Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19.Bölüm: Hüsran

@berfinatman

Kalbime demir bir kor saplandı, ve tüm yanık kokusu bu Urfayı kapladı sanki. Baranın sesi beynimde yankılanıyordu. Ellerimi sedirin köşesine yasladım başım dönüyordu. Baran gidiyordu, bu ne demekti. Nasıl giderdi nasıl? Nefes alamadım.

 

"Ne demek gidiyorum!" Bu ses yengemden gelmişti. "Yine mi gideceksin!" Yengemin üzgün sesiyle darmadağın oldum. Elimin altındaki sediri sımsıkı sıktım.

 

"Ceylan, sakin ol." Baranın yatıştırıcı sesi beni daha da mahvediyordu.

 

"Ne demek bu ya, niye gidiyorsun Baran? Allah için nereye gidiyorsun?" Yengemin gözlerinden yaşlar aktı. "Yine gideceksin bir daha Allah bilir ne zaman geleceksin."

 

"Yapamıyorum Ceylan burda yapamıyorum." Dişlerini sıka sıka söylemişti bunu Baran. "Beni buraya bağlayan bir şey yok."

 

"Ne demek yok ya ne demek yok, annem var Diyar var ben varım. Ya Şiyar daha genç babanın eline mi bırakacaksın onu. Ali gibi zehirlesin mi? Bunu mu istiyorsun? Senin gitmemen için bir sürü sebebin var." Yengem elini koluna koydu onu ikna etmek istiyordu.

 

"Ceylan zorlaştırma işimi."

 

"Zorlaşsın!" Sinirle omzuna vurdu. "O işin zorlaşsın nasıl bu kadar kolay vazgeçiyorsun ya." Baran etrafına baktı bizim varlığımızla gerildi. "Tamam sonra konuşuruz Ceylan"

 

Babama döndü "Sadık ağa müsaden olursa akşam gelip Ceylanı alırım."

 

"Tamamdır evlat."

 

Abim ters ters baktı Barana. Yengem ağlayan gözlerini silerken Baran yengemin şakaklarından öpüp sarıldı. "Akşama hazır ol."

 

Baran arkasını dönüp giderken ağlamamak için dudaklarımı ısırdım. Sedirin ucunu tutan ellerim gömüldü sanki. Kapıyı sertçe kapattı, dönüpte bakmadı arkasına. Yengem ağlayarak sedire oturdu, annem omuzlarını sıvazladı. "Yapma yavrum kıyma kendine."

 

"Yine gidecek kim bilir ne zaman gelir" elleriyle yüzünü kapattı yengem. Omuzları sarsılıyordu. Titreyen dudaklarıma mani olamıyordum. Gözümden düşecek yaşın kurbanı olmak istemiyordum. "Gel yavrum gel mutfağa geçelim. Beritan bir bardak soğuk su ver kızım." Yengem ayaklanırken nenemi gördüm mutfak kapısında halimi gördü, tedirgin oldu.

 

"İyi, iyi gitsin." Dedi abim.

 

Nefesim sekteye uğradı. Nenem yanıma yaklaştı. Koluma girdi. "Berfin gelde şu yeni ilacıma bak bi." Beni bir külçe gibi kaldırdı. Gözlerim dolmuştu önümü göremiyordum.

 

"Ben gösterdim ya sana ana." Babam anlam verememişti.

 

"Berfin daha iyi biliyor, sen karışma işime." Diye tersleyip attı. Nenemin evinin önüne varınca gözümde yaşı daha fazla tutamamıştım. Titreyen çeneme mani olamıyordum. İçeri geçince dedemin haberleri izleyen televizyon sesi uzaktan duyuldu. Beni diger odaya sürükledi. Orda ağzımdan hıçkırışım kaçtı. "Sus kız sus, yakacan bizi sus." Nenem sus dedikçe daha çok ağladım. Beni arka odaya soktu yerdeki mindere fırlattı. "Siz sen delirdin mi ha. Atanın yanında neydi o hal he neydi." Titreyen elimi dudaklarıma kapattım. Ağlamamın sesini bastırmaya çalıştım. "Sus kız sus. Ağlama, ağlama."

 

"Nene" ağlamaktan konuşamadım. "Gidiyor nene, gidiyor."

 

"Kız sus dedim sana." Kapıya gidip sertçe kapattı. Tahta kapının menteşeleri oynadı. Ellerimi mindere yasladım başım yere eğilmişti. Ağlamam katlanıyordu ama sesimi çıkaramıyordum. "Ya nolacaktı ha nolacaktı. Bak o kızlada sen varsın diye evlenmedi. Ne edecek, sen ona varamıyon o sana varamıyor. Nolacak ha başka." Gözlerimdem sıcak yaşlar aktıkça boğazımdan acılar dolu bir sancı peyda oluyordu nefes alamıyordum. İç çekişim canımı yakıyordu. Omzum sarsılıyordu mani olamıyordum. Haklıydı nenem ama elimden bir şey gelmiyordu ki. Yerdeki başımı kaldırdım, saçlarım ıslak yüzüme yapışmıştı.

 

"Napayım ha napayim söyle." Nenem umutsuzca baktı bana yaşlı bedeni yorgunlukla karşı duvarın oraya çöktü. "Nasıl varayım söyle. Raşit ağa kabul eder mi? Babam kabul eder mi?" Elimin tersini dudaklarıma yaslayıp nefesimi düzene sokmaya çalıştım ama nafile yüreğim çırpınıyordu, göğsüm dengesizce inip kalkıyor dudaklarım titriyordu. "Sonra nolacak, Baran gel kaçalım diyecek. Biz bunu yaşamadık mı nene yaşamadık mı? Abim Baranı öldürür. Abim yapmazsa başka birisi yapar. Ben bunu nasıl sebep olurum nasıl.. o... o ölmesin diye ben ona git dedim. Şimdi gidiyor ama benim yüreği..ğim çok yanıyor." Konuşamıyor kelimelerim zorlukla çıkıyordu dudaklarımdan. Bedenim iç çekişlerimden titriyordu. "Onu öldürürler, onu öldürürler. Onu öldürürler." Bedenim art arda nefesler almaya başladı. Yetemiyordu artık. Elimle boynumdaki tişörtün yakasını çekiştirdim. Nenem yanıma geldi. "Kendine gelesin, bayılacan şimdi." Ellerimi tuttu, yüzüme yapışan saçlarımı geriye iteledi. "Yavrum etme böyle, tamam bir hal çaresine bakılır elbet." Başımı nenemin omzuna koydum. Orda ağladıkça ağladım. Nenem omzumu sıvazladı. "De tamam geçti ağlamayasın kızım. Ziyan etme kendini." Başımı dizine koydu, gözlerimde yakıcı yaşlar nenemin eteğine döküldü. İç çeke gözlerim kapandı orda, yorgun bedenimi acıya teslim ettim.

 

🥀

 

"Ne uykusu bu ana" babamın sesini duydum ama başım çatlıyordu. "Niye ağlamış bu." Malikte burdaydı bunu diyen oydu.

 

"Ceylanın haline üzüldü." Dedi nenem.

 

"Ceylanla ne ilgisi var." Babam anlamıyordu durumu. Nenem ne diyecekti hiç bilmiyordum. "Ne olacak, kardeşi için ağlamadı mı! Bu kızında ağabeyi ölmedi mi!" Nenem sinirle bağırdı. "İçi yandı yavrumun. Geldi dayanamadı ağladı. Daha bu kız geçen gün görmedi mi Ferhat'ın kanını, ne bilmezmiş gibi konuşuyorsunuz baba oğul."

 

"Ne dedi" babamın sesi yumuşamıştı. "Az konuşaydın belki iyi gelirdi, hep içine atıyor kızcağız."

 

"Konuştum ya konuşmaz olur muyum. Az biraz ağladı da iyi oldu yüreği, ahanda uykuya kaldı." Nenemin elini saçımda hissettim.

 

"Odasına çıkarayım mı orda uyusun." Malikti bunu söyleyen. Sesinde ki sefkati seçmiştim. "Elleşmeyin şimdi bırak uyusun. Ağlamaktan helak oldu. Akıta akıta içi rahatlıcak. Ee biz içimizdeki zehiri cenazede akıttık, bu yavru napsın şimdi zehrini dökebiliyor. Az müsadee edin sizde varmayın üstüne."

 

"Ah" diye derin nefes aldı babam. "Niye bu hale geldi kızım, anlamadım gitti."

 

"Her yara aynı anda açılmadığı gibi aynı anda da kapanmaz Sadık. Bu kız cenazeyi kabullendi mi ki? Siz kabul ettiniz ağladınız yıllar oldu bitti. Ahanda bu kız daha yeni kabul etti. O avluda gördü kanı, şimdi acısını yaşıyor."

 

"O avluyu evdekilerle birlikte yakıp kül etmek vardı ya." Eliyle dizine vurdu Malik. "Nasıl insan lan bunlar, kanı saklamak ne demek." Sinirle sakallarını kaşıdı bunu çıkan sesten anladım.

 

"Dellenme yine dur." Babamda öfkelenmişti.

 

"Ceylan geldi mi?" Yengem gitmiş miydi ki.

 

"Yok ama eli kulağındadır gelir." Babamın ayaklanan sesini işittim. "Hadi Malik kalk eve geçelim." Demek Baran gelmişti ve yengemi almıştı. Kaç saat uyumuştum ki. Akşam olmuştu. Babamlar odadan çıkınca gözlerimi açtım. Minderden destek alıp doğruldum, saçlarım tek omzuma dökülmüştü. "İyi misin kızım?" Nenem eliyle saçlarımı sevdi.

 

"İyiyim nene." Pencereden dışarı baktım. Hava kararmıştı.

 

"Şu haline bak, gözlerin kan çanağına dönmüş." Ne diyebilirdim ki.

 

"Ben bir anneme bakayım." Yerimden ayaklandım. Nenemin elini öptüm, kapıya gelip terliklerimi giyecekken avlunun kapısı açıldı. Yengem ağlayarak içeri girdi. Sait elindeki uçak balonla gülümserken kapı aralığından Baranı gördüm arabanın kapısına dayanmış bakıyordu. Gözlerimizden milyonlarca duygu gelip geçti biride tutunup bir çare olamadılar. Ağlamaktan acıyan gözlerim yine doldu. O bir asır uzun gelen bakışmamızı yengemin kapıyı kapatması böldü. Gözünde yaşlarla Saitin elini tutarak mutfağa geçti. Terliklerimi giydim, avludaki sedire attım kendimi. Yengemin ağlama sesi gelince başım o yöne döndü, aslında mevzu sadece Baranın gitmesi değildi. Yengem kaybettiği ve özlemini duyduğu o aile sevgisinide kaybediyordu. Baranla kendini yalnız hissetmemiş oluyordu ailede elini tutan ona güç olan biri vardı ve şimdi o da yine ve yeniden gidiyordu. Ailesini özlüyordu gidemiyordu Baranı görmek ona aileden kalan tek mirastı belkide. Önümde duran el sallayan abimi gözlerim zorla ayırt etti. "Berfin kendine gel." Elimle gözlerimden akan yaşı sildim. "Niye ağlıyorsun sen?"

 

"Yengemi duymuyor musun nasıl ağlıyor. Sanki cenazesi var." Yorgun gözlerimi abime çevirdim. Eğilip saçlarımdan öptü.

 

"Cenaze falan yok." Dedi

 

"Bazen ölmeden de birini kaybedebilirsin." Geri çekildi. Kaşları çatık baktı. Ayaklanıp yanından ayrıldım, mutfağa doğru gittim. Yengem masada oturmuş peceteyle burnunu siliyordu. Annem elini yanaklarına yaslamış yengeme üzgün gözlerle bakıyordu. Gülistan teyze ve Beritanda ondan farksız değildi. "Aklımı kaçıracam, ne olmuş bu çocuğa bilmiyorum. Ne dediği belli değil, ne istedigi belli değil. Gitmek istemiyor da mecburmuş gibi davranıyor." Sait köşede parmağı ağzında, ağlayan annesine bakıyordu.

 

"Ee niye gidiyormuş demedi mi?" Gülistan abla sormuştu bu soruyu. "Demedi. O da bilmiyor ki niye gittiğini. Kalamam burda diyip durdu. Niye diyorum ses etmiyor."

 

Annem başını kaldırıp beni gördü. "Gel kızım otur." Karşısındaki sandalyeyi gösterdi. Yaklaşıp oturdum, Sait beni görünce yanıma gelip kucağıma tırmandı. "Hala annem niye ağlıyor." Çaresizce bakındım yengeme başını iki yana salladı. "Annenle Dayın biraz kavga etmiş, hani amcanla bende ediyoruz ya onun gibi. Kardeşler bazen böyle kavga eder."

 

"Ama sen amcamla kavga edince ağlamıyorsun ki, annem niye ağlıyor."

 

"Ee nolacak paşam, anan pek hassas bak Berfin'e cin gibi cazgır o ondan ağlamıyor." Annem arayı yumuşatmaya çalısıyordu.

 

Sait bana baktı. "Cazgır ne demek?"

 

"Anam seninde sorun bitmiyor hadi koş odana. Beritan sen Saiti bir güzel yıka dışardan geldi." Annem Saitle baş edemeyeceğini anladı. Beritan kucağımdaki Saiti alıp mutfaktan çıkinca yengem acıyla başını ovdu. "Başın mı ağrıyor yenge?" Dedim. Evet anlamında kafasını salladı. "Dur şurda ilaç olacaktı." Gülistan abla çekmeceleri karıştırıp bir bardak su ile yengeme getirdi. Yengem ilacı içip bardağı bırakınca istem dışı bende bir ilaç alıp ağzıma attım. Büyük bir yudum su içtim.

 

"Ee nereye gidecekmiş onu da mı demedi." Gülistan abla yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu.

 

Yengem derin bir nefes aldı. "Demedi. En son yalvardım nerdeyse gitme diye bizi bir başımıza bırakma dedim. Bak ne anam ne ben artık kaldıramıyoruz, sahipsisiz dedim. Babam yok sen bari gitme dedim." Burnunu çekti. "En son ben çok ağlayınca tamam bir hal çaresine bakacam dedi."

 

İçimi bir heyecan kapladı. "Ee bak belki gitmez ha, bir çözüm bulur belki."

 

"Bilmiyorum." Yine burnunu çekti. "Ben biliyorum niye gidiyor. Hep o vicdan azabımıdır nedir, onun yüzünden gidiyor. Kız sevmiyor belli ki, napsın çocuk sığamıyor buraya. Ah o kızı bir bulsam yar ya bacaklarını kıracam."

 

"Dellenme kızım hemen, her şey olacağına varır. Bakalım hakkında hayırlısı neyse o olsun." Annemle elini yengemin omzuna koyup sıvazladı. "Gün ola hayrola."

 

 

🥀

 

 

Yatağımda dizlerimi karnıma çekmiş öylece oturuyordum. Yengem ağlamaktan yorgun düşünce odasına götürüp yatırdım. Sait ise duş aldıktan sonra uyumuştu. Evdeki herkes odasına çekilmişti. Bende deliler gibi kaybolan zihnimi aramaktayım. Başımı tavana çevirdim bakındım öyle boş boş bakındım. Bir sonuç bir çare bulamadım. Kafayı yiyecektim, elimden hiçbir şey gelmiyordu. Düşündüm Barana tamam desem tutsam elinden. Sevdamıza sahip çıksam nasıl olur diye, saatlerimi harcadım. Hayaller kurdum, kurduğum hayalde boğuldum. Boynuma urganı geçirdim, edildim idam. Çünkü hayalimin sonunda hep Baran zarar görüyordu Baranın zarar gördüğü her acıda ben yaşayamıyordum. Üstüme azaptan bir vicdan çöküyordu. Tüm zihnimi ele geçiriyordu ve ben nefes alamıyordum. Barana gitmenin hayali bile kanlı oluyordu ya elinde namluyla Malik beliriyordu ya da bir akrabamız. Sonuç değişmiyordu. İleri geri sallanmaktan midem bulanmıştı. Ayağa kalkıp açık penceremden baktım. Bize şahit, sessiz kul, incir ağacı. Hırçın rüzgar savuruyordu dallarını. Rüzgarda öfkeliydi, hıncını almak için sarstıkça sarttı. Bir uğultu kapladı etrafı, Zümrütün kişnemesini duydum. Öne doğru eğildim. Bir şey göremedim, ama Zümrüt kişnemeye devam ediyordu. İçimi bir korku sardı. İncir ağacına baktım tekrar. O an karar verdim. Dolaptan örgü ceketimi çıkarıp aldım. Telefonumuda komidinden kaptığım gibi odadan çıktım.

 

Merdivenleri sessizce indim. Evde koca bir sakinlik vardi. Ahıra doğru yaklaşıp kapıyı sesszice açtım. Ahırın ışığını bilerek açmadım. At birden kişnedi. "Şhştt Zümrüt benim. Sakin ol kızım." Kafasını iki yana sallayıp tepindi. Telefonumu eşofmanımın fermuarlı cebine koyup Zümrütün karanlıkta yularını aramaya koyuldum. Sonra yemliğin yanında olduğunu görüp aldım. Zümrüte yaklaşıp yuları sırtına attım. "Hadi bakalım kızım gidiyoruz."

 

 

Şimdi Zümrütün üstünde haşin rüzgara karşı bir savaş verip Barana gidiyordum. Bu sarışın aptal Berfinin başka bir çaresi yoktu Barandan başka bir çaresi yoktu bunu biliyordum. Ne diyecektim onu bile bilmiyordum ama tek bildiğim zihnimin ona gitmem dogrultusunda bana vermiş olduğu emir vardı. Rüzgarı delip geçiyorduk, saçlarım hınçla sırtıma iniyordu. Ayağım üzenginin bir parçaşıymış gibi bir bütün oluşmuştu. Dizginleri savurdukça at hızlanıyor ve bende hedefime ulaşıyordum. Raşit ağanın evinin olduğu yeri uzaktan seçince sokaklardan değilde tarla yolundan gitmeye karar verdim. Sokakta kimseyle karşılaşma riskini alamazdım. Evlerinin oraya gelince tüm ışıkların kapalı olduğunu gördüm. Odasının hangisi olduğunu bilmiyordum. Bir ağacın altına sığındım. Telefonumu çıkardım ve onu aradım. Telefon çalıyorken benimde gözüm pencereleri tarıyordu.

 

"Alo?" Sesini duyunca derin nefes aldım.

 

"Aşağıdayım."

 

"Ne!" Şokla bağırdı. Bir hareketlilik oldu. "Ne diyorsun kafayı mı yedin?"

 

"Bağırma milleti uyandıracaksın." Çok heyecanlanmıştım. Sonra üstte ki pencerede perde çekildi ve onu gördüm. Sonra camı açtı. "Başımı yakacaksın diyen kızada bakın. Ne işin senin burda." Elinin birini percerenin pervazına yasladı. Aptal çok güzel görünüyordu.

 

"Yakalanmamızı mı istiyorsun? Gelsene aşağı?" Gerginlikten Zümrütte sabit durmuyordu.

 

"Bohçamı da getirim mi?" Gereksiz mizahı beni sinir ediyordu.

 

"Baran!" Dişlerimin arasından söylendim. "Geliyor musun gelmiyor musun?"

 

Eliyle sakallarını kaşıdı. "Cık gelmiyorum."

 

Şokla bir kaç saniye kalakaldım. Ardından boğazımı temizledim. "İyi sen bilirsin." Tam Zümrütü bir iki adım hareket ettirdim ki sesini duydum. "Bekle. Geliyorum."

 

Serseri beni süründürmek hoşuna gidiyordu. Çok değil 10 dakika sonra sonra ilerde heybetini gördüm. Bana doğru yaklaştıkça kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu. Üstunde lacivet tişort ve altında siyah eşofmanı vardı. Etrafi kolaçan etti. Yanıma kadar gelince dizginleri tuttu. "Burda olmaz. Güvenli değil, seni bir gören olabilir." Ben onun yakışıklılığına dalmış giderken yuları tuttuğu gibi atın terkisine oturdu. Tam arkama oturunca nefes alamadım bir süre yan döndüm. "Nereye gidecez?"

 

"Bakacaz." Dizginleri elimden alıp kendisi yön verdi. "Sen iyi alıştın evden kaçmaya. Yakında kocaya da kaçarsın sen?" Bu söylediğine güldüm. Ama o gülmedi soğuk yapıyordu bana.

 

"Seninle konuşmaya geldim." Dedim sessizce. Evinden bizi uzaklaştırmıştı. Nereye gidiyorduk bilmiyordum ama tarla yolundan yavaş yavaş gidiyorduk.

 

"Konuşmak için telefon icat edileli çok oldu." Dedi. "Haberin yok mu?"

 

"Bunu incir altında nöbet tutan sen mi söylüyorsun?"

 

"Kızım ben seni görmek için geliyorum, çünkü benim gelmem için büyük bir sevdam var. Ya senin neyin var?" Beni sınamaktan vazgeçmeyecekti. Sırtımda vücudunu hissediyordum ve bu sırtıma doğru bir sıcaklığın tüm vücuduma yayılmasını sağlıyordu. Göğsündeki her kası sırtımda hissediyordum.

 

"Benimde vicdan azabım var." Dedim.

 

"Senin de mi var? Benimde başımda var bir tane." Sesi bir dünya kadar soğuk geliyordu ama bedeni sıcak bir yuva vaadediyordu.

 

"Yengem sevdiğin kızı eline geçirirse bacaklarını kıracakmış." Elimi dizginleri tutan koluna koydum. Sertçe yutkundu. Sakalları saçlarıma takılıyordu. Kolundaki damarları avuçlarımda hissettim.

 

Kulağıma yaklaştı. "Daha ben elde edemedim. O nasıl edecekmiş." Dudaklarından çıkan her kelime tüylerimi diken diken etmişti. Ürperdiğimi hissettim ve bunu Baranda fark etti. "Üşüdün mü?" Başımı iki yana salladım. Omzumdan düşen ceketi tekrar omzuma doğru çekti. Çenesini başıma yasladı. İkimizde konuşmadık. Evime yakın ama kimselerin olamdığı bir yerde durduk. Önce o indi sonrada belimden tuttu bende ellerimi omuzlarına koydum. Beni indirdi. Bir dut ağacının kalın gövdesine atı bağladı. Sonra bana döndü. Ellerini iki yana açtı. "Hadi konuş bakalım ne konuşacaksın."

 

 

"Ne konuşacağımı biliyorsun?" Aslında ben bile bilmiyordum ne anlatıyorsam.

 

Sinirle burun kemerini sıktı. "Gecenin bu vakti evden kaçıp buraya geliyorsun, sonrada sen biliyorsun mu diyorsun. Ben biliyorsan niye buraya kadar geldin gelmeseydin." Benim korkaklığıma sinir oluyordu.

 

"Nereye gidiyorsun?" Direk konuya girdim.

 

"Cehennemin dibine oldu mu?" Ellerini iki yana açtı. "Bu lanet yerde daha fazla duramıyorum. Daralıyorum anladın mı? Tek başıma bir şeyler yapmak için uğraşmak bana iyi gelmiyor."

 

"Benim yüzümden mi gidiyorsun?" Korkuyla yüzüne bakıyordum çünkü aslında bunu duymak istemiyordum. Sinirle güldü, gecenin karanlığında bile gülüşü etrafı aydınlatıyordu sanki.

 

"Sen şunu açık açık söylesene, ben sana git demedim nereye gidiyorsun desene. Zoruna mı gitti, sen git demeden gidiyorum diye. Gururun mu incindi. Tabii benim def olup gidebilmem için senin bana git demen lazım öyle değil mi? Sen zaten o yüzden geldin dimi." Şaşkınlıkla bakakaldım.

 

"Ne diyorsun Baran sen" hayretle ona bakıyordum. "Benim böyle düşünmediğimi biliyorsun."

 

"Niye geldin o zaman. Gitme falan diyecegim de de güleyim." Bana bu kadar kötü davranmasi niyeydi.

 

"Niye bana bu kadar öfkelisin?" Kolumu göğsümde bağladım. Kendimi çok savunmasız ve yalnız hissetmiştim.

 

"Niye mi?" Bir gülme aldı onu bende izledim. "Niye diye soruyor musun gercekten. Lan sen değil miydin sırf ben acı çekeyim diye bunları yaşattığını söyleyen. Sen değil miydin benim duygularımın üstünde tepinen. Ne o şimdi kıymete mi bindim." Sinirle söylediklerine acıyarak baktım. Ama bunun suçlusunun ben olduğumu biliyordum. Ben hakkettim.

 

"Özür dilerim." Dedim. "Ben ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemeyen aptalın tekiyim. Seni kırmak istemiyordum sadece bizden olmayacağını anlamanı istedim hepsi bu."

 

"Özür mü, hakkaten özür mü bu kadar basit yani." Bana doğru adım attı. "Ben bilmiyor muyum biz olmanın kolay olmadığını. Ben bu coğrafyada doğmadım mı farkında değil miyim sanıyorsun. Ben her şeyi göze alarak sana geliyorum."

 

 

"Ben gelemiyorsam, bu gözlerimin gördüklerinden Baran. Abim gözümün önünda yere yığıldı, öldürdüler. Ben bu riski nasil alayım ha nasil! Farkindasin ama çocuk oyuncağıymış gibi davranıyorsun. Beni bir şeylere zorluyorsun sürekli anladın mı!"

 

"Bundan sonra seni hiçbir şeye zorlamıyorum. Def olup gidiyorum." Gözlerinin karasında boğuldumda nefes alamadım sanki. Canlı canlı kalbimi söküp çıkardı sanki. Burnumun direğinde şiddetli bir sızlama oldu. Zor dayandım.

 

"Gidemezsin!" Diye bağırdım. Şaşırdı bunu görebildim. Ona doğru yaklaştım, uzun boyuyla önünde durunca başımı kaldırmak zorunda kaldım. "Hiçbir yere gidemezsin anladın mı!"

 

Bir adımda o attı. "Neden Berfin? Neden?" Sesi sessiz ve benim içimi dağlıyacak şekildeydi.

 

"Çünkü.." diyip sustum pişman olacağım bir şey söylemek istemiyordum.

 

"Çünkü ne?" Bir adım daha attı ve artık dip dibeydik. "Yoksa söylemeye cesaretin mi yok." Ela gözlerimle karadan geçilmeyen gözleri bir bütün oldu sanki. Birbirinin yörüngesinden ayrılamadı. Ellerim buz tuttu ne diyeceğimi bilemedim.

 

"Baran.." benim tek çarem tek nefesim oydu. Ne diyecektim. Sevdamı haykırsam ve ona bir şey olsa vicdan azabından ölürdüm.

 

"Yine susuyorsun. Yine cesaretin yok. Ve benden bu yükü tek başıma taşımamı bekliyorsun. Yükü taşımak istemeyince de gitme diyorsun." Dudaklarını ıslattı. "Hem ayranım dökülmesin hem yoğurdum eşkimesin. Oh ne güzel hayat."

 

"Öyle değil." Diye inledim.

 

"Artık beni oyuncağın yapamayacaksın." Ellerini sarı saçlarıma koydu. Parmak uçları bu sefer yanağıma geçti. Başparmağıyla yanağımı okşadı. O dokununca dayanamadım gözümden bir damla yaş aktı. Sinirle gözünü yumdu. Dişlerinin arasından söylendi. "Ağlama." Gözlerini açtı. Yüzümü tek tek izledi. Kirpiklerimin ıslaklığına dudağımın kıvrımına gözlerimin elasına. Diğer elinide yanağıma koydu. Bende bileklerine doladım elimi.

 

"Baran... yalvarırım yapma." Gözümden yaş akmaya devam ediyordu.

 

"Mevlana çok güzel anlatmış. Aşk; topuklarından etine kadar işlemiş bir nasırdır, ya canın acıya acıya adım atacaksın, ya da canını acıta acıta söküp atacaksın." Başparmağıyla yaşlarımı sildi. Ardından dudaklarını alnıma yasladı. Gözlerimi sımkısı kapattım. Alnımda ki dudakları alev alev yakarken beni, konuştu. "Karar ver Berfin, adım mı atacaksın söküp mü atacaksın."

 

 

Bölüm Sonu.

Yorumlarınızı bekliyorum. 🥀

 

 

 

 

 

Loading...
0%