Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm: Yalan Acı

@berfinatman

İsyanım yetmiyor bazen daha da yanayım daha da kavrulayım istiyorum. Ben yanayım ama kimseye bir şey olmasın diyorum. Ben yanmaya razıyım ama insanların acıya bu merakı niyedir bilmem.

 

Baran...

 

Ah Baran.

 

Adının yanına ne koysam boşa geliyor sanki, yakışmıyor, fazlalık gibi. En güzel en kıymetli kelimeyi seçip almak istiyorum. Yoksa başka türlü ne siner ki adının yamacına.

 

Korku bastı tüm yüreğimi.

 

Bedenim üşüyordu.

 

Aldığım darbeler daha da sızladı. Dizlerimde kabuk soyuldu da tekrar kanadı sanki.

 

Baranın boynundaki damar canlı bir yürek gibi atıyordu. Öfkesi avuçlarından taşmasın diye yumruk olmuştu.

 

Kadir Ağa beni oğluna istemeye gelmişti.

 

Baranın dişlerinin gıcırtısı ilişti yüzüme. Yüzü gerilmişti.

 

Abim merdivende dengesini zor sağlarken konuştu. "Siz hangi yüzle gelip kardeşimi istersiniz lan" Serdar, abimin omuzlarından tutup düşmesini engelledi. Burnundaki alçı konuşmasınıda dengesinide zorluyordu.

 

Sait korkuyla başını biraz daha karnıma gömdü. Şu an benimde Saitten bir farkım yoktu. Başımı bir yere gömüp saatlerce saklanmak istedim. Baranın başı ağır hareketle bana döndü. Gözlerindeki fermanı gördüm.

 

"Sen nasıl konuşursun lan babamla" Ömer, abimin Kadir ağaya söylediklerini hazmedememiş gibi üstüne yürüdü.

 

Gözlerime dolan acılar Baranın keskin kilitlenmiş çenesinde intihar etti. Bir adım sonrası bir felaket olabilirdi.

 

"Haysiyetsizler!" Diye bağırdı abim. "Yol kesen haydutlar! O pis ayağınızla nasil girersiniz bu eve" abim tam toparlanamadan kendisini yoruyordu. Gelen misafirler ve Şeyhin ayaklandığını göz ucuyla fark ettim. Bazı misafirler abime doğru gidip onu tutmaya çalıştılar. Kadir ağanin büyük oğlu bu kez öne atıldı. "Doğru konuş lan!" Kadir ağa oğlu Bilalin kolunu tuttu. Ona kısa bir bakış atıp, Babama döndü. Babam öfkesini bastırmak için ellerini arkada yumruk yaptı.

 

"Buraya kavgayı bitirmeye geldik Sadık. Sakin sakin konuşalım." Hiçbir şey olmamış biz yaralanmamışız gibi nasılda konuşuyordu.

 

"Kalleşler! Def olun bu evden it sürüleri!" iki misafir abimi tutarken Serdarın Baranın katı bedenine doğru adımladığını fark ettim.

 

"Malik!" Babamın sesiyle abim durup babama baktı. "Dur oğlum" keskin gözlerini Kadir ağa ve oğullarına yöneltti. "Kızıma el kaldıran hanginiz?"

 

Yanağımda, saçlarımda, sırtımda aldığım darbeler tekrar tekrar acıdı. Gözlerim kamaştı. Midemdeki asitlerin fokurdadığını hissettim.

 

Kadir ağa gergince gözlerini yere indirdi. "Sadık ben oğullarımın yaptığı hatanın farkındayım ki burdayım. Konuyu deşmeyelim. Meseleyi hayırlı bir işle bağlayalım. Kızını oğluma sözleyelim" Kadir ağanın sözüyle Baran boynunu çıtlatıp hırsla bir adım öne çıktı ama Serdar kolundan tuttu. "Şimdi olmaz kardeşim, şimdi olmaz" sessiz konuşmayı belkide sadece ben duydum.

 

"Benim kızıma el kaldıran it oğluna, bir de hediye verir gibi kızımı mı verecem Kadir!" Babamın sesiyle boğazım düğüm düğüm oldu. "Benim evlatlarıma kimse musallat olamaz, sen ve soysuz ailen bu yaptığınızın bedelini ödeyeceksiniz!"

 

Ömerin bakışlarıyla kesişti gözlerim. Yüzünde aşağılık bir gülümsemeyle bakıyordu. Yüzümü süzen gözlerini görünce kusma isteğim arttı. Midem bulandı. Bakışları saçlarıma kayınca, aramıza bir bedenin gölgesi devrildi. Baranın öfkeli solukları ulaşıyordu kulağıma. Ömer tek kaşını kaldırıp tiye aldı. Baran tam önümdeydi, onun bedeninin sinesine sığınmıştım.

 

Babam bir adım öne çıktı. Omuzlarını dikleştirip heybetine kat çıktı. "Bugün ağalarla istişare ettik Kadir ağa. Herkesin karısı kızı var, it sürülerini bu semtte istemiyoruz."

 

Kadir ağanın gözleri alev aldı. "Ne dersin be sen, kulakların iştiyor mu?"

 

"Sana bir ay mühlet -ki bana kalsa buna bile gerek yok- topla pılını pırtını ve bu köyden bu şehirden derhal git." Babamın gözlerinde evlatlarına olan sevgisini ailesine olan düşkünlüğünü gördüm. Şeyh başını belli belirsiz salladı. Dedemde onun yanındaydı.

 

"Sen kimsin ki beni evimden barkımdan kovuyorsun! Burası bana atalarımdan kaldı! Sen kimsin!" Kadir ağa da bir adım öne çıktı.

 

"Atalarınınn kemikleri sızlıyor! Ben kim miyim? Ailesine atasına namusuna evlatlarına sahip çıkan bir baba. Ben karımın ve çocuklarımın refahını gözetleyen bir babayım. Eğer ki gitmezseniz, ağalarla ortak kararımız. Senle alış veriş eden bir adam bile bulmazsın Kadir. Burda size yer yok artık!"

 

Gözlerimin önünden yükselen buhar tanecikleri gözbebeğimin merkezine sindi. Görüş açım puslandı. Dengem bozuldu. "Bunu senin yanına bırakmam Sadık! Senin yanına komam bunu!" Sesler bedenimden uzaklaşıyor, gözlerim odağını kaybediyordu. Saiti tutan ellerim hissizleşirken, son gayretle baktım Baranın sırtına. Midem bulanıyor ayaklarım titriyordu. Alnımdan soğuk terler atarken, titredim. Sanki hissetmis gibi bakışları bana döndü. Gözlerinin karasında kendimi gördüm sanki, orda benden başka kimse yoktu. O gözlerde gökyüzünde sadece ben vardım. O gözlerde denizler bile benimle doluydu. Ben o gözlerde doğmuştum. Ellerim boşluğa düşerken Terslik olduğunu anladı. Etraf dönmeye başlayınca yer ayağımın altından kaydı. Saitin sesini duydum.

 

"Hala!"

 

Karanlık çöktü gözlerime ama bir tek onu alıp götüremedi benden. Karanlıkta bile onun resmi çiziliydi.

 

Bu bir hastalıktı

 

Bu bir delilikti

 

Bu çılgınlıktı.

 

 

Duvarları birbir çizdim, çizdiğim resimde bir kız vardı, dizi yara bere içindeydi. Gözyaşı onu terk etmeyen yanağına konan bir buse gibiydi. Bir kız çizdim elinde bir balon, balonun biraz üstünde dikenli bir dal. Kız bilmiyordu bir adım sonrasının patlamaya meyilli olduğunu. Kız bilmiyordu kurulan hayallerin bu kadar kolay söneceğini. Bu kız bilmiyordu hayal kurmaması gerektiğini.

 

"Berfin! Kız aç şu kapıyı bak beni deli etme." Annem inatla kapıdan gitmiyordu. Ayıldığımda kendimi odamda yatağımda bulmuştum. Ama ne kimseyi görecek ne de konuşacak halim vardı. "Kız gel bir iki lokma ye, düşüp kalacan yine bir yerde." Bayılmamın sebebini, yemek yemediğim için olduğunu iddia ediyordu, belki haklıydı ama en büyük sebep her şeyin üst üste ve yaralayıcı olmasıydı.

 

"Yine bayılmış olmasın" yengemin kısık sesini duyunca bacaklarımı kendime çektim. Pijama takımımla yatağın ortasına uzanmıştım. Saçlarım sarı papatyalar gibi yapılmıştı yatağımın örtüsüne. "Allah korusun" dedi annem. Sonra daha şiddetli vurdu kapıya. "Berfin! Bak sinirleniyorum ha, ses versene kız." Bıkkın bir nefes verdim tam cevap verecekken babamın sesini duydum.

 

"Noluyor Sara?" Kaba sesi beni yerimden doğrultmaya yetmişti. Elimi yatağa gömüp doğruldum. Saçlarım omuzlarıma yüklenirken Annem konuştu. "İnat etti kilitlemiş kapıyı, aç açına duruyor."

 

"Hasbinallah" babam kapı kolunu aşağı indirdi kapı açılmayınca homurdandı. "Berfin! Kapı kilitlemekte ne, eski köye yeni adet mi getirdin."

 

Sana da öfkeliyim baba. Hemde boğazıma kadar öfke doluyum.

 

Sanki onları görüyormuş gibi kapıya baktım. "Aç değilim, yemicem ben"

 

"Kız, iki lokma ye canı çıkasıca dil döküyorum burda." Eminim annem elini beline koymuştur şu an.

 

"La havle, kızım kapıyı aç. Nedir bu böyle." Sinirli sesi germişti. Yataktan ayaklandım ama kapıyı açmak istemiyordum.

 

"Uykum var, uyucam ben. Siz yiyin."

 

Kapı kolu tekrar hareket etti. "Ne haliniz varsa görün, bavo bekliyor aşağıda hadi Sara Hatun." Pes eden sesini duyunca ovuşturduğum elimi serbest bıraktım. Adım sesleri uzaklaşınca rahatladım. Pencereye gidip perdeyi sonuna kadar açtım. Camın tahta kolunu cevirip serin havanın odayı esir alması için camı açtım. Rüzgar hırçın bir şekilde saçlarımı ucuştururken, komodinin üstündeki telefonum titredi. Yatağa yaklaşıp telefonu elime aldım. Bir mesaj görünüyordu. Mesajı açmamla kaşlarımı çatmam bir oldu.

 

GÖNDEREN:05*********

 

Kızım bak ben sakin bir adam değilim, beni çıldırtmak mı istiyorsunuz siz!!!

 

20.12

 

Mesaja alık alık baktım, kimdi bu. Akşam akşam bu ne demekti. Sonra bir mesaj daha geldi akabinde.

 

GÖNDEREN: 05********

 

Bu Serdar ne saçmalıyor. Ne istemesi, ne davetiyesi! Lan siz beni katil mi edeceksiniz.

 

20.13

 

Serdar? Davetiye? Anlamak için kendime bir dakikadan fazla süre tanıdım. Ağzım şaşkınlıkla açık kaldı.

 

Baran.

 

Serdara davetiyeyle ilgili şaka yapmıştım. Aptal gerçek sanmış ve bu da yetmiyormuş gibi Barana yetiştirmiş. Hemen mesaj bölümüne girip cevap yazdım.

 

GÖNDERİLEN:05********

 

Numaramı nerden buldun?

 

20.17

 

Anında hızlı bir cevap geldi.

 

GÖNDEREN:05******

 

TELEFONUNA ŞİFRE KOY APTAL!!

 

20.17

 

Ooo baya sinirliydi. Evet telefonumda şifre yoktu. Onun yanında unuttuğum gün aklıma hiç gelmemişti numaramı alacağı.

 

GÖNDERILEN:05********

 

Sensin aptal 😡

 

20.18

 

Mesaj anında mavi tik oldu. Bir şey yazmadı bende ayakta durmaktan vazgeçip yatağa attım kendimi. Bedenimdeki ağrılar kendini belli edercesine sızladı. Rüzgar perdeyi havalandırırken serin toprak kokusu geldi burnuma. Perçemim gözüme gelince kulağımın arkasına iliştirdim. Ama asi tutam yine yerleşti yüzüme. Sonra bir mesaj sesi geldi. Anında açıp bakmak istesemde bir süre bekledim. Bir mesaj daha geldi.

 

GÖNDEREN:05******

 

Numaramı kaydetsene.

 

Resmini göreyim. Gecem güzelleşsin.

 

20.25

 

Aptal akşam akşam nerden çıkmıştı birden. Kaydetmekle kaydetmemek arasında gidip geldim. Sonra yeni kişi ekleye gitti parmağım. Bilmedigim bir heyecan kapladı içimi. Dudağımı ısırıp, gülmemi bastırdım. Nasıl kaydetsemki bilemedim. Miroğlu mu yazsam? Ya da sadece Baran mı yazsam. Off neden bu kadar takıldım ki. Alt tarafı bir isim. Baran Turanlı diye kaydettim.

 

Anında profilinde resmi yer aldı. Tireyen heyecanlı ellerimle açtım resmini. Gözlerim kamaştı geceyi aydınlatan bir ay gibiydi. Siyah beyaz bir resimdi. Hafif sol profilinden çekilmiş bir fotoğraftı. Karagözleri yerde aynı güzellikte parlıyordu. Keskin yüz hatları, gür kirpikleri ve sakalları yüzümde aptal bir gülümsemeye sebep oldu. Ekranın üst panelinden bildirimi tıkladım.

 

GÖNDEREN: Baran Turanlı

 

Ne baktın kızım ya

 

Yanı başındayken gözlerin değmiyor gözüme.

 

20.30

 

Bu çocuk aptalın tekiydi. Nerden anlamıştı, fotoğrafına baktığımı utançla yüzümü yatağa gömdüm. İnler gibi sesler çıkarırken kendimi mutlu hissettim. Yanaklarımda utandığımı hissettiren sıcaklık boynuma kadar yayılırken. Bir mesaj daha geldi.

 

GÖNDEREN: BARAN TURANLI

 

Galerinde fotoğraflarım mevcut.

 

Tıpkı senin fotoğraflarının ben de olduğu gibi.

 

20.32

 

Mesajı okumamla galerime girip söylediği şeyi kontrol ettim ve gerçekten doğru söylüyordu. Bir sürü resmi vardı. Yüzümdeki aptal gülümseme sırıtmaya dönüyordu. Tek tek baktım bütün fotoğraflara. Hepsi beni nefessiz bırakacak kadar güzeldi. Dudağımı ısırıp üniversitede çektiği resimlere baktım. Çoğu resimde sert bakışlarını gördüm, güldüğü nadir resimlere uzun uzun baktım. Gülmesi içimdeki tüm kuşları kanat çırpmaya zorladı.

 

GÖNDERILEN: BARAN TURANLI

 

Telefonumu karıştırmaya utanmıyor musun sen?

 

Kim verdi sana bu hakkı?

 

20.39

 

Cevabın gelmesini beklerken saçımdan bir tutam parmağıma dolayıp oynadım. Derin bir nefes çektim penceremden sızan gecenin kokusunu. Ona koşmak isteyen yanıma kilit vurdum. Gerçeklere döndüm. Baran kimdi? Yakında nişanlanacak başka biriyle yuva kuracak biriydi. Peki sen napıyorsun Berfin? Nasıl konuşursun onunla. Hiç mi saygın yok. Bu kadar mı düştüm ben! Baranın gönlünden göç edeli çok oldu. Ki döndü diye onun sıcağına konacak değilim. Ayağımın altında diken olduğunu bildiğim halde canımın sızladığını bildiğim halde nedir bu yürüme hatta koşma isteği. Ne çok isterdim başka bir hayatta başka bir evrende Baranla birlikte olmayı. Hesapsız kitapsız sadece onunla olmayı ne kadar da isterdim.

 

Mesaj sesi geldi. Ama gözlerimi tavandan ayıramadım. Ona doğru gidemeyeceğimi bildiğim halde sürekli prangaları zorlamak beni yoruyordu. Canım acıyordu ama ona koşmaktan geri durmayan ayaklarıma söz geçiremiyordum. Başımı yana çevirip baktım mesaja, gözümden akan yaş saçlarımın arasına karıştı. Neden bu kadar zor ki.

 

GÖNDEREN: BARAN TURANLI

 

Haktan söz etme asi kız. Zararlı çıkarsın.

 

20.43

 

Nasıl kaydettin adımı?

 

Yavuklum diye mi?

 

20.45

 

Göz yaşımı silerken acı dolu gülümseme kondurdum yüzüme. Onu asla geçemiyordum, onunla asla olmuyordu, asla olmayacaktı ama onsuzda yapamıyordum. Bu acı dolu ızdırap ne zaman son bulacaktı. Bu başımdaki bela, aldığım her nefeste onu anıyordu. Bu bela kalbimdi. Tek bildiği Barandı... ondan başka bildiği bir ezber yoktu.

 

Gözlerim yanarken bastım tuşlara, canını yaktım biliyordum ama daha fazlasına razı olamazdım.

 

GÖNDERILEN: BARAN TURANLI

 

Hiçbir isim vermedim.

 

Vermeyeceğimde.

 

Tıpkı sana hayatımda yer açmayacağım gibi.

 

İyi geceler Miroğlu.

 

20.53

 

Telefonu kalbime yasladım çünkü kalbim ağrıyordu. Onu incittiğim zaman kalbimde rakamlar dolusu bir acı varoluyordu. Kısa bir kabus görmüş gibi oluyordum, Baranın kalbinin kırılması ne büyük korku. Anla beni çoçuk yanım, çünkü ben anlatırken bu yalana olan inancımı kaybetmeye başladım.

 

GÖNDEREN: BARAN TURANLI

 

Tam tahmin ettiğim gibi.

 

Ama ben seni tam layıkıyla yazdım kaderime.

 

Vicdan Azabı.

 

21.04

 

Vicdan azabı diye kaydetmişti beni, yorum gerekir miydi bu lafa. Zehrimi yazmış kaderine kendine zarar vereceğini bile bile. Gece şahit acıma, yıldızlar şahit hüznüme ve amansız rüzgar şahit çaresizliğime. Ellerim kalbimi avuçladı. Avuçlarım harlı bir ateşi serinletmeye çalışır gibi çaresizdi. Bu acıya odun taşıyan bendim.

 

Yatağın içinde küçüldükçe acılarım büyüdü kendime sıkıca sarıldım benim hikayeme benden başka sahip çıkacak kimse yoktu. Bu hikayede beni haklı görecek kimse yoktu bir ben vardım, o da yarım yamalak. Sinemdeki acı artarken yutkunmakta zorlandım, rüzgar perdeyi zorlarken ben kızarık gözlerimle bilmediğim bir dağın yamacında dalmış gitmiştim. Yumruk yaptığım avuçlarımla gözlerimi ovdum, titrek bir nefes verdim. Sıkışan nefesimi veremiyordum. Baran asıl sen Vicdan azabısın bana. Öyle bir yerleştin ki benliğime her adımda geliyor siniyorsun tellerime.

 

Saat bir kovalamacadır tutturmuş gidiyordu. Peki biz neyi kovalıyorduk ki bu kadar telaşa kapılmış gidiyorduk. Üstümde pijamalarımla hala aynı vaziyetteydim, bedenim üşümüştü ama pikeyi örtmek için bir harekette bulunmadım. Esen rüzgar yüzüme düşen perçemi iteklerken, arsız gibi yine kondu yüzüme saçlarım. Dudaklarımı ısırmaktan ağrımıştı, göz kapaklarım ağırlığını yüklenip öyle gelmişti. Taşıyamıyordum.

 

Gecenin bilmem kaçıncı yalnızlığında bir mesaj geldi. Gecem kara çarşafın altına sığındı, ben açıkta kaldım .

 

GÖNDEREN: BARAN TURANLI

 

Farklı olanı sevdim her zaman.

Papatyalardan ziyade

Kaktüsleri sevdim.

Koklayamadım,

Dokunamadım

 

S.A

 

İyi geceler.

 

(00.23)

 

 

🌵🌵

 

 

En acı verici şey nedir bilir misiniz?

 

Acınız yokmuş gibi davranmak.

 

Yüreğinizde harlı bir ateş yanarken, suya bandırılmış dudaklarınıza gülümseme yerleştirmek zorunda kalmak.

 

"Beritan biberleri közledin mi?"

 

"Közledim, burda. Ayran çırpıyorum şimdi" Beritan hemen arkamda anneme cevap verirken ben elimdeki közlenmiş patlıcanların kabuğunu soyuyordum.

 

"Ceylan, Sait gelmedi aç açına oynamasın gidip getiresin." Kahvaltı için hazırlık yaparken annemin aceleci tavırları herkesi geriyordu. Her an bir telaşımız mutlaka olurdu bu yüzden. "Kız, helak ettin patlıcanları" sıra bana gelmişti anlaşılan.

 

"Yapıyorum işte anne, elim yandı zaten" parmak uçlarım yanınca tasın içindeki suya bandırıp serinlettim. "Acele et acele, bavo ilaç içecek daha"

 

"Bu kimin telefonudur çalıyor." Gülistan ablanın sesiyle algılarım açıldı. Elindeki yufka ekmekleri katlarken hepimizin kulağı çalan melodiye takıldı. "Berfin seninki değil mi?"

 

Hemen lavaboya geçip ellerimi yıkadım. "Bırak çalsın işini bitir önce Berfin. Kız kime diyorum!" Ellerimi eteğime sürüp kurularken kapıya yöneldim. "Bitti zaten anne, geliyorum hemen"

 

"Sabah sabah ne telefonu bu!"

 

Mutfaktan çıkarken anneme cevap vermedim, merdivenlere yönelip bir iki adım atmıştım ki aşağı inen yengemin elinde gördüm telefonumu. Yengem yüzündeki garip ifadeyle merdivenden aşağı iniyordu bakışları beni bulunca telefonu öne doğru uzattı. "Sait yukarda sandım değilmiş, sesi duyunca sana getirdim." Bir kaç basamağıda çıkıp çalmaya devam eden telefonu avuçladım. Yanından geçerken sordu "Sahi, Serdar seni bu saatte niye arıyor?" imasından rahatsız oldum. Gözlerimden anlamları çekip çıkarmak ister gibi baktı. "Konuşunca öğrenirim" dedim. Yukarıya çıkarken Yengemi ters bakışlarıyla geride bırakıp odama geçtim. Telefon kapanmadan kulağıma yasladım.

 

"Serdar?"

 

"Berfin? Seni zora sokmadım inşallah? Aramayacaktım aslında ama.." evdekilerle sıkıntı yaşamamı istemediğini hissedebilmiştim. Neyseki sadece yengem görmüştü aradığını.

 

"Yok sorun olmadı. Hayırdır?" Beni aramasını garipsemiştim.

 

"Baranla konuştun mu hiç?" Direk mevzuya girmek isteyen sesi kaşlarımı çatmama sebep oldu.

 

"Dün akşam mesajlaştık sadece noldu ki?"

 

Heyecanla konustu "Sonra konuştun mu, nerde olduğunu biliyor musun?"

 

Şaşkınlıkla konuştum."Hayır bir daha konuşmadım, noldu?"

 

Sıkıntılı bir nefes verdi "Barana ulaşamıyorum dün gece çavuşun yanından ayrılmış, Çavuş arayıp haber verdi. Senin yanına geliyordur sandım üstelemedim ama hâlâ ortada yok."

 

Elimi kalbime yasladım keskin bir acı hissettim. "Evine gitmiştir belki"

 

"Yok, yaralandığından beri gitmiyormuş. Bende sana sormak istedim." Arkadan gelen seslerden araba kullandığını anlayabilmiştim.

 

Nefesim ciğerlerime yetmeyince yatağın köşesine attım kendimi. "Bir şey olmadı dimi? Bana mı söylemiyorsun yoksa?"

 

"Yok kızım ya dur telaş yapma? Hayda nerden aradım seni"

 

"Serdar doğru söyle, bir şey mi oldu?"

 

"Berfin yemin ederim haber olamıyorum, şimdi sahafa gidiyorum. Belki ordadır diye. Bir şey ögrenirsem sana haber veririm"

 

"Serdar!"

 

"Söz, haber vereceğim sana." derin bir nefes aldı. "Seni ararım" telefonu kapattı.

 

Koca bir bombayı alıp avuçlarıma bırakmıştı Serdar. O bomba yüreğime yerleşti, patlamasıyla darmadağın olacaktı. Hiçbir parçası birleşmeyecekti. Nefesim sıklaşırken kendime telkinde bulunmaya çalıştım ama nafile, ya ona bir şey olduysa. Bu ihtimal beni çıkmaza sürüklüyordu. Baranın yanında en ufak olasılıķlar bile beni süründürmeye yetiyordu. Hesabı kitabı şaşırıyordum. Aşağıdan annemin seslenişini duydum. İçimde kaynayan bir volkan vardı sanki acısı sıcaklığı tüm bedenime yayılmıştı. Titreyen ellerimle Baranı aradım. Nefes almak bazen ne kadarda zormuş. Söz konusu o nefese ruh üfleyen kişiyse ise o zaman dahada çekilmez oluyordu. Telefonu kapalıydı.

 

"Berfin!"

 

Elimle yüzümü sıvazladım. Sakin olmalıydım, evdekilere bir şey belli etmemeliydim. Sertçe yutkundum. Baranın iyi haberini almadıkça boğazımdaki bu bıçak kadar keskin yumru geçmeyecekti.

 

Aşağı inmem defalarca titreyen bacağımla aksadı. Annem mutfaktan çıkarken beni gördü. "Kız bu halin ne, noldu?" Eliyle alnımdaki teri sildi. "Yüzün bembeyaz olmuş." Cevap veremedim. Başımı salladım sadece. "Noldu söylesene!"

 

Derin nefes aldım "Bir şey olmadı, başım döndü sadece"

 

Üzüntü geçti yüzünden, "tam toparlanamadın zaar, koluma girdi. "Geç sen salona otur, yemeğini ye. Kuş kadar yiyorsun nasıl iyileşeceksin ki"

 

Bedenimi sürüklemesine izin verdim. Salonda dedemle babam vardı. Babam beni görünce kaşlarını çattı. "Noldu?"

 

"Aç açına yatıyor, bir şey yemiyor. Fenalaşıyor sonra, şu kızına söyle kuş kadar yemekle iyileşmez. Benim dilimde tüy kalmadı." Mindere oturdum, soğuk terler döküyordum. "Bak hele nasıl terledi, kan şekerin düştü kesin" elimin tersiyle alnımdaki teri sildim. Babam titreyen elimi gördü.

 

"Hastaneye götürelim mi?"

 

Dedem homurdandı. "Ne bu her şeyde hastaneyi yol eylediniz anlamam ki? Yemek yemiyor, yesin hele kendine gelir."

 

Konuşmalar zihnimin duvarlarına çarpıp geçiyordu, zihnimin dört duvarında Baranın adı zikrediliyordu. Kimin ne dediği hiçbiri bana ulaşmıyordu.

 

"Görmüyon mu bavo kız sararmış, Berfin hastaneye gidelim mi, ha?" Yanı başımdaki yastığa başımı koyup bacaklarımı kendime çektim. Bedenim beni taşıyamacaktı artık. Sorular cevaplar hiçbiri bende yoktu ama muhatabı bendim. Gözlerimi kapatıp kendimi sakındım onlardan. Kesintisiz bir uyku bana iyi gelecekti. Kendimi böyle kandırmayı tercih ettim.

 

İyi gelmedi.

 

Ne kahvaltıda, ne kerahat vaktinde, ne de güneşin cenazesinde. Uyumak iyi gelmedi.

 

Barandan bir haber yoktu. Bedenimle, zihnim iki ayrı yollardan gidiyordu bugün, bedenim ailemin yanında zihnim Baranın yüreğindeydi.

 

Serdar telefonumu açmadı.

 

Baranın telefonu kapalıydı. Aklımı yitirecektim. Kötü düşünmek istemesemde, habersiz kalmak kafamdaki kurtların beynimi yemesine sebep oluyordu. Kurdukça kuruyordum, ya böyleyse diye.

 

Herkes odasına çekilmişti dedemler evlerine geçmişti, bende sığınağıma. Elleri kolları bağlı deyimini iliklerime kadar yaşadım bugün, ne zaman geçti ne beynim sustu. Kalbimi sormayın erken bir matemin başlangıcında. Odanın içinde dönüp dolaştım, zaman geçmiyordu. Pencereyi sonuna kadar açtım, derin bir nefesi kuruyan ciğerlerime hediye ettim.

 

Tekrar Serdarı aradım. Bu kez hattın ucundan beni müjdeleyen bir ses duydum.

 

"Serdar?"

 

"Çavuş aradı, ordaymış." Elimi kalbime koydum. Titreyen dudaklarımı ısırdım. Ağlamak istemiyordum ama sesimi ayarlayamamıştım.

 

"Nasıl iyi mi?"

 

"Şşht ağla diye söylemedim kızım ya. Aklın kalmasın diye aradim." Ama kalbimin kaldığından haberi yoktu. "Şimdi yanına gidiyorum merak etme senin için kulağını çekerim."

 

Elimin tersiyle sildim gözlerimi. "Bende geliyorum."

 

"Ne! Kafayı mı yedin sen?" Şaşkınlığına hak veriyordum, ama onu görmem lazımdı bu boğazımdaki yumru geçmiyordu.

 

"Serdar onu görmem lazım." Sesim titrek ve boğuktu.

 

"Berfin, mantıklı düşünemiyorsun. Bu saatte evden nasıl çıkacaksın ne dediğinin farkında mısın?"

 

"Gelip beni al, yoksa ben kendi başıma gelirim"

 

"Ya sabır!" Bir gürültü oldu. Elini direksiyona vurdu. "Belayı mı seviyorsun sen kızım!"

 

Onu seviyordum, onu sevmekte bir bela değil miydi zaten.

 

"Geliyor musun?" Eğer ben korkumu ona yansıtsaydım asla gelip beni almazdı.

 

"Geliyorum bekle."

 

İncir ağacının altında Serdarı bekliyordum. Evden sessizce çıkmıştım ve bu yaptığım büyük bir çılgınlıktı. Korkudan elim ayağım titriyordu. Sık sık evi kontrol ediyor hareketliliğe kulak kesiliyordum. Üstümdeki hırkanın kollarını avuçlarıma hapsettim. Serin hava tüm bedenimi istila etmisti. Bir arabanın farları yola düştü. Taşların tekerleğin altındaki çığlığı gecede yankılandı. Arabaya koşar adım yaklaştım, bir yandanda evi kontrol ediyordum. Kapıyı açmam kendimi içine atmam bir oldu. Korkudan yüreğim göğsümü delip çıkacaktı. "Hadi gidelim"

 

"Berfin bak yol yakınken dön eve, başımızı belaya sokacaksın." Serdarında bakışları ışıkları sönük eve döndü.

 

"Hadi Serdar sür"

 

"Kızım hiç mi korkmuyorsun ya"

 

"Korkuyorum! Tamam mı? Korkuyorum. Hadi sür"

 

Sıkıntılı bir nefes alıp gaza bastı. Evden uzaklaştıkça gerginliğim, hissisliğe bıraktı kendini. Yandan bakış attım Serdara "Nasıl?"

 

Kısaca bana bakti. "Bilmiyorum, gidince görecez."

 

"Nereye gitmiş peki?" Sessiz kaldı. Bu sessizliği beni daha da telaşlandırdı. "Hastaneye mi gitti, yarası mı kötüleşti."

 

"Ne hastanesi kızım ya" söylemekte kararsız kaldı ama sonunda söyledi. "Kavgaya gitmiş."

 

"Ne kavgası Kiminle?"

 

"Kiminle olacak Kadir ağanın oğluyla, sana yaptıklarını yanına kâr mı bırakacaktı. Bir gün yatması bile şaşılacak şeydi zaten." Aptal, yaralı haliyle nasıl kavgaya gitmişti. Hiç akıl yoktu bu Baranda. Yanımızdan geçen asfalta diktim gözlerimi. "Bu kadar seviyorsun madem, niye çektiriyorsun ona bu kadar." Sessiz kaldım vereceğim cevabı Serdar anlayacak insan değildi. O yürek acısını bile bile yürek yakmak nedir bilmezdi. "Bak Berfin Baran güçlü görünüyor belki sana ama cok yıprandı, düşünmek ihtimalleri hesap etmek onu çok yordu. Defalarca gelmek istedi gelemedi ben şahidim. Tekrar reddedilmek istemedi ama olacaklardan kaçamadı bak tekrar reddettin onu. Bu acıyı çekmemek için ne bayramda ne seyranda gelmedi bu çocuk. Şimdi elini yüreğine koy, göz göre göre öldürüyorsun onu." Camı açtım soğuk hava sertçe çarptı yüzüme. Nefesim yetmiyor gerçeklere, cevap vermedim. Serdar belki içinden ne vicdansız kız diyordur, belki Barana olan sevgimi sorguluyordur. Onun düşüncesi değil Baranın yaşamı benim için önemliydi. İlerde çavuşun evini görünce yerimde dikleşip toparlandım. Asfalt yoldan taşlı yola geçince taş sesleri yankılandı. Arabayı durduran Serdar ilk inen oldu, ben korkak hareketlerle onu takip ettim. Tahta kapıyı çaldı, ellerimi göğsümde kavuşturup bekledim. Kapı gıcırtıyla açıldı, takkesisiz başıyla Çavuşu gördüm. Serdardan sonra gözleri beni gördü ve hayrete düştü. "Berfin? Senin ne işin var burda." Şaşkınlığı yerini öfkeye bıraktı. "Sen nasıl geldin, bu saatte anan babandan habersiz nasıl gelirsin?" Ne diyecegimi ne söyleyeceğimi bilemiyordum.

 

Dudaklarım içe göçtü, başımı omzuma yatırdım. "Onu görmem lazım Çavuş."

 

"La havle! Gündüzler çuvalamı girdi. Senin bu saatte işin ne! Sen ne diye getirirsin bu kızı, sende de mi akıl yok!" Oklar bu kez Serdara çevrildi.

 

"Laf mı dinliyor sanki çavuş."

 

"Siz delirmişsiniz akılsızlar!" Sinirle arkasını dönüp içeri geçti. Tedirginlikle Serdara baktım. "Geldik artık yapacak bir şey yok." Serdar önden ben arkasından geçip kapıyı kapattım. Karanlık holde yavaş yavaş ilerledim. Salonun kapısından başımı uzatıp baktım.

 

İşte oradaydı.

 

Yaşıyordu.

 

Baran. Benim yüreğime düşen ilk yağmur tanem.

 

Sedirde, boylu boyunca uzanıyordu. Gömleğini çıkarmış, sargılı yarasına elini yaslamıştı. Çavuş yeni pansuman yapmış olmalıydı. Başımı kapının pervazına yaslayıp güzel suretine baktım. Ona bakmasaydım gözlerimin hali ne olurdu, onu anmasaydım dillerim tutulurdu. Ah Baran, adın yüreğimi titretiyor. Adınla kanım hızlanıyor sanki.

 

Benim en güzel imkansızım.

 

En güzel yasak elmam.

 

Bir şiir olsaydım, kirpiklerinden başlardim beyaz kağıda dökülmeye, bir şiir olsaydım teninden başlardım beyaz kağıda kokusunu sinmeye. Bir şiir olsaydım kötü sonla bitirirdim kanla yazılarak. Kimse uyarmasın şiirler kötü sonla biter mi diye. Berfin ve Baranın olduğu her son kötü biter.

 

"Ne diye bu halde gidiyorsun sen, kafayı mı yedin?" Serdarın sözleri hoşuna gitmedi, kaşlarını çattı aniden. "Kafamı ütüleme Serdar"

 

"Oğlum ya başına bir şey gelse, zaten yaralısın hiç mi düşünmüyorsun?"

 

Baran başını çevirince beni gördü, gözlerinin sönen ışığının an be an tekrardan dirildiğine sahit oldum. Dudağının bir kenarı kıvrıldı. "Vicdan azabıda gelmiş"

 

Çavuşun sinirli bakışı bana döndü. "Bu kızı akıllı bilirdim bu da sizden deli çıktı, ne haliniz varsa görün" yanımdan hışımla geçip gözden kayboldu. Baran kıpırtısız beni izliyordu "Serdar yardım etsene, baksana tek başına buraya gelemeyecek gibi" imasına göz devirdim. Kapının pervazından ayrılıp küçük adımlarla yanlarına vardım. İkisinede ters ters baktım.

 

"Siz naptığınızı sanıyorsunuz?" Beni anlamadılar birbirlerine baktılar. "O adamlarla kavgaya tutuşmakta neyin nesi?"

 

"Haydaa, benimle ne alakası var Baran gitti kavgaya"

 

"Dalga mı geçiyorsun, dün gittiğiniz kavgadan bahsediyorum." Serdar suçlu olduğunu anlayınca eliyle ensesini kaşıdı.

 

Baran yanında duran gömleğini savurup Serdarın karnına vurdu. "Ulan bir çeneni tutamadın dimi!"

 

"Yahu bu olaylar nasıl benim başıma patlıyor ben anlamıyorum ki, ben bir şey söylemedim. Valla bıktım ya valla, al sevgilini başımdan nedir bu ya!" Serdar söylene söylene kapıya gitti. "Nedir bunlardan cektiğim ya..."

 

Sevgilin mi?

 

Garip bir ürperti beni ele geçirirken Baranın yüzündeki sırıtış beni kendime getirdi. "Sen delirdin mi? Kavgaya gitmekte ne oluyor?"

 

Gamsızca baktı. "Evet delirdim. Müsebbibi de karşımda duruyor."

 

Başımı iki yana salladım. "Ne yapmaya çalışıyorsun gerçekten anlamıyorum."

 

"Asıl sen ne yapmaya çalışıyorsun vicdan azabı?" Sinirle omzunu yataktan yükseltti. Kaşları ahengle çatıldı. Sinirliyken ona karşı koymam daha kolay oluyordu.

 

Dişlerimi sıktım. "Hiç acıman yok mu kendine" elimle bedenini gösterdim. "Şu haline bak, zaten yaralısın birde elin yüzün dağılmış."

 

"Acımazsızlıkta senin yanında esamem bile okunmaz. Senin bana acıman yok mu?" Gözlerinin karasını odadaki sönük lamba bile gölgeleyemiyordu.

 

"Bu yaptığın çocukluk Baran ve benim bunlarla uğraşacak vaktim yok."

 

Dişlerini birbirine bastırdı. Çenesi kasıldı. "Ne işin var o zaman burda. Bu saatte buraya seni getiren ne! Söylesene Sarı?"

 

Gözlerimi yumdum, omzumu düşürdüm kimi kandırıyordum ki. Bir şey söyleyemedim, o da bende bunun ne anlama geldiğini biliyorduk. Sobanın içindeki odunların çıkardığı sesler odayı kapladı. Gözlerimin içine baktı. Sertçe başını yastığa bıraktı, aslında gözleriyle bir çok şey söylüyordu ama dilinden çıkanlar bile yetmiyordu geri adım atmama. "Gel" eliyle sedire vurdu. Hafif yana kaydı bununla beraber yüzünü buruşturmamak için verdiği mücadeleyi gördüm yarası sızlamıştı. Çok iyi bilirdim sızlayan yaranın acısını. "Gel hadi, ayakta dikilme"

 

Küçük adımlarla sedire yaklaştım. Gözleriyle eşlik etti bana, ettiğimiz en güzel danstı. Sedire oturunca yaralanan yüzüne baktım. İçim burkuldu, canım yandı. "Niye yapıyorsun bunu Baran" ismi dilimde zikredilince kısa bir süre gözlerini yumdu.

 

Gözlerini açtığında bir hırs süzüldü. "Onlar senin canını yaktı. Bu hatanın bedelini ödemek zorundalardı. Sana dokundular, bundan öte bir şey var mı Berfin. Ellerim tutuyor ve ben o adama bu ellerimle acı çektirmeyecektim öyle mi? Gerçekten inanıyor muusun buna"

 

"Senin ki can değil mi? Neden düşünmüyorsun kendini?" Elimi sedire yaslayıp hafifçe ona döndüm.

 

"Kendimi düşünmeyi, Sarı saçlı bir vicdan azabı bana git dediği gün bıraktım." Ellerini yine elimin üstüne koydu. Derin bir nefes aldım. "Ben o gün büyüdüm. Sen bana git dediğinde"

 

Gözlerimi yumdum, dudaklarıma dişlerimle acı çektirdim. İkimizinde acısı büyüktü, yarıştırmak bize yakışmazdı. "Sen ölme diye git dedim. Şimdi gelip yanı başımda bana bu acıyı yaşatmakla tehdit ediyorsun. Senin yaşaman için verdiğim mücadeleyi hiçe sayıyorsun." Gözlerim doldu. "Sana bir şey olsun istemiyorum anlamıyor musun? Korkuyorum öleceksin diye. Bu kadar kör olma, gör artık. Neyin çabasındayım gör." Gözümden düşen damlaya öfkeyle baktı. Kolumdan tuttuğu gibi beni göğsüne çekti. Çıplak gövdesine değen yüzümle neye uğradığımı şaşırdım. Ellerini belime yerleştirip yanına uzanmamı sağladı. Bedenim gerildi. "Baran..." dizlerimi hafif kırıp uzandım.

 

Bir elini saçlarıma koydu. "Görüyorum. Ne için yaptığını biliyorum ama boşuna yapıyorsun Berfin." Yanağım sıcak göğsünde duruyordu şu an, ellerimi nereye koyacağımı bilemedim ikimizin arasında sıkışıp kalmıştı yumruk olmuştu. Yumruk olan ellerimi çenemin altına getirdim. "Ölüm diyorum Berfin ölüm. Sende karşılığı varsa, ölüm bile güzelleşir. Yeterki bir karşılığım olsun. Ben senin olmadığın bir hayatı yaşayarak geçirmem. Emin ol ölüm bana en büyük hediye olur."

 

Kızdım. "Söyleme öyle"

 

"Öyle seninle olmayacaksa yaşamanın ne gayesi var ki?"

 

Aklımda türlü türlü düşünce gezinirken ağıma nişanlısı takıldı. Dişlerim çenemi ağrıtarak birbirine kenetlenmişti. "Belki başka biriyle bir hayat kurarsın..." sesim cılız güçsüz ve titrekti.

 

"Sus." Omzumdan bastırıp dahada sarıldı. Beni her şeyden korumak ister gibiydi. En çokta kendi düşüncelerimden. "Bunun ihtimalini bile düşünme"

 

"Benim düşünmemem bu ihtimalleri yok etmeyecek."

 

"Ben yok edeceğim." Sesi sertti. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. O kadar güzeldi ki, gözlerim doldu yine. Bu aptal gözyaşları peşimi bırakmıyordu. Esmer yüzünde özenle yerleşmiş gibi duran gözleri beni dipsiz kara kuyusuna doğru çekiyordu. Kirpikleri uzun birer mızrak gibi düşüyordu. Kaşları çatılmak için komut bekleyen birer bekçiydi. Sakallı yüzünde elmacık kemikleri birer kaya parçası gibiydi, sertçe oyulmuştu. Sakallarının arasında birer elmas gibi parlayan etli dudaklarını ve onun çizgisi. Hepsini sanki ilk defa görüyormuşum gibi izledikçe izledim. Sessizce onu seyretmemi bekledi. Dudakları hafif kıvrıldı. Hoşuna gitmişti onu seyretmem. Sıcak ellerinden biri başımda saçlarımı okşarken diğer eli omzumdan sıkıca sarılmıştı. "Yıllarca göğsümde hep bir boşluk olduğunu hissettim. Hep bir eksiklik var gibiydi." Dedi yüzümdeki saçı çekerken. "Göğsümde başın eksikmiş Vicdan Azabı. Şimdi öyle bir tamamlandı ki. Önceki boşluğu unutturacak cinsten."

 

Sertçe yutkundum. Ona umut vermek istemiyordum. "Bir kuşun dala konması gibi, yine uçup gidecek Baran. Yine gideceğim."

 

Gözleri dudaklarıma düştü. "Ah şu dilinden sadece adım dökülse keşke. Sivri dilin olmasa her şey ne kadar kolay olurdu."

 

"Her şey kolay olmazdı. Kendini kandırmaya devam ederdin." Bahçesindeki bir gülü kökünden koparmışım gibi baktı bana.

 

"Biz gerçeğiz Berfin. Kendimi kandırmıyorum."

 

"Biz diye bir şey yok." Derin nefesiyle göğsüyle beraber bende yükseldim. Tüm sıcaklığını bedenimde hissediyordum. Bu kadar yakın olmak terletmişti. Ellerini yanağıma koydu, sıcacıktı. Nefesim tekledi, konuşamadım. Bir şey demek için ağzımı açtım ama diyemedim. "Bak, kollarımdasın. Biz buyuz sen ve ben. Biz gerçeğiz Berfin. Kalbinin bir kuş kadar hızlı attığını hissediyorum. Ellerinin heyecandan buz tuttuğunu da. Utandığın için terlediğinide. Sen benim hayatımdaki en büyük gerçeksin, şehrimin en güzel çıkmaz sokağısın."

 

Bana yaptığı eziyetide biliyor muydu. Ne kadar acı çektirdiğimide, burnumun direği sızladı. Gözlerim dolmasın diye derin bir nefes aldım ama ciğerlerime onun kokusu sindi. Ya ona bir şey olsaydı diye düşünmeden duramıyordum. Belki benimle şu an konuşmuyor, belki bana sarılmıyor bile olabilirdi. Varlığına sıkıca tutunup tekrar derin bir nefesi çektim içime. "Okuduğum en güzel gazelsin, Berfin." Nefesi yüzüme çarptı. "Ne mevzun bitiyor ne savaşın. Ne öfken diniyor, ne yüreğin susuyor. İyi bir yazarım, sen sus ben senin içinde okunan fermanlara ses olurum. Eğer yazmak gibi bir meziyetim varsa kalemimden senden başka bir şey yazılmaz. Eğer okumak gibi bir meziyetim varsa, senin sustuklarını söylemektan başka bir şey dökülmez dilimden. Eğer Berfin sana ait bir yüreğim varsa, adından başkası haram bana"

 

Gözlerimden akan yaş onun göğsüne düştü yüzümü sakladım ondan, göğsünde yaşadım acımı. Olmayacaktı bunu biliyordu, bildiği halde bu ısrarı yakıyordu canımı elimden bir şey gelmiyordu. Napsam olmuyordu. Ne dolusu ne boşu hesaplamadığım, tartmadığım kalmamıştı. İç çeke çeke ağladım bana müsaade etti. Sobanın alevi tavana vuruyordu loş odayı aydınlatıyordu. Benim önümdeki karanlığa ise gücü yetmiyordu. Barana benim bile gücüm yetmezken... Elleri saçlarıma hasretti bir an olsun sevmekten vazgeçmedi. Bu imkansızlık elimi kolumu bağlıyordu. Allahım bu imtihandan ben nasıl yara almadan çıkacaktım. "Tuttuğum en güzel matemsin" gözlerimi yumdum. "Çektiğim en güzel vicdan azabısın"

 

💦

 

"Berfin" duyduğum ses beni uykumun içinden çekip alıyordu. "Berfin, uyan hadi" ağrıyan gözlerimi açtım. Serdarı görünce şoka girdim.

 

"Serdar?"

 

"Kalk hadi uyuyakalmıssın. Evdekiler seni fark etmeden gidelim."

 

Telaşla doğruldum. Barana baktım hala yatıyordu. "Saat kaç, nasıl uyudum inanmıyorum."

 

"Sakin ol, saat 4. Evdekiler uyanmadan gidelim hadi."

 

"Allahım ben naptım ya." Sedirden ayaklandım. Baranın üstü hala çıplaktı. Yerdeki battaniyeyi üstüne örttüm.

 

"Şimdi geliyor dimi aklın başına" Serdarın cevabıyla neye uğradığımı şaşırdım ben nasıl evden kaçıp geldim hala aklım almıyordu. "Serdar ben bittim. Ben mahvoldum"

 

"Tamam sakin ol hadi çıkalım." Serdar kapıya doğru yönelince son kez Barana baktım ve odadan çıktım. Tahta kapıyı ardımdan kapatırken Serdarda arabayı çalıştırdı. Koşar adım arabaya attım kendimi. "Ben bittim, babam uyandıysa ben bittim."

 

"Daha ezan okunmadı. Yetişiriz merak etme." Hızla gaza bastı, gecenin bu vakti yol boştu. Tırnaklarımı yiyordum bir yandan. "Ne konuştunuz?"

 

Sorduğu soruyla tırnaklarımı serbest bıraktım. Başımı çevirip baktım. "Kendini kandırmaya devam ediyor" dedim.

 

"Sen naptın ona yeni yalanlar mı söyledin?" Alay eder gibi güldü.

 

"Kolay değil mi?"

 

"Ne?"

 

"Dışardan bakıp konuşmak."

 

Derin bir nefes aldı. Yol ayağımızın altından kayıp giderken, Ay güneşin gül yüzünü görmek için o kıymetli bir saniyeyi bekliyordu. Kolaydan ziyade zor olan değerli oluyordu bazen. Güneş için intihar eden Ay gibi. Hep güneşin doğumu bir başlangıç bilinirdi ama asıl başlangıç o kefeni giyen Ay'ın cesaretiydi. "Sadece Baranın yanındayken üzüldüğünü görüyorum ve bir şey yapamıyorum. Tüm mesele bu."

 

"Gerçeklerle yüzleşmek zorunda" kollarımı bağlayıp dışarı baktım.

 

"Onu sen umutlandırıyorsun" sertçe ona baktım. "Kusura bakma ama öyle. Ne işin var o zaman yanında. Bırak gitme yanına, konuşma. Sen ona gittikçe Baran vazgeçmeyecek."

 

"Ben gitmezsem Baranın vazgeçeceğini mi düşünüyorsun cidden?" Aptal Serdar. Aptal.

 

Cevap vermedi. Çünkü biliyordu ki Baran bu savaşı kazanmadan geri çekilmeyecekti. Tüm zırhını kuşanmışken zaferi yaşamadan bırakmazdı. Baranı tanımıyordu. Baran tek başına bir orduydu eninde sonunda kazanacaktı. Kazanmak zorundaydı, eğer kazanmazsa o zaman Baran olmazdı.

 

Ve ben biliyorum ki bu savaşı ben kazanacağım. O zaman ne Baran ne de ben olacağız. İstemediğim bir zaferi göğüsleyecektim.

 

İncir ağacı görüş açıma girince yerimde dikleştim. Evin tüm ışıkları kapalıydı. Araba durunca Serdara döndüm, eve doğrulttuğu bakışlarını bana çevirdi. "Teşekkür ederim."

 

"Hadi git, inşallah kimse görmez."

 

Sıkıntıyla kapıyı açıp çıktım. Serdar geri geri arabayı sürerken ben ayağımın altındaki taşların çıkardığı seslerle yürümeye başladım. İlerde havlayan köpeklerin sesleri vardı, adımlarımı hızlandırdım başımı kaldırıp odama bakınca adımlarım durdu. Zaman durdu sanki, Ay ve güneşin kavuşması sekteye uğradı.

 

Penceremde beni izleyen karanlık bir süliet gördüm.

 

Odamda biri vardı.

 

Bölüm Sonu

OY VE YORUMLARINIZI BEKLIYORUM 🧚‍♀️

 

 

Loading...
0%