@berfinatman
|
"Kaç yaşındasın?" dedi. "Tabii sormamda bir mahsur yoksa."
Berfinin annesi Ayşe dahil oldu. "Ne mahsuru oğlum istediğini sor."
Berfin oturduğu sedirde dikleşti, annesinin dahil olması rahatsız etmişti onu. "19 yaşındayım"dedi.
Baran belli belirsiz başını salladı. En son yazdığım mesajdan sonra bir şey yazmamıştı. Ne yazabilirdi ki zaten, olmayacak duaya amin demekti. "Okulun, eğitimin ne?" Bunları sırf sormak için soruyordu.
Berfin ellerini ovuşturdu. "Yok, liseyi bitiremedim." Bu durumdan üzgün olduğu belli oluyordu.
"Anladım." Dedi Baran. Elinde bitirmiş olduğu fincanı hala tutuyordu.
"Üzülme kızım." Dedi Fehime teyze. "Sen istersen biz seni okuturuz." Berfinin gözleri parladı. Yüzüne gülümseme yayıldı.
Ayşe hanım huzursuzlandı. "Hadi kızım al boş fincanları. Yaptığın baklavadan getir." Berfin Baranın elindeki fincanı aldı. Bir dünya uzaktan izledim onları. Diyarda Berfine yardım edip boş fincanları toplayıp mutfağa geçtiler. Ayşe hanım Berfin gözden kaybolunca direk Fehime teyzeye döndü. "Kızın aklına okumayı sokma bacı, okumaktan kim hayır görmüş."
Elimle boynumdaki küçük boncuklardan yapılmış kolyeyle oynadım. Artık onları görmek bile yoruyordu beni, avlunun etrafını inceledim. "Kız heves etmiş Ayşe Bacı, ben isterim gelinim okusun."
"Okuyanların halini görmez misin? Bak okudular at üstünde cirit attılar. Milletin başını yaktılar."
Yengemin gözleri beni buldu. Ne? Der gibi baktım ona anlamamıştım. Önüne döndü. "Okumakla kimsenin başı yanmaz bacı, sen merak etme."
"Ateş düştüğü yeri yakar demişler. Bak bu kıza başımızı yaktı utanmadan geçmiş karşımıza oturmuş." Bana hitaben söylenen sözlerden sonra başımı çevirip baktım. Ayşe hanım öfkeyle bakıyordu bana. Tüm gözler bana yönelmişti. "Bana mı diyorsunuz?"
"He ya sana diyorum. Oğullarımın başını yaktın. Başka kime diyecem."
"Ben mi yaktım senin oğullarının başını." Diye tersledim. "Sen ettin tabii edepsiz. Okuttular seni verdiler altına at, gezdin tozdun. Seni görenlere salladın kuyruk, sonrada benim oğlum kabahatli oldu."
Sinirden gözüm nerdeyse seyirmek üzereydi. "Ne diyorsun sen!" Sesimi kontrol edememiştim. "Sen git önce o ahlaksız şerefsiz oğullarını yetiştir. Milletin kızına laf söyleyeceğine kendi eniklerine laf söyleseydin bak bakalım başları yanar mıydı."
"Sen kuyruk sallamasaydın, düşer miydi peşine benim oğlum. Edepsiz kız."
"Senin oğlunun önüne bir kemik at onun bile peşine düşerdi. Ama şaşırmıyorum, böyle anadan böyle evlat. Size müstehak."
"Senin ağzını yırtarım!" Dedi. Hışımla sedirde kalktı. Baran hızla kadının kolunu tuttu. "Sen benimle nasıl konuşuyorsun aşifte."
"Tam olarak böyle. Hak ettiğin gibi. Tabii alıştınız millete laf atıp sessiz kalmalarına, ben cevap verince aşifte oldu öyle mi? Ee o zaman insan bir sorar dimi, benim kızım Barana kuyruk mu salladı da ailesini gönderdi diye dimi ama. İstersen kızına da söyle milletin başı yanmasın diye orda burda kuyruk sallamasın."
"Berfin!" Yengem yanıma geldi. "Napıyorsun, ayıp."
"Ayıpsa onlara ayıp düzgün konuşsunlar."
"Bu edepsiz hangi yüzle buraya gelir ha, siz hangi yüzle bu kızı bu eve getirdiniz." Bu kez hedefi ev sahipleri olmuştu. "Siz bilmez misiniz? Bu köyden evlatlarım sürüldü, gitmezlerse de kimse iş yapmayacak aç kalacaklar. Bize mübah görülen hakkı bilmez misinizde bu kızı getirdiniz ha." Baranın ellerinden kurtulmak için çırpınsada Baran sımsıkı tutmuştu kolunu bırakmıyordu.
"Ayşe bacı!" Fehime teyze omuzlarından tutup kendisine çevirdi. "Berfin benim misafirim. Benim evime gelen misafire yapılanı kabul etmem. Kızım yıllardır onların evinde bir günden bir güne ne eksiğini biraktılar ne gediğini. Kızımı abla bildi, torunumu canından can. Ceylanla beni konuşturdu, aklım onda kalmasın diye hiç habersiz bırakmadı. Benim kızım sayılır. Bu saygısızlığı kabul etmem."
"Sen onu mu tutarsın yani? Bak benim ne herifim kaldı ne çocuklarımın işi. Aha kalmayı seçseler iş yapan yok, çekip gitseler bizi erkeksiz bırakacaklar evde. Ha söyle bize, biz ne edelim. Bu kız çıkmasaydı onların karşısına, atıyla nereye giriyor nereye çıkıyor belli değil. Ömerde erkek icabında, bu kızı görmüş aklı şaşmış." Sinirle oturduğum sandalyeden ayağa kalktım.
"Senin gibi kadınlar olduğu müddetçe, o aşağılık oğlundan daha çok olacak. Kızlara laf söylemekte bir numarasın, gitte o oğlunu eğit milletin karısına kızına yan gözle bile bakmaya hakkı olmadığını öğret. Gitte o it oğlunun aşılarını yap.!"
"Berfin!" Yengem kolumu tuttu. "Sakin ol!"
"Bırak bırak zehirini döksün." Diye bağırdı Ayşe hanım. "Edepsiz ahlaksız!"
"Ayşe teyze!" Yengem beni sakinleştirmek istiyordu ama artık kendiside sinirleniyordu. Bunu kolumu tutan elinin sıklaşmasından anlıyordum. "Berfin senin söylediğin hiçbir sözü hak etmiyor. Senin oğulların bu hakkı kendilerinde görüp eşkiyalık yapmasaydı bunlar yaşanmazdı. Berfine laf söyleyeceğine oğullarına söyle."
"Bu Kaltağın lafıyla ne oğluma laf edecem."
"Yeter!" Baran bağırdı. "Bana bakın, o laflarınıza dikkat edin. Anladınız mı? O laflarınıza dikkat edin. Sabrettim ama sabrım kalmadı."
"Ne diyorsun oğlum sen?" Barandan bu tepkiyi beklemiyordu. "Bu kız için değer mi bana bağırmana."
"Değer!" Boynundaki kızgın lavların geçtiği damarı bir kalp gibi atıyordu. Şiddetli ve hırslıydı. "Sen hangi hakla o beş para etmez oğulların için millete hesap soruyorsun ha! Utanıp sıkılacağın yerde, üste çıkıyorsun. Sen dua et o herifler hâlâ yaşıyor dua et!"
Ayşe hanım Baranında benim tarafımda olduğunu görünce dahada dellendi. "Hepiniz birlik olmuşsunuz! Bu kızı dinleyip bize karşı cephe almışsınız. Ne malum bu kızın doğru söyledikleri ha ne malum!"
"Doğru söylüyor çünkü bende ordaydım." Yengemle birbirimize baktık. Buradaki kimse bilmiyordu bunu. Fehime teyze şaşkınlıkla baktı Barana. "Ne diyorsun oğlum sen? Ne demek bende ordaydım."
Baran Fehime teyzeyi cevapsız bıraktı. "Senin o haysiyetsiz beş para etmez oğulların Malike saldırdı. Tek başına Malik onlarla mücadele etti. Üç oğlun Malike saldırırken senin ahlaksız dediğin Berfin gidip abisini kurtardı. Senin o üç evladını toplasan bir Berfin etmez. Yiğitliği mertliği gelsinlerde Berfinden öğrensinler. Ömer olacak o itinde yüzünü haşat eden benim. Yetmedi bir daha dövdüm yetmedi bir daha dövdüm. Bir kıza güç yetirmeyeceğini öğrensin." Baran konuştukça hem Fehime teyze hemde Ayşe hanım renkten renge girdi. İkiside hayatının şokunu yaşıyordu. "Biz akrabayız, nasıl bu hale geldik." Ayşe Hanımın söylediklerine Baran tiksinircesine baktı. "Biz sizinle akraba falan değiliz, beni bıçaklayan oğlunla hasımdam başka bir şey olmayız."
"Hihh" Fehime teyze şokla elini ağzına kapattı. "Ne bıçaklanması Baran."
"Ben iyiyim ana, sen merak etme." Fehime teyzenin koluna girip sedire oturttu yoksa düşüp kalacak gibiydi. Tekrardan Ayşe hanıma döndü, kadın ise şoka girmişti. "Dua et oğlunu ihbar etmedim. Yoksa işsiz kalsaydı da hapse düşmeseydi diye ah vah eder olurdun. Sen oğullarına milletin kızına yan gözle bile bakma hakkı olmadığını öğretseydin biz şimdi burda bunları bile konuşmazdık, erkektir yapar dedikçe oğullarından adam olmasını bekleme, biz perdesi açık eve bile bakılmayacağını anamızdan öğrendik milletin kızına nasıl bakalım. Gitte kendinde kabahat ara. Şimdi burda hayırlı bir iş için toplandığımızda yok. Kızın abilerinin yaptığı pisliğin gölgesinde kalmasın, arkasından kimse konuşmasın diye buradayız. Şimdi o sesini kıs efendi efendi efendi otur baklavanı ye. Kızının bir şeyden haberi olmayacak." Baranla gurur duydum her şeye rağmen Berfinin günahsız olduğunu biliyor bu olaydan incinmeden sıyrılmasını istiyordu. Ama kalbim bu seçime için için feryat ediyordu. Buraya geldiğim içim kendime kızdım, bu kadının bana bu şekilde hakaret etmesine müsade ettiğim için kendime kızdım. Sinirim baş gösterirken bu ortamda daha fazla kalmak istemedim. "Yenge ben dışardayım." Yengemin cevabını beklemedim çıktım. Sinirden ellerim titriyordu, nefesim tıkanıyordu. Elimle siyah elbisemin yakasını genişlettim. Ama olmuyordu kadının söyledikleri gitmiyordu beynimden, oğullarının ne kadar karaktersiz olduğunu görmüyordu ya benide çileden çıkaran bu oluyordu. Nasıl görmezdi nasıl. Nasıl böyle bir hakka sahip olduğunu düşünebiliyordu, oğlandır hevesi kabarmış fikrini nasıl kabullenebiliyordu. Biz başkasının perdesi açıkken bile eve bakmaya utanır haya ederken insanların bu kadar fervasızca milletin hayatında hak görmesi nedendir bilemiyordum. Yüzümü sıvazladım, titreyen ellerime mani olmak istedim ama yapamadım.
Sonra nerde olduğumu gördüm. Etrafıma baktım ve hayatımın darbesini yedim. Bu darbeyle kamurgalarım çatladı, sicimle kan aktı ben o kanla abdest aldım. Bedenimin olduğu yer tam abimin öldürüldüğü avluydu. Az ileride avlunun ortasında yerde büyük koyu bir leke vardı bu leke abimin kanıydı. Yutkunmak benim için bu hayatta yaptığım en zor şeylerden biriymiş gibi canımı yaktım dikenli tellerle cevrilmiş boğazımdan bir gram nefes alamadım. Denedim olmadı, bedenim nefessizlikten kavrulurken titreyen elllerim boynumu ovdu. Nefes alamıyordum, dizlerimin bağı çözülmüş bedenim uyuşmuş gibiydi. Gözlerimden sicimle akan yaşla beraber dudaklarımın aralığından derin bir nefes aldım, aldığım nefes geçtiği yerleri yerle bir etti. Cansız ayağımla o mezara yaklaştım, abimin ilk mezarına. Az ilerde onu gördüm göğsünden akan kanla yerde yatıyordu. Hemen yanında yengem feryat ediyor, kundaktaki Sait ağlıyordu. Titremekten dişlerim birbine vuruyordu, dudaklarım aralıķ nefes ihtiyacımı sağlıyordu. Ellerimde büyük bir uyuşma vardı, abim yerde yatıyordu ve ben sadece bakıyordu. Az sonra avlunun kapısı açıldı Malik ve ben içeri girdik. Gördüğümüz manzarayla kalakaldık şoka girdik ardımızdan annem girdi çığlığı yükseldi hemen kulaklarımı kapattım. Babam geldi yalpalaya yalpaya yürüdü az arkamızda dizinin üstüne çöktü. Annem saçını yoluyor bağrını yumrukluyordu. Sait ağlıyor. Yengem ağlıyor. Annem ağlıyor. Sesler çoğalıyor. Artıyor. Beynimde dönüyor. Abimin kanının yere damlama sesini bile duydum. Pıt. Pıt. Pıt. Kendi nefesimi duydum. Kalbimin atışını, kulaklarımı dahada kapattıp, ellerim yetersiz geliyordu. Farkında olmadan sesler çıkarıyordum ama mani olamıyordum. Annem ağlıyor. Sait ağlıyor. Yengem ağlıyor. Gözlerimin önü yaşlardan seçilmiyor, bedenim kaskatı. Dizlerimin üstüne çöktüm. Ellerimi dahada bastırdım kulağıma sussunlar istedim sussunlar. Ağlama sesleri uğultular hepsi birbirine karıştı algı yetim beni terk etmişti, birileri konuşuyor bağırıyordu bir kavganın ortasındaydım. İleri geri sallanıyordum ama kontrol edemiyordum tıpkı inlemeye benzer sesleri kontrol edemediğim gibi. Sait susmuyordu, kan akıyordu, abim nefes almıyordu. Boğuk sesler duyuyordum bir dünya uzaktan kendimi kaybetmiştim. "Berfin!" Sesler çok fazlaydı küçük halime baktım beş yıl önceki halime öylece duruyor ve yerdeki cansız bedene bakıyordu. O zaman böyle durmasaydı bu kadar içine atmasaydı ben simdi bu halde olmazdım. Ağla dedim kendi kendime ağla Berfin. Ağlamadı. O ağlamadıkça ben inledim. Sesim canımı yakıyordu abim önümde yatıyordu. "Berfin!" Omuzlarımda bir el hissettim. "Ana!" Birileri bağırıyordu. "Abi!" Bu Diyarın sesiydi. Beni bu girdaptan çekip çıkarmak istiyordu ama olmuyordu. "Berfin!" Başka sesler duydum. Zihnim algılamıyor başka bir diyarın pençesinde sıkışıp kalmış gibiydim. Omuzlarımdan sarsıldığımı hissettim ama gözümün önündeki perde kalkmıyordu. Yerde abim hala yatıyordu.
"Berfin!" Daha şiddetli sarsıldım. Bir koku duydum. Çok tanıdık ve güvenli bir liman gibiydi, esen rüzgarla yüzüne çarpıp mutlu eden bir koku. Arkada başka sesler duyuyordum. Kulağıma kapattığım ellerimi çekiştirdiler. Ama bedenim kasılmıştı.
Yüzüme şiddetli bir tokat yedim. Gözümün önünden perde kalktı. Baranı gördüm. Korkuyla bana bakıyordu hemen yanında Fehime teyze duruyordu. Bana tokat atan oydu. Derin nefes alıp verdim, tekrar aldım tekrar ve tekrar derin nefes alışlarım ağlayışa döndü. Şiddetle ağlamaya başladım, gözüm kan lekesine dönecekken Baran kollarımdan tuttu. "Bakma oraya, bakma" beni ayağa kaldırdı. Ama ayaklarım tutmuyordu, dizlerimin altından kollarını geçirip kucakladı beni. Ağlayışım devam ediyordu. Yengemi gördüm ağlayarak bana bakıyordu. Elimi uzattım, "Gidelim yenge, gidelim."
"Tamam güzelim gidecez."
"Eve gidelim yenge." Ağlaya ağlaya söylemiştim bunu.
Yengem çalan telefonumu açtı. "Ana, Berfin fenalaştı eve geliyoruz biz." Ağlamaktan konuşamıyordu.
"Bizim bakıp keyif aldığımüz avlu, başkasına kriz sebebi oluyor, heyhat." Zehranın sesiyle dahada ağladım. Baran bağırdı.
"Kes sesini!" Beni bir kapıdan geçirdi. İçimde biriken ve artık taşan bir his vardı. Ağlayarak Baranın omzunu sıkıca tuttum. Beni arabaya bindirdi, yengem yanıma geldi başımı omzuna yasladı. "Hala kan var yenge." Dedim.
Yengemin omzu sarsılıyordu. "Geçti güzelim, geçti." Elleri buz kesmişti. Beş dakika sonra evin önüne gelmiştik. Güvenli alanıma geldiğim için arabadan indim hızla, annem kapıda bekliyordu. "Berfin yavrum, noldu?"
Yanından sıyrılıp merdivenleri çıktım. Odamın kapısını açıp, ayağımdaki babetleri fırlattım. Yatağa attım kendimi. Kapı açıldı. "Berfinim" ağlamaklı annemin sesini duydum. "Yavrum noldu kurban olduğum."
Omuzlarımdan tutup kaldırdı beni. "Beni bir daha o eve gönderme anne" sıkıca tutup sarıldı bana. "Beni bir daha yollama."
"Tamam kızım, tamam dilemın." Bana sarılıp ağladı.
"Hala kan var o avluda anne. Abimin kanı var, doğru söylemişler. Raşit Ağa günlerce yıkamamış lekesi kalsın diye." Ben ağladım annem ağladı. "Beni bir daha gönderme o eve anne." Çaresizdim ve elimden bir şey gelmiyordu. "Gönderme."
💫
Akşam vakti olmuştu derin bir uykudan uyanmıştım. Başımda şiddetli bir ağrı vardı. Terasa çıktım, temiz havayı ciğerlerime çektim. Akşam serinliği beni üşüttü. Üstüme giydiğim ince hırkaya sarıldım. Aşağıdan annemle babamın sesini duydum. Terasın duvarlarına yaklaştım. "Bir doktora götürsek mi ha ne dersin?" Annem benim için endişelenmişti. "Ceylan dedi, kendinde değildi aklını kaybetmişti. Ne bizi duydu ne cevap verdi dedi." Sıkıntılı bir nefes verdim.
"Ya sabır Ya Allah. Ne diye gönderdin Hatun, bilmez misin bu kız cenazede bile ağlamadı. Aha böyle içine ata ata bu hale geldi." Babam sıkıntıyla arkasına yaslandı.
"Ne edeydim, Ceylanı tek yollayamazdım ya. Bileydim böyle olacağını gönderir miydim. Ben tembih ettim Ceylanı bak Avluya geçmesin diye. Hep o Kadir ağanın karısı dellendirmiş kızı." Annem eteğinin deseniyle oynuyor dikkatini dağıtmak istiyordu. Babam elindeki tespihi çeviriyordu. "Bu halde birde okula gidecek pazartesi." Annem dahada sıkılıyordu. İyi olduğumu göstermek için merdivenlere yönelip aşağı indim. Annemle babam beni görünce göz göze geldiler. "Napıyorsunuz." Dedim tahriş olmuş sesimle. Boğazım yırtılmış tekrar dikilmiş gibiydi.
"Gel kızım otur şöyle" babam yanına eliyle vurdu. "Nasılsın ha? Iyi misin?"
"İyiyim baba merak etmeyin. Ufak bir şeydi geldi geçti." Bedenimden tüm kirleri söküp atmıştım, bedenimde bir dinginlik vardı. Ağlamak iyi gelmişti, rahatlamıştım.
"İyi ol güzel kızım, bir derdin olursada atma içine bize gel söyle. Ananla babana demeyecende kime deyecen derdini." Babam omzuma elini koydu.
"Dedim ya baba geldi geçti. İyiyim ben." Anneme döndüm tedirgince bana bakıyordu. "Valla iyiyim anne."
"Aman aman iyi ol kızım."
"Hala!" Merdivenden koşarak gelen Sait elinde benim tembur'u mu tutuyordu. "Koşma oğlum." Yengemde arkasından geliyordu.
Yanıma geldi "Bak ne buldum" heyecanla elindekini gösterdi. "Nerden buldun sen bunu" dedim gülümseyerek.
"Annemle bulduk. Hadi bana elmayla armutu söyle." Elime tutuşturdu. Yengeme baktım, yüzünde hüzünlü bir gülümseme vardı, ben iyi olayım diye getirmişti. Bu çabasını görmezden gelecek değildim.
"Tamam hadi gel bakim." Yanıma oturttum Saiti. Yengemde annemin yanına geçti. "Bayadırda çalmıyorum." Elime alıp tellerini kontrol ettim bir iki ses denemesi yaptım. Sonra başladım çalmaya, temburun tellerinden çıkan sesler avluya doldu. Sait sedirde ayaklarını sallayarak beni dinliyordu.
"Bu dünyada üç şey vardır, koklanır le le koklanır le le koklanır. Biri lale biri sümbül gülde var le le gülde var di le gülde var. Lale sana sümbül ona gül bana le le güle bana le le gül bana. "
Saitin en sevdiği kısım yaklaştıkça heyecanla kıbırdanıyordu. Temburu küçükken babam benim için almıştı. Sırf bağlama çalmak istemiştim ama bana büyük gelmişti ve ben ağlamıştım ben susayım diye almıştı.
Dedem geldi yanımıza. "Heh bir gevandemiz (çalgıcı) eksikti." Dedi. Kimse cevap vermedi. Saite döndüm heyecanla başladı. "Bu dünyada üç sey vardir yenilir le le yenilir le le yenilir. Biri elma biri ayva nar da var le le nar da var dile nar da var. Elma sana ayva ona nar bana le le nar bana le le nar bana." Büyük bir sevinçle bağırarak söyledi. Yüzünde gülücükler eksik olmuyordu.
Son kez bir daha söyledik bu kez babamda bize eşlik etti olduğumuz yerde sallanarak müziği hissettik. "Bu dünyada üç sey vardir yenilir le le yenilir le le yenilir. Biri elma biri ayva narda var le le narda var dile narda var. Elma sana ayva ona nar bana le le nar bana le le nar bana." Son kez tele tokunup bitirdim müziği. Sait büyük bir coşkuyla alkışladı. "Oldu mu? Beğendin mi?"
"Beğendim, bir daha çal" mutluluğu yüzünden belli oluyordu.
"Yeter bu kadar, komşuları rahatsız etmeyelim."
"Ya ama dede ben çok sevdim." Omuzları düştü hemen.
"De get yat, bu saatte ne dolanıyon. Sıpa seni." Dedemin terslemesiyle kollarını göğsünde bağladı."Uykum yok bavo"
"Peh! Uykusu yokmuş. Şimdi ķi çocuklarda olmamış" dedem yüzünü başka yöne çevirdi. Cebimdeki telefon titredi. Etrafım kalabalık olduğu için açamadım. Ayaklandım. Annem telaşlandı. "Noldu kızım nereye?"
"Mutfağa, ilaç içecem başım ağrıyor."
"Dur bende gelim" dedi yengem. "Sen bulamazsın ilacı."
Yengemle mutfağa geçtik. Beni tezgahın yanına çekti. "Yengem iyisin değil mi?"
"İyiyim yenge merak etme"
"Bak doğru söyle varsa bir şey bileyim." Dedi. "Zaten benim yüzümden oldu, ne olduysa. Benim yüzümden gittin oraya."
Ellerini tuttum. "Yenge sen niye kendini suçluyorsun, senin bir suçun yok. Hem asıl ben sizin önemli, hayırlı gününüzü mahvettim."
"Ne hayırı be güzelim, o iş yaş zaten." Sıkıntıyla konuştu. "Niye ki?"
"Berfinle konuştum Baranın konuştuğu biri varmış dedi." Elinin tersini avcuna vurdu. "Bak onuda sormayı unuttum. Kim bu kız, hayır konuşuyorsan söyle gidip takalım yüzüğü ama yok."
Sertçe yutkundum. "Berfin nerden biliyor biriyle konuştuğunu."
"Mesajlaşırken görmüş. Vicdan azabı diye kaydetmiş. Hayır o ne öyle, bu gençlere akıl sır ermiyor. Kızda bunu kabir azabı diye kaydetmiştir Allah bilir." İstem dışı güldüm. Dudaklarımı birbine bastırdım yengeme ayıp olmasın diye. "Gül gül çekinme, ağlanacak halimize gülüyoruz valla." Sonra dayanamadı o da güldü.
Telefonum tekrar titredi. "İlaç nerdeydi yenge?"
"Hah dur vereyim sana" tezgahın köşesinde ki çekmeceyi karıştırıp bana yaklaştı ilacı elime verdi. "Al iç sonrada dinlen. Ben gidip Saiti yatırayım."
Yengem gözden kaybolunca telefonumu hırkamın cebinden çıkardım. mesaj gelmişti.
GÖNDEREN:BARAN TURANLI
Vicdan azabı?
Nasıl oldun?
İyi misin?
(20.15)
Cevap yazdım.
GÖNDERİLEN:BARAN TURANLI
İyiyim merak etme.
(20.25)
Anında gördü mesajımı. Yazıyor.
GÖNDEREN: BARAN TURANLI
İncir ağacındayım.
Gelde göreyim iyi misin?
(20.25)
Elim ayağım titredi. Ne demekti bu, babamlar hepsi avludaydı. Delirmiş bu çocuk.
GÖNDERİLEN:BARAN TURANLI
Kafayı mı yedin sen?
Babamlar ayakta, canına mı susadın?
Çabuk git.
(20.26)
GÖNDEREN:BARAN TURANLI
Gelirken temburunu da getir.
(20.27)
Söylediklerimi ciddiye bile almıyordu. Temburun sesini mi duymuştu acaba?
GÖNDERİLEN:BARAN TURANI
Duydun mu?
(20.28)
GÖNDEREN:BARAN TURANLI
Keşke hiç bitmeseydi.
Sonsuza kadar dinleyebilirdim.
(20.28)
"Berfin!" Annemin sesini duyunca ağzıma ilacı atıp bir bardak su içtim. "Geldim!"
💫
Koşar adım odama girdim, kapıyı kapatıp ışığı açtım. Telaşla perdeyi çektim ve evet ordaydı. Ağacın dibine çökmüş sırtını yaslamış cama bakıyordu. Elinde salladığı bir şey vardı. Nasıl gidecektim ki, dedemler bile daha uyumamıştı. Tekrar ışığı kapattım. Öylece ona baktım, dünyanın en güzel manzarası Baranın ta kendisiydi. Üstünde beyaz tişört ve kot pantolon vardı. Esen rüzgarla saçları savruluyordu o savrulan saçların arasında ne çok olmak isterdim. Gözüne düşen bir kirpiğin bile hakkı vardı üstünde, güzelliğinde bir parça bile sanatçıydı. Güzel günlere olan umuda hasrettik, o günün umut mu yoksa kahır mı getireceği mechulken, biz iki düşman çocuğu kendimize bir sahne inşa ettik... bu sahnede ne terler döküldü, ne yaşlar pınara döndü ve en önemlisi bir mezar dikildi. Dikildi mezar, yıkıldı sahne.
Baran durmadı, inançlıydı. Tekrar yazdı tekrar oynadı, güzel senaryolar sıkıştırdı kaybedenlerin hikayesine. Oyunu ben bozdum, mızıkçılık diyin fark etmez. Bozmak istedim benim acım varken kimse sevinmesin kimse ümitlenmesin, herkes kederlensin istedim. Bu istek elbette Vicdan Azabına layık bir istek, kim önünde durabilir ki. En çok Baranı yıktım, her defasında yarası artıyordu ama ayağa kalkmaktan vazgeçmiyordu, korkmuyordu. Biliyordu onu tekrar ve tekrar azalarım yettikçe yıkıp geçecektim. Düşündüm bir an, kırılacağını bile bile insan yinede ayağa kalkar mı. Ne büyük bir imtihan ne büyük bir gaflet. Ama Baran olsa böyle adlandırmazdı Baran olsa ne büyük Sevda ne büyük Azap derdi.
Ah Baran.
Başıma gelmiş en büyük felaketimdi. Bu felaketin güller vaddetmesi dikenleri yok etmiyordu. Sonu felaketle biten hikaye yakışır bize. Berf-u Barana.
Saatler geçti, defalarca annemlerin yanından kalkıp pencereye vardım. Gitmemişti. Gitmeyecek miydi? En sonunda dedem evine geçmiş annemle babam odalarının kapısını kapatmış Saitin sesi kesilmişti. Herkes odasına geçmişti. Uyuduklarından emin olmak için uzun bir süre bekledim. Beklemekte büyük imtihanmış onu anladım. En çokta Baranı anladım, zor işmiş vesselam.
Evde ölüm döşeğinde yatmış bir sessizlik vardı, kimsenin iyileştirmeye gücü yetmezdi. Sessiz adımlarla kapıdan çıktım, her kapının bir kilidi her kilidin bir sesi vardı. Sesleri bastırmak, birden yağmur yağdırmak kadar zordu. Ayağımda terlikler, üstümde hala siyah elbisem vardı, üşüdüğüm için şal atmıştım omzuma. Ahırı dolaşınca taşlı yolu aştım ve karşımdaydı. Çöktüğü yerden ayağa kalktı. Gözlerimiz birleşti, bu birleşmeden kurşuni bir ışık yayıldı. Bu ışık görenleri kör eder, kalbi kör olanıda aşka köle eder. Yavaş adımlarla yürüdüm, her defasında heyecanlanıyordum, Baranı görmek bir dervişi görmek kadar merak uyandırıyordu, sonu olmayan bir keşif ve bilinmez yol. Yaklaştım ona ve sonra durdum.
"Bir gün başımızı yakacaksın Baran." Diye sinirle söylendim.
"Yanan sadece başımız olsun Berfin, sen bana hep gel ben yanarım." Bana doğru bir adım attı. Ayağında taşlar can verip çığlık attı.
"Yanarsan ölürsün." Dedim. "Yanarsan ölürüm."
"Bak Leyla ne demiş." Yüzünde bilmiş bir gülüş yer edindi. "Zaten ölümle hayatın uzaklığı, ölümle hayatın yakınlığı kadar değil mi?" Kendine has bir havası vardı Baranın, biraz acıydı biraz ekşi birazda tuzlu. Tatlı yanını bir cenazeden bir matemden önce tattım. Hala o tadın damağımda bıraktığı hissi özlüyordum. Bu tat kendimi özgürce Baranın kollarına attığım anın tadıydı, hiç bir korkum hiç bir acım yokken kendimi teslim edişimdi. Bu tadı çok özledim. Ama asla bir daha tercübe edemeyecektim. "Benim sana yakınlığımla ölüme yakınlığım aynı, tıpkı sana uzaklığımla ölüme olan uzaklığım gibi."
"Leylanın mecnuna uzaklığı gibi." Dedim.
"Leyla mecnuna uzak değildi, Leyla olmak nerede olursa olsun Mecnuna yakın olmak demekti." Bir adım daha attı bana. Şalıma sarılıp kollarımı göğsümde bağladım. "Yakınlığı sadece mesafeyle ölçme gafletine düşenler henüz aşk illetine bulaşmamış demektir.
"Bu illet ne meret bir şey." Sertçe yutkundum. "Dememiş mi hiç Leyla."
"Mazallah dese taşa dönerdi" muzipçe güldü. "Aman sen yinede dillendirme, dönme taşa."
"Ben Leyla değilim ki."
"Bende Kays değilim, ama onu çok iyi anlıyorum." Bu serseri böyle konuşunca göğsümde karagüllerden bir bahçe yer ediniyordu. Her biri ayrı bir güzellikte. Bazen diyorum ben Baran için böyle düşünürken o neler geçiriyor aklından.
"Kays Leylada ne bulmuş bu kadar, neyi varmış leylanın." Mevzu aslında ne Leylaydı ne Mecnun. Aslında Baranda ki Berfini daha doğrusu vicdanına azap olan o kızı duymak istiyordum.
"Belkide Leyla bir aracıdır Kays için." Gizemli bir şekilde konuşuyordu.
"Nasıl yani."
"Belkide Leylanın o uhrevi güzelliği, gözlerinin elası, dudağının daveti, belinin kavisi, saçının günahı. Hepside Leyla yaradana açılan bir kapıydı."
"Çok mu güzel Leyla?" Ne sorduğumu anlıyordu onu kandırmak kolay değildi.
"Leyla güzel değil." Suratım düştü. " Kaysın gözünde Leyla güzel. Bir yemin gibi, Kays bir yemine tutulmuştu. Bozsa günah, tutsa ah. Birinde tutuklu kalmak nedir bilir misin? Kays kalmıştı ve bundan hiç şikayeti yoktu. Sonsuz bir sevginin elinde debeleniyordu." Elini cebine attı, bir paket sigara çıkardı. Dudaklarına yasladı. Çakmağı çaktı, kaşları çatıldı ve derin bir nefes aldı. İki parmağı arasına sıkıştırdığı sigarayı bir kadeh gibi kaldırdı. "Tutuklu kalmaya."
Boğazımı temizledim. "Peki ya Leyla, o da tutuklu mu?"
"Ooo" güldü. "Leylayı sorma gitsin, deli divane olmuş." Derin bir nefes daha aldı. "Bak ne anlatacağım bu Leyla tutuklu kaldığı o zindana artık sığmaz olmuş, dar gelmiş ve kırmış zincirini. Atlamış atına gitmiş Kaysın sarayına."
"Kaysın Sarayı yok bir kere."
"Şşht, bu hikayeyi ben yazıyorum karışma." Omzumu silktim banane der gibi. "Heh ne diyordum, atlamış atına Kaysın sarayına gitmiş, Leylayı gören muhafızlar şaşkına dönmüş, el pence divan olmuş. Etrafına bakınmış Leyla bir de ne görsün." Hikayeyi heyecanla anlatıyordu. "Uzak diyarlardan bir prenses gelmişti. Leyla sinirlenmiş, prensesi kendisine rakip görmüştü. Sinirle Kaysın karşısına çıkmış ama o da ne prensesle Kays konuşuyormuş, sinirden çıldırmış. Ee saraydakiler durur mu konuşurlar laf ederler. Kaysla prensesi yakıştırmalar yapmışlar. Leyla çıldırmış, deliye dönmüş ne yapmış biliyor musun?" Gizemli bir şekilde sorduğu soruyla bende merak etmiştim.
"Ne yapmış."
"Tuzlu kahve yapmış." Gülmeye başladı. O gülünce sinirim tepeme çıktı. Elimle art arda omzuna vurdum. "Seni pislik." Gülüşü dahada keyifli hale geliyordu. "Elide ağır, dursana kızım." Hala gülüyordu.
"Leyla zıkkım iç dememiş mi?" Ellerimi belime koydum.
"Hah bak onu demeyi unuttum, nerden bildin. Tam olarak böyle demiş zıkkım iç." Artık gülüşü artıyor yankılanıyordu.
Yere eğilip birkaç taş aldım. "Al sana zıkkım." Diyip fırlattım taşı. "Al sana kahve." Bir taş daha fırlattım. "Al sana Leyla."
"Lan kızım dursana manyak." Böyle söylüyordu ama gülmeyi bırakmamıştı. "Böyle Leylaya can kurban." Elimdeki taşı kafasına attım bu sefer.
Nefes nefese kalmıştım. "Söyle bakalım sayın yazar. Prenses güzel mi?" Büyük bir ciddiyetle bekledim cevabı.
Biraz düşündü. "Prenses... güzel ama biraz reş(kara)" benimle alay ediyordu. "Güzel ha? Güzel." Bir taş daha attım ve bir taş daha. "Al sana güzel."
Birden yaklaşıp kollarımı tuttu, burnumun dibine girmişti beni savurdu. Nefes nefese kalmıştım, bu yakınlıktada nefes alamıyordum. "Benim vurulduğum güzel esmer değil" dedi. Gülüşü solmuş, yüzünde ciddi bir ifade vardı. Elimdeki taşlar yere döküldü, gücü çekildi. "Benim vurulduğumun, sarıdan saçları var. Eladan gözleri ve karagüllerden bir dili var. Dikeni izin vermiyor gülü koklamama."
Sertçe yutkundum. Bedeni bedenime yaslıydı sıcaklığını hissediyordum, kollarımda avucundaki damarın atışı vardı, yüzü bana kendimden bir parcayı yansıtan aynaydı o aynada bizi gördüm. Keskin sivri bir bıçaktan yapılmıs köprüde yürüyorduk, ayaklarımız kesilmiş kanıyordu. Etrafımız dikenli güllerle çevriliydi. Sonra sağ tarafımızda duran odamın ışığı yandı. İkimizinde başı o yöne döndü, odama biri girmişti ve ben odada yoktum.
Pencerenin önüne bir karaltınının gölgesi düştü.
İkimizde sertçe yutkunduk.
Şimdi yakalanmıştık.
Bölüm Sonu. |
0% |