Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm:Krallık

@berfinatman

 

 

 

 

-Kıyametten Sonra

 

Üstüme yıkılan tüm suçlar tüm yakıştırmalar omzumdaki hırkayı ağırlaştırmış kamburumu çıkarmıştı. Kimseye taşıyamadığında fazlası farz değildir, arınmak yenilenmek toparlanmak gerekir. Acı çekmeye bağışık kazanmak en tehlikeli huydur, bunun ötesi kabir azabı.

 

Alya yüzündeki üzgün ifadeyle bakıyordu, gözlerinde hüzünlü bulutlar geçip duruyordu. "Vay be!" Söyleyebildiği ilk tepki bu oldu. Bahçedeki masada incir ağacının gölgesinde oturuyorduk. Serin rüzgar ılık bir havayı bize bahşetmişti. Masadaki su bardağından ufak bir yudum aldım. "Sadece ihtimalini düşünmek ve buna inanmak Baranı nasıl zedelemiş."

 

Omzumun hizasındaki saçımı kulağımın arkasına iliştirdim. "Baranı ayakta tutan şey inancıydı." Kırık bir gülümseme dudaklarıma yerleşti. "İnancını kaybetseydi Berfu-Baran olmazdı. O hep onu istediğime inandı ve ayakta kaldı, yengemin 'seni istemiyor' demesi inancını sarstı. Acaba mı diye belkide ilk defa düşündü ve bu düşünce onu yaraladı. Böyle bir ihtimal onun için hiçbir zaman olmamıştı çünkü, bununla yüzleşti o gün."

 

"Ama daha önce sen de söylemiştin onu istemediğini." Haklı bir noktaya değindi Alya. Uzun siyah saçları göğsüne dökülmüş, güzelliğine güzellik katmıştı. Eskiden onun saçı kısa benim ki uzundu, şimdi benim saçım kısa onun ki uzun.

 

"Baran benim yalan söylediğimi biliyordu. Bunu benden değil bir başkasından duyması onu rahatsız etti. Benim korktuğum için ondan uzak durduğumdan haberdardı, gözlerimin gerçekleri haykırmasına engel olamıyordum işte." Dudaklarım kıvrıldı.

 

"Aşka bak be, gözlerden anlıyor yalanı, yanlışı." Çekik gözleri biraz daha kısıldı güldüğü için. "Berfu-Baran ne demek?"

 

Gözlerinin içine baktım derin bir nefes aldım, beraberinde karnım yükseldi. "Kar ile yağmur." Dirseğini cam masanın yüzeyine koydu, yumuşak yanaklarınıda avcuna yasladı. "Bizim oralarda çetin bir kıştan bahsedecekleri zaman "Berfu-Baran derler. Zorluğu, çekilen eziyeti böyle anlatırlar. Tek başına ne Berf ne de Baran bir şey ifade eder. Anlamı beraberken ortaya çıkıyor."

 

"Tıpkı iki yapboz parçası gibi." Dedi Alya.

 

"Hanımım" bize doğru yaklaşan Saliha ablanın sesiyle ona döndüm. Elinde bir şal vardı, nazikçe omuzuma bıraktı. "Bunu örtün serin hava çarpar, sonra herifiniz size bir şey diyemediğinden ben azar yiyorum." Omzumdaki eline iki defa yumuşakça dokundum.

 

"Teşekkür ederim Saliha abla. Kocamı şikayet etmenide dikkate alacağım, merak etme." Dedim bu haline gülerek.

 

"Aman aman" iki elini havaya kaldırdı. "Beni uğraştırmayın. Saat başı arıyor hanımım, alarm mı kurmuş netmiş bilmem. Vitamini içti mi? Meyve yedi mi? Sütü çok sıcak olmasın? Abo sanki çocuk var karşısında." Alyayla ben onun bu hallerine gülerken o dahada sinirleniyordu. "Amanın siz gülün gülün, sana korkusundan bir şey diyemiyorda beni dellendiriyor. Az git karına söyle diyom, Berfini karıştıma diyor. Benim anam ağlıyor." Gülmelerimizin desibeli artarken Saliha abla şalın bir ucunu karnıma örttü. "Aman diyim bebemize bir şey olmasın, ahanda hesap veremem ben kocana"

 

Ellerimi karnıma sardım sıkıca. "Tamam Saliha abla sağ olasın." O yanımızdan uzaklaşırken karnıma bir müddet baktım. 38 haftalık göbeğimi okşadım doğuma az bir zaman kalmıştı yaklaşık iki hafta kadar. Doğum gerginliği üstümdeyken, geçmişi anlatmak ne kadar mantıklıydı bilmiyorum. Ama anlattıkça içimde bir yerlerde özgür kalmış bir kuş hissediyordum.

 

"Ee?" Alyanın sesiyle başımı kaldırdım. Rüzgardan uçuşan kısa saçlarım yüzüme düşüyordu. Parmaklarımla saçları iteledim. "Baranı ne zaman gördün bir daha."

 

Baran.

 

İsmi nasılda güzel, nasılda küf kokulu. Nasılda acı dolu, nasılda hayat kaynağı. Benim sevdiğim hem ölüm hem nefessin.

 

"Uzun bir süre göremedim onu, yaşadığı gerçeklikle yanılgı arasında boğuluyordu büyük ihtimal. Ramazan boyunca hiç göremedim onu. Pencerede belki gelir diye geceleri bekledim, incir ağacı bir yaprağını bile kıbırdatmadı o yokken. Gelmedi, beklediğimi onu görmek için çırpındığımı itiraf edebiliyordum ama inkar eden ve fısıldayan bir yanımda hep vardı. İnkar etmek belkide vicdanımı rahatlatıyordu bilmiyorum."

 

Gözlerim evimize döndü. Mavi renkli pencerelerimize baktım, boyadığımız teneke kutularındaki çiceklerimize baktım. Onunla her şey güzelleşiyordu.

 

"İlk ne zaman gördün? Yani bu olaydan sonra?"

 

Gözlerimi çevirdim, Gözbebeği heyecanla parlıyordu. "Bayramda geldi. O zaman gördüm ilk."

 

Asıl o zaman bana bayramdı.

 

Baranın gelişi Bayramın gelişiydi.

 

💫

 

 

 

 

 

-Kıyametten Önce

 

 

Ürkek adımlarım abimin odasının kıyısında dolanıyordu ama bir türlü ilerleyemiyordu. Gerginlikten ellerimi ovuşturuyor ileri geri yürüyordum. Tam yüzümü kapıya dönüp yürüyecektim ki yine yapamadım, arada kalıp duruyordum. Yüzüm yoktu gerçekçi olmak gerekirse. Onun kalbini kırdım ve bunu bilerek yanına gitmeye utanıyordum. Bir iki konuşma denemem daha oldu hepsinde beni tersledi, ne yaptıysam olmadı. Sırtımı duvara yaslayıp baş parmağımdaki tırnağı yedim. Ne tepki verir bir türlü kestiremiyordum.

 

"Berfin?" Babamın sesiyle yerimden sıçradım. Heybetli cüssesiyle bana bakıyordu. Yüzünde ilk dikkat ceken şey gür bıyıklarıydı. Kaşları sinirlenince çok sert bir şekilde çatılır ve öfkesinin büyüklüğünü gösterirdi. Her erkekte olduğu gibi babamında göbeği vardı. Mavi gömleğinin düğmeleri zor iliklenmiş gibi görünüyordu. "Hâlâ burda mısın sen?"

 

Ne diyeceğimi bilemedim, yüzümdeki umutsuz ifadeyi gördü de halime acıdı heralde. "Ah şu gençler, nedir bu dilinize hakim olamamanız? Git dikilip durmada konuş abinle." Yanıma yaklaştı bir elini sarı saçlarıma koydu.

 

Üzgün gözlerle baktım. "Konuşmuyor ki baba, kaç kere gittim." Beyaz yüzümde dolaştı gözleri. Başıma, saçlarımın arasına öpücük kondurdu.

 

"O senin abin, affeder mutlaka. Bak bana her ne olursa olsun kardeşlerimi atamıyorum. Sinirliyken olur öyle şeyler, sende sinirinden demedin mi o lafları. Ha? Hadi git konuş. Ramazanda küslük dargınlık olmaz."

 

"Affeder dimi?" Umutsuz sesimi tutup çekti babam.

 

"Affeder, affeder." Omzumu sıvazlayıp, uzaklaştı.

 

Derin bir nefes alıp, tüm cesaretimi topladım. Kapıyı çaldım ses gelmeyince açtım. Başımı uzattım, yatağın ucunda oturmuş elindeki havluyla ıslak saçlarını kuruluyordu. Burnundan dolayı doğru düzgün banyo yapamamıştı. "Gelim mi?"

 

Başını kaldırıp baktı. "Geldin zaten" diye ters cevap verdi. Kapıyı kapatıp bir kaç adım attım. Şimdi gurur yapıp gidecek zaman değildi. Parmaklarımla oynarken nasıl giriş yapacağımı düşündüm. "Abi ben-"

 

"Bana abi deme!" Tepkisiyle sertçe yutkundum. Geriye doğru bir adım attım.

 

"Bak özür dilerim, ben öyle demek istemedim."

 

"Hayır!" Elindeki havluyu yatağa fırlattı. "Tam olarak öyle demek istedin. Beni abi yerine koymuyordun ki kızım sen! Ferhat ölünce abi dedin bana."

 

"Sen benim abimsin." Sesim cılızdı. Sinirle dudağımı ısırdım.

 

Bir hışımla ayağa kalktı, sinirle soluyordu. "Beynin almıyor mu senin ha? Almıyor mu?" Yumruğuyla kafama vurdu. "Aklına sok bir daha bana abi demeyeceksin duydun mu?"

 

"Ne dicem ha ne dicem!" Gözlerim doldu. "Bir abimide kendi aptallığımla kaybettim diyip oturacak mıyım?"

 

"Ne bok yersen ye, bana abi demiceksin?" Elbise dolabına yöneldi. Çekmeceyi açıp bir çorap aldı eline.

 

"Ferhat abiden bir farkın yok benim için, ben sizi ayırmadım hiçbir zaman." Gözlerim tüm duygularımı ifade ederken, ruhsuz bakışlarını attı bana.

 

"Her zaman bir fark vardı." Yüzünde alay eden bir gülümseme oldu, sonra gözlerini kıstı. "Senin abin Ferhattı. Bir derdin olsa ilk ona koşardın, mutlu olduğunda ilk ona giderdin. Ben ise arta kalan sevinçlerini bilirdim. Onun yokluğunu benimle doldurmaya çalıştın ama o kadar büyük bir boşluk benim gibi çapsız Malikte dolacak değildi ya. Dolmadı da zaten. Ben hiçbir zaman abin olmadım, Ferhat hayattayken hep Maliktim ben senin için. Gözüyaşlı tutunacak dal aradın, o da zavallı Malik oldu. Kusura bakma senin için bir Ferhat değilim ben. Eskiden ne isem hâlâ oyum." Farkında olmadan abime yüklediğim sorumlulukla karşılaştım. Ben bunları bilmeden yıllarca yaşamıştım, başkasının aynasında bakmak lazım geliyor demek ki. Ne desem ona yaşattıklarımı hafifletmeyecektim. Elimin tersiyle gözümden akan yaşı hızla sildim. Burnumu çektim. "Son sözün bu mu?" Dedim.

 

Yatağın ucuna oturdu, çorabını giyerken cevapladı. "Bu"

 

"Babada demişti ki abin seni affeder. Kardeş atsan atılmaz satsan satılmaz, git konuş dedi. Bende öyle sandım beni atmazsın, affedersin. Sana abi demedim haklısın ama küçüklük alışkanlığıydı ne sana saygısızlığımdan ne de sevgisizliğimden. Ferhat abi ölünce, abi demek istedim. Çok mu gördün bunu, istedim ki hiç acımız yokmuş gibi, ben abimi kaybetmemişim gibi yaşayalım. Senin yerini sana anlatacak değilim ama bil ki sana söylediğim laflar kalbime oturdu en çok benim canım yandı." Burnumun ucunda kuvvetli bir acı peyda oldu. Yaşarken abimi kaybetmiş gibi hissettim, bu acımında bir tarifi yoktu. Ferhat abim için elimden hiçbir şey gelmemişti. Ama şu anda yapacağım bir şey yoktu. "Neyse, sana bir şey olmasın, canın sağ olsun. Malik" yıllar sonra abime ismiyle hitap etmiştim. Başını kaldırıp baktı ama hiçbir şey demedi. Odadan çıktım, kendimi terasa attım. Acıyı göğsüme misafir ettim. Yerleşti koca bir medeniyet kurdu, çuval gibi attım kendimi hasır sedire. Tüm yıkılmışlıklar yüreğime oturmuştu, acısı her nefeste canımı yakıyordu. Sait'in ve Köfte'nin havlama sesi avluda yankılanıyor, gökyüzünün sahibi kuşlar cıvıl cıvıl ötüyor. Ben ise harabe bir halde ki yüreğimde hasar kaydı tutuyordum. Ağır hasarlıydı. Dönüşü imkansızdı.

 

"Berfin!" Annemin sesiyle derin bir soluk bıraktım. Ayaklanıp tırabzana yasladım dirseklerimi. "Noldu?"

 

Başını yukarı kaldırıp bana baktı annem. "Zarife ablan geldi, az Berfine söylede şu zımbırtıyı çalsın dedi. Zafer amcan istiyormuş."

 

"Anne oruç oruç nasıl üfleyeyim, boğazım kuruyor sonra." Hiç hevesim yoktu açıkçası.

 

"Kız adam kanser yazık günah bir şey istedi senden. Sevaptır. Hem o senin tüm gıy gıyını çekti. Başımızı ağrıttın çalmayı öğrenecen diye, adam ses etmedi, biraz vefalı ol." Haklıydı. Ney üflemeye başladığımda doğru düzgün ses bile çıkaramıyordum kuru bir gürültüden başka bir şey değildi. Zafer amcagil hemen yan evimizdeydiler ve bir kere bile şikayetleri olmamıştı. Şimdi gırtlak kanseriyle mücadele ediyordu. İstekleri olduğunda genelde üflerdim onun için. Ona ney'in huzur verdiğini söylüyordu. Anneme başımı sallayıp odamdan koşar adım neyi omzuma attığım gibi avluya indim. Kılıfından çıkardığım neyi dudaklarıma yasladım, belimi dikleştirirp üflemeye başladım. Neyin sesi önce avluyu sonra da her yere yayıldı. Bulaşıcı bir hastalık gibi her yeri kapladı, kalplere huzur ve güven işledi. Dinleyen kulaklar, kalplere doğru yol açtı. Açılan yola bir sura üflendi, kalpler yeşerdi iman yerleşti. Annem de yanımdaki sedire kuruldu. 5 dakika sonra dedem ve nenemde avluya çıktı. Sait artık büyüdüğünü kabul etmediği köpeği kucaklayarak yanımıza geldi. Annem söylenecek gibi oldu ama beni bölmek istemedi. Neyin sesi herkese dinginlik ve huzur vermişti. Ben üfledikçe Zafer amcanın acısı dindi, hayata baktığı pencere netleşti. Bir kuş kadar hafifledi. Dedem ilk başta ney üflememe izin vermezken şimdilerde üflemeye başladığım an hemen gelip dinler olmuştu. En büyük hayranımdı. Avlunun kapısı çalınca yengem koşar adım gidip açtı, kimse eserimi bozmak istemiyordu. Babam avluya girince bizi gördü, neyin sesi onada ulaştı. Yavaş adımlarla gelip annemin yanına oturdu, herkes kendi içine döndü, gördükleri belki memnun etmedi ama bu dönüşler geleceğin teminatıydı. Dakikalar sonra neyi son kez üfleyip uzaklaştırdım dudaklarımdan. Herkes derin bir soluk verdi omuzlarındaki yüklerden sıyrıldı sanki.

 

"Ağzına sağlık, Zafer mi istedi?" Babam soruyu sorarken ben kılıfına yerleştirdim ney'i.

 

"Evet. Zarife abla gelmiş anama demiş." Derin nefesler alıp soluklandım.

 

"Allah şifa versin, hiç iyi görmüyorum halini. Daha da kötüye gidiyor." Bana baktı babam. "En son gördüğümde 'Şu hastalığı öğrendiğimden beri bana iyi gelen tek şey Berfinin Ney'i dedi."

 

"Allah şifa versin. Ağzına sağlık Berfin, arada bizede üfle şu fülütü." Dedemin söyledikleriyle, yengemle güldük.

 

"Fülüt değil bavo, ney ney."

 

"Ney ney kız." Diye tersledi. Yengemle gülüşümüze babamla annemde dahil oldu.

 

"Bunun adı ney bavo." Gülmekten konuşamıyordum.

 

"Yahu fülüt diyorum hala ney diyor." Seslice la havle çekti. Gülüşümüz katlandı.

 

"Bavo bak bu elimdekinin adı ney" neyi kaldırıp gösterdim.

 

"De get ne bilim ben ney. Fülüt diyom daha da ney diye soruyor. Eşeğin sıpası." Kahkahamız yankılandı. Herkesin keyfi yerine gelmişti. Annem elindeki terliği bana fırlattı. "Kız uğraşma bavoyla" ama bir yanda da kendisi gülüyordu.

 

"Ehh bugün son ramazan ha, bir geldi misafirimiz oldu. Şimdide gidiyor. Yarın bayram." Hepimizde ramazanın gidişinin burukluğu vardı.

 

Gözden kaybolan Sait koşarak merdivenden aşağı inmeye başladı. Yengem bağırdı. "Oğlum yarın bayram, çıkar onları." Sait çığlık atarak annesinden kaçtı. Bu hallerine hepimiz güldük. "Sait bak kirleteceksin onu, çıkar dedim sana." Yengem elinde terlikle avluda kovalıyordu. Sait arkamızdan dolanıp duruyordu.

 

"Arife çiceği olmuş. Ceylan elleşme bırak giysin." Babamın desteğiyle Sait koşarak babamın kucağına tırmandı. Babam bıyıklarına aldırmadan saiti öptü.

 

"Ya baba kirletecek ben biliyorum." Yengem elleri belinde Saite çaresizce bakıyordu.

 

"Anne söz kirletmicem, bak hep böyle oturacam." Babamın kucağıyla yetinmeyip omzuna tırmanmaya başladı.

 

"He oğlum he, bende inandım. İn dedenin tepesinden, Sait bak kime diyorum."

 

"Kızım bırak torunumu, dedesinin aslan parçası o." Babam gömleğinin cebinden çıkardığı parayı Saitin bayramlık pantolonun cebine sıkıştırdı. "Al bakalım bu da Arefe harçlığın."

 

"Allah be!" Sait babamın kucağından inip koşarak merdivenlere yöneldi. "Sait çıkar o üstündekini." Yengemde ardından çıktı merdivenleri tek tek.

 

"Senin okul ne zaman açıklanıyor, sarı kız." Nenemin sorusuyla tüm gözler üstüme yöneldi. puanımın açıklanmasından sonra tercih yapmıştım. "İnşallah yarın açıklanacak."

 

"Hadi bakalım hayırlısı."

 

"Peh!" Dedem yine tersledi. "Okumanın neyi hayırlı olacaksa."

 

"Bavo başlama yine. Konuştuk bunu." Babam benim yerime cevap vermişti. "He he boş boş konuştun. Akıl yok sende Sadık sonra pişman olacan ama vuracak diz bulamayacan."

 

Babam derin nefes aldı. "Ya sabır Allah, ya sabır." Dedem söylenmeye devam ederken babam anneme döndü. "Sara Hatun sabah erkenden hazır olun." Annem başını salladı.

 

"Ne için baba?" Dedim saf saf. Acımızı mı unutmuştum, nasıl böyle bir aptallık yapmıştım. Babam bana döndü gözlerine oturmuş kederle baktı. Yadırgadı belkide bu pervasızlığımı. "Mezarlık için" dedi. Beni bam telimden vurdu. Ferhat abimi ziyaret edecektik.

 

Bayram bizim için hep yarım ve eksik olacaktı. Bunu nasıl unutabilirdim ki.

 

❣️

 

Sabah büyük telaş ve hareketle uyandık. Bugün bayramdı, babamlar namaza gitmişlerdi. Annem hepimizi erkenden uyandırmıştı. Şerbetleri buzlu büyük kaselerde yapmıştık. Bayram şekeri ve kolonyasını çıkarmıştık, çeşit çeşit lokum dizmiştim şeker tepsisine. Gülistan abla annem ve yengem baklavaları açarken, ben ve beritan avluyu tekrardan yıkayıp şark köşesine kahvaltı sofrasını hazırlıyorduk.

 

"Berfin patlicanları soydun mu? Bak biber kalmış orda onlarıda al. Hadi oyalanma. Ayran çırpın ayran." Annem baklava yaparken bir yandan bize söyleniyordu.

 

Yengem baklavanın yanından kalkıp ellerini lavaboda yıkadı. Elimdeki ayranı alıp kendisi çırpmaya başladı. "Sen kaymakları koy tabağa." Dolaptan kaymak çıkardım. "Beritan yumurta kır, bak sucuk almadık gördün mü?"

 

"Anne bugünde sucuk yemeyi versinler."

 

"Kız bayram bugün, bayram." Fıstıkları baklavaya boca ederken söylenmeye devam etti. "Tahin pekmezde koyun bavo yesin." Mutfağa yavaş adımlarla nenem geldi. Ona sandalye çektim otursun diye.

 

"Daha hazır değildir bu baklava?"

 

"Az kaldı şimdi yollicam fırına." Büyük bıçağı alıp hamuru kesmeye başladı. Yengem ayranı götürüp gelmişti. "Bu Sait beni delirtecek eninde sonunda. Tutturdu oruçluyum diye. Bitti Ramazan diyorum anlamıyor."

 

"Halasına çekmiş. Katır inadı, Berfinde böyleydi." Anneme ters bakış attım. "Bende olay ne zaman bana gelecek diye bekliyordum."

 

"Hadi hadi, oyanlanmayın. Bak gelecekler şimdi sofra yok daha ortada." Gülistan ablada ellerini yıkayıp kahvaltı için bize yardım edince sofra hazır olmuştu. Annem baklavayı fırına yollamıştı. 3 tepsi yapmıştı. Herkes odasına geçip bayramlıklarını giymişti, dudaklarıma sürdüğüm gül kurusu ruju yedirirken babamların sesini duydum. Elbisemin kuşağını bağladım, saçımın bir kısmını at kuyruğu yapmış gerisini salık bırakmıştım. Kirpiklerime rimelle dolgunluk vermiştim. Hazırdım. Merdivenden inerken yengemde odasından Saitle çıktı, yüzünde gerginlik vardı. Elindeki beyaz tülbenti bana uzattı. "Sağ ol yenge."

 

"Hala bayramlığım yakışmış mı?" Sait saçını joleyle şekillendirmişti.

 

"Çok yakışmış, sen niye bu kadar yakışıklı oldun bakim."

 

Sevinçle güldü "olmuşum dimi, Leyla'da beğenir mi?"

 

Yengemle birbirimize bakıp güldük. "Eşek sıpası seni Leyla'da kimmiş" hızla ağzını kapattı Sait. "Ağzımdan kaçtı." Koşarak yanımızdan geçip aşağı indi. "Yandık valla yenge."

 

"Ah, ah yandık ki ne yandık."

 

Aşağı inince sırasıyla dedem, nenem, babam ve annemle bayramlaştık. "Bayramınız kutlu olsun."

 

"Seninde kızım, böyle bayramlar çok göresin." Dedeme avcumu açtım. "De get hala para mı istiyon."

 

"Adet yerini bulsun bavo, ver paramı" yengemle bakışıp güldük. La havle cekerek cebinden bir yüzlük sıkıştırdı avcuma. "Oo o kadar tarlan var verdiğin paraya bak bavo ya."

 

"Vel vel vel, alırım ayağımın altına ha." Bugüne özel beyaz gömleğini beyaz pantolonunu ve takkesini takmıştı. Beyazlar içindeydi. Babam gözlerimden anladı ne isteyeceğimi, elini cebine koyup kağıt paralardan rastgele seçip verdi. "Bayramın kutlu olsun baba."

 

"Seninde kızım." Bayramlaşma faslı bitince. Mutfağa geçtim. Abim masaya oturmuş elindeki telefona bakıyordu. Annem baklava şerbeti kaynatıyordu. Bir sandalye cekip oturdum abimin yüzünü yandan görüyordum. "Camii kalabalık mıydı.?"

 

"Kalabalıktı. Valla o bu değilde ben bu imama uyuz oldum ha." Diye söylendi abim.

 

"Hayırdır yine noldu." Annem ocağın altını kapattı.

 

"Yahu bağış yapacam camiiye izin vermiyor. Camiinin eksiği gediği yok ihtiyaç sahibine verin diyor." Bunda sinirlenecek ne vardı ben anlamamıştım.

 

"Ee daha ne istiyon, adam düzgün hakiki adam işte." Eline havlu alıp fırından bir tepsi baklava çıkardı.

 

"Daha ne olsun. Bu adamın benim insanlığa inancımı geri getirmeye ne hakkı var. O kadar alıştım ki namussuz, para göz, hak yiyene. Bu adam sinirimi bozuyor. Bu kadarda düzgün olunmaz ki ya." Eliyle saçını düzeltti.

 

Annem kaş göz yaparak abimi işaret etti, onunla bayramlaşmamı istiyordu. Bende istiyordum ama ne tepki verir bilmiyordum. Sandalyeden oflayarak kalktım önünde durdum. "Bayramın kutlu olsun." Başını kaldırıp dik dik baktı. "Seninde." Ayağa kalktı dışarı çıkacak sandım ama kollarını bana sardı. Tüm sinirim öfkem kırgınlığım kuş olup uçup gitti sanki, sessizce fısıldadı. "Kardeş, atsan atılmaz satsan satılmaz." Birden beni bırakıp çıktı mutfaktan.

 

Ailecek abimin mezarına gittik, dualar okuyup hem onun ruhunu hemde kendi bir çare ruhumuza şifa diledik. Eve döndüğümüzde herkes buruk herkes üzgündü. Terastan avludaki ailemi izliyorum, kendi iç aleminde bir takım davalar görülüyordu. Kimse başkasının mahkemesinden haberdar değildi, kimin dar ağacında olduğu kimin tabureyi ittiği meçhuldu. Bildiğim tek şey o idam acısını herkesin yaşadığıydı. Ellerimi terasın duvarına yaslayıp derin bir nefes verdim. Yengemin boynu bükük öksüz haline içim acıyarak baktım, sildiği göz yaşını ağlayamayışı dedemin küçük gözlerinin kızarıklığını, annemin iç çekişleri, babamın oğlunu yeniden toprağa vermiş acısı, Malikin abime geç kalmışlığı yansıyordu. Avluda bayramdan ziyade bir madem havası vardı. Biz yaralı insanlar için bayram bu kadardı. Babam boğazını temizledi, tüm gözler ona yöneldi. Eliyle yüzünü sıvazladı. "Hadi toparlanın, misafirler gelir."

 

Nenem anneme yöneldi. "Şerbetleri soğutun, lokumları hazırlayın. Hadi bugün bayram."

 

Herkes isteksizce toparlandı. Kapı çaldı, ilk misafirlerin gelmesiyle devamıda akın ettiler. Bir misafir gidiyor diğeri geliyordu. Yemek vakti, yemekler yenildi. Çaylar serbetler içildi, lokumla damaklar tatlandı. Malik yeni gelen misafirleri kolonyayla karşılıyor şeker ikram ediyordu. Evin kapısı çaldı yengem koşarak açmaya gitti. Kapının girişinde onu gördüm, Baranı. İçimde bir çicek baş gösterdi, bir sevinç aldı başını gitti. Şimdi bayram olmuştu işte. Güzel yüzünü görünce karnıma bir ağrı girdi, heyecanlandım. Ne bu kendini bilmez kalbimin dansıdır anlamadım gitti. Yengemle sarılıp bayramlaştılar, başını kaldırıpta beni görünce dondu kaldı. Yaklaşık bir aydır görememiştim onu. Bu yokluk en çokta benim ruhumu yaralamıştı bunu anlamıştım, çünkü onu görünce tüm iyileşmez dediğim yaralar onarılıyordu. Koyu etli dudaklarını ıslattı, kuytu köşe bir yerde gülümseme kondu. Ben ise gülümsememek için dudaklarımı ısırıyordum. Bakışları yüzümü turladı, uzun siyah kirpikleri geçtiği her yere bir iz bırakır gibiydi. Sarı saçlarıma takılı kaldı bakışları o tıkanıklıkta nefes buldu. Gözlerinin karasında bir okyanus vardı ve ben o serinliğe muhtaçtım. "Erkekler yukarıda, yukarı geç sen" yengem onu merdivenlere yönlendirip mutfağa geçti. Sırtımı terasın duvarlarına yasladım tutunacak bir yer aradım. Gözlerini ayırmadan yaklaşıyordu, attığı her adım benim arsız gönlümü şenlendiriyordu. Üstünde lacivert bir gömlek ve keten pantolon vardı. Gömleğinin ilk 3 düğmesini açık bırakmış yanık tenini sergiliyordu. Gömleğinin kollarını manşetlerinden katlamış geliyordu. Tam önümde durdu, gönlüme bir ağırlık misafir oldu. Gözlerimi kırpmaktan korktum onu görmemi engeller diye. Sakallı çenesini oynattı. "Hayırlı bayramlar."

 

Sertçe yutkundum. "Hayırlı bayramlar." Geçirdiğim en hüzünlü ve en müthiş bayramdı. Bedeninden yayılan sıcaklıktan mıdır bilmem avuçlarım terledi.

 

"Nasılsın?" Elmacık kemiğinin biraz üstünde bir ben vardı, minik ufak bir şey ama orada bir panayır kurulmuş ki görmeyin.

 

"İyiyim. Sen?" Bedenimde bir kuraklık baş gösterdi.

 

"Şu kapıdan girince bir huzur kapladı beni, başımı kaldırdım seni gördüm. Nasıl iyi olmayayım." Hoş sesi bedenimi alt üst ediyordu. Uzun boyu üstünlük sağlamasına sebep oluyordu.

 

Kızaran yanaklarımı elimin tersiyle serinlettim. Ne diyeceğimi bilemedim. "Sevindim. İyi olmana."

 

Haylaz bir parıltı geçti gözlerinden. "Bir süre yoktum, fark etmişsindir." Ağzımı açıp inkar edecekken mani oldu. "Yalanla kirletme o dudaklarını." Sesi sakin ama netti. "Düşündüm, kalbimi iyileştirmem gerekti. Çetin bir soruyla boğuluyordu, o hastalıklı pıhtıyı çekip almam kolay olmadı. Canım yandı ama mücadele ettim. Şimdi seni böyle karşımda görünce haklı olduğumu anladım. Yanakların kızardı, ellerin terledi. Nefesin hızlandı, gözlerinin içi parlıyor." Sanki beni benden daha iyi biliyordu.

 

"Görmek istediklerini görüyor olmayasın?"

 

"Hoş geldin Vicdan Azabı. Bende nerde kaldı diyordum." Dilini dişlerinde gezdirip beni süzdü. Olduğum yerde titredim. "Ben gördüklerimi istiyorum, dilin inkar etmesin artık."

 

"Her istediğimizi elde edemiyoruz Miroğlu." Gözlerimin derinlerine girdi boğulmaya başladı.

 

"Ben bir şeyi istiyorsam elde ederim Vicdan Azabı." O boğuldukça benim nefesim daraldı. Burnumu diktim havaya "Bu kadar emin olma, uğrayacağın hayal kırıklığı seni mahveder."

 

Bana doğru büyük bir adım attı, yüreğim boğazımda attı. Kuruyan dudaklarıma şifa bulamadım. "Beni mahveden bir çift ahu göz. Sarıdan saçları, zehirden bir dili var. Ama kalbi karagüllerle dolu bir bahçe."

 

"Neden karagül?"

 

"Ee öyle her yiğide yaraşmaz o toprakta açmak." Nefesi yüzümü yalayıp geçti. "Sadece bana özel bir ülke var o toprakta."

 

"O toprakta kan kokusu var, alıyor musun?" Dişlerimi birbirine bastırdım. Derin bir nefes aldı, unuttuğum nefesi bıraktım dudaklarımın arasından.

 

"Bazı krallıklar kanla alınır. Bizimkine bu kan daha biz doğmadan bulaşmış." Parmaklarını bileğime değdirdi ateşe değmiş gibi sıçradım.

 

"Yapma." Etrafıma baktım korkuyla. "Hadi git bir gören olacak."

 

"Ah keşke sende görebilsen." Hızla arkamı dönüp merdivenlerden indim. Nefes nefese mutfağa girdim. Kalbim kaburgalarıma çekiç darbeleri indiriyordu. "Ne koşturuyon yine Berfin."

 

Yengem tepsideki baklavaları tabaklara yerleştiriyordu. Beritan ise şerpetler için bardakları hazırlıyordu. "Şerbet istiyorlar." Diyebildim.

 

"Beritan hadi elini çabuk tut." Gülistan teyze ise köşede yapılan kömbeleri tabaklıyordu. Elimin içiyle alnımdaki teri sildim aceleyle. Baran kalbime hiç iyi gelmiyordu.

 

Servisler yapıldı, bazı misafirler kalktı. Bu misafirlerin arasında Baranda vardı. Gidişini mutfak penceresinden seyrettim. O gittikten sonra odama zar zor attım kendimi kalbimi dinlendirmem lazımdı zira bu tempo ona iyi gelmiyordu. Telefonumun bildirim sesini duydum

 

GÖNDEREN: BARAN TURANLI

 

1 Saat sonra. Kıyıdaki evde.

 

(15.25)

 

Mesajı okumamla elimin titremesi bir oldu, yıllar oldu oraya gitmeyeli. Napacaktım nasıl gidecektim bilmiyorum. Kalbim bas bas bağırıyordu koşarak gitmem için, vicdan azabı yanımsa acımasızca gerçekleri vuruyordu yüzüme. İki arada bir derede kalmıştım. Aşağıdan sesler geliyordu misafirler gidiyordu. Kararsız adımlarla odamdan çıktım, terasta yengemle karşılaştık. Bana göz kırptı "hayırdır?" Ruh halimden anlamıştı belli ki. "Yenge." Nasıl diyecem bilemedim.

 

"Anladım anladım, tamam git."

 

Hayretle gözlerim büyüdü. "Nasıl yani?"

 

"Gülizarın yanına gitmek için kıvranmıyon mu? Hadi git gel oyalanma." Ah canım yengem arkadaşıma gitmek için çırpındığımı sanıyordu. Hiç bozuntuya vermedim.

 

"Ya anamlar?"

 

"Az gel aşağıda görün biraz, sonra ben idare ederim." Elini koluma koydu.

 

"Sen birtanesin yengelerin gülü." Bende elimi omzuna attım aşağı beraber indik. Annem bacaklarını ovuyordu ağrıdan. "Berfin benim ilaçları getir"

 

Yengem öne atıldı "ben getiririm." Bana gülümseyip mutfağa geçti. Dedemle babamın biten çaylarını doldurup annemin yanına oturdum. Evin kapısı sertçe çarpıldı. Bakışlarımız oraya dönerken hepimiz şaşkına döndük. Sait üstü başı dağılmış elinde patlamış topuyla avluya geldi.

 

"Sait! Noldu sana ne bu halin." Yengem ilaçları elime tutuşturup Saitin yanına gitti ama ona dokunmasıyla Saitin bağırması bir oldu. "Dokunma bana!"

 

Hepimiz hayretle baktık. Yerimden ayaklandım. "Halacım noldu?"

 

"Kim karıştı sana oğlum gel hele yanıma" babamın sesine dönüp bağırdı Sait.

 

"İstemiyorum, tamam mı istemiyorum!"

 

Yengem ne yapacağını bilemiyordu. "Oğlum gel üstünü değiştirelim. Ha ne dersin?"

 

"Bırak beni! Bırak!" Malik merdivenden inince saite kaşları çatık baktı.

 

"Gel kim seni sinir etti göster bana, gidip döveyim."

 

"Seni de istemiyorum!" Diye avaz avaz bağırdı.

 

"Oğlum bağırma!" Yengemde kontrolünü kaybediyordu.

 

"Kimseyi istemiyorum. Ben babamı istiyorum." Herkes donup kaldı. "Herkes babasını çağıyor ben amcayı istemiyorum. Dedeyi istemiyorum. Bavoyu istemiyorum. Ben babamı istiyorum." Elindeki patlak topu fırlattı. Yengem Saite yaklaşmaya çalıştı ama ağlamaya yengemi itmeye başladı. "Benim niye babam yok herkesin var benim niye yok." Elini küçük cebine atıp bilyelerini çıkarıp fırlattı. "Herkes benim bilyelerimi çaldı ama ben bir şey diyemedim çünkü benim babam yok. Topumu patlattılar bir şey demedim. Bana yetim diyorlar, sonrada kızınca babalarını çağırıyorlar." Sait hüngür hüngür ağlamaya başladı. Yengem sarılmaya çalıştıkça dahada hırçınlaştı onu itmeye hatta vurmaya çalıştı. Yengemin ağlayışı Saitin sesiyle karıştı, onu kucakladığı gibi merdivenlerden çıktı. Malik sinirle kapıya yumruk atıp dışarı çıktı. Yerde renkli renkli bilyeler ve patlak bir top.

 

🍂

 

Serin bir rüzgar eserken Zümrütün üstünden aşağı atladım. Dizginleri avucumda tutarken Fıratın sesi ve rüzgarın hırçınlığı bir olmuştu. Gürül gürül akan nehire baktım sonrada eve. Bakımsız kimsesiz ve terk edilmişti. Yıllar önce Baranı terk ettiğim gibi bu evide terk etmiştim. Boyası dökülmüş evin etrafı kuru otlarla çevrilmişti. Tahtadan yapılmış pencereleri kırılmıştı, gözümün önüne baranın evi yıkıp döktüğü sahneler geliyordu. Ona git dememden sonra gelip kapı pencereyi dağıtmıştı. Raşit ağanın mülküne başka kimse zarar vermeyi göze alamazdı, Baran Turanlı hariç. Zümrütü incir ağacının gövdesine bağladım.

 

"Sarı?" Omzumun ardından baktım. Verandada bana bakıyordu. Hızlı adımlarla yaklaştı. Gözlerinde neşe taht kurmuştu. "Gelmiceksin sandım." Esmer yanık teninden mis gibi kokular geliyordu. Sadece başımı salladım. "Niye çağırdın?"

 

"Sana göstereceklerim var." Elini iznim olmadan bileğime geçirdi, beni ardından sürükledi. "Baran napıyorsun?" Ona yetişmeye çalışıyor adımlarımı hızlandırıyordum.

 

"Şimdi göreceksin." Merdivenlerden geçerken tahta korkuluklara tutunmak istedim ama onlarda pek sağlam değildi. Verandanın ortasında durdu. Bana döndü gözleri ışıl ışıldı. "Bak." Kapının yanına yığdığı kova kova boyalara baktım. Biraz ilerisinde fırçalar. Renkli renkli saksılar. Duvar kağıtları.

 

"Bunlar ne?" Diyebildim.

 

"Bak simdi bu korkulukları yıkarız yerine yeni bir tane yaparız, ama saksılar içinde yer ayırırız. İstersen verandayı biraz büyütürüz. Burayada ufak bir masa ve iki sandalye atarız mis gibi." Eliyle verandayı gösteriyor anlatıyordu. "Şu köşeyede barbekü yaparız, yok eve duman girer dersende bahçeye yaparız. Tam şu incir ağacının oraya yaparız bak. Orayada masa atarız. Etrafınada çit yaparız."

 

"Baran..." hayretle dinliyordum onu.

 

"Gel bak." Yine bileğimden tuttu yıllardır adım atmadığım evin içine girdik. Koca bir salona açılıyordu kapı amerikan mutfak ve ferah bir oda. Kırık pencerelere bakmamaya çalışsamda olmuyordu. Ayağımın altında ahşap parkeler gıcırdıyordu. Sanki tek sorun buymuş gibi konuştu. "Merak etme parkeleride değiştireceğiz. Duvarları senin istediğin gibi yapalım beyaza boyarız, pencereleride mavi. Şuraya koltuk takımını atarız. Şuraya senin kitaplığını, kapıya baksın için açılır. Bak mutfak dolaplarını da değiştiririz ama istemezsen güzel bir boyaylada hallederiz. Kışın sobayı buraya kurarız önüne iki minder." Elim kolum uyuşmuş Baranın kurduğu hayali izliyordum. Hayretler içindeydim.

 

"Baran."

 

"Kahvaltı benden, ama akşam yemeklerine karışmam." Dedi serseri gülüşüyle.

 

"Baran" diye bastıra bastıra seslendim.

 

"Sabah kahvemizi terasta içeriz. Zümrütle Arslan içinde arkaya bir ahır yaparız."

 

"Baran!" Diye bağırdım. Dikkatini çekebildim. Bana baktı. "Napıyorsun sen" dedim.

 

Soruma şaşırdı. Kaşları hafif çatıldı. "Ne mi yapıyorum? Sana olacakları söylüyorum."

 

Ümitsizce baktım yüzüne. "Neyin hayali bu Baran, neyin hayali."

 

"Bizim hayalimiz." Dedi, üstüne basa basa.

 

Başımı iki yana salladım. "Bu benim hayalim değil tamam mı!" Sesim yükseldi. Kaşları çatık beni izliyordu ne dediğimi anlamaya çalışıyordu. "Bu ev bu boyalar, saydıklarının hiç biri benim hayalim değil. Benim bu resimde yerim yok."

 

"Bu resmin kaynağı sensin, anlamıyor musun hala."

 

"Asıl sen beni anlamıyorsun!" Sinirim, öfkem, üzüntüm, çaresizliğim hepsi sesime yansıyordu. "Ne olacağını sanıyorsun, ben sana tamam desem ne olacak ha söylesene!"

 

"Evleneceğiz." Kesin ve net.

 

Sinirle karışık bir gülme sesi çıktı dudaklarımdan. "Evleneceğiz öyle mi? Söylenesene nasıl olacak o?"

 

"Seni babandan isterim." Beni ikna etmeye çalışıyordu ama olmayacağını o da biliyordu.

 

"Tabii, Raşit ağada gelip beni sana isteyecek! Tabii benim babamda oğlunun ölüm emrini veren o adamın evine adım atmasına izin verecek, o da yetmeyecek kızını verecek!" Benim sinirim artıkça Baranda geriliyordu.

 

"O zaman kaçırırım seni!"

 

"Sen ne dediğinin farkında mısın ha, ben bu hikayeyi biliyorum ben bu hikayenin sonunuda biliyorum ama belli ki sen unutmuşsun dur ben sana hatırlatayım ne dersin. Ferhata Ceylanı istediler babam tüm gurununu ayaklar altına alıp Raşit ağanın evine gitti, oğluna kız istedi de bizi rezil etti baban. Hatıtladın mı? Sonra Ferhat Ceylanı kaçırdı senin kardeşin olan Ceylanı hatırlıyorsun dimi. Bir çocukları oldu ama ne nefretleri bitti ne düşmanlıkları, küçük bir çocuğu yetim bıraktılar. Senin kafanda yazıp çizdiğin hayallerler mi olacak bunlar. Senin hayalin buram buram kan kokuyor kan. Anla artık anla!"

 

"Asıl sen anla!" Diye bağırdı. "Ferhatın ölümünde benim suçum yok."

 

"Saitinde suçu yok!" Diye çığlık attım. "Bugün o çocuk benim neden babam yok derken, babam nerde diye ağlarken suçsuzdu! Küçücük çocuk yetim diye itilip kakılırken suçsuzdu. Yengem çaresizce ağlarken suçsuzdu!" Gözyaşlarım Fıratın suyuyla yarıştayken elbisemin cebinden bir avuç bilyeyi alıp ona fırlattım. "Bilyesini çaldılar bu çocuğun be, babası yok diye hakkını savunamadı!" Yere saçılan, büyük gürültü çıkaran bilyeleri kızarık gözleriyle takip etti. "Savunduğu an babalarını çağırdılar. Asıl suçsuz bu çocuk!" Yere eğilip ayağının dibinde duran bilyeyi aldı. Avuçlarında sıktı, dişlerini birbirine kenetledi çene kemiği gün yüzüne çıktı.

 

"Ben bir şey yapmadım."

 

"Bu hiçbir şeyi değiştirmiyor anladın mı? Ne Ferhat abim geri geliyor, ne Saitin yetimliği bitiyor. Senin masumluğun hiçbir şeyi düzeltmiyor." Elimi sinirle saçlarımdan geçirdim, ağlayışımı durdurmak için kendimle mücadele ettim ama olmuyordu.

 

"Bunu beraber düzeltebiliriz. Ama senin korkaklığın yüzünden olmuyor." Hiddetle bana parmağını salladı. "Hep kaçtın hep uzaklaştın benden, hiç çabalamadın."

 

"Ne istiyorsun be sen benden!" Avazım çıktığı kadar bağırdım. Elimle göğsüne vurdum art arda. "Ne istiyorsun, ne istiyorsun. Olmuyor! Olmuyor bırak artık bırak! Olmaz anladın mı olmaz!" Geriye doğru duvara ittim onu. Nefes nefese kaldım yüreğimin yorgunluğu bedenime nüfuz ediyordu. Ellerim yorgunlukla iki yanıma düştü, istem dışı iç çektim. Gözlerim acıdan yanıyor yüreğimde alev alevdi. "Bu hikaye yarım kalmaya mahkum."

 

Gözlerine bir acı oturdu büyüdü büyüdü, taşıyamadı. Yutkunmak istedi yapamadı, dili lal oldu. Bana öfkeyle baktı, neler neler demek istedi ama diyemedi. Sakallı çenesi kaskatı kesildi. Bana attığı bakışta boğuldum. Nefes alamadım. Başımı iki yana salladım. "Bana öyle bakma." Tek tek her kelimenin üstüne bastırdım.

 

Burnundan bir nefes verdi. "Nasıl bakıyorum."

 

"Her şeyin sorumlusu benmişim gibi."

 

Canımı yaktı. "Her şeyin sorumlusu sensin." Akan yaşımı sildim. "Bu haldeysek bunun tek sorumlusu sensin, mutlu olamıyorsak bunun sorumlusu sensin. Bu aptal evde hayal kuramıyorsak sebebi sensin. Elimi tutamıyorsan sebebi sensin!" Ayağıyla yerdeki boya kutusuna tekme attı.

 

Burnumu diktim havaya. "Ben o eli tuttum. Tutuğumda da elimi kolumu kırdınız, kanlı bir gömlek bıraktınız geriye. Şimdi bana uzatılan ele ihanet ettiğimi söylüyorsun bana en büyük ihaneti siz yaptınız. Abimi benden aldınız! Hayallerimi aldınız, mutluluğumu aldınız! Benim çocukluğumu çaldınız!" Etrafıma baktım güzel hayaller kurduğu eve. "Şimdi bu evde kurduğun hiçbir hayal bana çocukluğumu veremez." Yere devirdiği boya kutusunun üstünden geçip kapıya gittim. Verandaya çıkarken sesini duydum.

 

"Çok merak ediyorum, Ferhatın katili Ali değilde ben olsaydım o zaman ne olacaktı." Sesi buzdan bir kaya parçasıydı. Keskin ve sivri.

 

"O zaman bırak bana uzatılan eli tutmayı, gözlerim bile değmezdi gözlerine." Ellerime olan mahrumiyeti alışkındı ama gözlerime değildi. "Bir katilin elini tutacağıma Fırata atarım kendimi daha iyi." Arkamı dönüp gidecekken tekrar baktım yüzüne. "Çiçek açmayacağın bir toprakta bahçe dilenme. Benim toprağımda bir dalda bile çiçek açamazsın." Yıkılışına rüzgar hayret etti sanki bir sessizlik aldı başını gitti. Avucuna sakladığı bilyeyi serbest bıraktı, gözlerinden bir kezzap gibi yayıldı yaşı. Onun yandığı can benim yüreğimde bin katı harlanıyordu. Ona sırtımı döndüm, hızla elimi ağzıma kapattım. Onun yanında ağlarsam eğer bana olan inancı kaybolmayacaktı. Bu hayalden uyanması gaflete düşmekten vazgeçmesi gerekiyordu. Ama lanet olsun ki kalbim çok acıyordu. Baranın kalbini aldım ellerimle parçaladım sanki, gözyaşım ardı sıra akıyor durmuyordu. Zümrüte yaklaşmak için adım attıkça yol uzuyordu sanki. Canımın acısı harlı bir ateş gibiydi bedenimi ele geçiriyordu. Puslu gözlerimle yuları çözüp eyeri sıkıca tutup üstüne attım kendimi. Sonra sesini duydum.

 

"Vicdan azabı!" Yaşlı gözlerimle baktım. Verandada tüm heybetiyle duruyordu. "Ben açmayacağım toprağa göz dikmem. Senin toprağında benim bahçem değil, krallığım var."

 

Bölüm Sonu.

 

Sevgili okurum, hikayemizin daha da büyümesi için arkadaşlarına önermeyi unutma lütfen 🧚‍♀️

 

Loading...
0%