Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm: Gece

@berfinatman

Ateşi tenimde hissediyordum ama hiçbir şey yapamıyordum. Acı yaşadığımı ve gerçek olduğumu hatırlatıyordu bana. Odamdaki karartı yok oldu. Zor bela yutkundum, bunun için büyük bir çapa sarf etmem gerekti. Soğuk hava beni üşütürken eve doğru koşar adım yürüdüm. Yüreğim ağzımda atıyordu, nefesim hızlandıkça hızlandı. Evin kapısını açarken ellerimin titrediğini fark ettim. Merdivenleri çıkarken kimseye görünmemeye çalıştım. Dedemgilin evinin ışığı yanıyordu ezana az kalmış demek ki. Odamın önüne geldim soluk soluğa açık kapıdan içeri attım kendimi.

 

Oda da annem vardı.

 

Nutkum tutuldu.

 

Dizlerim boşaldı sanki.

 

"An- anne"

 

Elindeki seccadeyi yatağıma bırakıp bana döndü. "Nerdesin sen?"

 

Bütün uzuvlarım uyuştu, Ne diyeceğimi bilemedim. Gözleri titreyen ellerime kaydı. "Noldu kız, korktun mu sen?"

 

Beynim idrak edemedi.

 

Tuttu kolumdan yatağa oturttu. "Berfin yeminle eşşek kadar oldun demem yapıştırırım terliği. Hele bir daha yemek yeme, nasıl gebertiyorum seni. Şu hale bak."

 

Kaşlarım çatık bakakaldım. "Sen ne zaman geldin?"

 

"Az evvel geldim. Sen nerdeydin?" Ellerini beline koydu.

 

"Tuvalet. Tuvaletteydim." Sesim güçsüz kararsızdı.

 

"Kalk hadi namazını kıl, yengen nereye gitti?" Başındaki tülbenti çıkardı.

 

"Yengem mi?" Ellerimle yorganı sıktım.

 

"Kız beni dellendirme, seni yengen uyandırmadı mı?"

 

Yengem görmüştü.

 

Allah kahretsin.

 

Şimdi ne yapacaktım ben bir yandan annem görmedi diye rahattım ama bir yandanda yengem gördü diye telaşlıydım. Arada kaldım. "Sait'in yanına gitti herhalde."

 

"Oyalanma sende kalk namaza, hah ezanda okunuyor. Daha gidip abini uyandıracam." Başımı sallayıp annemi onayladım sadece. Annem odadan çıkarken ezan sesi tüm odamı doldurdu. Açık penceremden temiz hava süzülüyordu. Kararsızlık, korku, telaş hepsini bir arada yaşıyordum. Odanın kapısı bir hışımla açıldı. Yengem telaşla kapıyı kapattı. "Kız sen naptın, kız sen ne halt ettin!"

 

Yataktan kalktım hızla yengemin elini tuttum. "Yenge sakin ol Allah için." Eliyle şakaklarıma vurdu.

 

"Kız senin ne işin Serdarın yanında, bu saatte ne ediyordunuz siz." Bir yandan belli aralıklarla şakaklarıma vuruyordu.

 

"Yenge bir dur gel otur anlatacam sana." Kafamı kurtarmaya çalışırken bu kez kolumu cimcikledi.

 

"Berfin yemin ederim şimdi anama gidip anlatırım, beni deli etme. Kız Serdar sözlü sayılır kız senin ne işin olur onunla." Acıyan kolumu ovuşturdum. Söylediklerini beynim algılamıyordu. "Anam bu gözlerim bunuda mı gördü." Ellerini dizlerine vurdu.

 

"Yenge Allah için yalvarırım bir dur, Serdarla ne işim olur benim ya. Hem benim kuzenimle sözlenecek sende yani bu nasıl yakıştırma."

 

Eli yine kolumu cimcikledi. "Kız o zaman ne işin var ha, ne işin var senin elin herifiyle bu saatte."

 

"Allah belamı versin kolumu deştin yenge" avucumla kıvırdığı etimi ovuşturdum. Bu kezde koluma vurdu. "Az bile ediyom"

 

"Gavura mı vuruyon yenge" dilimden inlemem kaçtı.

 

"Gavur ha gavur, sen dur ben şimdi anama diyeceğimi deyim sen o zaman görürsün gavuru." Kapıya doğru gidince, telaşla kolunu tuttum.

 

"Allah için dur yenge, yemin ederim sandığın gibi değil. Benim Serdarla bir işim yok, olmazda zaten."

 

İki elini beline koydu yüzüme baktı şüpheli şüpheli. "Vallah de?"

 

"Vallah ya, yemin ederim." Artık yalvaracak duruma gelmiştim. "Bak ölümü gör ki doğru söylüyorum."

 

"Kız ağzından yel alsın o nasıl laf" bir elini belinden çekip pencereyi gösterdi. "Ne işin vardı o zaman gece gece herifin arabasında."

 

Koluna girdim. "Gel otur" yatağa oturunca yanında ki yerimi aldım. "Bak sana söylicem ama sakin ol tamam mı?"

 

"Hihh! Kız noldu" elini kalbine koydu.

 

"Yenge allah için diyorum ya dur bir anlatacam. Ama sakin ol. Şimdi bizi kavgada Baran kurtardı ya..."

 

"Kız Baranla ne alakası var."

 

Derin bir nefes verdim. Bu kadın susmak bilmiyordu. "Baran bizi kurtarmak için kavgaya karıştı işte o hengamede şey oldu" parmaklarımla oynarken yüzümü kaçırdım yengemden.

 

"N'oldu?"

 

Dudaklarımı ısırdım. "Baran bıçaklandı."

 

"Hihh!" Yengem şokla ağzı aralandı. "Nasıl bıçaklandı." Dudakları korkudan titremeye başladı.

 

"Ömer bıçakladı. Ama merak etme durumu gayet iyi. Çavuş onu iyileştirdi."

 

"Ömer mi? Çavuş nerden çıktı" eliyle tireyen dudaklarını kapattı. Aklı karışmıştı haklıydı. Gözleri doldu taştı. "Doğru söyle iyi dimi Baran?"

 

"Gerçekten iyi hem daha dün burdaydı gözlerinle gördün iyi değil miydi?" Kolunu sıvazladım, göz yaşları akarken omzu sarsılıyordu.

 

"Gördüm görmesine ama" avcunu ağzına kapatıp ağlayışının sesini kıstı. "İçim hiç rahat değil." Yakasını çekiştirip nefeslenmeye çalıştı. Bir elini dizlerime koyup benden güç aldı. "Çavuş nerden bulmuş"

 

"Çavuş bulmadı ben götürdüm" karışık olan aklı dahada karıştı. "Tamam dur baştan anlatacam. Baran Çavuşun yanından çıkmış giderken, bizi görüyor hemen yardıma geliyor. Sonra işte yaralandı. Abimde atı alıp Kadir ağanın oğullarının peşine takıldı bizde öyle kaldık. Bende mecbur zor şer arabaya bindirdim Baranı. Yolda giderken bir tek çavuşun evini gördüm hemen oraya götürdüm. Çavuş dikiş attı, muhtara gidip ordan ilaç aldı serum taktı. Yani elinden gelen her şeyi yaptı. Şimdi durumu iyi. Merak etme" ağlaya ağlaya beni dinleyen yengeme üzgün gözlerle baktım. Kardeş acısının ne meret bir şey olduğunu çok iyi biliyordum. Elimden geldiğince onu rahatlatmıştım.

 

Elinin tersiyle burnunu sildi yengem. Ne yapacağını bilemiyordu. Gözlerinden yaşların biri bitiyor biri akıyordu. "Ee şimdi nereye gittin yoksa Barana bir şey mi oldu?"

 

"Valla senin kardeşin zır deli haberin olsun."

 

"Niye ki?"

 

"Yaralı haliyle kavgaya gitmiş." Omzumu silktim onu ispiyonlamış gibi oldum ama umrumda değildi.

 

"Aman Allahım bu nasıl bir gün böyle. Deli ki ne deli. Kız ne kavgası kiminle etmiş." Bu kez de sinirleri gün yüzüne çıktı.

 

"Ömerle dövüşmüş, valla akılsız bu çocuk benden söylemesi."

 

"Aboo" şokla ağzını kapattı. "Ben nerelere gideyim Allahım, acısına mı yanayım deliliğine mi söveyim bu çocuğun." Sinirle başındaki yazmayı savurdu, ter basmıştı yüzüne. "Yok bu yaşımda kanser olacam ben" Hiç oralı olmadım, Barana sinirlenmesi beni alakadar etmezdi. Dizime yediğim şaplakla yerimden sıçradım. "Kız Serdarla nerden geliyordunuz siz, onu de bakim bana"

 

"Yenge malamat ettin beni"elimle dizimi ovdum. Yüzünde hala ciddi bir ifadeyle bana baktığını görünce konuya girdim."Bu serdar aradı beni Barana ulaşamadım size geldi mi dedi. Hatta sen getirdin telefonumu hatırla." Aralara yalan serpmek zorunda kalmıştım ama napabilirdim. 'Baranla konuştun mu' diye sorduğunu nasıl söylerdim bu kez de sen Baranla ne konuşacan diye sorardı o soru bir kapıyı açtı mı o kapı kapanmazdı.

 

"He bildim bildim. Ee"

 

"Ee si işte bende yok gelmedi dedim. Çavuşun yanından çıkmış gitmiş, evede gitmedi dedi Serdar. İşte bende telaşlandım." Yengem tek kaşını kaldırıp baktı. Hayırdır der gibi. "Yani çocuk bizi kurtardı yetmedi bıçaklandı. Vicdan yaptım bizim yüzümüzden bu halde sonuçta." Saçlarımı omzumdan geriye attım, sıcaklamıştım bir anda. "Sonra Serdar aradı, kavgaya tutuşmuş şimdide çavuşun yanında diyince bende yardım etmek için gittim. Yani yazık günah biz olmasaydık yaralanmayacaktı bu çocuk öyle değil mi, içim el vermedi. Kalktım Serdarla Çavuşun evine gittim. Tüm olay bu." Yengem gözlerini kısmış bana bakıyordu.

 

"Yazık günah? Çocuk? Allah Allah bak sen şu işe."

 

"Nolmuş yani yenge sende, bir yardım edelim dedik. Tamam yani düşmanlık vardı diye vicdanımızıda mı kaybedelim. Hem sevap değil mi canım, benim vicdanım sızlardı. Yoksa meraklısı değilim." Gözlerini kaçırma Berfin. Yengem bana sen ne diyorsun der gibi bakıyordu.

 

"Bilmez miyim canım, sevap hemde çok sevap."

 

🦋

 

Heyecanla merdivenden indim. Terliklerim merdivende büyük sesler çıkarıyordu, tıpkı yüreğimdeki gibi. Yüzümde şapşal bir gülümseme vardı. Çünkü Baranı görmeye gidecektik.

 

Baranı görmek; binlerce çiceğin bir anda açması, bir anda güneşe kavuşması demek.

 

Güneş gülümsedi ve selam çaktı bulut.

 

Yengem Baranı görmek istediğini söyleyince Serdarı arayıp bizi alıp alamayacağını sordum. Kabul etti. Karnımda kelebekler uçtu.

 

Yengem bahane olarak beni öne sürmüş tahlil yaptırıp kan değerlerime baktıracakmış. Sürekli düşüp kalıyormuşum bir yerlerde. Annemde hemen kabul etti. Babamda eczaneden dedemin ilaçlarınıda almamı söyledi. Dedemgilin evinin önünde terliklerimi çıkardım. "Bavo!"

 

"Gel içerdeyim."

 

Onun sesinden çok son ses açtığı televizyonun gürültüsünü duydum. "Sağlık ocağına gidiyoz yengemle, senin reçeten varmış baba dedi. Ver ilaçlarınıda alayım."

 

"Heh dur dur vereyim." Sedirden kalkıp çekmecesini karıştırıp teneke bir kutu çıkardı. Kutuyla beraber sedire oturunca bende yanına yaklaştım. Televizyona gözüm kayınca haberleri izlediğini gördüm. Kutunun kapağını açıp gözlerini kısarak okumaya çalıştı. Küçük bir kağıdı yüzüne yaklaştırıp baktı. Sonra bana döndü. "Oku bakim bu mudur?"

 

Kağıdı elinden alırken söylendim. "Bak birde diyorsun okula gidiyorsunda noluyor?"

 

"Eşşeğolu eşşek ben onu mu diyorum? La havle" dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemi sakladım. "Ben istiyorum git yuvanı kur, kötü bir şey mi istiyorum."

 

"Okuyorum ben bavo."

 

"Okuyup ne yapacaksın. Evinde otur çoluğuna çocuğuna en güzel öğretmenliği yap. Bak şimdi kadınlar bir tutturmuş okuyacaz diye, okudularda noldu çocuklarını verdiler ana okulu diye bir yere ne ana var ne okul. Onlar ne verdiyse onu aldılar, ne örf biliyorlar ne adet. Edepte kalmamış saygıda. Şimdi sen gelip karşımda ayak ayak üstüne atar mısın? Atmazsın çünkü anandan öyle gördün büyüklerine hürmet görmeyi öğrendin. Senin çocuğun ne öğrenecek, iki kere iki dört. Ne gelenek ne görenek. Bunlar bizi biz yapar sen evladına öğretmezsen ben öğretmezsem atalarımız boşuna ölmüş olur." Soluksuzca konuştuklarını dinledim.

 

"Çalışırkende çocuk bakalır bavo." Kaşlarım hafif çatılmıştı.

 

Dedem ise benden daha sinirliydi. "Akılsız, sen elalemin işini yapmak için kendini heba ederken çocuğun orda telef olacak senin haberin yok." Eline aldığı bastonla bacağıma vurdu. Acıyla inledim, bugün iyi dayak yemiştim.

 

"Ya bavo napıyon!" Elimle bacağımı ovdum.

 

"Akılsız kız, git evlen yuvanı bil, kocanı bil. Bak Mıço ahmet seni istedi baban yok dedi. Babanda pek akıllı değil zaten. Şimdi halanda ister seni, git otur düşün. Okuyup napacan." Halam mı? Beni Memo'ya mı istiyordu.

 

"Ne halası Bavo ya Memo benim kardeşim gibi." Şiddetle karşı çıktım.

 

"Nerden kardeşin oluyor, senin bir tane kardeşin var o da Malik." Ferhat abimi söylememesi yüreğime oturdu. O da bunu fark etti. "Birde Ferhat."

 

Saksıda bir gül yetiştirmiştik ama su vermeyi akıl edemememiştik. Edemedik akıl. Yetiştiremedik gül. Bizler iyi birer emanetçi değildik. Ardımıza koca bir yığın biriktirdikçe birirtirdik, şimdi kimsenin o kapıyı açmaya yüreği yetmiyordu. Üstüne düşecek ağırlığı biliyorlardı.

 

"Berfin!" Yengemin sesiyle elimdeki kağıda baktım. Reçeteyi dörde katladım. "Reçete bu, aldım." Avuçlarını gözlerine yaslayıp sildi dedem. Kızarık gözlerini görmemeyim diye başını televizyona döndü. "Tamam hayde git." Öne doğru eğilip bastondaki yaşlı elini öpüp başıma koydum. Başımda dudaklarını hissettim.

 

Terliklerimi giyerken derin bir nefes verdim. Yengem dış kapının orda beni bekliyordu. "Noldu kız?"

 

"Yok bir şey, hadi Serdarı bekletmeyelim."

 

Arabada büyük bir sessizlik vardı. Yengem ve ben arka koltukta otururken Serdar gergince boğazını temizledi. Bizi gördüğü için yengemin kızgın olduğunu biliyordu. "Serdar essahtan Baran iyi dimi?" Yengemin sorusuyla Serdarla dikiz aynasından göz göze geldik.

 

"İyi yenge turp gibi maşallah, ama kafası çatlak ona yapacak bir şey yok."

 

"Sanki sen çok akıllısında" dedi yengem aklımı okumuş gibi. "Hiç bakma öyle ters ters, ne diye kavgaya gidiyorsunuz."

 

Sabır çekti Serdar. "Yenge elalemin piçi... konuşturma şimdi beni. Gelmiş benim kardeşlerime saldırmış biz napacaktık oturacakmıydık öylece. Bak şu kıza eti ne budu ne, kansızlar daha utanmadan karşımıza dikiliyorlar. Kızın haline bak, Berfin onlardan daha mert daha yiğit. Ulan ben böyle işin!" Sesi sonlara doğru yükselmişti.

 

Yengemde hak vermişti. "Tamam yengem, Baran yaralı haliyle gidince ne bilim insan korkuyor işte. Kusuruma bakma."

 

"Ne kusuru yenge, valla yediremiyorum ya. Kalleşler."

 

Yengem bana baktı. Dudaklarını büzdü, ellerini dizime koyup destek oldu. Yol boyunca ara ara Serdar sinirlenip derin nefesler alıyordu. Çavuşun topraktan evi görününce çenemi havaya dikip sanki görecekmişim gibi Baranı aradı gözlerim. Arabanın durmasıyla yengem hızla attı kendini dışarı. Eve doğru adımlayacakken dut ağacına bağlı olan atı gördüm. "Baranın atı değil mi bu?" Yengem içeri girmişti bile. Serdar cevapladı beni.

 

"Evet. Arslan."

 

"Ne işi var burda?" Hırçın kahverengi ata baktım. Başını sallayıp kişnedi.

 

"Ben getirdim, Baran istedi." Bir adım atıp yaklaşmak istedim ama sonra vazgeçtim. Serdar üzgünce baktı arada kalmışlığım, kararsızlığım gözlerinde can buldu. Başını öne düşürüp eve doğru adımladı, bende onu takip ettim. Eski kilim serili holü geçip salonun kapısına geldik önce Serdar sonra ben girdim. Yengem elini Baranın omzuna koymuş yarasına bakıyordu. Başını kaldırınca ilk beni gördü Vicdanına Azap olduğum adam. Gözlerinde bir kandil yandı isini sadece ikimiz soluduk. Gözlerimiz kavuşmaya hevesli iki ergendi, durduralamaz bir arsızlıkları vardı. "Hoş geldin-niz." Diye düzeltti. Dudağımı ısırdım gülüşümü saklamak için. Başımla çavuşa selam verdim, ona karşı kendimi mahçup hissediyordum ve birazda utanıyordum. Çavuşta selamladı bizi. Küçük üç gömme pencerenin olduğu duvarın dibindeki minderin bir ucuna ben bir ucuna Serdar oturdu.

 

"Acıyor mu?" Yengemin sorusuyla bendeki gözleri harlandı.

 

"Acı mı? Uğruna acı çekilecek bir şey varsa ne mutlu bana." Dedi. Titrek bir soluk aldım.

 

"Konuşma şöyle şeyler, gel bir hastaneye gidelim."

 

"İyiyim Ceylan, hem sen niye geldin?"

 

"Üstüme iyilik sağlık, asıl sen niye bana haber vermiyorsun ya. Neyim ben bostan korkuluğumu, ya sana bir şey olsaydı." Bu kez sinirle Baranın bacağına vurdu.

 

"Kızım çoluğun çocuğun var senin, neyine haber edecekmişim. Hem kim söyledi sana?" Kaşları çatılınca gözlerimi kaçırdım hemen. Parmaklarımla oynamaya başladım.

 

"Napacaksın kimin söylediğini, ya sana bir şey olsaydı. Ben bunu Berfinden mi öğrenecektim." Ağzım açık kaldı, şokla Serdarla birbirimize baktık. "Hayret bu sefer bana patlamadı olay" diye mırıldandı Serdar.

 

Bakışları bana döndü. "Sana kimseye söyleme dedim."

 

"Mecbur kaldım"

 

"Sen ve bitmeyen mecburiyetlerin." Diye serzenişte bulundu. Kaşlarımı çattım.

 

"Berfine ne diye kızıyorsun, Serdarla görmeseydim daha söylemezdi bana. Az ortalığı ayağa kaldırdımda söylemek zorunda kaldı."

 

Serdar mindere sindi. "Hissediyorum olay yine bana doğru geliyor."

 

"Serdar ne alaka ya!" Sinirlenmişti beyfendi.

 

"Bunları gördüm gece, senin yanından geliyorlarmış. Ee yani yanlış anlaşılmaya müsait bir durumdu. Benimde aklıma başka bir şey gelmedi." Yengemin kendince savunması Baranı daha da sinirlendirmişti.

 

"Ne diyorsun Ceylan sen! Serdarla Berfin ne alaka onlar kardeş gibi hem, hem Serdar sözlü sayılır. Berfinin eniştesi hatta. Bir şey söylesene kızım sende, ne bakıyorsun Serdar diyor ya Serdar. Ne alaka lan!"

 

Çıldırışını büyük bir zevkle izledim, bende böyle onun için çıldırıyordumda kimsenin ruhu duymuyordu. Şimdi biraz kudursunda anlasın halimi. Gerçi benim halimden haberdar değildi. Serdar mümkünmüş gibi dahada küçüldü olduğu yerde. "Sakin ol, yanlış anladım dedim ya. Berfin anlattı durumu senin için geldiklerini yaralandığını söyledi. Ve evet evet kardeş gibi onlar tamam." Yengem sinirle saçına elini daldıran Barana garip garip bakıyordu. Anlam veremedi bu tepkisine. Baran hala kendi kendine söyleniyordu sessiz mırıltıları kimse tarafından anlaşılmıyordu. Bir ayağını sinirle sallamaya başladı. "Deli oğlan neye celallendin anlamadım ki ben?"

 

Çavuş derin bir nefes aldı. "Bazen anlamak için bakmak lazım gelin kızım, bakıncada görmek. Sonra hissediyorsun kim neye yaralı kim neyin acısını çekiyor. Dil bazen yetmiyor anlatmaya, o zaman metiye dökülecek tek yer gözler kalıyor. Gözler öyle bir konuşur ki, dile fırsat kalmaz. Mesele baktıkça görmekte, sustukça duymakta."

 

"Bu adamada bir kitap mı yazsak napsak?" Serdarın sessiz laflarına ters ters baktım. "Ne? bak ne güzel konuşuyor." Baranın bakışlarını görünce sesini kesti.

 

"Bu kara oğlanla bu sarı kız küçükkende hep dövüşürlerdi hatrına gelir mi gelin kızım." Çavuşun söylediğiyle ona odaklandım.

 

"Zor şer aklıma bir şeyler geliyor."

 

Çavuş gülümsedi. "Bak hatrını canlandırayım. Bu iki inatçı aynı mehtepteydilerdi ya, zehir zemberek her gün vukuatları bitmezdi. Bu karaoğlan mimlenmişti bir helke inek tezeği boşaltıvermişti sarı kızın kafasından." Avucumu yanağıma yaslayıp gülümseyerek dinledim. Bizi bir başkasından dinlemek mutlu etmişti.

 

"Sarıkız ne be! İnek adı gibi." Serdarı ciddiye almadım.

 

"Ee bu kız durur mu peki, durmaz bir şirret ki görmeyesin. Sinirli üstü başı pislik içinde eve giderken bu karaoğlan ve arkadaşları yolda bu kıza laf ebeliği yaptılar. Sinirli bir bakkala girdi bir karton yumurtayı bir güzel fırlattı aha bu oğlana, haşatı çıktı. Pek yaman Berfin yetinmedi birde 'bu kekin unu az oldu' deyip unu boca etti. Kıpkırmızı kesildi bizim kara dediğimiz oğlan." Çavuşun gülüşüne yengemle benimde gülüşümüz karıştı.

 

Serdar hönkürerek araya girdi. "Lan o yüzden mi sana topkek diyorlardı." Kahkahası Baranı sinir ediyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp avuçlarımla gizlemeye çalıştım.

 

"Sonradan adım Gürbüze çıktı. Tüm topkekler benden saklandı haberin olsun." Gözlerini kısarak bakıyordu. Serdar boğazını temizleyip sustu. "Gülme kız sende!" Gülme diyince dahada güldüm bana yengemde eşlik etti. Gülme diyordu ama dudaklarının kıyısına haylaz bir gülümseme yerleşmişti bile. Beni izlerken kendinin farkında değildi. Alnına düşen bir tutam saçı eliyle geriye yatırdı.

 

"İlahi Berfin ya, kız o zamandan belliymiş cazgırlığın." Yengemin gülmesi sakin bir hal almıştı.

 

"Napayım yenge, anneme zor bela ördürmüştüm saçımı ucunada kurdela takmıştı. Pislik içinde kaldı saçlarım. Sinirden gözüm döndü, birde utanmadan alay ettiler benimle, dayanamadım." Omzumu silkip kollarımı bağladım. Baran gülerek bana bakıyordu.

 

"Çavuş sen nerden biliyorsun bunları, ben bile Sara ananın anlattırıyla şahitldim yoksa bilmem pek."

 

"O yumurtalarla unu kimin bakkalından aldı sanırsın. Birde 'borcum neyse babam öder' diye dikleniyordu. Sadık'a anlattımda gülmekten yığıldı kaldı dükkanda."

 

"Ama babam gelip bir güzel haşladı beni hiçte gülmedi." O günler gelince aklıma annem avlunun ortasında hortumla yıkamıştı beni, banyomu kirletmem tezekle demişti. Babam gelince 'sen ne diye bulaşıyorsun onlara, sana mı kaldı.' Diye bağırıp çağırmıştı.

 

"Ee tabi kızacak, benim yanımda güldü güleceği kadar. Sana da haşlanmak kaldı." Beyaz sakallarını sıvazladı.

 

"Ama o bakkal babamın ahbabının diye hatırlıyorum."

 

"He benimdi işte." Durdu bir süre. "Birgün Ferhatla geldi yanıma. 'Bak dedi buralardan sarı saçlı aha bu oğlana benzer bir kız görürsen bilki benim kızım. Az gözün üstünde olsun, sahip çık' dedi. Sen geldiğinde de Ferhata benzettim. Dedim bu bizim deli kız." Gülüşüm soldu. Başımı salladım anladım der gibi. Demek Ferhat abime benziyordum, gurur duydum. Duyduğum gururun altında kaldım. O ölüyken ben yaşıyordum. Bir oğlu bir karısı vardı, yengeme döndüm. Başını eğmiş eteğinin pilesiyle oynuyordu. Beni her gördüğünde Ferhat abim mi geliyordu aklına, gözlerime her baktığında onu mu görüyordu. Onlara bırakılmış en büyük eziyettim belkide. Bir damla düştü oynadığı pileli eteğine. Hızla kalktım. "Ben dışardayım."

 

Dışarıya adım atınca soluksuz bir nefesi ciğerlerime hapsettim. Elbisemin yakasını çekiştirdim aldığım nefes az geliyordu. Yavaş yavaş nefes alıp kalbimi sakinleştirdim. Gözlerimi yumdum, sakin olmaya çalıştım. Bir kaç adım atıp evden uzaklaştım, o sırada Arslanın kişnemesini duydum. Ayaklarım ona yöneldi. Huysuzca başını sallayıp duruyordu. "Arslan" sesimi duysun beni tanısın diye bekledim. "Özledin mi beni?" Küçük adımlarla yaklaştım. Başını havaya dikip yelesini salladı. "Oğlum" elimi başına doğru uzattım. Burnundan sert bir soluk bıraktı. Yüzüne parmak uçlarım değdi ilk, sonra avuçlarım sahiplendi. Kahverengi tüylerini okşadım yavaşça. "Çok özlemişim seni." Yüzümde bir gülümseme yeşerdi. Ön ayaklarını yere sertçe vurup huysuzlandı. "Sinirli misin bana, Zümrütten ayırdım diye?" Bir elimi başlığına koyup diğer elimle yüzünü okşadım.

 

"Sadece bizi değil onlarıda ayırdın." Baranın sesi hemen ardımdan geliyordu. Yavaş yavaş yanıma yaklaştı. Ters ters baktım yüzüne. "Biz diye bir şey yok"

 

Ellerini pantolonunun cebine koydu. "Komik kız." Gözlerimi devirdim. Alay eder gibi güldü. "Sen kendini kandırmaya devam et. Biz o kadar güzel varız ki bunu senin inkarın bile yok edemez."

 

"Hayal aleminde yaşıyorsun Miroğlu"

 

Dişlerini sıktı, ona bu şekilde hitap etmemi sevmiyordu. "Senin olduğun her yer hayal her yer alem. Sen ve ben Kal-u Beladan yazıldık."

 

Yol çok güzeldi ama Baranla atacağım her adım, son adım olacaktı. Bu his benliğimi kavururken onunla yürüyemezdim. Kalbimi sürgüne yolladım. Cezalandırılması gerekiyordu. Cevap vermedim. "Saçlarına methiyeler dizdiler. Düşünsene Vicdan Azabı, benim azabımı benden başkası övüyordu."

 

Şaşkınlıkla baktım yüzüne devam etti. "Onlara öfkelendim ama sana dahada öfkelendim. Haksızım biliyorum ama senin saçın sadece benim şiirimin dizesinde yer almalı, başkasının ağzında sakız değil." Aklım benim sersemliğime son vermek istermiş gibi ayılttı beni buhrandan. Saçlarımı o yüzden pislik içinde bırakmıştı.

 

"Ne hevesle yaptırdım saçımı biliyor musun?" O zamanki sinirim geri gelmişti sanki. Ellerini cebinden çıkarıp bana yaklaştı. Eli saçıma ulaşıp bir tutamı tutan tırnaklı küçük tokamı sıyırdı. "Biliyorum ama duramadım. Saçlarını övdüler, öfkeden deliye döndüm." Sessiz sakin sözleri dilime kelepçe vurdu sanki. Arslan huysuzca elimden kayıp gitti. Bende inat edip bir adım daha attım ama at bendende inatçıydı. Sinirle ayağını yere sürttü. Baran atına yaklaşıp dizginlerini eline aldı, Onu sevebileyim diye.

 

"Dizlerin nasıl oldu?"

 

"Yaralarımı iyileştirebiliyorum merak etme."

 

Acıyla güldü. "Başkasında açtığın yaralar peki? Onlarada şifa oluyor musun?"

 

"Sen söyledin, zalim bir kızım ben. Kimseye şifa olamam."

 

"Ben zehrinede razıyım. Onu ne yapacaz."

 

Şafak karagözlerinde doğdu, benim gözbebeğimde battı. Dudaklarından bir kuş uçup benim kalbimin penceresine kondu, onu sarıp sarmalamamı istedi. Elim gitmedi, yüreğim avazı çıktığı kadar bağırdıda şefkat dilenen bir kuşa uzanmadım. Penceremde soluklandı kuş elbet uçup gidecekti. "Baran! Çorba hazır!"

 

Yengemin sesi beni bu girdaptan kurtardı. "Çorba içmekten midem haşlandı. Yok mu bir lahmacun kebap varsa yoksa çorba"

 

Söylenmelerine gülümsedim. "Miden katı gıdaları kalbul etmez, yaran iyileşene kadar sabredeceksin."

 

"Hah! Bak sabır benim işim. Benden iyisi Eyüp Peygamber."

 

"Töbe töbe"

 

Gülerek baktı. Sakallarının arasında parlayan bir gülüştü. Serseri bir bakış attı. "Eve gidecek misin?" Dedim.

 

"Anam merak etmiş giderim bugün. Ama dersen ki gitme seni görmek için kaçar gelirim o zaman mevzu değişir."

 

Hayretle baktım yüzüne, elimin tersiyle omzuna vurdum. "Ya sen manyak mısın ne biçim konuşuyorsun."

 

Gülmesi daha da arttı. Keyfi yerine gelmişti. "Yalan mı kızım gecenin bir vakti evden kaçıp gelip koynumda uyumadın mı?"

 

Ağzım açık kalmıştı bir yandan sinirlenmiştim çünkü eline böyle bir koz vermiştim. "Seni var ya gebertirim. Serseri!"

 

"Bak bak ne dicem?" Ne diyecek diye beklerken gülmekten konuşmadı bir süre. "Kaçır beni, bohçamı da hazır ederim ha ne dersin? Kaçırcan mı beni?" Sinirle ayağımı yere vurdum. Ne desem susmayacaktı bu çocuk. Ona dil çıkardim. Arkamı dönüp yürüdüm.

 

"Şu hareketlere bak, kocaman kız olmuş dil çıkarıyor." Kahkahası beni de güldürmüştü, dudağımı ısırdım sırıtmamı saklamak için. "Hişt baksana bir"

 

Gülmemi sonlandırıp omzumun üstünden baktım. "Sarı saçlarına deli gönlümü, bağlamışım çözülmüyor mihriban"

 

Söylediği türküyle önüme döndüm yanaklarım kızarmıştı bu halimi görsün istemedim. Aptal çocuk. İçim kıpır kıpır olmuştu. Yüzümde silemediğim bir gülümseme. Ardımda bana gönlünü bağlamış bir delikanlı.

 

🍂

 

Yengemle koşar adım eve gidiyorduk, Serdar eczane kapanmadan bizi yetiştirmiş dedemin ilaçlarını alabilmiştik. Şimdi kol kola eve telaşla yürüyorduk. "İçin rahatladı mı?"

 

Derin bir nefes aldı yengem. "Hemde nasıl, görmeseydim gecem gündüzüm karışırdı. Çok şükür iyi gördüm ama toparlanmış. Bugün eve gidecek, anama bir şey dememiş. Demesinde zaten kadın fenalaşmasın."

 

"Bak Baranda bunun için sana söylememi istemedi işte, korkup telaşlanma diye." Evin duvarlarına yetişmiştik.

 

"Öyle tabi ama işte yüreğim dayanmıyor napayım."

 

Açık olan demir kapıyı geçince avluda gördüğümüz manzarayla ikimizde dona kaldık. "Kız nerde kaldınız?" Anam başındaki yazmayı kundak yapmış bir eteğinin ucunu belindeki lastikte tutturmuş, bir elie belinde bize bakıyordu. Elimle burnumu kaşıdım, keskin koku burnumu acıttı.

 

Babam yerde kestiği koyundan başını kaldırıp bize döndü. "Geçin hadi, Berfin Malikin yanına otur."

 

Sedire bakınca dedem, nenem birde abimin oturduğunu gördüm. Onlara doğru giderken dedem konuştu. "Aldın mı ilaçları."

 

Elimdeki poşeti uzattım. "Aldım aldım. Bir tane ilaç yokmuş gelince eve getirecekler haberin olsun."

 

"Aman ne haberi olacak sanki peşine düştüğümü var." Nenemin huysuz sesi dedemi çileden çıkarıyordu.

 

"La havle, la havle! Ne ediyom sanki." Poşeti yanina koydu. Abimin yanına otururken yengemde mutfağa geçti. "İçeri ilaç dolu, içsen ne ala. Biriktirip duruyon ne atıyon ne ediyon. Mühleti dolmuş at diyom yok diyon. Ee sonrada yok dizim ağrıyor."

 

"Ben hastaysan aha senin dilinden Zıbo."

 

"He he ben seni adam ettim şimdi benim dilimden hasta oldun." Nenem küstünce yüzünü döndü bize. Benle abim sesimizi bile çıkarmadan onları izliyorduk.

 

"Ne adam eyledin. Ben zaten ağa çocuğuydum, ben seni ağa karısı yaptım. Heyhat. "

 

"De get! Ağa çocuğuymuş. Kim seni ağa yerine koyuyordu sanki."

 

"Zıbo!"

 

"Başlamayın yine. Şurda kurban kestik evimizden belayı def etmek için. Siz ne yapıyorsunuz." Babam kanlı elinin tersiyle alnındaki teri sildi. Mümtaz abi koyunlarda birinin kanını bir parmağını diğer kanı diğer parmağına bulayıp bize doğru geldi. "Bismillah!" Elindeki kanı abimin alnına sürdü. Diğer elindekinide benim alnıma. Sıvının tenime değmesiyle bedenim ürperdi. Kan kokusunuda renginide hiç sevmiyordum. Hele ki avlunun ortasına sinmiş, kan kokusunu hiç sevmezdim.

 

"Allahım sen yavrularımı belalardan koru evimize afiyet ihsan eyle. Kötü insanların şerrinden bizi muzaffer eyle." Annemin ettiği duaya hepimiz amin dedik. "Çocuklarımızı bize bağışladın sana şükürler olsun. Kurbanımızı kabul eyle." Ellerimizi yüzümüze sürüp amin dedik. Dedem kuran okudu, ardından hep birlikte adak kurbanlarını kesip evlere dağılmak icin poşetledik. Yengem büyük leğene elindeki tartıyla aynı kiloda olacak şekilde tartıp poşete koyarken, bende elimdeki hortum ve süpürgeyle avluyu temizliyordum. Gecmeyen kan lekesi inatla duruyordu. Durdukça ben deliriyordum.

 

"Yeter Berfin çıktı leke!" Abim sinirle ayağını sallıyor bir yandanda yerde benim gibi olmayan kanı görüyordu.

 

Hepimizde aslında kapanmayan büyük travmalar oluşmuştu. Ama biz onları örtbas ettiğimiz için büyüklüğünü bilemiyorduk. Ara ara o serbest bıraktığımız tepkilerimiz durumun önemini gösteriyordu. "Çıkmıyor."

 

Dişleri arasından konuştu. "Çıktı diyorum sana!"

 

Elimdeki süpürgeyi firlattım. "Çıkmıyor işte çıkmıyor! Yıkıyorum yıkıyorum geçmiyor!"

 

Ayağa kalktı. Burnundaki tampon çıkarılmış küçük ince bir bandaj kalmıştı. "Çıktı. Kan falan yok."

 

"Bu ne o zaman" elimle yerleri gösterdim ama kan falan yoktu. Sersemledim. "Şimdi burdaydı, geçmiyordu." Hortumu ellerimden aldı köşeye attı. "Geçmeyen kan değil akılsız." Eliyle kafama vurdu. "Burdan geçmiyor. Silinmiyor. Günlerce aylarca temizlesen ne olacak. Olmayan kanı sil dur, burdan silemedikten sonra."

 

"Malik!" Annem elinde dolu poşetlerle geldi. "Al bunları tek tek dağıt. Kimseyi atmayasın ha dikkat et. İmam kabul etmezse ısrar et adak de, tutuştur eline."

 

Abim posetleri avuçladı. "Almıyor ana ne diye ısrar ediyorsun. İhtiyaç sahibi değilim diyor. Haklı maaşı var evi var ne diye veriyorsun."

 

"Sus, sen karışma işime. Biz onların hayrını kabul ediyoruz bir payımız olsun diye. Onlarda kabul etsin ki, bir dilde dua almak kötü mü? Hadi hadi bekleme, bunları dağıt gel daha var, yarın iftarda pişirsin millet." Abim el mahkum çıktı evden. Yengem elindeki plastik kapla geldi. "Hah getirdin mi? Berfin al bunu Sahime'ye götür."

 

"Abime niye vermedin?"

 

Kabi elime tutuşturdu "kız kadın utanır almaz Malikten, sen götür çokta selamımı söyle. Acele et sofrayı kuralım teravih başlıyor bugün."

 

"Ceylan! Koş kız Sait uyandı." Nenemin sesiyle yengem merdivenlere koştu. Bende elimdeki kapla evden çıkıp yürümeye başladım, dar taş duvarlı ara sokaklardan gectim, Sahime teyzenin evine varmak için. Bazı sokaklarda kadınlar evinin önünü temizleyip Ramazana hazırlık yapıyorlardı. Bir sokakta boydan boya ışıklandırmalarla süsleniyordu. Kimi kadınlar işini gücünü bitirmiş kapı önlerinde son çaylarını yudumluyordu. Sahime teyzenin sokağına girip kapısına doğru ilerledim. Tahta kapıyı sertçe çaldım ki evin içinden duysun diye. Yanımdan geçip tanıyanlara baş selamı verdim. Kapı açılınca Sahime teyzenin nur yüzünü gördüm. "Oyy Berfin hoş geldin kızım. Gel içeri gel."

 

"Yok Sahime teyze girmeyeyim. İş güç var, annem yollladı bunu sana." Plastik kabı uzattım. Elini elimin üstüne koydu "az bekle burda, sıcak bazlama yaptım dur hemen getiriyorum." İtiraz etmeme müsaade bile etmeden içeri girdi.

 

"Sarı?" duyduğum sesle omzumun üstünden baktım. Sınıf arkadaşım Helini gördüm. Yanında da Berfini. Barana isteyecekleri Berfini. Kadir ağanın kızı olan, beni ve abime zulmeden adamların kardeşi olan Berfin. Siyah saçlarını toplamış, esmer yüzünün güzelliği ortaya çıkmıştı. Kara gözleri vardı tıpkı Baran gibi. Bu benzerlik beni mahvetti.

 

"Helin" sesimi bulmam zor olmuştu.

 

"Nasıl oldun? İyi görünüyorsun maşallah." Yanaklarımdan öpüp sarıldı.

 

"İyiyim sağ ol, sen nasılsın."

 

"Çok şükür Ramazan telaşı işte bildiğin gibi." Elini yanındaki kızın omzuna koydu. "Bu Berfin, Kadir ağanın kızı."

 

Sertçe yutkundum gülümsemek gibi bir çabaya girmedim sadece başımla selamladım. Aynı karşılığı da ondan aldım. Parmaklarıyla oynarken konuştu. "Olanları biliyorum, ne desem olmicak şimdi. Keşke olmasaydı ama benim elimden gelen bir şey yok."

 

"Biliyorum." Kestirip attım. Nerde kaldı bu Sahime Teyze. Kapıya doğru eğilip seslendim "Sahime Teyze!"

 

"Berfin seninki geliyor." Sırtımı dikleştirip ardıma baktım. Baran geliyordu. Heybetinden gram eksilmemişti. Yürüdüğü yolda önce şanı geliyordu, yanında Serdar vardı. Sokağın ucundan göz göze geldik. Aldığım nefes ağır çekime girdi sanki. Kavruk teni buradan bile gözümü alıyordu. Ateşi ikimizide kavuruyordu. Bir arkadaşlarını görmüş olacaklar ki ayaküstü sohbete başladılar.

 

"Nasıl görünüyorum?" Berfinin sorusuyla ellerim hissizleşti. Elleriyle kendine çeki düzen verişi beynimde milyonlarca yıl uzaklıktaymış gibi geçip gitti. Baran benimki değildi. Bu cümle o kadar ağrıma gitti, çaresizliği iliklerime kadar hissettim. Bir şey demek istedimde dilim lal oldu.

 

"Güzelsin güzel, heyecanlanma." Dedi Helin.

 

Omuzlarıma bir yürek dolusu heybe yükelendi sanki. Taşıması zorlaştı. Bedenimi esir alan bir hissizlik vardı. Gözlerim inkara başvurdu, zihnim reddetti.

 

"Nasıl yakışıklı dimi?" Heyecanlı gülüşü bir tiyatro sahnesi gibiydi.

 

Helin omzuyla dürttü beni. "Bakma kız öyle sözlenecekler yakında. Tanışmaya geleceklermiş." Bakışlarımı onları kınadığıma yordular lakin kurban edildiğinden bir haberlerdi. Nasıl diye haykırmak istedim.

 

"Daha belli bir şey yok Helin. Hem babalarımız bilmeyecek tanışmamızı. Kendi aramızda olacak."

 

Büyük bir hüsranla Barana baktım. Beni çek çıkar dedim bu girdaptan. Ellerim ayaklarım prangalı gidemiyordum. Gidemediklerim bileniyordu canım çok acıyordu. "Olsun sonuçta analarınız bilecek. İş ciddiye biniyor. Müstakbel kocan artık o"

 

Eteğimi tüm gücümle sıktım. Birine dayanma tutunma ihtiyacı hissettim. Baran çatık kaşlarıyla baķıyordu. Ne olduğundan habersiz duruyordu bir şah eser gibi. Canım acıyordu, en büyük acımda bunu benden başka bir allahın kulunun bilmemesi. Yalnızlığımın içinde tek başıma debeleniyordum. Kimse görmüyordu, ne yaşıyordum bilmiyorlardı. Çığlık atmak isteyen arsız bir yanım vardı, isyan edip baş kaldırmak isteyen. Baranın yönü tamamen bana döndü ama başkası kendine pay biçti. "Ay buraya bakıyor."

 

"Al kızım, Sara Hatuna selamımı söyle" Sahime teyze elime tutuşturdu sıcak ekmekleri. Dumanı tütmeseydi anlarmıydım sıcaklığını, hisseder miydim bilinmez. Adım attım, buradan uzaklaşıp gitmek istedim. "Kız Sarı nereye?"

 

Bir savaş başlattım gözlerimizin menzilinde, cepheler karıştı dost düşman, düşman zalime dönüştü. Bir toz toprak doldurdu, tüm gözler kör oldu. Zaten meyilliydiler görmememeye, duymamaya. Insanlar körlüğe inkar etmiyorlardı onların inkarı hakikateydi. Hakikat korkutuyordu, çünkü tadı acıydı. Kimsenin canı yanmasın kimsenin tahtı başına yıkılmasın. Saltanat sürsün, köleler sürünsün.

 

Hakikate gözümü bağlayan ben, Berfin.

 

Acı çekiyordum. Adımlarım Barana yaklaştıkça ruhum bedenimden azad oluyordu. Gözlerimiz kilitlendi, kimsede yoktu anahtarı. Bizde bile. Benim yıkılmışlığım onun omuzlarını yüceltti, dik duruşu bana cesaretti lakin cesaret etmekte yürek ister. Yürek bir yangının pençesindeyken, alay etmek yakışmaz. Boğazımda koca bir yumru vardı ne dilim hareket eder ne dudaklarım. Gözlerinin bebeğinde kendimi gördüm kalbimin ortasında bir yangın alayı. Anlamaya çalışıyordu, ama olmuyordu. Yakınına sindikçe kaşları dahada çatıldı. Tüm bedeniyle döndü bana, etli dudaklarını ıslattı diliyle, boğazı kurumuştu benim gibi.

 

Gözlerimden yaş aktı. Yanından geçerken bir saniye durup bakmadım, olması gerektiği gibi geçtim.

 

Düşman çocukları gibi.

 

İki yabancı gibi.

 

İmkansız bir aşk gibi.

 

Bölüm sonu.

 

Yorumlarınızı bekliyorum 🧚‍♀️

 

Loading...
0%