştu. Dağılan saçlarını açıp tekrar düzgün bir şekilde siyah tokayla sımsıkı topladı. Sırt çantasına küçük bir bıçak ve kalın hırka koydu. Üzerindeki beyaz kolsuz üstü çıkarıp sarı uzun kollu bluz giydi. Dolaptan elma alarak sessizce dışarı çıktı. Havalar soğuyordu, bunun farkındaydılar. Yazın dışarıda kalmak onları hiç zorlamamıştı. Fakat havalar iyice soğuduğunda ve kar yağmaya başladığında işlerinin hiçte kolay olmayacağını biliyorlardı. Aileleri, çocukları bunun için aramıyordu. Çünkü dayanamayarak eve döneceklerini düşünüyorlardı. Alin, kapının önünde merdivenin üçüncü basamağında oturmuş insanları seyrediyordu. Tam karşısındaki direğin altında durmuş 60 yaşlarında bir adam gözüne çarptı. Adam oldukça dinç görünüyordu, telaşlı bir şekilde etrafına bakıyordu. Az ilerisinde bulunan genç çiftler kapı önünde oturmuş çay içiyordu. Kız esmerdi ve hafif kiloluydu. Beline kadar uzun, düz sarı saçları vardı ama çok yıpranmıştı. Kısa beyaz elbise giymişti, ayağında da beyaz çiçekli terlik vardı. Çift çok keyifli gözüküyordu. Alin, sokaktaki insanları incelerken Alkın'da evden çıktı ve onu görünce hemen basamağa oturup Alin'in elindeki elmayı alarak kocaman ısırık attı. Sonra tekrar ona uzattı. "Erken uyanmışsın." diye sorarak kafasını onun baktığı yöne doğru çevirdi. Alin ona bakmıyordu. "Bence artık diğerlerini uyandırma vakti geldi. Yoksa Pamir bey bizden önce o çok sevdiği okulunda olur." Alkın "haklısın." diyerek ayağa kalktı, kot pantolonuna elini vurarak silkeledi. Arkadaşlarını uyandırmak için evin içerisine girdi. Alin'in gözü yine o yaşlı adama kaydı. Az sonra adamın yanına üç genç gitti. Üçü de deri mont giymişti, altlarına da kahverengi pantolon ve siyah ayakkabı. Adam hemen Alin'i işaret etti. Diğerleri de ona baktı. Alin, sol eliyle sırt çantasının kolunu tutarak kaldırıp yavaşça omzuna taktı. Gözlerini adamlardan ayırmadan ayağa fırladı. Hızla içeriye girip kapıyı çarparak kapattı. Adamlarda yerlerinde durmadan arkasından koştular. kapı bir darbeyle bile açılabilirdi. Büyük siyah kapıçok eskiydi, boyası dökülmüştü. Alin bağırarak koşa koşa bodrum katına indi. Gençler dışarı çıkmak üzereydiler ama Alin bağırınca ona yöneldiler. "Klave'nin adamları bizi buldu. Çabuk çıkalım buradan geliyorlar!" Kapıyı büyük bir gürültüyle kırdılar. Kapı toz duman içinde yere yığıldı. Batur’un, para için her şeyi yapabilecek adamları hemen içeriye daldılar. Biri köşkün üst katlarını kontrol ederken, diğer ikisi de alt kattaki odalara bakıyordu. Her yere bakmışlardı ama çocukları bulamamışlardı. Tam dışarı çıkacaklarken içlerinden biri aşağıya doğru inen merdivenleri fark etti. En önde duran adam, cebinden büyükçe bir bıçak çıkardı. Yavaşça basamakları inmeye başladılar. Merdivenler eski olduğu için cızırdıyordu. Bodrum katının kapısına yetiştiklerinde birbirlerine baktılar ve başlarıyla şimdi anlamına gelen işareti yapıp içeriye daldılar. Odada ıvır zıvırdan başka hiçbir şey yoktu. Adamlar tekrar hayal kırıklığına uğradı. Bıçağı olan adam, bıçağı kapatıp cebine koydu. “Çocuklara bu kadar yaklaşmışken elimizden kaçırdık. Efendim, bizi mahvetmez ise iyidir.” diyerek moralleri bozuk bir şekilde kapıya yöneldiler fakat birden çekyatın arkasında duran, duvara dayalı siyah kapılı elbise dolabından bir tıkırtı sesi geldi. En öndeki adam sevinmişti, hızla dolaba yönelip kapısını çekti. “Kahretsin!” Dolabın kapısına sert iki yumruk attı. Gözleri çakıl taşı gibi parlıyordu. Öfkeden kuduruyordu. Dolabın içinde yırtık pırtık elbiseler vardı. Onların üzerinde ise siyah iri fareler dolaşıyordu. Tıkırtı sesleri onlardan gelmişti. Adamlar gençleri bulamayınca köşkten öfke içinde ayrıldı. Dolabın yanından bir tahta parçası havaya kalktı ve kenara atıldı. Uraz, altından derin bir oh çekerek çıktı. Ardından sırasıyla Alkın ile Gırgır Ender çıktı. En son Alin ve Deha söylene söylene çıktı. Ter içinde sıkışık yerde kalmak zorunda oldukları için sinirlenip birbirleriyle didişiyorlardı. Bodrumda kaçacak başka yer bulamayınca odada bulunan büyük bir çukura girmişlerdi. Alin çok sinirli gözüküyordu. “Söyler misin Deha adamlar buradayken nasıl ses çıkarabiliyorsun?” “Yerim rahat değildi, sadece kendimi düzelttim. Ses çıkacağını nereden bilebilirim.” diyerek kendini yorgunluktan sırtüstü yere attı. “Burayı nasıl keşfettin peki Uraz?” diye sordu Gırgır Ender meraklı bir şekilde. “Tek olduğum bir gün dolaba eşya yerleştiriyordum, o sırada ayağım bu tahtaya çarptı. Eğildim ve o parçayı elime alıp inceledim. Bunun kapak olduğunu, evin gizli bir bölümünün olduğunu anladım. İyi ki ayağım takılmış dimi bak bize sığınak oldu.” Alkın elini Gırgır Ender’in omzuna attı. “Bu evin eski sahibinin mezarını ziyaret etmeliyiz. Bu bölümü yaptıkları için onlara teşekkür etmeliyiz.” diyerek kahkaha patlattı. Adamların eve tekrar dönme ihtimaline karşı, sırt çantalarını alarak odadan ayrıldılar. Nefeslerini tutarak yavaşça kapıyı açtılar ama büyük gıcırtı sesi duyuldu. Beşi kapının önünde durmuş eve doğru dönmüşlerdi. Evi özleyeceklerinin farkındaydılar. Evin sahibinin olmamasına rağmen evinde eşyaları hala yerinde duruyordu. Girişteki koyu mavi olan halı, tavandan sarkan kristal camlı büyük avize, duvarlara yazılmış yazılar, masaların üzerinde küf tutmuş yemekler, desenli vazolar ve birçok eşya. Bunları düşünüyorlardı çünkü bir daha dönmemek kaydıyla çıkmışlardı. Biraz buruk görünüyorlardı. “Saklanacak yerimiz kalmadı” dedi sesi titreyerek Gırgır Ender. Grubun en üzgün olanıydı. En cesur duranı ise Uraz’dı. “Hava kararmadan yeni bir yer bulmamız gerekiyor. Önerisi olan?” diyerek arkadaşlarının yüzüne baktı. Alin, ağırbaşlı bir tavırla çantasının fermuarını açarak içerisinden kahverengi hafif buruşmuş kâğıdı çıkardı. Üzerinde kırmızı kalemle alt alta yazılmış isimsiz bir telefon numarası vardı. “Benim bir fikrim var” diyerek elindekini sallayarak gülümsedi.
|
0% |