Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm: Yel

@berfinatman

Haktan gelen fermana kimin gücü yeter, savrulup gideriz de kolumuz kanadımız kırılır, dönüpte bir çift laf edemeyiz. Acının içinde boğuluruzda bir nefes almaya bile yetimiz olmaz, gücün kuvvetin vardır ama ölüme boyun eğersin. İnsanoğlu dert çölünde, bir kuyudur ki peşine düşmüş, ne ardını görür ne beriyi. Ay ışığına muhtaçken güneşi doğuran bir kainat, bahsi geçen bir yaradan. Tüm ihtimallerin tüm kumarların yerle yeksan olduğu bir toprak.

 

Bir adım sonrası bile yok. Bir nefesin bile garantisi yok. İnsanoğlunun aklı yok.

 

"Lanet gelsin şeytana. Ne diye olmuyor bu."

 

Avluda dedem yan uzanmış, bir elini başına yaslamış. Bir işe yaramayan takoz radyoyu ayarlamamı bekliyordu. Anteni düzeltiyordum ama sürekli gıcırtıdan başka bir şey gelmiyordu. "Bavo bundan bir şey bekleme daha çalışmaz bu. Bak teli kırılmış."

 

"La havle. Bozulacak zamanmıdır. Al bunu tak." Elinde ki kasete baktım. Son kasetler bence dedemdeydi. Aksi taktirde bu devirde başka kaset saklayan yoktur. Serçe parmağımla kaseti sardım, havanın sıcaklığı yüzümü yakıyordu. Kaseti yerleştirdim. Düğmeye basınca Baxi Qıdonun dengbeji çalmaya başladı. "Ses ver ses"

 

"Nene yatıyor bavo." Dedemin ayağının altında uyuyan nenemi gösterdim.

 

"O daha uyanmaz, aç aç." Dediğini yapıp sesini açtım. Dedem sesin yayılamasıyla hafiften kafasını sallamaya başladı. Sırtımı duvara verip sıcak avluya baktım. Dışarda bir Allahın kulu yoktu. Avluya düşen gölgeyle kendimizi minderlere atmıştık. Köfte bu sıcakta kulübesinden dışarı çıkmıyordu. Az önce kabına soğuk su doldurmuştum. Günden güne büyüyordu köpeğim. Köfteye her baktığımda aklıma Baran geliyordu ve buna engel olamıyordum. Gözlerimi kapattım, avludaki dengbej beni esir almış ruhumun gizli kapaklı sırlarını ortaya çıkarmıştı. Onu kırdığım anlar gözümün önüne geliyordu, canım acıyordu sonra Memonun söyledikleri geliyordu aklıma. Baranı bekleyen biri vardı. Sözünü tutmasını bekleyen bir Berfin vardı. Çok isterdim o Berfinin ben olmasını ama olamıyordum olmamak için elimden geleni yapıp Baranı kendimden uzaklaştırıyordum. Onu kırmak benim canımı yakan en büyük şeydi.

 

"Senin toprağında benim bahçem değil, krallığım var."

 

Sesi yankılanıyordu beynimde. Her bir hücremi ele geçiriyordu, gözlerimi açtım. O üzgün yüzü beni rahat bırakmıyordu. Derin bir nefes aldım. Bağlamanın sesi, benim vicdanımı titretiyordu.

 

"Berfin!" Yengem yukardan bana bakıyordu. "Off ne bu sıcak." Elini balkon trabzanına yaslamaya çekiniyordu.

 

"Noldu?"

 

"Baba aradı, Berfine söyle işcileri getirsin dedi. Kahvehanenin ordalarmış."

 

"Bu saate ne işçisidir bu?" Dedi dedem.

 

"Sıcaktan kimse çalışamıyormuş bavo, daha hattı bitirememişler."

 

Cıkladı dedem. "Baska kimse mi kalmamış Berfini çağırıyor yine."

 

"İlk defa gidiyor sanki bavo." Bana döndü yengem elinde anahtar vardı. "Al traktörün." Yerimden doğrulup terliklerimi giydim. Balkonun altına gelip avucumu açtım. Tam avucuma düştü. "Uff yandm ben içeri giriyorum." Yengem gözden kaybolunca. Dedeme döndüm "ben gidiyorum bavo."

 

"Dikkat edesin ha, ağırdan sür." Tamam deyip arka kapıya yöneldim. Dışarıda cehennem sıcağı vardı. İncir ağacını geçip büyük bir ihtimal kızgın bir demir kadar sıcak olan traköre yaklaştım. Elimi atmamla yanması bir oldu. "Off" üstü kapalı olmasına rağmen koltuğu ve direksiyonu çok sıcaktı. Oturmamla kalkmam bir oldu. "Yandım be." Koltuğun altından babamın minderini çıkardım, onun üstüne oturdum. Traktör gürültüyle çalıştı. Arkama bakıp römorkunu kontrol ederek yola doğru sürdüm. Asfalta gelince hızımı arttırıp, sıcak rüzgarın yüzüme değmesine sebep oldum. 5 dakikalık bir yolculuğun ardından kahvehanenin önünde arabayı durdurdum.

 

"Berfin geldi. Kalkın hadi." Kaldırıma oturan işçiler ayaklandı. "Hoş geldin Berfin"

 

"Hoş bulduk Ayşe teyze." Onlar römorka binerken kahvedekilerin bana olan bakışlarını görmezden geldim. Herkesin bindiğinden emin olmak istedim. "Tamam mısınız?"

 

"Tamam. Devam." Hasan amca eliyle römorka vurdu. Traktörü kahvehaneden uzaklaştırıp tarlaya doğru sürmeye başladım.

 

"Kiz Sarı, Bu saate işe ne diye çağırdı Sadık ağa. Sen bilirsin?"

 

"Valla Ayşe teyze bak havaya bu sıcakta can mı dayanır. Napsınlar çalışamıyorlar, ee hatlarda bitmedi mecbur kaldı babam."

 

"Doğru dersin, bu sıcak mezar yakar." Biraz sustuktan sonra başka birisi konuştu. "Kız doktorluk kazanmışsın diyorlar doğru mudur?"

 

"Diş doktoru teyze." Hepsi bir birinden iyi temiz insanlardı ekmeklerini kazanıyor. Karı koca çoluk çocuk demeden geçimlerini sağlamak için bu sıcakta tarlaya gidiyorlardı.

 

"Az benim dişlerede bakarsın dimi kız" Hasan amca sesini baya duyurmak için bağırıyordu. Traktörün sesi gayet yüksekti. "Bu karı yüzünden diş kalmadı. Etimi iliğimi sömürdü." Kasadakiler gülerken Ayşe teyze hiç bozulmuş gibi değildi.

 

"Duyanda sanacak ki kraliyet şeysinden adamdı da ben bellettim. Ahanda kel aynak gibi geziyordun. Alıpta ben değer kıymet ettirdim. Bunlara yaranılmaz anam." Kollarını göğsünde bağladı. Kendi aralarında konuşmaya devam ettiler ama ben çok dikkat edemedim. "Al kız şunu saçların yanmasın." Arkadan bana uzatılan yazmayı aldım. Bu sıcakta saçlarımın yanması kesindi.

 

"Sağ olasın teyze."

 

Kısa bir zaman sonra tarlaya vardık. Traktörü yavaşlatıp daha sonrada durdurdum. Koltuktan kalkıp aşağı atladım. Yine iki tarlayı birbirinden ayıran incir ağacının gölgesine sığındım. İşçileri karşılamaya gelen Rüstem abi, eliyle işaret yapıyordu. "Bu hatta girin bu hatta. Hadi çabuk çabuk." Elimdeki yazmayı saçlarıma geçirirken Raşit ağanın tarlasına gözüm takıldı, onlarda mısır ekmişlerdi bizim gibi. Ama yaprakları parçalanmıştı. "Müntaz abi"

 

Tam gözden kaybolacakken bana baktı. "Noldu?"

 

"Az baksana." Yanıma doğru yaklaştı. "Raşit ağanın tarlası böceklenmiş."

 

"Deme" ellerini birbirine vurdu. "Aha tüm mahsul tarlada kalacak."

 

"İlaçlama yapmamışlar mı? Bizim tarlayıda böcek basarsa nolacak."

 

Sıkıntıyla tarlaya yaklaştı yapraklardan birine baktı. "Geç kalmışlar her yeri basmışlar."

 

"Babam gördü mü?" Başını olumsuzca salladı. "Ben gidip haber edeyim, sende işçilerin yanında durursun. Nerde babam."

 

"Bu hattın sonunda." Bana hattı işaret etti. Traktörün yanından geçip söylenilen hatta ulaştım. Tarlaya ayak basmamla uzun mısırların etrafımı sarması bir oldu. Kendimi küçücük hissetmiştim. Ben ilerledikçe dahada hapsoluyor daha da küçülüyordum sanki. Sıcak hava ve ayağımın altındaki dağınık toprak bana zorluk çıkarıyordu. Mısırların yaprakları önümü kesip duruyordu, elimle itekleyerek ilerliyordum, toprağın düzensizliği yüzünden bileğim sık sık burkuluyordu. Tarlanın sonu yok gibiydi, ilerledikçe uzuyordu. "Baba!" Sesimi duyursa belki onu bulmam daha kolay olurdu. Başımı kaldırıp yukarı baktım, mısır boyları uzundu, sarmaşık gibi gökyüzünü sarmalamıştı. "Baba!" İyi ki başımda ki yazma vardı, yoksa bu sıcakta saçlarımın yanması yüksek ihtimaldi. Yürümeye devam ederken birden kolumdan çekildim. Ne olduğunu bile anlamadım. Başımı kaldırınca gördüm, Barandı.

 

"Baran?" Başında şapkası ensesinde havlu tam bir işçi gibiydi. "Ödümü kopardın."

 

Gözlerinden soğuk rüzgarlar esiyordu onu çok kırmıştım. Burnunu havaya dikti, "Ne işin var burda?" Dedi.

 

Bu mesafe üşüttü beni. Alık alık baktım. "Babamı arıyorum." Gözleri yüzümü arsızca turluyordu. "Asıl senin ne işin var burda.?"

 

Sakallı çenesinin keskinliği elmacik kemiklerinin belirginliği dudağının koyuluğu hepsine milyonlarca dize sıralayabilirdim. Korkunç bir sevgim var. Onu kendimden uzak tutmak için ant içmiştim ama o gözlerinin bana yabancı bakması ne yemin bırakıyor ne söz. "Dolaşıyorum." Sesi düz ve sıradandı.

 

İki kaşımıda kaldırdım. "Bizim tarlada?"

 

Gözlerini devirdi. Derin nefes verdi. "Baban çağırdı onu arıyorum."

 

"Hayırdır niye?"

 

Eliyle ensesindeki havluyu avuçladı. "Bilmiyorum bulursam öğrenecem." Mısırlardan etrafı görecekmiş gibi etrafına bakındı. Eğer kalbi bana kırgın olmasaydı sadece bana bakmakla meşgul olurdu. Ama onu incitirken yanan canımdan haberdar olsaydı bana böyle davranmazdı.

 

"Eee" dedim.

 

Çatık kaşlarıyla şaşkınca bana baktı. "Eee?"

 

Boğazımı temizleyip başımı dik tuttum. "Nişan haberini ne zaman alıyoruz." Kendi ellerimle kalbimimi söktüm nedir bu acı. Bir sıcaklık bir alev göğsümü sardı.

 

Dudakları alay edercesine kıvrıldı. "Alırsın elbet."

 

Bozguna uğradığımı itiraf etmeliyim. Böyle bir cevabı beklemiyordum. "Yakın bir zamanda mı, yani yakın heralde böyle söylediğine göre." Başını iki yana sallayıp derin bir nefes verip arkasını döndü ve yürümeye başladı. İlk şaşkınlığımı atlayıp bende ardından yürüdüm. "Ee millet konuşuyor haliyle, söz vermişsiniz." Önümde yürüdüğü için mısır yapraklarını benim için bertaraf ediyordu.

 

"Ben kimseye söz vermedim." Sert güçlü sırtını izliyordum.

 

"Ama annen vermiş. Gerçi sen sözünle ilgilenmediğin için sana haber etmemişlerdir." Cevap vermeyecek sandım ama verdi.

 

"Ben söz verdim mi tutarım." Beni bu kadar yok sayması lafları özensiz seçmesi, herhangi biriymişim gibi benimle konuşması beni sinir ediyor.

 

"Kesin öyledir."

 

Birden arkasını döndü. Bunu söylememi yadırgadı. "Bunu sen mi söylüyorsun. Beni yarı yolda bırakan sen mi? Ben verdiğim sözü tutarım, yıllar önce bir söz verdim seni yalnız bırakmıcağım diye ama izin vermedin. Herkesle baş ederdim ama seninle baş edemedim. Bana git dedin, söz bitti."

 

"O zaman şimdide sözünü tut ve o kızı yarı yolda bırakma." Sinirden ne dediğimi gram bilmiyordum.

 

"Bundan sanane ha? Sanane. Niye bu kadar alakadar ediyor seni, söylesene." Bir adım yaklaştı bana. O yaklaşınca kalbimden çıkmak için yırtınan bir can var oluyordu.

 

"Beni ilgilendirmiyor tabii ki. Sadece ortada kaç haftadır oyaladığınız bir kız var ve ben sadece ona üzülüyorum. Hem sen söz vermemiş olsan bile annen vermiş, herkes o kız hakkında konuşuyor." Bazı şeyleri şimdi idrak etmiş gibiydi. Avcuyla sakallarını sıvazladı. İşaret parmağını bana doğru salladı. "Biliyordun dimi?" Ne diyeceğimi bilemedim. Karagözleri beni esir alıp dilsiz yapmış gibiydi. "En başından beri biliyordun. O tek başına başını alıp gitmelerin, imaların, benden uzak duruşun hepsi bunun yüzündendi dimi!"

 

"Bağırma." Diye uyardım onu.

 

"Tabii ya bende salak gibi anlamadım bunu. O herifler akraba olacaz derken bunu kastettiler. Herkes biliyormuş bir tek ben bilmiyormuşum meğer." Haberdar olmaması benim suçum değildi. Bu konuşmayıda tarlada yapmak ne kadar mantıklı bilemiyordum, her an birisi bizi duyabilirdi.

 

"Olan oldu artık. Önemli olan bundan sonra yapacakların. Nişan haberini verirsin herkese olur biter." Burnum sızlıyordu. Gözlerim dolmasın diye ne büyük mücadele veriyordum.

 

Şapkasını sıyırıp sertçe kafasını kaşıdı. Kara saçları güneşte parlarken bu anı izlemekle yetindim. Onu sinir etmekten başka bir işe yaramıyordum. Şapkasını geri taktı. Yüzünü bana çevirdi, sinirden ne diyeceğini bilemiyordu. "Nişan haberi mi istiyorsun? Sana vereyim o zaman."

 

Korkudan nefesim kesildi, nasıl yani onunla nişanlanacak mıydı? Avuçlarım buz tuttu sanki dizlerim hissizleşti. "Ne?"

 

"Ne zaman nişan takarım biliyor musun?" Gözlerimin içine baktı. Kirpiklerinin ahengle üstünde dans ettiği gözleri beni alıp yerden yere vuruyordu. "Sen bende bittiğin gün." Derin bir nefes verdim. O kadar korktum ki onu tamamen kaybedecem diye. Bir daha asla bu konuyu açmak aklımın ucundan bile geçmeyecekti. "Daha cenazen kalkmadı kalbimden. Selasını işitirsen, takarım yüzüğü."

 

"Bir ölü için değer mi Baran." Canım acıyordu ama benim çırpınışım kanatlarımı incitmekten başka bir işe yaramıyordu.

 

"O sadece ölü değil. Bana koşarak geldiğinde dirilecek. Yeniden yaşayacak. Bende o gün kalbime nişan atacam."

 

Umutsuzca yanından sıyrılıp geçtim. Bu çocuk benim imtihanımdı ona koşmak için feda edeceklerimi bir bilseydi kendinden utanırdı. Öne geçip yolu bu kez ben açtım arkamdan geliyordu. Bir an önce babamı bulup gitmek istiyordum burdan. Biraz daha yürüyünce konuşma sesleri ilişti kulağımıza. Sonunda mısır tarlasının sonunu görebilmiştim. Kendimi tarladan attığım gibi düzlük yola attım kendimi. "Baba" ilerde tütün saran babam beni görünce yaklaşmaya başladı.

 

"Sen daha gitmedin mi?" Yanıma gelince elini omzuma sardı.

 

"Yok, sana göstereceklerim var." Babam ne der gibi bakarken Baran araya girdi. "Selamun aleykum Sadık Ağa."

 

"Aleykum selam Baran hoş geldin. Nasılsın?"

 

"Çok şükür, çağırınca geldim kötü bir şey yok inşallah." Babam omzumdaki kolunu çekip Baranın omzuna vurdu üç kez. "Yok yok telaşlanmayasın. Önce Berfinin işini halledelimde. Hayırdır kızım noldu?"

 

"İşçileri indirirken gördümde Raşit ağanın mısırlarını böcek basmış. Gördün mü?"

 

"Deme" elinin tersini avcuna vurdu. "Beklediğimden erken oldu. Çok mu olmuş gireli yoksa yeni mi?"

 

"Epeydir olmuş yaprakların başı yere düşmüş." Canım sıkılmıştı, şu an eve gitmek için can atıyordum. "Olacağı buydu zaten" diye söylendi Baran.

 

"De gidip bakalım." Babam tarlaya girince Baranla bizde arkasından daldık. Babam önde Baran ise benim arkamdaydı. İkisinin arasında olmak garip hissettirmişti. Yıllar önce birisi bana bu andan bahsetseydi öfkeyle karşı çıkardım. Ferhat abimin katilinin ailesinden biriyle yan yana gelme fikri bile beni çileden çıkarıyordu şimdi noldu da bu haldeydik. Bu düşünceyi bertaraf etmek zor olmadı. Baran belki Ferhat abimin ölümüne engel olamamıştı ama onun yerine Sadık Ağanın iki evladını kurtarmıştı ve bu da yetmemiş yaralanmıştı. Düşüncelere dalmış giderken farkında olmadan babamla aram açılmıştı. Bir anda ayağıma bir şey dolandı yalpaladım. "Napıyorsun be!" Diye çirkefleştim. Çünkü bana çelme takmıştı. Birde utanmadan düşmeyeyim diye kolumdan tutuyordu.

 

"Cırlama be cırlama, hızlı yürüsene kızım." Gözlerindeki haylaz parlamalar bir nebzede olsa moralimi düzeltmişti. Hala bana kırgındı görüyordum ama benim üzgün olmamada tahammül edemiyordu.

 

"Sanane be, ister yavaş yürürüm işter hızlı." Saçlarımı savurup önüme döndüm. Ayak sesleri hızla bana yetişiyordu. "Savurup durma şu saçını."

 

"Sana mı soracam, saçını savurma hızlı yürü oldu başka?" Ona ters yapıyordum ama Baranla didişmeyi seviyordum.

 

"Leyla gibi düşünüp duracağına hızlanda çıkalım şu tarladan sinekler yedi bitirdi." Sesinin tonunda alay ve eğlence vardı. Arkamda olmasını bilmek sırtıma bir sıcaklık yayıyordu. Saçlarımı sanki izliyordu ve ben her telinde onun bakışlarını hissediyordum. "Sensin Leyla. Bir şey düşünmüyorum, çok istiyorsan yürü önden geç." Elimle yolu gösterdim. Tip tip baktı ama adım atmadı. Yürümemi işaret etti.

 

"Hadi hadi yürü." Gözlerimi devirip saçımı savurup devam ettim. Sesli bir La havle çekti. Ne yol bitiyor ne mısır ne de babam görünüyordu. Yapraklardan yüzüm sıyrılmıştı. "Söylenip durma o zaman" diye sitem ettim.

 

Ses etmedi yürümeye devam ettim. Ama Baran durmadı yine ayağıma çelme taktı, ara sıra saçımı çekti. Sürekli uğraştı benimle. Hoşuma gitmiyor desem kesinlikle yalan olurdu. "Ya yeter, git başımdan." Sinirle koluna vurdum, ama ondan çok benim canım yandı.

 

"Yavrum yaktın, lan vicdan azabı."

 

Yavrum.

 

Hayır hayır bundan bu kadar etkilenmemem lazım.

 

Ona ters ters bakıp önüme döndüm. Sonunda tarladan çıkabildik. Babamla Mümtaz amca Raşit ağanın tarlasını inceliyorlardı. Baran öne geçti. "Nedir durum?"

 

Babam elindeki yaprağı uzattı. "Mahsul telef olmuş."

 

Sıkıntıyla nefes verdi. "Dedim o kadar ilaçlat böcek basar ama inat yapmadı. Sırf ben söyledim diye yaptırmadı."

 

"Bu tarlaya yapacak bir şey kalmamış artık, yapılacak şey bizim mahsulleri kurtarmak." Mümtaz abi elindeki parçalanmış mısırı tarlaya fırlatırken söyledi bunu.

 

Babam ellerini arkada birleştirmiş düşünüyordu. "Acil ilaçlama yapmak lazım." Dedi Baran. Babam başını kaldırıp baktı. "Senide bunun için çağırdım. Sen Ziraat mühendisi değil misin? Bu tarlayı böcekten kurtaracak ne varsa yap, işin ehli birine vermek lazım, bende seni düşündüm." Mümtaz abiyle ben şaşkınca baktık. İkimizde beklemiyorduk bunu. Baran kısa bir durgunlukta sonra cevapladı.

 

"Elimden geleni yaparım, merak etmeyin. Ama sizin tarlayı ilaçlamakla olmaz bu iş."

 

"Ya nasıl olacak?"

 

"Babamdan habersiz bizim tarlayıda ilaçlıcam. Yoksa bu böceklerden kurtuluş yok."

 

Babam avcuyla bıyıklarını ovdu durdu. Düşünüyordu, yanlış bir karar vermek istemiyordu. "Habersiz yapmak doğru değildir."

 

"Başka türlü kabul etmez, biliyorum ben o adamı." Baran babamı ikna etmeye çalışırken Mümtaz abide en az benim kadar ne sonuca varacaklarını sabırsızlıkla bekliyordu.

 

"Hiç aklıma yatmadı. Hem o kadar süre ilaçlarken nasıl haberdar olmicak. Bir adamın görmesi yeter haberin Raşite gitmesine." Bir türlü ikna olmuyordu babam.

 

"Sen merak etme, ruhu bile duymaz. Bana güven hızlı ve sessiz halledecem." Kendinden emindi bir bildiği vardı.

 

"Traktörle iki tur atsan haber uçar nasıl edecen sen bu işi." Mümtaz abi dayanamayıp atladı söze.

 

"Tratörle yapacağımı kim söyledi.?"

 

🍂

 

"Dikkatli sür" eliyle traktörün kasasina vurdu. "Haydi Allaha emanet"

 

Traktörü çalıştırdım ve tarladan uzaklaşmak için sürdüm. Baran telefonu çaldığı için gitmiş babamda beni yolcu etmek için yanımda kalmıştı. Şimdi tarladan uzaklaşırken başımdaki yazmayı çekip çıkardım, saçlarım kendisini rüzgarın kollarına bıraktı. Aklım Barandaydı, aklımı o kadar karıştırıyordu ki aldığm her kararın ardı kör düğüm oluyordu. Ben düğünlerle uğraşırken Baran yeni hir düğümün ucunu işliyordu. Sonsuz bir çıkmazda sürünüyor gibiydim. Yanımdan tarlalar geçip giderken, gözlerimin önünden bir at geçti, bu at Arslandı.

 

Üstünde Baran.

 

Yüzümde irademin dışında bir gülümseme peyda oluyordu. Onun yanında iradesiz, zayıf biriydim. Belkide benim canımı yakan şeylerden biride budur. Gaza yüklendim, ona yetişmem lazımdı ve yetiştim. Hemen sağımda aynı hizada gidiyorduk. Arslan büyük efor sarf ediyordu, Baran yüzünü bana döndü gözleri değince gözlerime güneş yeniden doğdu. Geceye olan aşkımı bir kere daha haykırdım. Ben gecenin Şahına Barana bir Dünya mesefeden aşıktım. Aman aşkımı hafife almayın, Barana aşık olmayan için bilmediğiniz bir dilde kitap okumak gibidir.

 

Atın üstünde yükseldi, ben ne hızımı arttırıyor ne azaltıyordum. Aynı hizada gidiyorduk, birden sesini işittim. "Bir gördüm aşık oldum, gözlerine tutuldum." Söylediği türküyle sevincim altın kafesinden sıyrıldı. Uzansam omzuna tüneyip, bir ömür yaşardım. "Alem ne derse desin, kız ben sana vuruldum." İlerde yollarımız ayrılıyordu, bir yana ben Baran ise bir yana döndü. Aynı yolun yolcusuyduk ama ne ben cesaret edip onu yoluna karıştım, ne de müsade ettim yolumla beraber gönlüme karışsın. Arkamı döndüm, hızla giden bedenine baktım. Bedeninden sıyrılan geçen rüzgara bile sitemim vardi, ben değilde o vardı.

 

💫

 

Traktörden atladım, evin önüne gelince Saiti kapının önünde ilerde misket oynayan çocukları izlediğini gördüm. Kırılmış bir çocuğun umutsuzluğu vardı üstünde, kimseye güvenenemeyecek olmanın verdiği bilinç ve ardından gelen acı. Derin bir nefes alıp arkasından kucakladım onu. "Yakaladım seni" sesimi neşeli duyurmaya özen gösterdim. Heyecanla çığlık attı, sesini özellikle yüksek turuyordu misket oynayan çocuklar onu duysun ve görsün diye. Etrafımda bir kaç tur attırdım, havada süzülürken gülücükleri yankılanıyordu. Sonunda durdurup öpücüklere boğdum, o böyle mutluyken başka ne beklentim olurdu ki. Kucağımda onunla beraber avluya girdim. "Fırıldak çevirelim mi? Ha ne dersin?"

 

"Olur!" Sevinçle bağırıp merdivenleri çıkmaya başladı.

 

Yengemle annemi mutfağın önünde fısır fısır konuşurken gördüm, çatılmaya hazır kaşlarım tünedi yuvasına. Yanlarına yaklaştığımı gören yengem yerinden dikleşip toparlandı. "Ne konuşuyorsunuz fısır fısır?"

 

Annem duvar dibindeki sedire geçip oturdu, yengemle ben ayaktaydık. Yanına vurdu eliyle "az gel bakim, diyeceğim var sana?"

 

"Noldu?" Temkinli bir şekilde oturdum yanına. Bir yengeme bakıyor bir bana, bende yengeme döndüm. "Kötü bir şey mi oldu?"

 

"Az dellenmede diyecem sana." Annem benim memnun olmayacağım bir şey diyecekti bu o kadar barizdi ki.

 

"Tamam de hadi." Diye direttim.

 

"Yengenle bir yere kadar git diyecektim." Hâlâ bakışları değişmedi gideceğim yer belli ki asıl konu.

 

"Nereye?" Dedim ama korkuyla sordum.

 

"Raşit Ağanın konağına" gözlerimi bir süre annemden alamadım. İdrak etme yetim zarar görmüş gibiydi. Ya da hayal dünyasında bir sahneyi izliyordum.

 

"Nereye nereye?" Beynim uğulduyor muydu yoksa ben mi uyduruyordum.

 

Annem bunu söylediği için memnun değildi, ama daha çok mecbur kalmış gibiydi. "Yengeni tek göndermeyesin Berfin, çok uzun sürmez kızım. Ha? Ne dersin hemencecik gidip gelin." Dili bunu söylüyordu ama kesinlikle gönlü bundan yana değildi hissediyordum.

 

Bakışlarımı yengeme çevirdim. "Berfin, valla çok kalmayız. Mecbur olmasam istemezdim biliyorsun."

 

Hayretle konuştum. "Ne mecburiyeti yenge, Raşit ağa seni canlı koyar mı ne diyorsun sen Allah aşkına."

 

"Yok yok." Diye konuştu hemen. "O adam evde değil. Adıyamana gitmiş, bende o yüzden gidiyorum yoksa gider miyim?" Bana açıklama yapıyordu ama o da gitmek istemiyor gibiydi.

 

"Anneni çağır o zaman sen niye gidiyorsun, alsın diyarı gelsin. O eve gitmek zorunda değilsin." Hâlâ şaşkınlığı üzerimden atabilmiş değildim. Yengem parmaklarını kıvırdı, başka bir şey var gibiydi. "Yok mevzu anamı görmek değil."

 

"Ya ne o zaman." Artık sabırsızlığım sesime yansımıştı.

 

"Baranın tanışma kahvesi olacak." Nefesim kesildi, parmak uçlarımdan kilolarca ağırlık asıldı ve ben ellerimi bile kıbırdatamadım. Nefesim kesik kesik vücuduma hapsolurken, keskin bir acının tadı dilime dolandı. Bu acı büyüdü boğazıma dizildi, gözlerim bakan kör oldu, kulaklarım sağır. Ne diyordu, Baranın tanışma kahvesi mi? O kızla tanışacaktı. Berfinle tanışacaktı. Uzun bir devir son bulmuş yeni bir dönemin kapıları açılmıştı ben eski devirin zindanlarında sıkışıp kalmıştım. Baran benim paslı kilidime bir nesil uzaklaşıyordu. Elimi uzatacağım kadar yakınımken benden bir dünya uzağa gidiyordu. Kalbimde bir ızdırap kol geziyordu, gözlerim dolmasın diye art arda yutkundum. "Berfinle annesi bize gelecek kahve içmeye. Biz gidersek iş ciddiye biner diye Baran kabul etmedi. Bizde mecbur kaldık böyle karar verdik." Artık gözlerimden taşan yaşlara mani olamadım. Yengem konuşuyordu ama ne diyordu algılamıyordum. Annem ve yengem şaşkın şaşkın baktılar bana. Hızla oturduğum sedirden kalktım.

 

"O eve nasıl adım atacaksın ha?" İkiside şokla bana baktı. "Abimin kanının döküldüğü o eve nasıl gireceksin!"

 

"Berfin!" Annem kızgınca baktı bana ama gözleri dolu doluydu.

 

"Yalan mı anne! Hala avluda abimin kanı var." Yengeme döndüm. "Senin feryadın, Sait'in yetimliği var orda. Anamın acısı babamın çaresizliği var, abimin ise cansız bedeni." Gözlerimden sicimle akan yaş öfkemi sinirimi çaresizliğimi dile getiriyordu. "Ben o avluya adım atmam. Bir kere girdim o avluya cenaze çıktı."

 

"Berfin! Terbiyesizlik yapma."

 

"Ben terbiyesizlik yapmiyorum, ben o sokaktan koşarken yaşadığım korkuyu biliyorum. Elinden bir can kayıp gitmiş ama bilmeden gitmesin diye dua etmenin çaresizliğini biliyorum. Yolda defalarca yalvardım Allaha. Allahım nolur abime bir şey olmasın dedim. Bunu bile bile ben o eve nasıl girecem. Ben yolumu değiştiriyorum o yola çıkmayayım diye."

 

Annem gözünü silip beni çekiştirdi. Yanına oturttu. "Susta bir dinle, acı sadece senin değil kızım. Ceylanın acısını az sanmayasın. Kardeşi için olmasa o da gitmezdi. Sinirle konuşup ne terbiyesizlik yap ne de yengenin gönlünü kır. Cenaze hepimizin, acı hepimizin ama kalan kalbimizide sinirle kırıp dökmeyesin. Gitmek istemezsen gitme seni zorlayacak değiliz benim gönlüm Ceylanın yalnız gitmemesinden yana. İster git ister gitme ama yengenin kalbini incitmeyesin."

 

Çaresizlikten omuzlarım çöktü, yumduğum gözlerimden sıyrılan damlalar yanağıma kondu. Titreyen dudaklarıma mani olamadım. Abimin kan kokusu ciğerlerimi yakarken, Baranın avuçlarımdan kayıp gitmesi yüreğimi canlı canlı ateşe veriyordu.

 

Baran, benim yüreğime bir mıh gibi kazınmış yarim. O kadar canımı yakıyorsun ki seni çekip atmak istiyorum, ama o kadar seviyorum ki seni daha da derinlere gömüp kendime saklamak istiyorum. Benim bilinmezlikler çıkmazlar içinde bırakan sevdam, senin için akıttığım her bir damlam abimin mezarında açan bir çiçek.

 

Elimin tersiyle burnumu sildim, başımı kaldırıp kızarmış gözleriyle yerde bir noktaya dalmış yengeme baktım. "Özür dilerim." Bakışlarını bana çevirdi. "Mühim değil. Seni zorlayacak değilim Berfin. Kimseye taşıyamadığı yükü bindirmem sırtına. Acısını çok iyi bilirim çünkü. Atıp rahatlamak istersin ama yapamazsın, taşımak istersin kamburun çıkar. Seninde kamburun olmak istemem."

 

Avuçlarımla gözlerimi sildim. Annemin elini sırtımda hissettim. "Hadi çık yukarı, düşün he dersen şu üstünü değıştirde gel. Babanlar gelmeden gidip gelin hemen." Başımı salladım. Bedenimin olanca ağırlığını zor taşıdı bacaklarım. Bedenimin içine ikinci bir ruh yerleşmiş ve onun taşıyor gibiydim. Baranın acısıyla, abimin mateminin karışımıydı bu ağırlık, Baranın elimden kayıp gitmesineydi bu vicdan yüklü serzenişim.

 

Odamın aynasından bakındım kendi ruhsuz bedenime. Karalar bağlamıştım, siyah bir elbisemi giymiştim. Gözlerime siyah bir sürme çekmiştim, abimin belkide ilk mezarı olan yere gidiyordum. Bundan daha fazlası helal değildi. Elbisemin ince uzun kolunu avuçlarıma hapsedip telefonumu alıp çıktım. Aşağı inerken Saitin sesini duydum. "Ama biz halamla fırıldak çevirecektik."

 

"Az bir durasın deli oğlan." Nenem yaşlanmış elleriyle Saitin omzunu tuttu. "Dedim ya sana, ananla halanın az işi var halletsinler gelecekler. Ahanda o zaman oynarsın oynayacağın kadar."

 

"Ne işiymiş bu bende gideyim o zaman." Sait huysuzlanmıştı.

 

"Hee gitte ebe kadın senin götüne iğne yapsın." Nenem küçükken benide böyle kandırırdı.

 

"İğne mi?" Aynı tepkiyi benim küçük halimde verdi.

 

"Tabii ya iğne, hemde ahanda elim kadar."

 

"Hihh, anne!" Koşarak mutfağa girdi.

 

Nenem başını kaldırınca beni gördü. Yaşlı kırışmış yüzü benim siyaha bürünen halimi görünce hüzünle doldu. Yavaş adımlarla yürüdüm yanına sedirin bir ucuna çöktüm. "Bitmeyecek mi bu yas nene?" Dedim bir ümit beni bu azaptan kurtarsın istiyordum.

 

"Yas dediğin ölüye tutulur. Ee gönüldede öldürmek kolay değil. Sen öldürdüm dersin ama yeniden tohum ekersin bilmezsin." Küçük gözleri gerçekleri haykırmakta bir ustaydı.

 

"Ölsün istiyorum, yüreğimde yeri kalmasın silinsin istiyorum." Çaresizdim beni ondan başka kimse anlayamazdı.

 

"Ölürsede yeri silinmez be kızım, ahanda şuracığında kök salarda sen sadece dallarını budayabilirsin. Kökünü söküp atmaya gücün yetmez yıllar geçse bile hep büyür." Bu acının tarifini iyi yapıyordu, bir acıyı tarif etmek için o acıyı yaşamak lazımdı.

 

"Peki napacam nene?" Ellerinin üstüne koydum elimi. Diğer eliyle avuçladı.

 

"Eğer istemiyorsan bırakacaksın, köküne su veren birine emanet edeceksin. Orda canlanacak nesline soy verip yürütecek."

 

Başımı iki yana salladım. Bunu nasıl yapabilirdim ki Baranı bir başkasıyla nasıl düşünebileceğimi bilmiyorken onu başkasının ellerine veremezdim. "Yapamam."

 

"O zaman sen sahip çıkacaksın."

 

"Onu da yapamam." İki farklı yol ikiside acı ve ızdırap doluydu.

 

"Başka yolun yok. Ya sen sahip çıkacaksın gönlünde kök salacak. Ya da bırakacaksın meyvesini başkası yiyecek." Eliyle sırtımı sıvazladı. "Ah deli kız, ne vardı düştün bu dar ağacına."

 

Dolan gözlerime mani olamadım. "Sen olsan napardın nene?"

 

"Ben naptım biliyon mu? Benim köklerine sahip olduğum ağacın, meyvesini bir başkası yesin dedim. Bende bir çiçek bile açmasın dedim. Gitti, sandım ki başkasına varacak. Ama o susuz kalmayı tercih etti. Ne bana yar oldu ne de başkasına vardı. Benim dallarımda başkasının çiceği açtı, dönüpte ah etmedi, demedi kırayım dalını, incitmedi beni. Şimdiki aklım olsaydı müsaade etmezdim buna." Tülbentinin ucuyla sildi küçük gözlerini. Derin bir nefes aldı, aldığına pişman verdiğine borçlu çıktı. "Ah zalim zaman, ah."

 

Ikimizde bir süre sessice durduk. Ikimizde bir yerlerde aynı yolun yolcusuyduk, aynı handa konaklayıp aynı kervansaraylara misafir olmuştuk. Ama dönüp baktığımızda en sonunda kendimizi bir dar ağacının dibinde buluyorduk. Dalda sallanan bir ip ve o ipte yeşeren bir yaprak vardı. Hayatımız bu dar ağacından ibaretti. "Beyne'l-havf ve'r reca" dedi nenem. "Korku ile ümit arasında yaşayın, diyor Allah. Korkman seni ümit etmekten uzaklaştırmasın, ümidinde seni korkmaktan men etmesin. Ümidini yitirme güzel kızım."

 

Yengemle annem mutfaktan çıkana kadar sessizce oturduk. Annem yengemi tembihliyordu. "İyi anladın değil mi kızım, dediklerimi unutmayasın."

 

"Anladım ana. Sen merak etme aklın bizde kalmasın." Bana döndü yengem "hadi Berfin gidelim." Yengemde siyah etek siyah buluz ve siyah şalını takmıştı. İkimizde birbirimizden habersiz karalar bağlamıştık. Annem yanıma yaklaştı "Telefonun açık olsun bir şey olursa hemen haber et emi kızım. Habersiz koymayın beni." Sıkıca sarıldı bana.

 

"Tamam anne merak etme."

 

"Tamam, hadi kızım çabucak gidip gelin, Allaha emanet olun." Kapıya kadar uğurladı bizi. En son yengemle Ferhat abimi böyle uğurlamıştı bir dahada abim dönmemişti. Arkamı dönüp baktım, bir eli kalbinde bize el sallıyordu. Aynı korkuyu yaşayıp, aynı acının damadığında tat bırakmasını istemiyordu. Önüme döndüm, ve yıllardır adım atmadığım o sokağa girdik. Yengemde benim gibi bariz bir şekilde gerilmişti, bir şey diyemiyordum. İkimizde susma orucuna başlamıştık, orucu bozmaya kimsenin niyeti yoktu. Parke taşları ayağımızda ezildikçe aldığımız nefesler az gelmeye başladı. Başımı kaldırdım, o lanet evin duvarlarını gördüm. Bize cehennemi sunan kapıyı gördüm. Yengemde benimle aynı anda durdu, bu eve büyük bir umutla girmişti abimle ama umudu başına yıkılmıştı. Elinde kundakta bebeğiyle kocasının can verişini izlemişti, ona döndüm. Dişlerini sıkıyordu, onun acısı belkide bizden daha çoktu. Yıllarca bizim bilmediğimiz anların acısına sığınmış kendini suçlamıştı. Yürüyecek gibi değildi, o yüzden ilk adımı ben attım. Konağın kapısına doğru gidecekten kolumdan tuttu. Zorlukla yutkundu. "Ordan değil. O kapıdan değil." O kapının laneti bulaşmıştı. "Sara anada dedi, arka avludan girecez."

 

"Tamam. Hadi."

 

İkimizde robot gibiydik bize verilen emirleri yerine getirip gidecektik. Evin duvarlarını turladık arka kapıya vardık. Yengem kendisine biraz süre tanıdı, derin bir nefes aldı. Ve kapıyı çaldı. Kalbinin gürültüsü heyecanı hepsi yaşadığı duyguları anlatıyordu. 5 yıldır bu eve adım atmamıştı ve 5 yıldır ne annesini ne kardeşini görememişti. Kapının ardında koşturan bir ayak sesi geldi. "Geldiler, geldiler" neşeli bu ses Diyara aitti. Kapı güçlü bir kuvvetle açıldı. Karşımızda kıvırvık saçlarıyla ve gülen yüzüyle Diyar çıktı. Yengemin boynuna atlayışıyla gülen yüzünü gözyaşları aldı. "Abla!"

 

"Diyar" ikisininde omuzları sarsılmaya başladı. Sessiz ağlayışları hıçkırıklara döndü. Bu sahneye yürek dayanmazdı. Akan yaşlarımı hızla sildim, yüzümde mutluluk gözyaşı vardı, bu kavuşmaları bu şekilde olmak zorunda değildi. Bu acıyı yaşamak zorunda değillerdi. Elimi yengemin koluna koydum. "Yenge sokaktayız bir gören olacak." Birbirlerinden ayrıldılar, diyar yengemi ardından sürükleyip arka avluya çekti. "Gel abla, içeri girelim." Bende peşi sıra girdim içeri. Kapıyı ardımdan kapattım. Tam o sırada annesini gördü yengem, dudakları titremeye ve büzülmeye başladı. Annesi Fehime, elini dizlerine vurdu art arda. "Aney, aney aney aney" diye feryat etmeye başladı. Yengem hıçkırarak yanına gitti boynuna sarıldı. "Anne!" Annesi defalarca öpücük bıraktı yengemin yüzüne. Ağlamaktan konuşamıyordu ağlamanın şiddetiyle olduğu yere çöktüler. Sesleri git gide yükseliyordu. "Yavrum, kurban olurum." Ağlayışları devam ederken Diyarın korkuyla annesine atıldığını gördüm. "Ana sakin al ana!" Annesi nefes alamayıp ellerini iki yana savurdu. "Anne!" Yengem annesinin şalının önünü açtı nefes alabilmesi için. "Diyar koş su getir. Anne kendine gel, anne" bende onlara yaklaştım korkuyla. "Ana! Noldu!" Bir kadın avluya girdi.

 

"Bayıldı." Dedi yengem.

 

Kadın geldiği gibi geri gitti, o sıra Diyar bir bardak suyla geri gelmişti. Yengem bardağı alıp suyu içirmeye çalıştı. "Anne biraz iç." Biraz suyu yüzüne sıçrattı. Az önceki kadın elinde kolonyayla geri geldi eteğinin ucunu toplayıp diz çöktü. Kolonyayı boynuna sürdü, avucuyla koklattı. Fehime teyze kokuyla beraber gözlerini açtı. Etrafına baktı, yengemi gördü. "Ceylan, yavrum." Yine ağlamaya başladı.

 

"Anne kurban olduğum yapma böyle, bak kendine zarar veriyorsun." Yengem akan yaşlarını hiç hesaba katmıyordu. "Bak geldim, burdayım. Yapma güzel anam, kıyma böyle kendine."

 

"Ah yavrum."ellerini yengemin yanağına koydu. "Ana yüreği Ceylanım. Nasıl özledim seni." Tülbeninin ucuyla gözünü sildi. "Yanı başımdaydında göremedim seni kızım." Yengem annesinin yaşlarını sildi. "Anne nolur ağlama, bak iyiyim, torunun iyi. Konuşuyorduk ya akşamları. Nolur harap etme kendini."

 

Annesi yengemin başına öpücük kondurup göğsüne yasladı. "Ah benim Ceylanım, bahtsız kızım." Gözleri beni gördü. "Bu gariban kızıda göremedim. Berfin dimi?" Yengem bana döndü gözleri kızarmıştı. "Evet Berfin."

 

"Hoş gelmişsin kızım. Kusurumuza bakmayasın."

 

"Estağfurullah ne kusuru."

 

"Kusuru yapan biz değiliz o, ne işi var bu evde bunun." Tanımadığım kadının sözleriyle neye uğradığımı şaşırdım. "Zehra!" Diye uyardı Fehime teyze.

 

"Yalan mı ana, hangi yüzle buraya geliyor bu kız. Hiç utanmasıda yok."

 

Yengem sinirle gözlerini yumdu. "Burda utanacak son kişi Berfin."

 

"Yapma ya, bakıyorumda o evde kala kala onalar gibi olmuşsun Ceylan. Bizi düşman saymışsın belli ki." Zehranın sözleri beynimde bir yerlerde tam oturmuyordu kimdi bu kadın.

 

"Ben bu eve adım attığım o gün değiştim. O kocan olacak adinin eline bulaşan kandan sonra değiştim." Beynimde büyük sarsıntı oldu, gözlerimi art arda kırptım. Bu kadın Alinin karısıydı, Ferhat abimin katilinin karısı.

 

"Abin hakkında nasıl konuşuyorsun terbiyesiz!" Zehra sinirle ayaklandı. "Sizin yüzünüzden kocam yıllardır hapiste, çoluğum coçuğum babasız kaldı. Hepsi senin suçun." Gözlerinde yıllarca biriktirdiği öfkesi gün yüzüne çıkıyordu.

 

"Sen ne hakla konuşuyorsun be!" Yengemde ayaklandı. "Senin kocan, beni evsiz yurtsuz bıraktı. Kocamı aldı elimden, küçücük bebeğimi yetim bıraktı, yetmedi benide oğlumuda öldürecekti." İki tarafta kendi eteklerindeki taşları döküyordu. Diyar ikisinin arasına girdi. "Yapmayın Allah aşkına."

 

"Kaçmasaydın o zaman. Koca diye tutturmasaydın telli duvaklı gelin çıksaydın. Ateşin başına mı vurdu da kaçtın, al abin cezavinde kocan mezarda mutlu musun ha! Mutlu musun."

 

Yengem iğrenerek baktı Zehraya. "Sen asla sevilmeyeceksin Zehra. Ne sevmeyi ne de sevilmeyi hak etmiyorsun. Aşktan bir habersin, sana göre bir kız kaçtıysa ateşi yükselmiştir, ahlaksızdır. O kadar sevilmemişsin ki, sevginin ne demek olduğunu bilmiyorsun. Senin kocanla geçirdiğin yılları topla Ferhatın bana bir yılda verdiği sevginin yanından bile geçmez. Acıyorum sana, sevgisiz ölüp gideceksin."

 

"Allah için yeter! Ya geçmişi deşmenin ne faydası var. Anamın haline bakın ya. Yazık günah etmeyin." Diyarın söyledikleriyle. Zehra dişlerini sıka sıka dönüp arkasını gitti.

 

Onların hesabı doğru tartmadı, benimde terazimin gücü yetmedi. Durdum öylece bakakaldım. Bedenim oradaydı ruhum nerde bilmiyordum. Benim bu evde ne işim vardı, bu aşağılık eve neden gelmiştim. Beynimde dönüp duruyurdu, şu an bu ev yanıp kül olsaydı bende için alev alsaydım işte o zaman yüreğim soğurdu.

 

Küçük avluda, masada oturuyor ruhsuzca etrafıma bakıyordum. Yengem, Diyar, Fehime teyze ve büyük kızı Makbule hep beraber hasret gideriyordu. Beynim bir boşlukta gibiydi. Onlar kah ağlıyor kah gülüyordu, surekli yengem annesinin ellerini öpüp başını omzuna yaslıyordu. Makbule ise en büyük ablasıydı yengemin, bir evlilik yaşamış ve boşanmıştı. Bu evde yaşıyordu, tıpkı o da Zehra gibi bana ters davranmıştı. Ama gram umrumda değildi. Yanağımı avcuma yaslamış onları izliyordum. Sonra bir rüźgar bana tanıdık bir koku getirdi, beni büyük bir uykudan uyandırdı. Daha gelmeden kokusunu almıştım. Çok değil az sonra sesini duydum. "Selamun Aleykum."

 

Avlunun kapısında donup kaldı beni görmeyi beklemiyordu, kaşları anında çatıldı. "Hoş geldin oğlum." Fehime teyzenin sesini duydu ama dönüp bakması uzun sürdü.

 

"İyi bari yalnız değilim. Bu kızın burda olması bir beni şaşırtmadı." Makbulenin bu kızın diye hitap etmesini görmezden geldim.

 

"Makbule!" Diye uyardı Fehime teyze. "Gel oğlum gel otur."

 

Baran geçip tam karşımdaki sedire oturdu. Hiç pozisyonumu bile bozmadım. Ruhsuzca baktım ona, bir kızla tanışacak olmasına kalbim ne zaman tepki verir bilemiyordum. Çünkü buz kesmiş ve kan pompalamayı bırakmıştı. "Hoş geldiniz" diye cevaplandırdı. "Hoş bulduk." Dedi yengem. Ben cevap bile vermedim. Zaten o da cevap beklemiyordu.

 

"Ee abi, heyecan var mı?" Diyarın neşeyle sorduğu soruyla göz göze geldik. Birazdan kalkıp kalbim atmıyor diye çığlık atacaktım. Hiçbir şey hissetmiyordum. "Ne heyacanı boş boş konuşma" diye tersledi.

 

"Ay bu da tersten kalkmış yine." Bozulduğunu belli etmesede bozulmuştu Diyar.

 

Tam o anda kapı çaldı. "Hihh geldiler." Diyar koşarak kapıyı açtı. Herkes ayaklanmıştı ben hariç. Avludan üç kadın giriş yaptı, birisi Kadir ağanın karısı olmalıydı. Diğer kadında kardeşi olmalıydı. Ve güzel Berfin, esmer Berfin, Baranı seven Berfin. Krem rengi bir elbise giymiş saçına maşa yapmıştı. Yuvarlak güzel yüzü öne çıkmıştı. Ayağında ufak topukları olan zarif bir ayakkabı giymişti. Çok güzeldi, ben hayran hayran Berfini izlerken bir bakışın ağırlığını hissettim. Gözlerimi çevirdim, Berfine olan bakışlarımı izleyen Baranla çarpıştı gözlerim. Ona çok yakışırdı, çok güzel bir kızdı. Gözlerimle çok yakıştıklarını belli ettim, yavaş hareketlerlerle başını iki yana salladı. Herkes birbiriyle sarılıp selamlaşırken yerimden milim kıvırdamadım. Arkama yaslanmış masanın üstünde parmaklarımla oynuyordum. En sonunda Berfinle Baran selamlaştı. Başıyla selam verdi Baran. "Hoş geldiniz."

 

Berfin baş selamını zarif ve kibar gülümsemesiyle karşıladı. "Hoş bulduk." Geçip baranın yanına oturdu.

 

"Maşallah, maşallah. "

 

"Nazar değmesin."

 

"Nasıl yakıştılar."

 

Havada laflar ardı sıra geçerken ben karşımda sevdiğim adamın başka birisiyle yakıştırılmasını bir sinema sahnesi gibi izliyordum. Tek kötü yanı süresi dolunca bu sahnenin bitmeyecek olmasıydı. Yengem masanın ön tarafına geçip oturdu. Çaprazımda kalmıştı bana döndü. "Gel buraya otur."

 

"Yok iyi böyle. Sen keyfine bak." Sesim tarazlı ve zor çıkmıştı.

 

"De Berfin bir kahveni içelim ha kızım?" Fehime teyzenin sesiyle derin bir nefes verdim. Berfin utangaç tavırla gülümsedi. "Yaparım hemen." Baranın yanından kalktı, Baran gözünün ucuyla bile bakmadı. Kavuşturduğu ellerini ovuyordu. Yengem bana döndü "Gel hadi mutfağa gidelim." Kolumdan çekiştirdi. Bedenim itaat etti. Yengem Berfine yardım edip kahvenin ve fincanların yerini gösterdi. Tüm kahveleri yaptıktan sonra, Baranın kahvesine gelmişti sıra, cezveye kahveyi ekleyip karıştırdı. Karıştırırken heyecandan kahve üzerine sıçradı. "Ay üstüme döküldü." Krem rengi elbisesinde leke olmuştu. "Tamam bir sey olmaz gel silelim." Onlar evyenin önüne gidip lekeyi silerken gözüm kahveye takıldı. Ve az ilerde duran tuzluğa, mantığımın sesini kesip tuzluğu aldığım gibi kahveye boca ettim. "Zıkkım içsin." Hızla yerine koyup Berfini bekledim. "Geçti bak."

 

"Çok sağ ol Ceylan abla."

 

"Ne demek güzelim."

 

Berfin kahvenin başına geldi. "Şeker koydum mu ya?"

 

"Hıı koydun" diye mırıldandım. Kahve pişince fincana boca etti. Tepsiye dizdiği kahveleri alıp mutfak kapısına yöneldi. Benle yengemde takip ettik. Masada aynı yerime oturdum. Berfin önce Fehime teyzeye sonra annesine halasına kahveyi verdi. En son ise Baranın kahvesini verdi. Baran kahveyi alırkende bakmadı Berfine. Herkes Baranın kahve içmesini bekliyordu. Gözlerimi kısıp baktım. "Zıkkımın kökünü iç." Diye söylendim.

 

Baran kahveyi püskürüp, öksürmeye başladı. Elinin tersiyle, sakalını sildi. "Noldu oğlum." Fehime teyze gürültüyle öksüren oğlunun sırtına vurdu. "Tuz genzimi yaktı." Dedi zorlukla. Sehpada ki sudan büyük bir yudum aldı.

 

"Ne tuzu, tuz koymadım ki ben." Berfin çok mahçup olmuştu. Dudağımın bir köşesi kıvrıldı. Zevk almıştım bu durumdan. "Yemin ederim koymadım. Tuzdan seni istemediğimi sanma sakın."

 

Baranı kim istemezdi ki.

 

Berfinin annesi gözleriyle uyardı onu, bu kadar istediğini belli ettiği için kızdı. "Tuzla şeker yan yanaydı ondan karışmıştır. Hadi bir daha yap." Yengemin desteğiyle Berfin ayaklandı. "Diyar sende yardım et." Diyarla beraber mutfağa gittiler. Gülen yüzüm Baranın sinirli yüzünü görünce soldu. İşaret parmağını burnunun uçuna sürttü. Tek kaşını kaldırdı. Yaptığımı anlamıştı.

 

Telefonuma bir bildirim geldi.

 

GÖNDEREN:BARAN TURANLI

 

Bana yapmadığını söyle.

 

(13.12)

 

GÖNDERİLEN: BARAN TURANLI

 

Zıkkım iç!

 

(13.13)

 

Diye hızlıca yazdım.

 

Dudaklarını birbirine bastırdı gülmemek için. Eliyle ensesini kaşıdı. Sırıtıyordu birde utanmadan. Parmağı klavyede dolaştı.

 

GÖNDEREN:BARAN TURANLI

 

Tuzlu kahveni mi içtim şimdi senin?

 

(13.15)

 

Eşek herif, sinirimi bozuyordu.

 

GÖNDERİLEN:BARAN TURANLI

 

Aynen boğazında kalan cinsten.

 

Zıkkımın kökünü iç.

 

(13.16)

 

Mesajı açmasıyla gülüşü yayıldı. Herkesin bakışı Barana döndü. Tekrar tekrar okudu, eliyle yüzünü sıvazlayıp genzini temizledi. Bakışları hissetmişti. Bir mesaj daha yazdı.

 

GÖNDEREN:BARAN TURANLI

 

Eee aldık mı kızı bari.

 

(13.19)

 

O sıra Berfin elinde kahveyle geldi. Telefonu yanına bıraktı. Kahveyi aldı, korkuyla bir yudum aldı. "Ellerine sağlık." Dedi. Berfin gülümsedi. Bu sahneye bakıp ne diyebilirdim ki. Berfin Barana hayran hayran baktı. Fehime teyzenin sözlerini işittim. "Çocuklar he derseniz, bu hafta hemen keselim sözümüzü."

 

"Tabii ya hayırlı iş bekletmeye gelmez." Dedi Kadir ağanın karısı Ayşe.

 

"Oğlan yakışıklı kız güzel. Daha nolsun."

 

Berfin sessizce Barana bir şey söyledi, Baranda cevap verdi. Berfin güldü, Kendi aralarında konuşmaları fısıldaşmaları genzimi yaktı boğazıma kadar acıya battı. Gözümden bir damla yaş aktı, bu yaşı Bir Baran gördü. Hızlıca silip attım. Ellerim ona göndermek üzere mesaj yazdı.

 

GÖNDERILEN:BARAN TURANLI

 

Vermediler.

 

Çünkü kahven tuzluydu.

 

Tuzlu kahve, istemiyorum demektir..

 

(13.25)

 

Baran mesajı okudu. Sinirle gözlerini yumdu. Vizdan Azabı, azap etmeye devam edecekti.

 

En çokta kendine.

 

Bölüm Sonu.

 

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum 🧚‍♀️

Kitabı arkadaşlarınıza önermeyi unutmayin. 🧚‍♀️🧚‍♀️🥀

 

Loading...
0%