Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm: İhtilal

@berfinatman

Sustuklarımın sivri uçları keskinleştikçe damağımda bıraktığı acı katmerleniyordu. Yaranın birikip aktığı yolun üstünde bir adam vardı, varlığıyla yaramı hafifletiyordu ama yaramı dikmek istedikçe daha da açıyordu. O iki et parçasının, birleşmek gibi bir gayeye sahip olmadıklarını biliyordum. O iki et parçasında abimin naaşı yatıyordu nasıl kapanırdı ki.

 

Şimdiyse dikişlerimin arasından sızan bir iltihap vardı; babam.

 

Yaramın derinlerine tuz basmış, ağzımı kapatmıştı. Çığlığım bedenimde yükselip kalbimin kıyılarında sönmüştü. Yanımdan geçenler ise bir tekmeyle yaşamımı sorguluyordu. Kadir Ağanın oğullarının kötü fikirleriyle mücadeleye başlayamadan Baranın ruhunun naaşı bırakıldı avuçlarıma. Tam Baranı avuçlarımda sarıp sarmaladım gökyüzüne bırakacaktım ki abimin ellerime vurmasıyla hem Baran kaydı avuçlarımdan hem abim. Son darbeyi de babamın sözleriyle aldım, ellerim artık kalkamaz kimseye uzanamaz olmuştu. Bir yumruk olup herkese kapandı, kendime bile.

 

Annem, göz pınarlarında kuruyan yaşların iziyle, dizlerime pansuman yapıyordu. Sesimi çıkarmak canımın acıdığını haykırmak istesemde tepkisizce durup annemin işini bitirmesini bekledim. Yengemde yatağımın ucunda bir eli belinde diger eliyle de dudaklarını sıkıştırıp, yaramın görüntüsüne bakıyordu. "Elleri kırılsın inşallah!"

 

Annem seslice burnunu çekti. Dudakları titriyordu, çocuklarına gelen en ufak yara eskileri sıyırıyordu. "Ceylan, Bavogil yemek yedi?" her ne olursa olsun annem bu evi çekip çevirmeyi biliyordu. Dedem gilin aç kalmasını istemezdi.

 

Yengem yanıma yaklaşıp dirseğimdeki bandın ucunu düzeltirken, ben annemin ellerini izliyordum. "Bavo yemedi, Malik'in yanına gidecekmiş. Zıbo Ana da beni yanından yolladı. Tarhana yapacakmış, Malik için"

 

Hastanede abimin babama söylediklerini olduğum yere çöktüğümü ve kalkamadığımı Mümtaz abinin beni kaldırıp eve getirdiğini, annemin beni görünce feryat figan ettiğini hatırlıyorum. Babam o sözlerden sonra evde de tek kelime etmemişti. Annem dirseğime ve dizlerime pansuman yapıp yüzüme krem sürmüştü. Birazdan abime gideceklerdi.

 

"Sen tarhanayı hazırla sofraya sar ben götürürüm. Oğluma şifa olsun" sesinde kendini tuttuğunu belli eden yer burnumu sızlatmıştı. Babam olanları anlatmış olabilirdi. Annem gözlerime bakmıyordu. Yoksa benden utanıyor muydu? Ben bir şey yapmadım ki kendimi savundum bana dokunmasına izin vermedim o herifin.

 

"Hastanede yemek çıkmıyor mu? Tarhanaya içeri sokmazlar." annem elindeki pamuğu ve bezleri toplarken yengeme bitkin baktı. Gözleri çoğu şeyleri söyledi aslında. 'Ben artık yoruldum' demek istiyordu belki de. "Hastanedekilerde yemek mi sanki. Dediğimi yap sen"

 

"Abim" boğazımı temizleyip konuştum. "Bugün çıkar mı?"

 

Annem yine bakmadı yüzüme. "İnşallah" dedi. Gözlerindeki nehir yine doldu. "müsade var mı?" Babamın gür sesiyle hepimiz kapıya döndük. Yengem tülbentini düzeltip babama yol açarken annemde yatağın ucundayken ayağa kalktı. Eşofmanın dizlerime kadar çıkarılan paçalarını indirdim. Annemin yaptığı pansumana zarar vermeden yapmıştım bu işi.

 

Babam yatağımın ucuna oturup onu yan profilinden göreceğim şekilde konumlandı. Elindeki tespihi gerginlikten olsa gerek sıkıp duruyordu. Annem ve yengemde babama pür dikkat bakıyordu. Babam boğazını temizledi. "Nasıl oldun? İyi misin diye sormayacağım. Aldığın yaralar yetmedi, birde ben yaraladım seni. Biliyor musun? Ben hep babam gibi olmayacam derdim." babamın sesiyle dudaklarımı ısırdım. "Onunla vakit geçirip hatalarını gördükçe ben çok iyi bir baba olacam derdim. Onun hatalarını yapmıcam çocuklarımla arkadaş gibi olup, hatalarında bile önce dinleyecem dedim." bakışlarımı bacağımın üstündeki ellerime diktim. Avuç içim çiziklerle doluydu. "Şimdi dönüp kendime baktığımda görüyorum ki babamdan pek farkım yokmuş. Büyük konuştuğum her şeyi yapmışım. Malikle bağırmadan konuşamıyorum, seni dinlemeden suçladım. Ben olmak istemediğim babam gibi oluyorum ve kendi çocukluğumdaki korkuyu yaşıyorum. Babam gibi olmak. " başını iki yana sallayıp derin bir nefes verdi. Ona sarılıp sen dedem gibi değilsin demek istesemde gururumun incinen yanı izin vermiyordu. Annemin gözlerinden yaşların aktığını gördüm. Yengem bir eli belinde diğer eli tülbentiyle titreyen dudaklarını saklıyordu. "Şimdi sana ne desem bilirim ki yeterli gelmez. Senin yaptığın mücadeleyi görmedim, senin üstüne gelen şerefsizlerden habersiz sana bağırdım. Hata ettim kızım. iyi baba olamadım. Senden ricam beni daha fazla utandırma." Eliyle yüzünü sıvazlayıp burnunu çekti. "Bu mevzuda bu odadan dışarı çıkmayacak, Ceylan gelinim senden şüphem yoktur. Bilirim ki ailenin sırrını dışarı çıkarmazsın."

 

"Olur mu baba çıkmaz bu odadan."

 

Babam yüzünü bana çevirip bir cevap bekledi ama avuçlarımdaki yaralara bakmaktan başka bir şey yapmadım. "Belki hemen eskisi olmaz her şey ama, şunu unutma sen benim kızımsın. Kendime çok kızgınım, öfkeliyim. Aslında sana vurmak için kalkan elim benim yüzüme indi Berfin. Beni kendime getirdi, nasıl birine dönüştüğümü gördüm. Her şeyden önce utandım kızım. "

 

Hayır baba! O tokat benim çocukluğumun yüzünde patladı.

 

Hırpalandı.

 

Yalpaladı.

 

Yaralandı.

 

En önemlisi de ne biliyor musun? Umudunu kaybetti.

 

Artık onu şekerle kandıramayacaksın.

 

Artık düştüğünde dizini sana göstermeyecek.

 

Dara düştüğünde aklına ilk sen gelmeyeceksin.

 

Ve belki de sana bir daha gülümsemeyecek.

 

Bana yeltenmek istedi ama sonra vazgeçti, hayal kırıklığının sancısı aramızda asılı kaldı. Kimsenin gücü yoktu bu yükü omuzlamaya. Herkes bu sınavdan geçemeyecekti, ilk elenen sen oldun baba. Yavaşça ayağa kalktı. "Hadi Sara Hatun gidelim. " Benden ufacık bir ışık belirtisi görse buradan omzu düşük çıkmayacaktı ama beni omuzlarından aşağı yuvarlarken ben de ondan bir ışık beklemiştim. Bana göstermediği merhameti ona göstermeyecektim. Annem ve babam odadan çıkarken yengem yanıma geldi. Saçlarımı sevdi. "Yengesinin gülü, sana yiyecek bir şeyler getirim mi ha? Sonrada ilaç içersin."

 

"Yok yenge, canım bir şey istemiyor."

 

"Yengem, noldu bana anlatmıcak mısın?" eliyle yanağımı silince ağladığımı fark ettim. "Yengen kurban sana, ağlama " zayıf kolları etrafımı sarınca içimde biriken ne varsa hepsi yengemin omuzlarında dışarı taşmıştı. Abimin kavgası, yaşamış olduğum korku, Baranın yaralanması hepsi içimde o kadar büyüdü ki daha fazla dayanamamıştım. "Çok korktum yenge" dilimden bir tek bu çıkmıştı. Yengem Baranın yaralandığını bilmiyordu. Bence Baran kimseye söylememişti. Yengem sadece o rezil heriflerin yaptıklarıni biliyordu. Daha fazla bir şey diyemedim. Yengem daha da sıkı sardı beni anne şefkatiyle saçlarımı okşadı. Ara ara öpücük kondurdu. "Benim güzel Berfinim. Kar tanem. Geçti, bak abin iyi sen iyisin kimseye bir şey olmadı. Babada o şerefsizlere yapacağını bilir sen merak etme." haykıra haykıra Baran yaralandı demek istedim yapamadım. ben ağladım yengem sarıp sarmaladı beni. "Ağla güzelim ağla. "

 

💫

 

Yengem, annemin gitmeden önce nenemin yanına gitmemi istediğini söyleyince elbisemi giyip yavaş adımlarla merdivenden inip avludaki diğer eve geçtim. Nenemin evinin kapısını açınca karanlık beni karşıladı. Ardından kimyon kekik kokularıyla karşılaştım. Ayakkabımı çıkarıp, Yavaş adımlar atıp nenemin yanına yaklaştım.

 

"Nene" sesim tarazlı ve güçsüz çıkmıştı.

 

Nenemin kürtçe konuşan sesini duydum. "İçerdeyim" Tahta kapıyı itince yerde tahtanın önüne oturup şehriye yapan nenemi gördüm. "Napıyorsun?" yavaşça dizlerimi acıtmadan karşısına geçip çöktüm. Nenemle Kürtçe konuşmaya başladık.

 

"Malik'e şehriye yapacam, seviyor. iyi olur iki güne kalkar ayağa." başında iki farklı eşarbı dolamış ve çenesindeki dövmelerle ona bakmamı sağlamıştı. "Belki bugün hastaneden çıkarmazlar, bir gün yatırırlar." derken elimle nenemin yaptığı hamurdan biraz alıp tahtanın üzerinde ileri geri hareket ettirip ince uzun bir hal almasını sağladım. Nenem daha hızlı ve güzel yapıyordu ama ben de kafamı dagıtmak için yapıyordum, yoksa zihnimdeki kanlı pençeler beni alıp bir köşeye fırlatacaktı.

 

"Okul ne zaman açıklaniyor?" diye sorduğunda, başımı kaldırıp onun yaşlı yüzünde ufacık kalmış gözlerine diktim. Ona bakınca burnum sızlıyordu. "Bu hafta açıklanacak."

 

"Yine Ankara gelmez değil?" tahtanın üstündeki küçük parçalara ayırdığı şehriyeyi bir kabın içine koydu.

 

"Yok gelmez, Anteple Urfayı yazdım tek" yoksa babam geçen sene olduğu gibi bu sene de göndermezdi beni.

 

Uzun ince yaptığım hamurumu bu kez küçük şehriye boyunca koparıp önümde biriktirdim. Nenem ellerini çırpıp ayaklanınca ona baktım. eski ahşap çekmeceyi açıp, karıştırmaya başladı. Ben işime dönerken ne kadar yorgun ve bitkin olduğumu hissettim. Gözlerim yanıyor sırtım sızlıyordu. Bedenim hasarlıydı, aklıma Baran düştü birden, zaten hep ansızın düşerdi aklıma, acaba nasıl olmuştu. Kendisine iyi bakar mıydı. kesin fevri hareketler yapıp kendine zarar vermiştir. Derin bir nefes verdim. Önümde sallanan bir şeyle başımı kaldırdım. Nenem parmaklarının ucunda tuttuğu muskayı bana uzatmıştı. "Nene bu ne?"

 

Nenem ellerine sıkıştırdıgı muskayla gözlerimin içine baktı. "AI bunu sakın boynundan çıkarma. Seni beladan koruyacaktır." avucumdaki üçgen şeklindeki küçük bez parçasına baktım. Nenem ucuna ip geçirmişti boynuma takayım diye. Nenemim hislerine her zaman güvenmişimdir. Gözlerimin içine bakarken ben ipi boynuma geçirip, elini öptüm. "Sağ ol nenem"

 

Nenem bu kez dizlerimin yanına bakır bir kap bıraktı. "Bunu da al hastana götür." bakır kap sıkı sıkıya kapatılmıştı.

 

"Annemgil abime götürdü, bunu senle bavo için." nenem gözlerinden geçen kederle yanima oturdu. Yaşlı kırışmış ellerini yanağıma koydu. "Bunu hastana götür kızım." içimde bilmediğim hisler baş gösterdi. Ellerim titremeye başladı. Gözlerimi art arda kırpıştırdım. Yerimden kalmak için mücadele ettim. Seslice yutkundum. "Annem götürdü ya nene. Merak etme abime içirir "

 

Ellerimi sıkıca tuttu. "AI bunu kendi hastana götür, yaralına götür." Gözlerinin içinde haykırdıkları bana çarptı ama ben anlamamak için uzaklaştırdım gözlerimi, elleriyle ellerime bağırdı sustuklarım.

 

Yaralıma.

 

Hastama.

 

Barana.

 

"Nene.." sustum. Ne diyeceğimi bilemedim. Benim için yazılana gücüm yoktu, silmeye yetkim. Nenem elime bir kalem tutuşturdu mürekkebe bandırılmış bana fisıldadı. Yaz. Ne yazsam kanla yazılacaktı bunu bilmiyor muydu. Bedenimdeki yaralar kendini belli edercesine daha biz varız yeni yaralara yer yok dercesine sızladılar. Ellerimi uzaklaştırdım nenemden. Ruhum çekilircesine titredim.

 

"Al, çavuşun yanında şifa bekleyene götür." dedikleriyle gözlerim kocaman açıldı. Nenem her şeyi biliyordu.

 

Bildikleri beni azaptan kurtarmak yerine daha büyük bir azaba sürükledi.

 

İntihar etti sol yanıma yatırdıklarım, tek tek uyandılar sert taşlarının döşeğinden. Şimdi bana bakan gözlerdeki acımayı gördüm, o yaşlı gözler belki de her şeyi anlatıyordu bana. Yıllardan evvel belki de biliyordu da sustu. Ama işte sustuklarımızın bir kotası vardı, bir bitişi vardı.

 

Ben bu bitişin sonuna denk gelmiştim...

 

"Nene... Sen biliyor musun? Acılarımı, korkularımı. "

 

"AI bunu" sıcak gözlerinde sıcak duygular akıyordu. "Ben olamadım, sen derman ol. Ol ki bir gün keşke deme. Beni dinle, hayat ellerimize değerli bir taş bıraktığında onun her zaman avucumuzda tutacağımızı zannederiz. Sen avucundaki değeri korumak isterken hem ona hem kendine zarar verirsin, avuçlarındaki taş her zaman değerli kalmayacaktır. Değerini yitirdiği an senin için çok geç olur, geçen zaman geri gelmez. Korkma! arkana bakma."

 

Ardımda sadece Baran vardı hep o olmuştu başkasını bırakamamıştım bir tek ona gücüm yetmişti lakin yüreğim değil.

 

🦋

 

Şimdi nerede miyim? Ardıma bakmadan sürükleniyordum. Bir gün bana sorarlarsa bu kaçışın kimden diye.

 

Baran'dan derim.

 

Bir gün bu kaçışlar kime derlerse.

 

Baran'a derim.

 

Hem ondan kaçıyorum, hem onun için evden kaçıyordum. Baran benim sersemleyen ruhumda tutunan beni yönlendiren tek şeydi. Her şeydi belkide. Oysaki hayatımda en az ona yer açmıştım. Yıllarca onun olmadığı bir hayatı yaşamaya alıştırdım belki defalarca uykuma girdi belki küçük bir çocuğa seslenen annesi Baran dedi de kalbim yerinden sıçradı ama hep bunun sebebini kendime hatırlattım. Niçin veriyorsun bu savaşı. Kim uğruna. Hatırla Berfin unutursan kaybedersin, unutursan yenilirsin. Unutursan bir bedene daha toprak atmak zorunda kalırsın. Hatırlamak zorundayım.

 

Zümrüt beni hedefime yaklaştırdıkça kalbim yerinden çıkacakmış gibi oluyordu. Buna mani olamıyordum. Üstümde dizime kadar gelen beyaz bir tunik altında deri taytım vardı. Dizlerime kadar gelen deri siyah çizmemle ona gidiyordum. Boynumda çiziklerimi kapatmak için bir fular vardı. Dizlerimde hala annemin yapıştırdıgı bantlar vardı onları taytımla kapatabilmiştim. Dudağımın köşesine ve yüzümdeki diğer eziklere yapacak bir şeyim yoktu. Acele bir şekilde evden çıkmam gerekiyordu çünkü babamgil hastaneden dönmeden eve gitmeliydim Saçlarım rüzgarla kovalamaca oynarken kadrajıma yerleşen evin görüntüsüyle derin bir nefes aldım. Kahretsin nefesim titrekleşmişti. Ellerimin titreşimini görüp kendimden utanmamak adına dizginleri sıkıca tuttum. Zümrütü durdurup kısa bir süre evi izledim. Sağ bacağımı sol tarafa atıp indim. Kısa bir diz ağrısıyla inledikten sonra başımı kaldırıp sıkıca Kapatılmış tahta kapıya baktım. Elimle yüzümü sıvazlayıp kendime gelmeye çalıştım. Nenemin verdigi çelik kabı Eyerdeki ipinden kurtarıp avuçladım. Kabın kulpunu sıktıkça sıktım. Sanki onu sıkınca bütün sıkıntım avucumdan akıp gidecekti. Toprak yolda birkaç adım atıp kapının önüne geldim. Titreyen ellerimle kapıyı çaldım. ilki güçsüz olsa da sonra ki vuruşlarım güçlüydü. "Çavuş" içeriden ses gelmiyordu. "Ba.. Baran" sesimin titreyişine lanet okudum. Belli bir müddet beklememe rağmen içeride bir hareketlilik yoktu. "Çavuş!"

 

Kapıyı açan olmadı.

 

Evde değiller mi? Ama nereye giderlerdi Baran hasta...

 

Kalbime fisıldayan vesveseler boğazıma dizildi. Ona Bir şey olduda hastaneye mi gittiler. Kötü senaryolar üst üste binip nefes borumu tıkadı. "Hayır hayır olmamalı o iyiydi. Çavuş ona iyi bakar bir kere." elimdeki kabı daha fazla taşıyamayınca ayak ucuma bıraktım. Ellerimi saçlarımdan geçirdim. "Yok, kötü düşünme Berfin hiçbir şey olmadı, saçmalama." Yarası enfeksiyon kapmışsa fenalaşmışsa hatta öl.. "Hayır hayır salak kes şunu" diye kemdime kızdım. Baran nolur ölme verdiğim mücadele bunun için değil miydi zaten. Beter kötü bir güne uyanmamak için dünlerimi harcadım, umudumun olmadığı yarınlara ne gerek var ki. Bu olmamalı... Bu olmamalı planlarımda hiç böyle bir olaya yer yoktu. Fırtınanın kopmasını bekler gibi elim kalbimde ne düşüneceğimi şaşırdım. Yönümü kaybettiğim bir ormandaydım ve tek çıkışım Barandı. Yollar birbirine girmişti ve hangi yöne gidecektim bilmiyorum. Hangi avcının avı olacaktım bu kuytu köşede. Kendi sesim bile bana uzaktı. Nefesim kulaklarımda atıyordu.

 

Evin arkasından duyduğum sesle oraya döndü başım. "Baran?" elim kalbimde yürümeye başladım, toprak ayaklarımın altında idam edilirken adımlarımı hızlandırdım. Görmek istediğim neydi bilmiyorum ama kesinlikle bu değildi. Topraktan yapılmış bir ahır ve içinde koyunlar vardı. Bedenimde gezinen ürperti yerini alırken bir tekerlek sesi işittim. Ardından bir kapının açılıp kapanmasını.

 

"Berfin gelmiş" gözlerim rahatlamayla beraber kapanırken boğazımdaki elimi gevşetip indirdim. Evin yanından geçip dolaştım ama bu tarafın asma ağacıyla örülü olduğunu gördüm. Geri dönmek için hareketlenecekken onu gördüm. Arka kapıyı açıp Çavuşun inmesini bekledi. Şoför kapısı açılınca, rahatlamam şaşkınlığa bıraktı sahneyi. Arabayı süren Serdardı. Abimin arkadaşı hatta tek arkadaşıydı. Zümrüte bakıp Barana döndü. "Beni görmesin şimdi, sorun çıkmasın."

 

Baranla Çavuş kısa bir süre birbirlerine baktılar. "Tamam sen git. Sağ ol kardeşim, her şey için "

 

"Her zaman burdayım. Allahısmarladık Çavuş. " Baranla hızlaca vedalaşıp uzaklaştı. Yürüyüşü aceleciydi. Onu görmemi istememişti, asıl mesele Malik abimin bu arkadaşlıktan haberi olup olmamasıydı. Çok defa şahit olmuştum, abimin Serdarın yanında Baranın babasına küfür ettiğini, hatta Barana bile. Ama Serdar bir kez olsun sesini çıkarmamıştı. Aynı şeyi Baranın yanındada yapıyor mudur? Ya benim burada olduğumu söylerse abime, ya da babama. Bu ihtimal çabucak silindi zihnimden çünkü neden burada olduğunu açıklamak zorunda kalırdı bu kez. Çavuş Barana destek olup eve doğru adımlarken, ben de hemen geri dönüp evin önüne doğru geldim. Taşların sesiyle beraber Baranın bakışları bana döndü.

 

Şükür ki iyisin.

 

"Ben kapıyı çaldım, kimse açmayınca gidecektim." açıklamama kaşlarımı çatıp kızdım.

 

"Hoş geldin kızım. Tam vaktinde gelmişiz desene." Çavuş Baranı geride bırakıp kapıyı açmak için yürümeye başladı.

 

Beynimi kemiren soruyu sormak için çıldırıyordum. Ama önce onu izlemek istedim. Alnındaki ter damlaları ilk dikkatimi çekti, kısık karagözlerine bakıp iç geçirmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Nefes al Berfin. "Nereye gittiniz? Yani bir sorun yok dimi, sağlığınla ilgili." elimle alnımı kaşıdım saçmalamaktan öteye bir şey yaptığım yoktu kahretsin.

 

"Sağlık ocağına gittik yara için. Bilirsin ya açık yara hep kanar." Yaralamayı çok iyi biliyordu, tıpkı benim bildiğim gibi. Ama onun gözlerinin ardındaki pişmanlığıda görüyordum benim kadar vicdansız değildi. Yaram kanadığı anda gelip buselemek istiyordu.

 

"Tarhana."

 

"Tarhana?" anlamsız bakışlarını bana yöneltti.

 

"Nenem gönderdi. Yaralısın ya onun için." üstünde beyaz gömleği ve siyah pantolonu vardı. Alnından bir ter damlası daha akınca gökyüzüne bakmamak için kendimi zor tuttum.

 

"Bazı yaraların ilacı bellidir. Derman olacak kişi biraz merhamet etse yeter, azap olmasın kafi" bugün çok doluydu belli ki hastalığı ona düşünecek çok zaman vermiş.

 

"Kendisine bile şifa olamıyorsa o kişi o zaman ne olacak." önüme gelen saçımı savururken keskin gözleri sarı saçlarıma takıldı orada asılı kaldı. "O zaman sadece yanımda olsa da yeter."

 

"Konuşmasa bile mi?"

 

"Konuşmasa bile. "

 

Çıktığım tepede nefeslenmek için kısa bir an bulabilmiştim. Karanlığı bir ışık böldü ve ben o ışığın içinden onu seçtim. Şimdi kaç yalan söylese dilim benliğim reddederdi.

 

"Zübeyde mi gönderdi?" Çavuşun sorusuyla kısa süreli omzumun arkasından baktım. Yüzünde yer alan duygu karmaşından elime hangisini alsam diğeri üzülüyordu. Anlamlandıramadım. Başımı salladım. "Evet" ağır bir şekilde eğilip bakır kabı avuçlarına hapsedip dikleşti kırılgan gözlerini bize çevirdi. Boğazını temizledi. "İçeri girin hadi." gözden kaybolunca Barana döndüm.

 

Elini karnına yerleştirip yavaşça adım attı.

 

Yüzündeki ter şakaklarından çenesine doğru indi.

 

Dilim öne atıldı. "Yardım edim mi?" dilimi ısırdım.

 

Gözlerinde yanan mumun alevi tüm yüzüne yayıldı. Diliyle alt dudağını ıslarken dudakları kıvrıldı. "Olur"

 

Adımlarım azat edilmiş gibi ona koştu. Ellerim havalanmak için bu anı bekliyormuş anlaşılan, avuçlarımı nereye koyacağımı bilemedim. Sol tarafına geçip, sağ elimle kolunu belli belirsiz tuttum. Diğer elim iradesizce beline doğru ilerledi. Ne yapıyordum? Saçlarımın tepesinde nefesini hissettim, sıcaklığı bedenimde yayılırken ilk adımımızı attık. Beraber. Ummadığım anda elini omzuma atıp beni alt etti. Yüzüm göğsüne yakın bir yere kapaklandı. "Böyle daha iyi" bir şey demedim. Bu kadarını hak ediyordu. Eğer bizi kurtarmak için gelmeseydi bıçaklanmayacaktı bile onun için sesimi çıkarmadım belindeki elime güç verip destek oldum. Sanırım şu an bana sarılıyordu.

 

Şey. Saçlarımı kokluyordu.

 

Kalkan göğsünden bunu anlamıştım. Saçlarımın kıyısına derin nefesler bırakıp beni sınıyordu.

 

Yanaklarım kızardı.

 

Hava fazla mı sıcaktı ne? Adımlarımı hızlandırdım. Ama bilerek yavaş yürüyordu sanki. "Yavaş olsana kızım, hastayız şurda." yüzümü kaldırıp gülen yüzüne denk geldim. "Ne sırıtıyorsun?" adımları durmakla yürümek arasındaydı. Çok ağırdı ve beni daha da kendine doğru çekiyordu. Yüzüm göğsüne düştü düşecekti. Sıcaklığı bedenimi kavurdu.

 

"Sırıtmıyorum"

 

"Hah. Sırıtıyorsun işte."

 

Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Sırıtıyor muyum?"

 

Basbayağı benimle eğleniyordu.

 

"Hasta falan değilsin sen, tek yürürsün." gözlerimi kısıp tehdit ettim.

 

Birden inledi. "Dur yavrum ya dikişlerim ağrıyor."

 

Yavrum? oyun yaptığını anlamıştım, oyuna dahil oldum. Mızıkçılık yapmak istemedim.

 

"Sen mi beni taşıyorsun ben mi seni anlamadım. Bir çekil ya" omzumda ki elini ittirdim ama anında geri koydu.

 

"Kıpraşıp durma az bi dur" elini saçımda hissettim. "Ne kadar uzamış saçın. Hiç kesmedin mi?"

 

Yalan söyledim. "kestim niye kesmicekmişim ki?"

 

Adımları durdu. Keskin gözlerini bana doğrulttu. "Hani ben kes diyene kadar kesmicektin?"

 

Bazı şeyleri anlaması gerekiyordu. "Senin hangi dediğini yaptım ki, hatırlamadığım sözün hesabını soruyorsun.?"

 

Elini benden uzaklaştırdı. Bedenlerimiz arasına mesafe koyup yutkundu. "Hatırlamadığın?" ellerini ensesine katıp başını salladı. Dilini dişlerinde gezdirip kısık gözleriyle göz çeperimi taciz etti. "Az daha inanacaktım." dilini dişleriyle biledi. Gözlerine şeytani bir parıltı yayıldı. Kimsenin yolunu bulamadığı o yolun başında ben vardım. O yolda yürümesini istediği tek kişi bendim. "Sen benim sözümü nah unutursun!" bedenimi hızla kendisine savurdu. Ellerim kollarına tutundu, gözlerim kalbine. "Çok yalancısın."

 

Başımı yukarı kaldırıp, yüzüne baktım. Saçlarım sırtıma tutunurken, bu inancı beni mahvetmişti. Ona bakarken beynimde farklı görüntüler sahneleniyordu. Beynim en hassas olanı seçip filmi başlattı.

 

Ferhat abimle Malik abimin avluda top oynayışları geldi gözümün önüne, sedirde oturmuş tezahürat yapıyordum. Ben Malik abimi tutuyordum yengem Ferhat abimi. Ferhat abim gol atınca üstünde beyaz atletle bize doğru koşup yengemin yanağını öptü, yengem utanarak eliyle dudağını kapattı. Anında etrafına bakınıp gören var mı diye kontrol etti.

 

Bu kısacık an. Beni kendime getirdi. Ne yapıyordum. Baranın ellerinden kurtulup geri kaçtım bendeki değişikliği anında fark etti. Ne olduğunuda anladı. Elimle anlımı kaşıdım. Önüme dönüp kapıya doğru yürüdüm. Kapıda çizmelerimi çıkarırken Baranda gelip ayakkabısını çıkardı soğuk havayı dağıtmak için sordu. "Nenen benim burada olduğumu bilerek seni buraya nasıl gönderdi?" çizmelerimi köşeye koyup kapının eşiğinden geçtim. Hemen arkamdaydı. "Sanırım biliyor. Hatta fazla şey biliyor." salonun kapısını açıp içeri geçtim Baran yanımdan sıyrılıp sedire attı kendini yorulmuş görünüyordu. Hızlı nefesler alıyordu. Gömleğinin koluyla alnındaki teri kuruladı.

 

"Annenin haberi var mı olanlardan?" sorumu düşünmek için bile kendisine zaman vermedi. "Hayır söylemedim. Ceylana söyledin mi?"

 

Başımı salladım. "Ihıh. Söylemedim. Senin orda olduğunu bile bilmiyor." ellerimin terleyen kısımlarını tuniğime sürdüm. "Eve gidecek misin?"

 

Serseri bakışları beni buldu. "Yok. Burada kalırım bir iki gün. Yani burdayım gelmek istersen falan haberin olsun. "

 

Umut etmekten vazgeçmiyordu. O çırpındıkça zırhım zarar görüyordu. "Senin için gelmedim." inanmadı. "Telefonum burada kalmış onu almaya geldim." söylediklerimi süzgecinden geçirdi. Gözlerindeki serseri ışık söndü. Ardında bir karanlık bıraktı.

 

"Doğru benim için gelmezsin sen." elini pantolonunun cebine koyup avuçlarına telefonumu hapsetti. Elini bana uzattı. '"AI bir daha buraya gelmek zorunda kalmazsın. "

 

Avuçlarımdaki telefonu sıktım yoksa şuracıkta zırhımı kırıp atacaktım. Yavaşça gömleğinin kollarını dirseklerine Kadar kıvırmasını seyrettim. Onun sokaklarında gezip bilmedigim bir kapıyı çalsam karşıma benden bir parça çıkıyordu. O parçaları toplasam acaba hayatım eskisi gibi olur muydu? Bu sorunun cevabı denenmeyecek kadar riskliydi. Bu riski almadım.

 

Elini yanindaki boşluğa vurdu. "Otursana. Merak etme yemem seni. "

 

Söylediğine tip tip baktım sadece. Ayaklarıma komut verip bana gösterdiği yere oturdum. Hemen yanı başımda oturduğunu bilmek mideme kramplar girmesine sebep oluyordu.

 

Sıcaklığını hissediyordum. Bakışlarının kirpik uçlarının bile bana yöneldiğini tüm varlığımla hissettim. Saçlarım omuzlarıma yük yapınca sırtıma Doğru savurdum. Saç uçlarımın bir kısmı omzuna çarpıp yaralandı, bir kısmı onun nefesiyle ödüllendirildi.

 

Daha fazla dayanamadım. Gözlerimi ona yönelttim. Sanki başka seçenegi6m varmış gibi, kendimle mücadeleye girmek saçmaydı.

 

Gözlerim gözlerine degdiginde onun irislerini benimle beraber canlanıp, hayat bulduklarını keşfettim. Bu ilk keşfim değildi belki ama ona ait şeyleri bilmek...Tarifsiz.

 

"O gün" boğazımı temizledim. "Eger yetişmeseydin... çok kötü şeyler olabilirdi." mümkünmş gibi daha da odaklandı gözlerime. Karagözlerinin siyahına yayılan duyguları yakalamak için ugraşmadım. "O gün orada olduğun için çok şanslıyım. Nasıl geldin, ne oldu da yolunu şaşırdın bizi buldun.?" Gözlerini bir an bile ayırmıyordu. O baktıkça ben ara ara gözlerimi kaçırmak zorunda kalıyordum. "Buradaydım" dedi. "Olması gerekiyordu ve ben o yoldan geçtim. önce Zümrüt'ü gördüm sonra da seni o halde..." sertçe yutkundu benim boğazım yandı. "Saçların o herifin elinde hırpalanırken ben ne yapacağımı şaşırdım. " kaşları öyle bir çatıldı ki birilerinin idam sehpası devrildi. Bir mahkumun kalemi kırıldı. Birilerinin umudu tükendi.

 

Göz kapaklarımın ardında göz yaşlarım birikti. İzin vermedim akmadılar çünkü bir kez akınca bir daha durmuyorlardı.

 

"Keşke böyle olmasaydı. Gelmeseydin yaralanmazdın." yanağımı omzuma sürtüp duyguların beni ele geçirmesine mani oldum. "Şimdi olsa hiç düşünmez yine gelirdim."

 

"Yeniden yaralanırdın. "

 

"Yeniden yaralanırdım." Ellerinin sıcaklığı, sedirin üstüne yasladığım ellerimle buluşunca gözlerim gözlerinin ağından kurtulup ellerimize tutundu. Elleri sıcacıktı. İçimi yaktı ben direndim. Beni küle çevirdi ben toprağa sığındım. "Yaralar sadece dışarıda olmuyor, iki dudağının arasından çıkan her sözle ben zaten yaralanıyorum. Bu yara ne ki?" baş parmağı elimin sırtını ovdu ben dişlerimi sıktım. Bana serzenişte bulunan nefesini hissettim yüzümde. "Beni görmen için bu et parçasının yarılması gerekiyorsa yine yarılır. "

 

Ona kızdım. "Seni görüyorum. "

 

"Bakmakla görmeyi bir mi sandın asi kız?"

 

Asi kız?

 

Ellerimdeki sıcaklık kalbime ulaşırsa ne yapardım ben?

 

"Hem iyi oldu ha?" konuşmasıyla ellerindeki yaralara odaklandım. Bunlar çok yeni görünüyordu. "Korkularım, içinde boğup öldürmeye çalıştıklarını duydum yıllar sonra?" Boğup öldürmeye çalıştıklarım mı? Bunlar bizzat benim kendi irademdi. Onlarla ebedi bir mücadeleydim. "Benim için akıttığın gözyaşlarını tattım. "

 

Kaşlarımı çattım. "Ellerine ne oldu?"

 

"Korkunu hissettim. "

 

"Eline noldu?"

 

"Nefesini buseledim. "

 

"Eline noldu?"

 

"Hay eline ha!. iki romatik söz söyletmedin."

 

Tip tip baktım. "Eline noldu?"

 

"Bu kadar önemli olan ellerime ne olmuş olabilir ki acaba?" alay ediyordu benimle. "Düzgün cevap versene sen!" sesimi yükseltmem garibine gitti. "Kızım yaralanan benim sen değil, deştiler ya beni, hani kavga ettik falan? Ha?" Ellerine daha dikkatli baktım. Bunlar yeni olmuştu eminim.

 

"Yalan söylüyorsun. Bunlar yeni olmuş üstünde kan lekesi bile duruyor." ciddiyetimi fark etmesini sağladım. "Ne oldu söyle?"

 

"Sen nerden bileceksin elimin son halini de şimdi böyle konuşuyorsun." avuçları ellerimi daha da sıktı. O etlerinin arasından bana tüm duygularını avuç avuç hissettirdi. "Biliyorum. Sen burada yaralı yatarken o eli bir saniye bile bırakmadım, tuttum. Yaşadığına emin olmak istedim. Elini saatlerce izledim. Şimdi doğruyu söyle? Ne oldu?" gözlerinin kıyısına şaşkınlık yayıldı. Gözlerini kırpıştırıp kaşlarını çattı. "Sen.. Benim elimi tuttun ha? Bildiğin elimi tuttun yani?"

 

"E..evet" yüzündeki ifadeleri seçmekte zorlandım. Dudağının sınırlarını aşan gülümsemesi beni zor duruma düşürdü. Sol eliyle ensesindeki saçlarını karıştırdı. Başını iki yana salladı ve gülmeye devam ediyordu. Ansızın bana döndü. Gözlerinde kayan bir yıldız gördüm dilek tutmuştu ve dileği şu an avuçlarındaydı. Büyük bir ciddiyetle baktı, açıkcası tedirgin olmadım değil.

 

"Bundan sonra helalimsin, o kadar!" Bu kez şaşkınlık sırası bendeydi belli ki bu çocuk delirmişti. Çok mu dayak yedi acaba. Ama bu kadar şuursuz olması da neyin nesiydi? Bu kez iki eliyle tuttu titreyen elimi. "Elimi tuttun, bu artık namus meselesi oldu. Başka çaresi kalmadı. Evleniyoruz!"

 

"Oha!" gözlerim yerinden çıkacaktı.

 

"Ben ciddiyim." gerçekten ciddiydi. Onu ciddiye almamam rahatsız etmişti. Şu an kaşları çatıktı. "Kadınımsın artık. Ciddiyet bekliyorum senden"

 

Alık alık baktım yüzüne acaba kafasına darbe falan mı aldı da ben görmedim. Elimle alnımı kaşıdım. Kesinlikle çıldırmıştı. "Gidip imamı çağırayım ben en iyisi ha ne dersin?"

 

Ona gözümü devirdim. "Saçmalıklarını bitirmeni bekliyorum." elimi kafesinden kurtarıp oturduğum sedirin iki yanına bastırdım. "Çünkü komik degil."

 

"Şaka yaptığımı falan mı sanıyorsun!"

 

"Bence sen kafayı yemişsin!"

 

"Yedirenler sağ olsun!" sesindeki öfke yüzüme çarptı önüme döndüm.

 

"Hiçbir şey olmamış gibi mi davranacaksın böyle. Hiç gitmememişsin, hiç kan dökülmemiş gibi. Tamamen saçmalık." burnundan solumaya başladı bunu yanağıma vuran nefesinden anladım. Elini burnunun kemerine yaslayıp sakinleşmeye çalıştı ama beceremedi. "Sen gerçekten de vicdan azabısın!" gözlerimi sımsıkı yumdum her söylediğinde nefesim tükeniyordu. "Senden uzakta kalanda benim, yanında uzağa itilende. Yaptığın tek şey bana azap çektirmek!"

 

"Bir nefeslik bile derman yok ben de, ne sana ne kendime." gönlümün sıkışan acısı saklandığı yerden yükselip kafesime çarptı. Canım acıdı. Ondan başkasından böyle bir acı istemiyordum. Sadece o vardı bunu biliyordum kabul ediyordum ama olmayacağını da biliyordum Avuçlarımın bağımlı yanları Baranın ısısını arzuladı, nefesim kokusuna ihtiyaç duydu ama beynim abimin kanını suladı ciğerlerime. O kokuyla ben ne nefes alırdım ne adım atardım. Baran benim nadide değerli parçamdı ama onu değerli yapan şey ona erişememekti. "Sen ve ben asla biz olamayacağız. Aklım kalbimle savaşını kaybederse işte o zaman asıl azap başlar Baran. Kendime çektireceğim azap yıllarca yaşayacak. " sınırları aşan yaş kirpiklerimin mahzeninden sıyrıldı. Tutamadım. Sıcak avuçlarını çenemde hissettim. Yüzümü yüzüne hizaladı. Şefkatini yerleştirdiği yüzünde bana olan özlemini seçtim, aklım darbe aldı.

 

"Neden bana sormuyorsun?" Islak kirpiklerime öfkeli baktı. "Benim ne uğruna bu kadar acı çektiğimi?"

 

"Ne uğruna. Bir 'hiç' için mi?"

 

"Seninle geçireceğim bir gün için. Ben geleceğimi yakar önüne sererim, ölüm zaten bir kurtuluş değil mi? Ben ölümü en güzel şeyle taçlandırmak istiyorum. Kendini bir 'hiç' olarak gören, bana acıdan başka duyguları da tattıran yaralı bir kızla. Seninle Berfin." Avuçlarımı var gücümle sedirdeki örtüye geçirdim. Titreyen çenemi gizlemek adına Dişlerimi sıktım. Sustuklarım şu an dillerimden boşalsa da zindanlarımın paslı kilidi kırılsa da ben artık özgür olsam. Yapamıyorum. Dilim, aklımın gerçekleri hatırlatan sesinden başka bir şey söylemezdi. Baran gözlerinin çeperine bile saatlerce bakabilecegim kadar güzeldi. Çocuk olmak isterdim. Hiç büyümeyip o anda kalmak. 14 yaşımın baharında. Baranın yüreğinde. "Eğer zamanı geri alabilseydim, seni hiç tanımadığım bir zamana almak isterdim." Dedim parmakları gergin çenemi ovdu. Yaralarım sızladı, gözleri ezilen yüzüme katıyla baktı. "Ne seni yakardım ne kendimi, ne seni susuz bırakırdım ne kendimi. "

 

"Eğer zamanı geri alabilseydim" dedi. yutkunuşunu damarlarımın derinlerinde hissettim. "Dizlerimde uzandığın o ana almak isterdim. Eğer öleceğim anı seçme hakkım olsaydı." baş parmağı ıslak yolları temizledi. "Saçların avuçlarımdayken, sevgin tüm çıplaklığıyla yüreğimdeyken, gözlerin herkese kör bir bana bakarken ölmek isterdim. "

 

Çarmıha gerilen yaşlarım zincirlerinden kopup kurtuldu. Baran benim el değmemiş mabedim, ellerimin tek dokunuşuyla biliyordum ki tüm dertlerinden kurtulacak ve yine biliyordum ki en büyük derdi omuzlarıma yükleyecekti. Yıllar önceki Barana olan özlemimle baktım yüzüne o kadar hasret doluydu ki yakınına gelenler bu duygudan boğulabilirdi. Onu özlediğimi o kadar iyi biliyordum ki, en küçük hareketinde bile geçmişim gözümün önüne geliyordu. Saçlarının tek teli terli alnında asılı dururken siyah kirpik oklarıyla yaraladı beni. Sakallarının gerginliğinden kendisini sıktığını anlamıştım. Benim gibi aslında o da direniyordu.

 

"Vicdan azabı." nefesinin kırbacıyla mücadele ettim. Kokusunu en derinlerimde hisettim. "Sana elimi uzattığımda tutacağını bilsem, sana uzanmayan elimi keserim. Şimdi burada sana sarılsam, mutlu olmayan damarımı akıtırım. " bana karşı bu kadar net olması belki de beni en çok zorlayan şeydi. Belki biraz sussa her şey daha kolay olabilirdi. Yüzünü izledim belki bir daha göremeye bilirdim. Siyah gür saçları, dikenli sakalı geniş omuzları, yanık teni ve kara gözleri. Neden bu kadar güzel olmak zorundasın ki? Sessizligimden faydalanıp konuştu. "Bazen bana öyle bir bakıyorsun ki, sanki 14 yaşındaki o kız burada, bazen öyle bir bakıyorsun ki, sanki dizlerini titrettiğim o kız burada. "

 

Kahretsin.

 

Dizlerim titriyordu.

 

Beynimde bir ışık süzüldü.

 

Ani. Sert.

 

Berfin. Baranın nişanlanacağı kız. Kaşlarım anında çatıldı. Ben burada napıyordum. Kendimden utandım. Böyle bir saygısızlığı nasıl yapabildim. Hemen uzaklaşıp sedirde yana doğru kayıp aramıza mesafe koydum. Ona bakamadım. "Ama sonra işte bu oluyor. Birden öfkeleniyor, benden uzaklaşıyorsun. Elimden kayıp gidiyorsun. Sen kendinle çelişiyorsun."

 

Derin bir nefes alıp toparlandım. Elimle yüzümü sıvazlayıp utancımı bastırmaya çalıştım. "Ben" seslice yutkundum. "Ben kendimle çelişmiyorum. Savaşıyorum. "

 

Acı dolu bir gülümsemeyle baktı bana. "Peki bu savaşı kazanacak mısın?"

 

İnancıma Sarılarak konuştum. "Kazanmak için elimden geleni yapacağım. "

 

Sedirde geriye doğru yaslandı. "Peki kazanırsan ödülün ne olacak."

 

Ayak bileğimden bedenime dolanan umutlarım, bana destek oldu. "Tek ödülüm olacak. Yaşayacaksın"

 

Gözlerinde sinsi bir yılanın çatallı diliyle tısladığını gördüm. Dudaklarına kadar sinsice yaklaştı ve bir kıvrımda durakladı. Sinsi gülüşüyle baktı bana. "Sana bu ödülü tattırmam Berfin. Sen kazandığını zannederken ben ölümüme sela okutuyor olurum. Asla kazanamayacaksın!"

 

Uçurtmamın kuyruğu koptu.

 

Yalpaladı yalpaladı.

 

Ve çakıldı.

 

Tıpkı inancım gibi.

 

🦋

 

Kaderin benim için çizdiği yolda elimde tebeşirle bekliyordum. Kaderimin dönüm noktasından başladım çizmeye. Dik keskin ve kendinden emin bir yol. Bu yolda 6 yıldan fazla 7 yıldan az bir zamandır yürüyordum. Yolumu yağan yagmurlar bile silemezken ansızın yolumun sonuna ulaşamadan bir engelle karşılaştım. Baran'la. Yağmurların fırtınaların bile silemediği o yolu Baran tek bakışıyla mahvediyordu. Benim büyük ve geçemeyeceğim tek imtihanımdı. Onu yaralasam yeniden ayağa kalkıyordu, beni yaralasa yeniden ayağa kaldırıyordu. İki ucu belirsiz bir dağ yamacıydı. Ondan uzaklaşmam imkansız, biraz bile uzaklaşsan ölüm yanı başına konuyordu.

 

"Kolay gelsin"

 

Omzumun üstünden mutfağın avlusuna açılan kapıya baktım. Serdar burdaydı. "Sağ ol." elimdeki köpüklediğim bulaşıkları durulamaya devam ettim. Serdarı görmek beni tedirgin etmişti. Buraya geldiğine göre kendiside tedirgin olmuştu. Onu görüp görmediğimi anlamaya gelmişti zannımca.

 

"Gelmiş bizimki." yavaş adımlarla mutfağa girdi. Abim taburcu olmuştu. Annem ve babam onunla beraber dönmüşlerdi. Şimdi herkes abimin odasında onunla ilgileniyordu. "Hmm. Odasında git gör kardeşini." gözlerini kıstı imada bulunup bulunmadığımı anlamaya çalıştı. "Sen nasılsın?" adımları bana yöneldi. Çenemi avuçlayıp yara izlerime baktı. "Piç herifler. Ulan bunlar adam mı be!" çenemi kurtardım elinden. Çeşmeyi kapatıp ellerimi kuruladım.

 

"Şşht! Evde herkes gergin sende başlama. Sakin görünmeye çalışıyorlar ama bakma zor tutuyorlar kendilerini" yüzümdeki yaraları izleyip kaşlarını çattı. "Ulan ben böyle işin.." Sinirlendiğinden olsa gerek burnundan derin nefesler alıp veriyordu. Bir müddet sakinleşmesini bekledim.

 

Ocağa geçip patatesleri karıştırdım. Kızaranları tabağa yerleştirdim. "Bugün bir yere gittin mi?" önüme atılan topa sertçe cevap verdim.

 

"Senin gittiğin yerden başka bir yere gitmedim."

 

"Gördüğünü tahmin etmiştim." ona sadece sırıttım. "Madem bu kadar merak ediyorsun onu ne diye acı çektiriyorsun?" gülen yüzüm tuzla buz oldu. Soğuk yüzümle konuştum. "Bu kadar hızlı koştuğunu bilmiyordum. Bir baktım gitmişsin!"

 

Gözlerini kıstı. "Baban orda olduğunu bilse ne olur?"

 

"Abim yeni arkadaşının kim olduğunu öğrendiğinde ne olursa o olur" bulaşıklarıma tekrar döndüm. "Yeni falan değil." diye mırıldandı.

 

"Aman ne hoş"

 

"Bilmediğin çok şey var. Daha önce Malik Baran ve ben beraber takılırdık. Eminim bunu bilmiyorsundur." Evet bilmiyordum. Ellerim suyun altında bir müddet kalakaldı. İşlevsiz öylece. Abimle Baran arkadaşlar mıydı yani? "Çocukken düşmanlığı kimse bilmiyordu Berfin. Daha mutluyduk tabi. Sonra Malik önce düşmanlıktan bahsetti araya mesafe kattı, hatta kavga edecek hale bile geldiler. Zaten o son olaydan sonra ipler hepten koptu orada. " son olay dediği Ferhat abimin ölümüydü. Gürültüyle elimdeki tabağı sebete yerleştirdim. "Sonra Malik Baranla konuşmamı istemedi. Ne diyebilirdim ki Ferhatı yeni kaybetmiştik. Baran, Malik gibi değildi düşmanlığı büyütme taraftarı hiç olmadı"

 

"Çünkü onun abisi ölmedi!" ellerimi tezgahın mermerine vurdum.

 

Gözlerindeki pişmanlığı gördüm, utandı belki söylediklerinden ama Baran için bir şeyler yapmak istiyordu. Sırtını kapının pervazına yasladı. "Barana tüm suçu yüklemek vicdanızı mı rahatlıyor. Malikte sende ona Miroğlu diyip duruyorsunuz, o bunu hak etmiyor. Atalarından kalan lekeyi ona süremezsiniz."

 

"Tabi tek sorun ona nasıl hitap ettiğimiz.. Ne dememizi istersin adıyla mı hitap edelim, ya şey nasıl Baran ağa ha? Ne dersin?" ocağa yaklaşıp son patatesleride tabağa yerleştirip ocağı kapattım.

 

"Tamam adıyla hitap etmiyorsan bile soyadıyla hitap et. Turanlı diye bilirsin. Ama Miroğlu demeyin artık."

 

"Hıhı tabi başka? Onların sülalesi elini kana bulamış ki adları Miroğluna çıkmış. Biz söyleyince mi zalim oluyoruz. Onların arkada kalan çoluk çocuktan haberleri var mı?"

 

"Ne biçim kız oldun sen ya küçükken böyle değildin. Barana yanıkken hiç böyle kin gütmezdin." Aptalın tekiydi bu Serdar. Bu kinimin Barana değilde, Barana direnemeyen yanıma olduğunu bilmiyordu. Direnme gücümü kaybetmemek için hatırlamam gerekiyordu.

 

"Siz anlaştınız heralde. Ayni şeyleri söyleyip duruyorsunuz" mutfağın köşesinde Mümtaz abinin hal'den getirdiği sebze kasasına yöneldim.

 

"Niye geçmişi konuşmak zor mu geliyor. Sen Baranın gittiğinde neler yaptığını biliyor musun. Seni unutmak için verdiği mücadeleyi. İki kardeş ona hak etmediği yükü yüklüyorsunuz "

 

Elimdeki kasayı gürültüyle yere bıraktım. "Bizim omzumuzda da ağır yükler var Serdar sen merak etme."

 

"Eğer korktuğun için böyle davranıyorsan korkmana gerek yok Berfin. Barana bu yüzden sırtını dönme."

 

"Biliyor musun!" parmağımı ona hiddetle salladım. "Miroğlu umrumda bile değil. Ona yüklediğimiz yüklerde, ailesi de, sana anlattıklarıda, gittiği yerde. Hiç biri umrumda degil!"

 

"Hayret. Halbuki Baran hala senin hakkında konuşurken iki defa düşünüyor. Adın geçince duraksıyor. Senden hiç böyle bahsetmiyor." Çünkü o, yalan söylediğimi anlıyor.

 

Çünkü o, ayrıyken bile ondan geçemediğimi biliyor.

 

Dilimin inkar ettiğini, Kalbimin kabulü olduğunu biliyor.

 

Aramızda uzun bir sessizlik oldu. Sebzeleri dolaba yerleştirdiğim süre boyunca Baranın benim hakkımda neler söylediğini düşünüp durdum. Ama bir sonuca varamadım.

 

"Gülistan gil yok mu mutfak sana kalmış" Gözlerimi devirdim.

 

"Taziyeleri varmış."

 

"İnşallah mutfak yanmadan dönerler." elimle yüzümü sıvazladım. Yaralarım sızladı ama umursamadım. "Biliyor musun komik değilsin. "

 

"Şaka yapmamıştım. Evde kalacağın için demiştim." yüzümü ondan saklayıp sırıttım.

 

"Yakında davetiyem eline ulaşır. Mıço Ahmet oğluna istiyor beni."

 

Bir gürültü oldu. Tespihini elinden düşürdü. "Ne davetiyesi kızım. Şimdi Baran'ı kim tutacak kesin herifi öldürür!"

 

İçimdeki duygulara bir anlam vermek istemedim ama nedense Baran'ın beni kıskanması sanırım hoşuma gitmişti. Dudaklarıma dişlerimi geçirip sırıtmamı önledim.

 

Ona cevap verecekken babamın sesini duydum. "Serdar. Hoş geldin. Nasılsın?"

 

"Nasıl olalım, Malik bu halde olmasaydı daha iyi olurduk." Babam yavaşça mutfaktaki sedire oturdu. Göz teması kurmamak için önümdeki sebzeleri dolaba yerleştirmekle uğraştım. Babam derin bir nefes aldı.

 

"Merak etme, çok şükür iyi daha beterinden korusun Allah. "

 

"Amin"

 

Babamın bakışları yüzümde turlayıp durdu ama başımı bile kaldıramadım. "Kahve yapanımız yok mu yahu? Hı Berfin?" elimdeki domatesle

kısa bir süre kalakaldım. Çömeldiğim yerden yavaşça dogrulurken mırıldandım. "Yaparım şimdi."

 

"Sen gelmesen bana kahve vermezdi valla ağam." Serdarın patavatsızlığına sertçe bakıp, dolaptan cezve çıkardım. Kahveyi cezveye koyarken Serdar konuşmaya devam etti. "Kadir ağanın oğlu Ömer yapmış öyle mi?" saç diplerim sızladı, yanağımdaki yaralar tekrar darbe aldı sanki. Elimin tersini yanağıma sürttüm bu hissin beni ele geçirmesine müsaade etmedim. "Öyleymiş." babamın ses dalgalarının arasında sinir elle tutulur gibi değildi. Kahve fincanlarına köpükleri koydum. "Şimdi n'olacak, bir şey yapmıcak mıyız?"

 

"Sakin ol evlat her şeyin bir adabı var." kahveleri fincana boca ederken, avluda Saitin peşinden koşan yengemin sesini duydum. Arkamı dönüp elimdeki tepsiyle önce babama yaklaştım. Başımı kaldırmadan kahvesini verip serdara yöneldim. Serdar kahveyi almak için elini uzatında ellerindeki kızarıklar gözüme çarptı tıpkı Barandaki gibiydi ama Barandakiler daha kötüydü. Bunlar kesin bir şeyler karıştırıyorlar. O sıra yengem mutfağa girdi. "Hoş geldin Serdar."

 

"Hoş bulduk yenge."

 

Yengem bana döndü. "kız sen niye girdin mutfağa ben hallederdim. "

 

Tepsiyi tezgaha bıraktım. "Beraber yaparız biter hemen. "

 

"O ne! Bak yaran kanamış." elini dirseğime koyunca beyaz tuniğimin kolundaki kan lekesini gördüm. "Bak gördün mü işte kanamış, git dinlen ben yaparım, daha tam iyileşmedin hadi"

 

Babam sertçe nefesini verip kahveyi tabağına bıraktı. "Ceylan! Bu akşam misafirler gelecek." Kolumdaki yaraya baktı sertçe. Sanki kendisi beni yaralamamış gibi, öfkeyle baktı. Gerçekten buna gülebilirdim. "Kadir ağa oğullarının yaptığının bedelini ödeyecek. Onlara artık bu şehirde yer yok. "

 

🍂

 

İnsanoğlu bu hayattaki en akıllanmaz varlık, yanacağını bile bile yürüyen de, söndüremeyeceğini bildiği halde ateşi harlayanda kendisi. Tek dermanı kendisi ve iradesiyken, bu iradenin kıyısına nefsinin terbiye olmamamış arsız yanınıda konduruyordu.

 

Neden akıllanmıyordum ki?

 

Zihnim basbas bağırıyordu kaç! ondan uzak dur.

 

Kalbim ise hiçbir şey yapmadan sadece susuyordu ve sustukları benim önüme yıkılınca ben yolumu şaşırıyordum. Geçmişe süngeri çekmek bir daha adını bile öğrenmeyeceğim, ölümü tatmadığım zamanlara dönmek istiyordum. Şimdi, bir an gözlerimi kapatsam ve kötülükler hiç hayatımıza sıçramamış gibi yaşasak. Evimin avlusunda abimin cenazesinin yası hiç tutulmamış, ölüm kokusu hiç sinmemiş gibi. Evet acı çekiyorum, inkar edersem dilim tutulurdu.

 

"Hala bunun annesi yok mu?" ağır yüklerin yüklendiği gözlerimi Saite yönlendirdim. Benim odamda minderin bir köşesinde oturmuştuk. Önümüzde ise uğruna çukurlara düştüğüm, köpeğim duruyordu.

 

Sait, adını Köfte koymuştu.

 

"Tabiki var olmaz olur mu?" Köfte, Saitin elinden kurtulmaya çalışırken Sait küçük elleriyle tutmakta direniyordu. Onu son bulduğumdan bu yana kendisini toparlamıştı. Babam ona ufak bir kulübe bile yapmıştı hatta. Artık koca kafası pek dikkat çekmiyor vücuduyla orantılı görünüyordu. "Nerde o zaman yavrusunu niye bıraktı?"

 

Köfte Saitin yüzünü yalayınca gülücükleri havada yankılandı. Dudaklarımı büktüm.

 

"Bilmem ki. Belki ölmüştür"

 

Boncuk gözlerini bana çevirdi. "Babam gibi mi?"

 

Ölümü anarken iki defa düşünmem gerekiyordu öyle değil mi? Çünkü biz avuçlarımızla kabire toprak atmış kişilerdik. Peki canlıyken üstümüzü toprak atmakta neyin nesiydi.

 

Sertçe yutkundum. Dudaklarımı birbirine yaslayıp tek çizgi haline getirdim. İçimden defalarca özür diledim. Özür dilerim Sait, sana bu hayatta yaşatabileceğim acıyı yaşattığım için. Babanı sadece ölümle andığım için. Sadece başımı sallayabildim.

 

"Hala?"

 

"Hımm?"

 

"Babam beni seviyor muydu?" masum yüzünden akan sevgi muhtaçlığını gördüm. Ağlamamak için art arda yutkundum ama yeterli olmadı. Kirpik diplerim acımaya başladı bile. "Çok seviyordu." geçmiş zamanın kipi boğazıma yumru gibi oturdu. "Ya! Peki ne diyordu benim için?" küçük elleriyle omuzlarımı tutup kucağıma yerleşti. Elimle saçlarını sevdim. "Derdi ki... Benim oğlum aslan gibi olacak" konuşamıyordum. Boğazım o kadar acıyordu ki bir pençe geçirilmiş ve açık yara bırakılmıştı.

 

"Aslan mı! Kocaman mı yani?" elleri saçlarımda gezintiye çıktı gözleri abimin bir kopyası gibiydi sanki. "Kocaman. Yukarıdaki odada beşik varya.. işte onu senin için kendisi yaptı." kirpiğime bulaşan ıslaklık yanağıma yöneldi. "iki gün uyumadı sırf senin için"

 

"Babam burda olsaydı, ona kocaman sarılırdım hala. Hiç bırakmazdım... Ama yok ki" tombul elleri Yanağımda gezindi. "Biliyor musun? Babana çok benziyorsun" yutkunuşum beni çok zorladı. "Sinirlenmen, konuşman... Gülmen. Hepsi o kadar benziyor ki anlatamam. Senin için çok şey göze aldı, hayatını bile." başını omzuma yasladı.

 

"Annemde öyle söylüyor, o da hep ağlıyor senin gibi. Ama ben ağlamıyorum, anneme kızıyorum ağladığı için ağlamayın hala. Babam görürse üzülmez mi?"

 

Abi umarım bizi görüyorsundur. Oğlun çok güçlü, annesini bile ayakta tutan tek şey. Aslında her şey.

 

Çenemi başına yasladım. Göz yaşlarımın akmasına izin verdim. Kollarımla sıkıca sardım bedenini. Küçük yaralı bir kuştu ama uçmaya olan inancını hiçbir zaman kaybetmemişti. "Senin kadar güçlü olsaydım keşke. Ben gücümü kaybettikçe, korkum beni ele geçiriyor." pamuk elleri kolumu sıvazladı. Yumuşak saçları omuzlarıma sürtündü. "Ben korktuğumda babamla konuşuyorum. Sen de korkarsan öyle yap tamam mı? Ama anneme söyleme bu benim sırrım. "

 

"Bu bizim sırrımız" saçlarına öpücükler kondurdum.

 

Köfte odamda turlar atıp yatağıma tırmandığı bir müddet öylece kaldık. Abim hakkında konuştuk. Sık sık titrediğimi saklamak için susmak zorunda kaldım. Saitin sırrını gerçekleştirdik. Abimle Konuştum, korkumu ümitsizliğimi anlattım. Ben anlatırken Sait abime beni yatıştırmasından söz etti. iki yamalı kumaşı aldık ortamıza bir yanını Sait yama yaptı diğer yanını ben. Bu dikiş tutmayacaktı biliyordum ama onun küçük kalbinin kırıklara karşı duracak gücü yoktu. Ona bu yamaların söküleceğini söylemedim. Hayır hayır. Ben yalancı biri değilim. Sadece hayata olan ümidini kaybetsin istemedim.

 

Köfte Sait ve ben konağın merdivenlerinden inerken yengemin korkuluğa yaslanmış avluyu izlediğini gördüm. Ona doğru yaklaşıp dirseğimi balkonun duvarına yasladım. Aşağıda babamın misafirleri vardı. Yengemin bakışları kısaca bana döndü. "Geldiler"

 

"Ne konuşuyorlar?"

 

"bilmem ki yeni geldiler. Bak şu başta oturan varya işte şeyh. O geldiğine göre önemli bir şeyler konuşacaklar" yengemin gösterdiği kişiye bakınca beyazlar içinde yaşlı bir adam gördüm çoğunlukla konuşulanları dinleyen dingin biri gibiydi. Yanlış anımsamıyorsam babam küçükken onun elini öptürmüştü bana.

 

U şeklinde şark minderlerine oturuyorlardı. "Serdar gitti mi?"

 

"Yok, Malik'in yanında." omzunun üstünden arkasına dönüp Köfteyle oynayan Sait'i kontrol etti. "Serdarda ateşe odun taşıyor. Malik zaten sinirli nefes alamıyor, olayın üstüne gidip duruyor."

 

"Bakma öyle sinirli olduğuna, kolay kolay çıkamadı abinin yanına. Mutfakta oyalanıp durdu." perçemlerimi kulağımın arkasına sıkıştırdım, asi tutamlar yüzümün kıyısından ayrılmamakta inatçıydı.

 

Az sonra Mümtaz abi elinde tepsiyle yaklaşıp çayları dağıttı. Babamın sesi ara ara yükselse de Şeyh'e saygısından geri alçaltıyordu. "Napsım dayanamıyor onu öyle görmeye. Sesinin titrediğine yemin edebilirdim. " yengemin üzüntüyle iç çekişi beni de üzdü. Serdarı çok iyi anlıyordum, abimi öylece görmek kolay değildi.

 

Kapının gürültüsü yankılanınca biz dahil herkesin başı o yöne döndü. Mümtaz abi koşturarak kapıyı açtı.

 

Belki de kimsenin ummadığı biri burdaydı. Bu kapıya en son ayak basacak kişi. Dirseklerimi duvardan ayırıp dikleştim, aynı şeyi yengemde gerçekleştirdi. Ağzından bir nida sesi yükseldi. "Burda ne işi var bunun." ellerim duvarın keskin kısımlarını sıyırırken gözlerim onun varlığına tutundu. Kalbim bedenim şu anda tek bir şeye odaklanmıştı. Baran şu an da Atman konağındaydı.

 

Kalbim kasıldı.

 

Attığı her adımla Ferhat abimin toprağını çiğnedi aslında.

 

Yengemin korkulu ve titrek sesi ilişti. "Kesin bir şey olacak." ne yöne bakacağımı bilemedim.

 

Baran kendinden emin adımlarla yürüyordu. Babam Baranı görünce yerinden doğruldu. Elimden biri kalbime gitti. Korkum tüm zincirleri söküp dağıtmıştı. Ne olur kötü bir şey olmasın. "Babam bir şey yapmaz dimi yenge?" kalbim avuçlarımı baskılarken nefesim ciğerlerimi deşiyordu. Azarladı beni "sus kız Allah korusun" tülbentini düzeltirken konuştu. "Niye geldi bu çocuk delirmiş mi?"

 

Sessizce mırıldandım. "Akıllı mıydı sanki?"

 

Babam Baranın karşısına geçince nefesimi tuttum ellerim dudaklarımın üstünde birleşip kötülüğe lanet ettiler. "Hoş gelmişsin" babamın dudağından çıkanlarla ben ve yengen şokla birbirimize baktık.

 

Baranı babam çağırmıştı. Abimin kanının kokusunun üstüne onun adımını attırmıştı. Ne uğruna kim uğruna. Arkasında yumruk yaptığı ellerini seçtim. Gergindi. Oğluna ihanet ediyordu. Bu eve ayak basmamalıydı. "Hoş buldum." esmer yüzünün parlak çehresini uzakta bile olsa seçerdim. Üstündeki gömleğini degiştirmişti. Gri bir t-şhirt giymişti, altında ise siyah keten pantolonu. Saçları biraz dagınık bile olsa ona serseri bir hava katmıştı. Diğer merdivenden zorlukla inen abimi gördüm. Burnundaki alçı göz çevrelerine kadar morluklara sebep olmuştu. Ayağa kalkmaması lazımdı. Başı dönüp düşebilirdi. Abimin arkasından inen Serdar, kalabalığa bakıp olayı çözmeye çalıştı, onu da en az bizim kadar şaşırtmıştı Baran'ın burada olması. Basamağın sonuna gelince, Elini korkuluktan ayırmadan destek aldı abim. "Baba n'oluyor" gözleri kısaca misafirler ve Baranın üstünde dolandı. Babam elini kaldırıp abimi susturdu. Daha sonra Barana döndü. "Seni davet ederken diğer ağalarla istişare ettik. Sen baban gibi değilsin bunu hepimiz biliyoruz." derin bir nefes aldı. "Bazı şeyler işittim. Hem oğlumu hem kızımı kurtarmışsın. "

 

Yengem hızla bana döndü. "Sizi Baran mı kurtardı.?" tedirgin mahçup yüzümle başımı salladım. "Niye bana söylemedin?" haklıydı bana kızmakta ama söylersem yaralandığınıda söylemek zorunda kalırdım. "Söyleyemedim"

 

"Oysa onu kötülerken hiç zaman kaybetmiyorsun. Şimdi mi susacağın tuttu." dayak yemiş gibi irkildim. Ne diyeceğimi bilemedim. Utançla önüme döndüm. Avuçlarıma tırnaklarımı batırıp kendimi cezalandırdım.

 

Baran sakallarını kaşıyıp yandan bir bakış atıp konuştu. "Sizin aksinize ben hiçbir zaman düşmanlık ve kin beslemedim. Yardıma ihtiyacı olan kim diye bakmam, yardım ederim. O günde öyle oldu, düşman diye hitap ettiğiniz iki aile söz konusu can ve namussa birlik olmalı bana göre. Ben üstüme düşeni yaptım." Sağ elini yarasına doğru yaslayınca karnıma bir ağrı saplandı sanki.

 

"Niye ayaklandın ki hemen." sesim yengeme ulaşmış olmalı ki bana döndü. "Kimi diyorsun?" Sesindeki kırıklık beni daha da üzdü. Baranın yaralanmasını bilmiyordu. Perçemimi kulağımın ardına iterken cevapladım. "Abimi diyorum. Düşüp kalacak şimdi" ses etmedi yengem. Yalan söylemekten nefret ediyordum.

 

Babam sağa sola büyük adımlarla yürümeye başladı. Elleri ardında bağlı bir şekilde sessizce düşündü. Baran başını kaldırmadan gözlerimizi buluşturdu. Dudaklarının bir kısmı kıvrılınca ne yapacağımı şaşırdım. Gözlerimiz arasına ince bir perde çekti sadece bizim bileceğimiz sadece bizim anlayacağımız bir andı bu. Bana böyle bakıyorsun ya Baran sana koşmamak için çok zor tutuyorum kendimi. Sanki avuçlarıma kalbini, yere atacağımı bilerek bırakıyorsun. Sana gülmemi sağlayıp o kalbi onarıyorsun, ardımdan o kalbi yine benim zalim ellerime bırakıyorsun. O kalbin attığı her an ben yine kırarım. O kalp atsın Baran ben senin vicdan azabın olmaya razıyım. Avuçlarımı daha da cezalandırdım. Ummadığım anda Ummadığım bir şey yaptı.

 

Bana göz kırptı.

 

Gözlerim şaşkınlıkla aralanirken korkuyla etrafıma baktım. Yengemin yandan bakışlarına maruz kalınca kaşlarımı çatıp sert bakışlarımı yolladım. Bu patavatsızlığı nasıl yapabilirdi.

 

"Herkes bilirki benim evlatlarım kıymetlidir. Değer biçilemezler benim için. Sen benim değerimi daha da yükselttin. Evlat. "

 

Evlat?

 

"Sana şimdi herkesin içinde diyeceğim bir şey var. Ağalarda şeyhimde şahit olsun. Ben sana olan öfkemi yıkıp geçtim." bir rüzgar saçlarımı savurup attı.

 

Baran konuştu. "Ben size hiç öfkeli olmadım ki?"

 

Babamın gözlerinin çeperinde geçen manaları sezdim. "Evlat. Öfke duyacak kafar birini kaybetmedin ki sen!"

 

"Ben kaybettim!" Baranın sesinin yükselişi hepimizi tedirgin etti. "O gün kendi öz babamın insanlığını kaybettiğini izledim ben. Kendi kızına kendi torununa kıyacak kadar vahşi oluşunu izledim.!" öfkeli sesi şeyhinde pür dikkat onları izlemesine sebep oldu. "Herkes bana öfkenin ölümle olacağını söylüyor. Ben de size söylüyorum ilk kez. Ben o gün babamı kaybettim." iki kızgın göz iki kırık kalp birbirine bakarken Baranın kırıkları battı avuçlarıma. "Benim bir babam yok. Siz evladınıza toprak attınız. Benim cenazemin bir mezarı yok, insanmış gibi ortalıkta geziniyor!"

 

Babam başını çevirip şeyhe baktı. Yaşlı yüzünde tebessümün kırıkları belirdi. "Sen bana evlatlarımı bağışladın. Bundan sonra bu evin kapısı sana açıktır bunu bil." Babam bir elini tedirginlikle kaldırıp omzuna attı, "Allah senden razı olsun. Sana can borcum var artık. "

 

Titreyen dudaklarımı parmaklarımla kapattım. Yengemin sürmeli gözlerinden iri damlalar süzülürken, gülümsediğini gördüm. Babam hayal kırıklığını acısını geçmişin sokaklarına fırlatırken, elleriyle ceplerindeki yüklerden kurtuldu. öfke. Kin. Kalbinden yeni duygular sakladı ceplerine, bağışlamak ve vefa.

 

Baranın gözlerindeki filizler o kadar yıldır su tatmamıştı ki şu an başlarını güneşe bile doğrultamıyordu. Kirpik uçları birbirine girdi, elleri dikenlerden o kadar yaralanmış, sırtı o kadar yükle ağrımıştı ki yüklerden kurtulmaktan dolayı bocalıyordu. Ona herkes Miroğlu derdi, şimdi bu hırkayı, zalimin sokaklarında başka bir suçluya giydirmişti, babasına. Gözlerinde şeyi gördüm, ona hangi masalı anlatırsan inanacaktı. Orada umudu gördüm.

 

"Dayı!" Sait koşarak merdivenden inip Barana koştu. Baran şoku üstünden atamamış olacak ki Sait ayaklarının dibine gelene kadar hareket edemedi. "Dayı!" sonunda kendine gelip Saiti kucakladı. "Aslan parçası" etrafında dönüp Saiti güldürdü. Köftede bu dönmeye eşlik etti. Bir yandanda tam oturmamış sesiyle havlıyordu. Kısacık bir an bu sahnede zaman dursun istedim. Sait ve Baranın gülüşlerinin yankıladığı bir ev hayal edince o evin balonlarla süslü bir yer olduğu geldi gözümün önüme. "Sadık ağa!" Açık kapıdan gelen ses. Bu balonları tek tek patlattı. Kadir ağa ve oğulları ardı sıra avluya girdi. Mutluluğun kısalığına sizde şahit olmuşsunuzdur mutlaka ne zaman mutlu olmayı hayal etsem anında biri yerle bir ediyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Bilal ve Ömerde hemen arkasındaydı. Ömerin yüzünü görmek bile sinirlerimi zorluyordu. Ama şimdi dikkatimi çeken başka şeyler oldu bunlar resmen dayak yemişti! Abimle kavgaları sırasında olan yaralar değildi bunlar. Baranın yumruk olan ellerine kaydı gözlerim parmak bogumlarını görünce aklıma Serdarın elleri geldi. Çavuşun yanına gittigimde bir yerden geliyorlardı.

 

Aman Allahım! bunlar kavgaya gitmişlerdi!

 

"Lan siz hangi yüzle buraya geliyorsunuz!" Abim zor ayakta durmasına rağmen adamların üstüne yürüdü. Kalbim ağzımda atıyordu. Serdar ilk şoku atlatıp, dirseğinden tuttu. Sait bu hengamenin ortasında kalmıştı. Hemen koşarak merdiveden indim. Abimi Mümtaz abinin tuttuğunu gördüm. "Defolun gidin lan burdan!" Saiti omuzlarından tuttuğum gibi köşeye geçtim. Baranın bana dönen yüzüne korkuyla baktım. "Siz buraya ayak basacak insan mısınız! Şerefsizler!" misafirlerden birkaçı olaya müdahil olup abimi sakinleştirdiler. Kadir ağa babama hitaben konuştu. "Kavga gürültü etmeye gelmedik Sadık." Misafirlere kısaca göz attı. Ardından şeyhi görünce selamladı. Şeyh ayaklanmış, olanlara bakıyordu. "Oğullarımın yaptıklarının ne kadar ayıp olduğunu biliyorum. Buraya mevzu uzamasın diye geldim."

 

O an hissettim kötü şeyler aslında çoktan olmuştu. Biz kötülügün içinde yüzerken iyilikten mahrum kalmıştık.

 

"Kızını oğluma istemeye geldim!"

 

Baranın çenesinin gıçırtısı kulağımda çınladı. Gözlerini sıkıca yumup hazmetmeye çalıştı sonra aniden açıp bana baktı. O gözlerde hazmedemediği öfkesi yatıyordu.

 

Patlayan bir volkan gördüm.

 

Lavları bana sıçramasın diye mücadele etti ama bilemedi.

 

Ben o lavın ta kendisiydim.

 

Görüyor musun Sevgilim? İkimizin duyduğu o şarkıda dans etmemi istediğinde, olacakları.

 

Ben senin yalanına inanıp, hatıralarımı geride bırakıp dans ettim.

 

Dansım bitti ama kimse alkışlamadı.

 

BÖLÜM SONU

YORUMLARINIZI BEKLIYORUM :)

Loading...
0%