Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm: Alın Yazısı

@berfinatman

Bizler, yani; Havva ve Ademin çoçukları ölümü ilk onlardan ögrendik Habil ve Kabilin kaderinde damgalanmış olan kan akıtmayı. Akıtılan kan kimin masum kimin suçlu oldugunu değil dünyayı nelerin beklediğini Ademoğullarının bile ellerini kirletebileceğini göstermişti.

 

Kin ve öfke.

 

Ölüme sebebiyet veren iki unsur.

 

Ellerimizin içinde, bizim için belirlenmiş yollar vardır, biz Havva kızları ise bunun en büyük göstergesiydik.

 

Avlunun ortasında bayılmamdan sonra hastane ve ev arasında mekik dokumuştuk. Ateşimin yükseldigi havale riski taşıdığımla ilgili bir şeyler duymuştum. Bir gece hastanede kalmakta bile zorlanmamın sonucunda babam eve getirmişti beni. Kendimi iyi hissetmeye toparlanmaya başladıgım anda ise olayın detaylarına kadar inmiş nasıl düştügüm nasıl çıktığım abimin nerde oldugu gibi bir çok soru sorulmuştu. Üstelik dedemden ayrı babamdan ayrı azar işitmiştim. Bir haftayı kendime dinlenmek için fırsat sayıp ruhumu arındırmıştım.

 

Aynada kendi yansımama bakarken elim istemsizce saçlarıma gidiyordu. Baran dokunmuştu saçlarıma. O an saçlarımı kesmem dogrultusundaki dürtülerim beni ele geçirmeden silkindim. Baran diye biri yoktu ve olmayacaktı. Uzakta bir yerlerde kalmaya ve düşmanım olarak yaşamaya devam edecekti. Belki başka biriyle evlenip yuva kurardı.... İşte yine o tarifi imkansız ürperti sardı beni. Kendime kızdım ona kızdım.

 

Bunları düşünmek istemiyordum.

 

Konağın merdivenlerinden koşar adım inerken, mutfaktan gelen kokular midemi uyarmıştı. Urfanın serin akşam havasıyla ceketime sarıldım.

 

Mutfakta hızlı bir hareketlilik vardı. Babamlar birazdan camiden gelecek diye hummalı bir çalışma söz konusuydu. Sofra henüz hazır degildi. Tezgahın bir köşesinde patlıcan kebabını tabağa servis eden annemin yanına yanaştım. "Anne" dedim fısıltıyla.

 

Annem hafif yerinden sıçrayıp bana baktı. "Ne korkutuyon kız beni. " bileklerindeki bilezikler şıngırdayıp bir melodi oluşturmuşlardı. Beyaz tülbentinin açıkta bıraktıgı çenesindeki dövmelere gözüm kaydı. "Mıço Ahmet kim?" sesimi biraz daha kısıp sormuştum. Annem mutfağın diğer tarafındaki Gülistan ablayla Beritana kısa bir bakış attı.

 

"Kimse kim sanane"

 

Anneme biraz daha sırnaştım. "Bavo dedi ya babama, beni mi istediler. "

 

Annem sürmeli gözlerini kısıp baktı yüzüme. "He diyelim nolacak, varacan mı?"

 

Gözlerimi irileştirip baktım yüzüne, "Vercen mi beni?" dudakları hafif bir şekilde kıbırdadı. "Son söz babanındır. Aradılar hayırlı bir iş için gelmek istediler baban gelmeyin dedi. "

 

Derin bir nefes verdim ama içimdeki kurtçuklar rahat bırakmadılar beni, dedemin varlığını unutmak imkansızdı. "Bavo ikna ederse babamı o zaman nolcak"

 

Annem dirsegiyle dürttü beni. "Kız gönlün mü var yoksa senin çocukta, bak bacaklarını kırarım senin. "

 

"Ya ne gönlü!" sesimi kısarak devam ettim. "Tanımam etmem adını daha yeni işittim işte."

 

Annem yüz ifademden dogru söyledigimi anlamış olmalı ki sinirle konuştu "olmasında zaten." sesini yükselterek herkesin duyacağı şekilde konuştu "hadi hızlanın, Berfin koş sofrayı ser baban gil şimdi camiden gelir."

 

Hızla başımı sallayıp, masanın üstündeki sofra bezini elimle kaptığım gibi büyük salona koştum. Yengemle Sait yerde minderde oturuyorlardı. Beni gören yengem konuştu. "Kız ne koşturuyon"

 

"Babamlar gelmek üzeredir." elimdeki sofrayı yere sererken Saite baktım pek bir sessizdi.

 

"Halacım napıyorsun?"

 

Baygın gözleriyle bana bakıp omuz silkti. Yanına gidip dizimin üstünde oturdum yanağından öptüm. Hızla yengeme döndüm. "Ateşi var" yengem bildiğini belli edercesine başını salladı. "Benden mi bulaştı?"

 

Yengem gögsüne yaslı olan Saitin başını okşadı. "Öksürüyordu zaten." elindeki tepsiyle gelen Gülistan ablaya baktım. "Gülistan abla anneme söylesene Saitin ateşi var. "

 

Yengem kızgın gözlerle baktı bana

 

"telaşlandırma kimseyi"

 

"Olsun annem bilsin yinede"

 

Annem olduğunca hızlı bir şekilde yanımıza vardı, ellerini dizlerine vurdu. "Saido noldu kurban olduğum"

 

Yengem annemi sakinleştirmeye çalıştı. "ana sakin ol ilaç verdim merak etme"

 

Annem elleriyle kanattı yaramızı, kabuklarını acıta acıta soydu.

 

"Ah, oglumun emaneti. Ah."

 

Oturduğum yerde put kesildim. Yengem titredi, Sait baygın gözlerini kapatmış uyukluyordu. Hepimizin gözlerinde birbirinden farklı anılar geçsede sinemize oturan acı aynıydı. O acıyı aynı anda aynı şiddetiyle hissettik. Başka laf etmeye kimsenin gücü yoktu hepimiz aynı yerde kala kaldık. Annem Saitin yanına çöküp elleriyle başına vurdu. Dövmeli çenesinin titreşimine baktım. Ellerim uyuşuk bir halde dizlerimin üstünde durdu kaldı. Beritan gelip yemekleri sofraya yerleştirirken biz olduhğumuz yerde durduk. Acımıza sarıldık.

 

Bir kuşun kanatlarına agır yükler yükleyip uçmasını beklemek gibiydi, acımızın geçmesini beklemek. Ne acımız geçti ne kuş uçtu. Dünya durdu biz boğulduk. Elimizden tutan yoktu ama üstümüze toprak atanımız çoktu.

 

🦋

 

Urfa. Şanlıurfa. Ey kadim şehir. Neden kaldırımlarında kan kokusu gizli. Adının yanındaki şan'ın kanla mı yazıldı ki? İçindekileri yakıyorsun.

 

Fıratın suyu kimin kanıyla karışmıştır. Kimlerin göz yaşıyla tuzlanmıştır. Kaç acı kaç aşk gömüldü derinliklerine. Aldığın ah'lar üzmez mi toprağına basan peygamberleri. Ya yaralı yüreklerden firar eden ağıtlar yakmaz mı toprağını.

 

Urfa. Hep acı verdin, ne nehrin soğuttu içimizi ne gece ayazın. Sen hep yaktın, tanyeri ağırırken de şafak sökerken de. Yaktığın yerden yandın.

 

Terasta Urfanın manzarasına karşı çayımı yudumluyorum. İçimdeki acıya kilit vurup nefes almaya çalışıyorum. Kolumu terasın duvarına çenemide koluma yaslamıştım. Dilime yapışmış olan şarkıyı mırıldanırken, Mümtaz abinin Zümrüte yem götürmesine baktım.

 

"Çok var mı?"

 

Babamın sesiyle başımı kaldırıp babamın ileriye diktiği gözlerine baktım. Yerimden doğrulacakken "Otur otur" dedi babam eliyle omzuma baskı yaparken.

 

"Neye ne kadar kaldı baba?" diye sordum.

 

Karşımdaki hasır koltuğa kendini yavaşça bıraktı. Tespiğini elinde döndürürken cevapladı. "Sınav sonuçlarına"

 

Oturdugum yerde gerildim. Elimle emsemi ovarken bakışlarımı kaçırdım. "Az kaldı."

 

Semaverden yayılan dumanın isi ciğerlerimi doldururken babamın başındaki puşiye baktım. "Çay doldurim mi?"

 

Babamın gözündeki merhameti saliselik olarak gördüm. "Senin elinden içtiğim çayın tadı bir başka oluyor." Yüzümdeki munzur ifadeyle babama çay doldurup önüne koydum.

 

Babamın bakışları uzaklara bir yerlere takılıp kaldı, baktığı yere baktım ama gördügünü göremedim. "Urfayı seviyorsun degil mi baba"

 

Babam şekersiz çayından bir yudum alınca kendi soğumaya yüz tutmuş çayıma yöneldim. "Urfayı severim. Suyu topragı bambaşka."

 

"Neyini seviyorsun anlamıyorum. Burda bu memlekete, insanoglu iki şeyi ögreniyor. Daha doğar doğmaz. Gözünü açtıgın an düşmanını tanıyorsun, sonra boyun eğmeyi. Ben bunu anlamıyorum." babam kısık bakışlarını yüzümde dolaştırıp alt dişleriyle bıyıklarını ısırdı.

 

"Buradaki sistemi hiçbir zaman bende kabullenmedim. Seni yetiştirirkende özgür olmanı çok istedim. Düşüncelerin benim için kıymetli. Ama bende bir yere kadar direnebiliyorum. Düşman kazanmaya bende doğduğumda başladım. Atman soyadını almak yeterli oldu." derin bir nefes çekti cigerlerine babam. "Her zaman istediğimiz şeyleri yapamıyoruz Ama ben senden razıyım Allahta senden razı olsun. "

 

Yüzüme buruk bir tebessüm oturdu. "Bende senden razıyım baba, benim için hep en iyisini yaptın yine yaparsın biliyorum. " Eliyle bıyığını ovarken devam etti. "Bu şehir İbrahim Aleyhiselama ev sahipligi yapmış. Bu demek degil ki bizler iyi birer ümmet olduğumuz için geldi. Aksine bizler azgın yozlaşmış bir toplumduk. Bizi helak olmaktan kurtarmak için ayak bastı peygamber. Benim için nedenler degil sonuçlar önemli, Allah bizi sevdigi kullarından belledi ki bize yol gösterdi, başı boş bir hayvandan farksızda bırakabilirdi ama kullarının yanında olduğunu gösterdi. O yüzden bu memlekete beni bağlayan şeylerden biri de Allahın yanımızda oldugunu bilmektir." Babamın geçmiş kokan sesiyle yüzümü Urfaya çevirdim, kimler kimler geçmişti buralardan ne suyu ne toprağı, kimsenin mabedine sığdıramadığı kadar çok.

 

Ilımış çayımdan bir yudum alırken sordum. "Hiç... Gitmeyi düşündün mü Baba. "

 

"Urfadan mı?"

 

"Hıhı"

 

"Düşündüm ama Urfa beni bırakmadı. Sinirli öfkeli genç bir delikanlının çekip gitmeye kararlı anını bu şehir bozdu. Şimdi diceksin nasıl? Bende bilmiyorum nasıl, gözüme yerleşen o güzelleği tek adım atmama mani oldu. "

 

Aramızda uzun bir sessizlik oldu.

 

Babam Urfaya ben babamın gözündeki kadim şehre baktım.

 

Annem ağır adımlarla yanımıza yaklaşıp bu sessizligi bozdu. "Ne kaynatıyorsunuz burda."

 

Yanağımı avucuma yaslayıp güldüm. "Babam benim elimden içtiği çayın güzelliğini anlatıyor. "

 

Annem mahmur bir sesle konuştu. "Zaten benim ne önemim var ki" Babam gözlerini kaçırdı. "Kendine haksızlık etme Sara Hatun"

 

Annem, babamın sesiyle yumuşasa da kırgınlığını belli etti. "Ben yıllarımı feda ettim sana, ama Berfin kadar değerim yoktur. "

 

Babam bu kez anneme biraz kızgın biraz şaşkın baktı. "Sen ne dersin Hatun. Senin yerini nasıl degişirim. Sen bana gül gibi evlatlar verdin." Annemin yüzünde hafif gülümseme yer edinirken bende onlara bakakaldım.

 

"Berfin!" Abimin sesiyle hepimizin bakışları sesine yöneldi. "Ne böğürüyon Malik?" babamın otoriter sesiyle abim silkelenip konuştu.

 

"Az bir diyecegim var Berfine. Mühim degil yani."

 

"Mühim degilse gel beriye burda söyle" babam boş çay bardağını bakır tepsiye yerleştirirken oturduğum yerden ayaklandım.

 

"Ben bir bakim"

 

Abim ona dogru yöneldiğimi görünce adımlarını odama doğru yönlendirdi. Bende onu takip ettim, odaya gitmemle abimin kapıyı sertçe kapatması bir oldu. "Ne oluyor." dedim şaşkınca.

 

"Ne oluyor sen bana dicen" gözlerinde beni suçlayan ucu kızgın okların bana doğru yöneldiğini gördüm.

 

"Ne dicekmişim?"

 

"Anamla babamı kandırırsın ama beni kandıramazsın! O çukurdan nasıl çıktın de bakim bana!"

 

"Nasıl çıktığımın ne önemi var çıktım işte. "

 

"Berfin!" eliyle kolumu sıktı. "Beni deli etme. Gömleğinde benim olduğunu söylemişsin, sen ne halt ediyorsun kız!" kolumu ellerinden kurtarmak için çırpındım. "Cevap versene!" diyerek sesini yükseltti.

 

"Bırak kolumu" elbisemin ince kumaşına rağmen abimin elinin sıcaklığını hissedebilmiştim. "Abi, bırak kolumu! "

 

"Kim çıkardı seni oradan, söylemeden bırakmam seni. Söyle." Gözlerimi kaçırdım çünkü abimin tepkisini bilmiyordum, ne yapacağını kestiremiyordum. Çatık kaşlarının ağırlığını gözlerine yüklemiş bana bakıyor, daha önemlisi bir cevap bekliyordu. Bu kez iki kolumu tuttu sıkıca "Berfin sana diyorum! Söyle kim çıkardı."

 

O an dilimden firar etti kelime

 

"Baran" sesim kendimi bulamayacak kadar yabancıydı bana.

 

Abimin yandan bakışları göz kapaklarımı yakıyordu çünkü gözlerine bakamıyordum. "Hangi Baran?" sesinde bir şeyleri inkar etmemi isteyen tınılar mevcuttu.

 

"Miroğlu, Baran"

 

Abimin sert aldığı nefesler yüzüme kırbaç gibi indi, kabullenmesi birkaç saniyesini aldı. Algıladığı an kollarımdaki ellerine güç yükleyip beni sarsmaya başladı.

 

"Nasıl tuttun sana uzattığı eli! O Miroğlunun yardımını mı kabul ettin. Sen bizi geçip onu güldürdün. "

 

Ellerinde hırpalanırken hala gözlerine bakamıyordum. Bir eliyle çenemi sıkıca kavradı. Bakışlarımı yüzüne dikmemi sağladı. "Sen bizi çiğnedin. Sen babamı çiğnedin!" sesinde ki hırıltı kalbimin duvarlarına çarpıp un ufak oldu. "Keşke orada kalsaydın da bizi küçük düşürmeseydin! "

 

Bazı şeylerin sınır noktası vardır. Benim sınır noktamda buraya kadardı. Gözlerimi gözlerinin içine diktim. "Evet, beni Miroğlu çıkardı o çukurdan, bana elini uzattı bende tuttum. Yine olsa yine yapardım" Çenemdeki baskısı artarken dişlerinin arasından tısladı.

 

"Berfin!"

 

"Senin paçanı kurtarmak için yine olsa yine tutarım o eli" gözlerindeki alaboraya şahit oldum. Yalpaladı.

 

"Ne paçası?"

 

Başımı biraz daha dikleştirip yüzüne yaklaştım. "Sen Diyar Miroğluyla yakalanma diye ben düşmanıma minnet ettim. "

 

Gözlerini art arda kırpıştırdı abim. Çenemdeki baskısı azaldı ilk sonra kolumdaki, bakışlarındaki çamur birikintisi usulca akıp görüşünü berraklaştırınca beni gördü. Eliyle ensesini ovdu. "Benim için bile olsa.... Bir daha yapma."

 

Gözlerime oturan acının genzimi yaktığından haberi yoktu. Nefes alırken batan kılçıkların haddi hesabı yoktu. Gözlerimde arsız bir yanma peydah oldu, burnumun direği sızladı. "kusura bakma abi" sesimin titreyişi gözlerine yansımıştı. "Kaybedecek başka abim yok. Bir abimi kaybettim, bir tanesini daha kaldıramam" gözümden akan bir damla yaş yanağıma ulaşmadan abim sıkıca sarıldı bana. Yutağımda biriken hıçkırığımı serbest bıraktım. Abim tek koluyla ensemden sıkıca sarmıştı beni, burnumun sızısı abimin gömleğine yaslıyken abim başını yukarı kaldırıp yutkundu, güçsüz ellerim yumruk olurken koluna tutundum. Bir şey demedi. Diyemedi. Dudaklarının hafif baskısını saçlarımda hissederken beni serbest bırakıp çıktı odadan.

 

insanoğlu düştüğü yerden güçlenerek kalkacak kadar kudretliydi ama bir kadının önünde diz çökecek kadar da zayıf. Abim Diyarın dizine bırakmıştı Mertliğini yigitliğini ama bıraktığı şeyin akacak kanı olduğunu bilmiyordu

 

Kadınlar kimi rezil, kimi vezir edeceğini seçemeyip sefil olan varlıklardır.

 

Odamın duvarları üstüme üstüme geliyordı. Yanan kalbimin yüregimdeki yanık kokusu beni çekip duvardan duvara vuruyordu. Mahşerin keskin kokusuyka sızladı burnum, mezar taşının soğukluğuyla titredi bedenim.

 

Bu etten madenimin her yanı yara izleriyle doluydu, her acının tadı vardı tenimde.

 

Gözlerimin radarlarında sıkışıp kalan bir görüntü o dar süzgeçten geçip gözlerimin perdelerini araladı. Duvarın karanlık yüzeyine yansıyan bir ışık hüzmesi oturdu baş köşeye. Lazer ışınıydı bu kırmızı küçük bir nokta.

 

Bu bir çağrıydı.

 

Gözlerimle kalbim anında alev aldı, buzullar çözülüp buz kesmeme sebep oldu. Parmak uçlarım uyuştu, karnım kasım kasım kasıldı.

 

Bu çocukluğumdu.

 

Bu Barandı.

 

Pencereye yüreğimin söz sahibi olduğu bir heyecanla koştum. O an küllerimden doğdum. Kendimi ararken yine ona varıyorum, savruldum savruldum, onu gördüm. İncir ağacına tek elini yaslamış lazeri camıma doğru tutuyordu. beni görünce yerinde dikleşti, başını omzuna düşürüp alevimi harladı.

 

Beni çağırıyordu

 

Çocukluğum beni çağırıyordu.

 

Sırtımı pencereye dönüp yaşlı kalbimi dizginlemeye çalıştım. nefesim nasılda kemikten kafesini yarıp çıkacakmış gibi arsız. Omzumun üstünden duvara ışık kümesi tekrar yayıldı. Sabırsız.

 

Yatağımın üstündeki ceketimi kaptığım gibi odadan başımı uzattım, evin gürültüsüne kulak kabarttım. Annem ve babam muhabbetine kaldığı yerden devam ediyordu ve bu muhabbete yengemde dahil olmuştu, abim... Biraz daha dinledikten sonra Saitle ilgilendigine dair sesler işittim. Odamdan çıkarken, kendimi çocuk gibi hissettim. Gitti. Yıllar önce ben git dedim diye gitti. Mutlu olurum sanmıştım onun yokluğuna alıştırmıştım kendimi sonra birden ansızın benim rızam olmadan çıkageldi. öyle bir geldi ki şah damarımı kesipte akan kanımın rengiyle beni boyayacakmış gibiydi. O gelince çocukluğuma döndüm. Gelince ben zaten çocuktum. Ben onunla çocuktum.

 

Konağın kapısından çıkıp ahıra doğru yürürken sürekli arkamı kontrol ediyordum. Her an tetikteydim. Ahırı geçip, etrafından dolaşınca önce incir ağacı girdi görüş alanıma sonra o.

 

Omzunu yasladığı yerden doğrulurken beni gözlerine hapsetti. Elimdeki ceketi giyerken hala arkamı kontrol ediyordum. Üstünde beyaz gömleği altında siyah kumaş pantolonu vardı, pantolunun kemerinin tokası karanlıkta bile parlıyordu. Saçları sanki parmaklarıyla taranmış gibi duruyordu, sakalları yüzünün kemiksi yapısını gün yüzüne çıkarırken, gözleri bir fener gibi parlıyordu. Karagöz.

 

Ayağımın altında can veren taşlar çığlık atarken yeteri kadar yaklaştığıma karar verip durdum. "Ne işin var senin burda." sesimde gizleyemedigim bir telaş vardı. "Bir gören olacak" ellerimle ceketimin kollarını avuçlarıma hapsedip kolumu göğsümde bağladım.

 

Dudakları yılan gibi kıvrıldı. "Ben göreceğimi gördüm ya gerisinin bir önemi yok"

 

Gözlerime şaşkınlık konuk oldu, dudaklarım şahit yazılmış gibi aralandı. "Niye geldin. Herkes evde kafayı mı yedin sen?"

 

Beni duymamış gibi yüzümü incelemeye başladı, saçlarımda dolandı sarmaşıklarının kıvrımlı ucu, sonra yüzümü turladı, gözlerime sarmaşıklarını hapsetti. "Sana diyorum" diye kızdım. Dişlerimin arasından sızan sadece sinirim degildi telaşımda suyun yüzeyine çıkmıştı. "Bak babam evde hadi git."

 

Onu kovmam bir şeyi değiştirmeyecekti, kara gözlerinde yakılmış olan ateşin isi yayıldı. Ona odaklandım. "Niye geldin?" dedim bu kez durgun sesimle.

 

"Seni görmek için"

 

Afalladım. "Gördün hadi git."

 

"Nasıl oldun?" sesinde uçu tutuşturulmuş bir şeyler vardı. Topu patlatılmış küçük bir çocuğun masumluğu vardı. "Tarlayada gelmedin? Sorun yok dimi?"

 

Kollarımı daha da sardım bedenime, soğuk rüzgar yılan gibi bacaklarıma sarılıp ürpertti beni. "İyiyim."

 

Sen? Sen nasılsm demek istesemde dilimi ısırıp sustum.

 

"Görmüyorsun deği mi?" kaynar zite ellerini basmıştı. "Nasıl mahvolduğumu, nasıl mahvettiğini görmüyorsun değil mi?" o zitin buharı bile yakıyordu bedenimi. Bana dogru bir adım attı, ateş harlandı. Başını sola yatırıp nasılda attı beni ateşe.

 

"Git, hadi."

 

"Bir evet desen.... Nasılda şenlenecek bu kuru toprağım." esmer teninin ayın dansıyla şahlanışını izledi bu gözler. Kaşlarının ahengli hareketiyle köreldi bu diller. Ellerini o nasırlı ellerini uzattı bana., "Tutsan elimi..MutIuIuğu izlerim gözlerinde" Bir adım daha yaklaştı, o yaklaştıkça yanardağ fokurduyordu sanki nefesim körükleniyordu. Nefesini hissedecek kadar yakındı bana, gözlerimi kaçırdım nasıl bakabilirdim ki bu güzel suretine.

 

"Yapma" diye mırıldandım.

 

"Bana ne istediğini söyle" elinin tersini yüzüme yaklaştırdı yüzümü çevirdim. Asılı kaldı umutla toplanmış elleri. Nefesi yanağımı dağlıyor kalbimi sızlatıyordu. "Ne istiyorsun bana söyle!" sesi sertleşti. İşte şimdi gerçekten düşmanımdı. "Allahın cezası bana bir şey söyle ki yapayım. Ayaklarına cenneti mi sereyim?" Elleri hayali bir şekilde yanağımı okşadı. Kesinlikle bir temasta bulunmuyordu ama geçtiği yerlere benzin döküyordu. "Sarı? Hadi be söyle bana, ne istiyorsun?"

 

Sertçe yutkundum. Gözlerine diktim gözlerimi. Kan aktı o çarpışmada, birikti göz pınarlarıma. "Yaşamanı. Sadece yaşamanı"

 

Çenesinin titreşimini bu karanlıkta şeçebildim, karalarına oturan cenazeye okunan selayı işittim. Sertçe art arda yutkundu elleri hayali temasını kesmeden kıbırdamadan duruyordu. "Beni sen öldürüyorsun. Görmüyor musun ellerinle sen gömüyorsun beni" biraz daha yaklaştı bedeninin sıcaklığını bedenimin kurak topraklarında hissettim. içine içine çeken gözlerinde boğuluyordum. Burnundan sert bir nefes verdi. "Vicdan azabı?" işte dizlerimi titreten o kelime yankılandı semada, ya ben bu kadar basiretsizim ya da kalbim olmadık seslere tepki verecek kadar riyakar. koyu etli dudaklarını oynattı. "Bir gün, bana koşarak geleceksin diye yaşayacağım."

 

Tırnaklarımı kollarıma sapladım. Acım koluma bir virüs gibi yayılırken kokusunu ciğerlerime çektim. Vücudunun ısısı yanaklarıma toplanmıştı sanki boğazım düğüm gibi acıyordu. Yutkunamıyordum. Burnum sızlıyordu. "Şayet koşarak sana gelirsem.... Bil ki ölümünü kabullenmişimdir."

 

Yüzünü yüzüme yaklaştırdı, burnu yanağımı sıyırırken, eli saçlarıma dokundu. İrkildim, geri adım atmak için çırpınan yanıma, vicdan azabı olan yanım pranga vurdu. Nefesi yanağımdan boynuma aktı tüm bedenimi titretirken nefesim sık ve kesik bir hal aldı, gözlerim mahmurlaşırken kapanmamak için direniyordu. "Sen benim ölümle seviliyorsun." nefesini bilerek üfledi yüzüme. Burnu kulağıma yakın yerleri arşınlarken dizlerim beni taşıyamamakla tehdit ediyordu. "Dirim ise sana yanık."

 

Baygın gözlerim ikimizin karanlık gölgesine kaydı, iç içe geçmiş bir olmuşlardı tıpkı bir yapboz parçası gibiydi. "geri çekil." dedim. Mantığım beni bulup o derin sulardan çıkarmaya çalışıyordu.

 

Anlını alnımın hizasında durdurdu. "Gözlerime Bak" bedenim kaynayıp parçalara bölünecekmiş gibiydi. Sesinin tınısı beni mahvediyordu. Neden böyle hissediyordum buna hakkı yoktu. "Hadi. Göster o yandığım gözlerini"

 

İç içe girmiş kirpiklerimi kaldırıp gözlerine diktim. Kirpiklerinin cesetleri düşmüştü elmacık kemiklerinin taşına. Sakallarının dikenleri güzelleştiyordu mezarlığını.

 

"Atmamışsın."

 

Boğazını temizledi. Kara gözlerinin parlaklığı yansıdı gökyüzüne. "Gömleği atmamışsın." şaşkınlık bedenimi esir alırken bir şeylerden ayılmaya başlamıştım.

 

"Sen..."

 

"Yapma" diye kesti sözümü. Alnında biriken ter damlasını hissettim. Ellerim sakallarını sıvazlamak için direnç gösteriyordu. Bir rüzgar firar etti, saçlarım uçuştu. "Umuda kapılmaya meyilli bu beden, umutlanacak açık kapı bırakma. "

 

Titrek bir nefes aldım.

 

"Sana tüm kapım, paslı bir kilitle kapalı." yılan gibi dilimden firar eden kelimeler birlik olup Baranın zırhına saldırdı.

 

"Olsun" dedi. Etli dudaklarının zindanlarından azat olan, ucu zehirli oklar nefesiyle alev alıp yanağımı yaktılar. "Gönül kapın açık kalsa, kafi."

 

Merdivenin altında unutup, yıllar sonra bulduğum oyuncağın heyacanıyla titredim. Ama oyuncağı nasıl oynayacağımı unutmuştum.

 

Tütsüyle donatılmış bir odanın ortasında oturmuş hayatımın rayından çıkışını seyrediyordum. Ellerime bırakılan kanlı bıçağın yüzeyinde kendi yansımama baktığımda gördüğüm ben değilde çaresiz bitap çocukluğumdu. Baran beni o kanlı bıçakla sınıyordu, benden bıçagın lekesine rağmen geleceği görmemi istiyordu. Ama bilmiyor ki o leke sadece bıçağa değil tüm hayatımıza bulaşmıştı.

 

"Abimin..." kelimeler cımbızla çekilmişçesine zor dökülüyordu dilime. "Mezarda rahat uyumasını istiyorum." derin bir nefes alıp, onun kokusuyla şenlendirdim cigerlerimi. Geriye doğru bir adım atıp özel alanından çıktım. Mahmur gözlerime can verip, omuzlarımı dikleştirdim. "O yüzden, benden sana fayda yok"

 

Esmer yüzünün, keskin hatlarınm tek tek kasılışına şahit oldum. Gür siyah kirpikleri iç içe geçerken kaşlarının ortasına bir mezar çukuru açıldı. "Ben senden gelecek zarara da razıyım. Sen ne konuşuyorsun." çelikten yapılma yüzündeki çatırdamaların arasından sızan öfke harı yüzüme sıçradı. "Yanlış yaptım... Çok yanlış yaptım. Korkak birine sevda...." eliyle yüzünü sıvazlayıp sustu.

 

"Korkak birine ne?"

 

"Keşke biraz cesur olsaydın."

 

"Korkak birine ne? Devamını getir."

 

Bana umutsuz bir vakaymışımda elinden hiçbir şey gelmiyormuş gibi baktı, bu sanki canımı yaktı. Şey biraz fazla yaktı. Başını iki yana salladı. Derin bir nefesi koyverdi.

 

"Mümtaz!"

 

Babamın sesiyle yerimden sıçradım. Arkama bakınca hiçbir şey göremesemde, dizlerim titremeye başlamıştı bile. "Babam, git hadi." telaşla göğsünden iki elimle ittim. Göğsünün sıcaklığı avuç içime kazınırken kaslarının kasılışını etlerimde hissettim. Yerinden milim oynamazken, ona dokunmamın şaşkınlığını yaşadığını fark ettim. Ellerimi geri çekecekken, ellerimin tersine avuç içlerini bastırdı, avuç içim cayır cayır yanıyordu. Ellerim biraz daha gömüldü etine, gözleriyle gözlerime bir ip attı bu ipi kör düğüm edip sallandırdı. Dudaklarım aralık nefes alırken, kokusu ve sıcaklığıyla felç geçirmiş gibiydim. Çenesinin kaskatı haline bakarken sakallarının, toprağa yerleştirilen dikenli güller gibi olduğunu düşündüm. Karagüller.

 

"Hadi, nolur bir kaza çıkmadan git."

 

Şu an nasıl bir durumdaydı hiçbir fikrim yoktu ama, tozlu bir kitap gibi açıp satır satır okumak istedim. Ellerimi daha da bastırdı göğsüne, kalbinin atışını sağ avucumun merkezinde hissediyordum. "Yarın gelecek misin?"

 

"Bilmiyorum. Hadi git."

 

"Tahtalarıda getir Mümtaz" babamın sesiyle istem dışı yine omzumun üstünden arkama baktım.

 

"Geleceğine söz verirsen, şimdilik gidecem" şimdilik kelimesine özel bir vurgu yapmıştı, tıpkı beğendiğin sözün altını kırmızı kalemle çizmek gibiydi.

 

"Tamam hadi söz, git" bir kez daha itip ellerimi kurtardım. Ellerim yuvasından düşen yavru kuş gibi çırpındı, buz kestiler. Arkamı dönüp koşar adım uzaklaştım yaından, katiyen arkama bakmadım. Bakarsam biliyorum ki o kuyuya düşerim ve düşersem beni ordan asla çıkarmaz beni daha derine çeker.

 

Halbuki ben o kuyunun en karanlık kuytusunda sıkışıp kalmış bir kız çocuğuydum. Elime tutuşturulan, en sevdiğim oyuncağım degil. Ziftle renklendirilmiş bir alın yazısıydı.

 

🍂

 

Yaşayarak ögrendiklerimi, tek tek koliye yerleştirip raflara dizdim. Lazım olduğunda alıp ders çıkaralım diye. Her ders alma çabamız kutunun tepetaklak üstümüze düşmesiyle hüsranla sonuçlanmıştı. Ellerimizde koca bir hiçle, geleceğin puslu camından izledik başımıza gelenleri.

 

Satır aralarına yerleştirdiğimiz küs kelimeler bir araya gelip bize lanet okuyordu. Mürekkebin ahını alan cümlenin sonuna konulan nokta gibiydi.

 

Parmaklarımla okşuyordum, Zümrütün başını. Yüzüme sıcaklıkla karışık serin bir hava nüfuz ediyordu. Koyu sarı saçlarım, hafif esintiyle dalgalanıp tekrar sırtıma dökülüyordu. Tarlaya yarım saat önce gelmiştim. Aslında babam gelmemi istememişti, abimin 'Berfin tarlaya gelmesin' demesi üzerine işkinlenmiş ve göndermişti. Bu kez abime dünya kadar tembihte bulunup beni yanlız bırakmamasını söylemişti.

 

Dudaklarımdaki gerginliği ıslatarak atmaya calıştım. Zümrütün beyaz yüzüne dudaklarımı yaklaştırıp öptüm. Baran tam karşımdaydı aramızda mesafeler olmasma rağmen, arada bana dönen bakışlarını yakalayabiliyordum. İncir ağacının rüzgarda salınışının ağıtları kulağıma ulaşırken, rüzgarla saçlarımın savaşıda peyda olmuştu.

 

"Berfin! Berfin! Berfin gelmiş"

 

Duyduğum gürültüyle, bakışlarım omzumun üstünden bana koşarak gelen Arif abi'ye kaydı. Hafif topallayan bacağına yük bindirmeden diğer bacağına yüklenerek geliyordu. Giydiği çizgili gömleği ve ona büyük gelen triko bir ceketle yaklaşıyordu. Önümde durduğunda, yüzünde açan baharları seyrettim. "Berfin geldin, sen geldin. Buraya geldigini duydum hemen geldim."

 

"Arif abi ne işin var senin burada." sesimde saf bir şaşkınlık gizliydi.

 

"Arif! Abi değil Arif! Arif de bana!" eliyle kulağını çekiştirip konuşuyordu. Bu sıcağa rağmen üstündeki kalın ceket onu terletmişti. Alnındaki terler şakağına doğru yol alıyordu.

 

"Arif. Benim için mi geldin?" Zümrüt huysuzlanıp kişnedi.

 

"Ben geldim, senin için geldim. Ama daha önce yoktun, ben başlarda da geldim sen o zaman yoktun nerdeydin ki?" ela gözlerindeki çocuksu yanını dizime yatırıp sevesim geliyordu.

 

"Biraz hasta olmuşum ben, o yüzden gelemedim. Çok bekledin mi beni." gözlerini sık sık kaçırıp duruyordu olduğu yerdede sürekli hareket halindeydi. Paçalarından biri diğerine göre baya kısaydı.

 

"Hasta olma sen, olma hasta. Ben yine beklerim sen gel, ben beklerim seni." ceketinin koluyla alnındaki teri sildi beceriksizce. "Bak anneme dedim Berfine gidecem, bana güldü, bende babamın ceketini aldım. Bak giydim, ceketi giydim. Oh olsun anneme." Elinin tersini sürekli yüzüne sürüyordu.

 

"Çok yakışmış" dedim bu masumluğu beni öldürüyordu.

 

Gözlerinde utangaçlığı yakaladım, yanaklarına hafif bir kızıllık yerleşince bakışlarını yerdeki toprağa kaydırdı. "Berfin beğendi... Ben dedim anneme beğenir dedim. Traş etmedi ama beni babam olsa ederdi ama annem etmedi." bir kaç günlük sakallarına kısaca göz attım.

 

"Annenin haberi var dimi? Burda olduğundan. " başımı hafif eğip kaçırdığı gözlerine bakmaya çalışıyordum.

 

"Var" başını hızla salladı, fazla hızlı salladı. Başının ağrıyacağını bile düşündüm hatta. "Var. Sana vereceğimi biliyor, hatta o verdi bana, sana verim diye... Çünkü benim param yok... Annem aldı...onun parası var."

 

Kaşım belli açıyla çatıldı. "Ne vereceksin bana?"

 

"Bunu" elini ceketinin cebine sokup, avcuna hapsettigi şeyi bana dogru uzattı. Avucunu semaya açınca gözlerim ortamızda duran avucuna kaydı.

 

Bir kolyeydi. Saydam bir kolye, saydam cama hapsolmuş kuru bir papatya. Ellerinin titreşimiyle kolye sabit durmuyordu. "Beğendin mi?" Dikenli yollarıma sanki güller serpilmiş gibiydi. "Beğenmediysen söyle, söyle kızmam ki.. Hem ben sana hiç kızamam ki.. Söy-"

 

"Beğendim. Çok beğendim Arif." yüzümde gerçek bir tebessüme yer açarken, gülümsemem yüzüne yansımıştı. Utançtan ve heyacandan tik oluşmuş istem dışı başı hareket ediyordu.

 

"Beğendin, beğendiysen al o zaman"

 

Avucundaki kolyeyi avuçlarımla sarmalarken, gözlerindeki parıltı yansıyordu. "Teşekkür ederim. Arif, çok mutlu ettin beni"

 

Göğsümde sıkışan mengeneler sanki biraz serbest kalmış gibi derin bir nefes aldım. Kendimi o kadar şartlamışım ki mutlu olduğum anlarda nasıl tepki vereceğimi bilemiyordum. Şuan mutluluğumu nasıl gösterebilirdim inanın ki bilmiyordum. Sadece derin özgür nefeslerim bile, kemikli göğsümde sıkışan kuşlara çırpınması için olanak sağlıyordu. Ama mutlu olduğum anda nasıl bir üzüntüyle karşılaşırım diye korkuyla beklemiyor da değildim.

 

"Lan! Hamam oğlanı!"

 

Güçlü bir ses önümdeki toz pembe bulutları şiddetle dagıttı. Baranın yüzü buraya dönmüş hiddetle bize bakıyordu. Arif de benim gibi şaşkın bakışlarını Barana doğrultmuştu. Baranı sesinin yüksekliğiyle tüm çalışanlar oraya yönelmişti. "Gel buraya!"

Arif cesaretle, gözleri odaksız her yere bakarken konuştu. "Ne var? Hamam oğlanı"

 

Gözlerim benim bağımsızlığımda irileşirken, çalışanlarında şaşkınlığını hissetmiştim. Baran kızgınlıkla daha da çattı kaşlarını. "Gel lan buraya, yavşak!"

 

Arif sık aralıkla oynattığı başını Barana diklenmek için kullandı. "Sen gel, sırma saçlım. "

 

Dudaklarımı Birbirine bastırıp, elimle gizledim.

 

Gülmemek için kendimi zapt ediyordum. Baranın bakışları kısıldı. "Gel, gel ben sana gösterecem sırma saçlımı."

 

Sesi Arifi yine geri adım attırmamıştı.

 

Aralarındaki diyolağu bütün çalışanlar dikkatle dinliyordu. Arkamda bizim tarlada çalışan iki kızın konuşması takıldı, radarıma. Kızların kıkırtısının arasında Baranm adını işittim.

 

"Baran Ağa iyi adam ya"

 

Diger kız cevap verdi, sesi daha ince tıpkı bir çocuğun sesine benziyordu. "He doğru diyorsun iyi adam"

 

"Yakında kız isteyeceklermiş." kızım ağzından çıkanlar tek tek kıymık gibi battı boğazıma. Gözlerim Barana yönelirken ellerimin uyuştuğunu hissettim. Keskin gözlerinin üstüne tüneyen ahengli kaşları çatık Arifle konuşuyordu. Ama ben Onların konuşmasına odaklanamıyordum.

 

"Essah mı? Kimi isticeklermiş?" ince sesli kızın sorusu tüm algılarımı sonuna kadar açtı, Zümrütün dizginlerini tutan elim gevşedi.

 

"Berfini"

 

Gözlerim irileşirken kulağım ağır basınç sonucu tıkanmış gibi uğuldadı.

 

"Hangi berfin? Sarı'yı mı?"

 

Beni mi? Diye bas bas bağırmak istiyorum.

 

"Yok li daha neler. Onlar iki dünya bir araya gelse olmaz. Kadir Ağanın kızı esmer olan Berfini isticeklermiş. "

 

Elimdeki kolye parmaklarımın arasından sıyrılıp yeri boylarken dizlerimdeki uyuşukluk tüm bedenimi kapladı. Ben nefes almak için çaba sarf edemiyecek bir haldeydim. Ben nasıl bir haldeydim. Ben yanüyordum. Yüreğimin ortasma biri benzin dökmüşte ben söndürmek için çaba sarf etmiyordum. Dudağımın titreşimini birbirine bastırarak önlemeye çalıştım. Kalbim düşmanların istilasına uğramış deli gibi atıyordu. Kulaklarımda atamadığım çıglıklar yankılanıyordu. Sesler benden bir dünya uzakta gibi uğultulu geliyordu görüntüler birbiri ardına yıkılmış gibiydi. Kızlar hala bir şeyler diyordu ama ben duyamıyordum. Boğazımda bir şeyler titreşiyordu.

 

Bu haykışımdı.

 

Bu çığlığımdı.

 

İsyanımdı.

 

Zaman meftumu kayboldu.

 

Puslu cam tam üstüme yıkıldı, kırıkları tek tek battı canımın ücra köşelerine.

 

Sersem gibiydim, ruhum elimden alınmış ama bedenim kalmış gibi. Gözlerimin önünde noktalar belirirken, elimdeki son güçle dizginleri tuttum. Eyerine yasladığım ellerimle kendimi Zümrütün güçlü limanına atarken, gözlerimi Barana diktim. O da bana bakıyordu. Kaşları çatık bir şeyleri anlamaya çalışan bir hali vardı. Beni sorgulayan bakışlarıyla, yüzümü feth ederken ona acılı bir bakış attım.

 

İki ayağımı da içe dogru güç verip Zümrütü hareket ettirdim.

 

Bedenim Zümrütün üstünde yol kat ederken, ruhum düşmanlarımın yoluma kurduğu tuzaklara düşmekle meşguldü.

 

Hızlandım.

 

Biraz daha hızlandım.

 

Zümrütün beni alıp götürmesine izin verdim, beni benden alıp götürmesine...

 

İçimde kaynayan lavların acısını söküp atmak bu ateşi söndürmek istiyordum. Burnumun direği sızlıyor, gözlerim yanıyor bedenim kahroluyordu.

 

Baran, benim rafa kaldırdığım tozlu kitabım. Acını bu kadar taze hissetmem, hiç tozlanmadığını benim kendimi kandırdığımı gösterir. Halbuki elimi uzatsam toz zerreciklerin nefesime kaçıp beni boğuyordu.

 

İçim yanıyordı.

 

İçim cayır cayır yanıyordu.

 

Yanaklarımı ıslatan gözyaşlarım ne zaman akmaya başladı bilmiyorum. Bildiğim tek şey beni bir uçurumdan aşağıya dogru ittikleriydi. Belki de iten kişi bendim, bu aciz korkak bedenimi sürgüne yollayan benim ellerimdi. Dağlar yollar ağaçlar ardı sıra hızla yanımdan geçerken, gözlerimdeki pustan seçemedim yolumu.

 

Hızımı yavaşlatıp durdum, önce önümdeki uçuruma baktım sonra Fırat'a.

 

Ayağım toprağa basınca, Zümrütü serbest bıraktım. Yıpranmış küçük ayaklarımı ileri atmaya zorladım. Gözlerim ardı sıra akıyordu.

 

"Hakkım yok." dudaklarımın ucundan seçilen kelimeler birlik olup kendilerini asmıştı.

 

"Ağlamaya, ah etmeye hakkım yok."

 

Rüzgar tüm şiddetiyle beni savururken, geri adım atmamak için direndim. Gözlerim kezzabını dökerken, yüreğimin yanık kokusu sardı dört bir yanı.

 

"Ben istedim!" sesim birilerine bir şey ispatlamak ister gibi hınç doluydu. Kendime ispatlamak için. "Ben git dedim! Benden sana fayda yok dedim! Bu dudaktan çıktı o sözler. Sonra noldu da mızrak olup kalbime saplandı! Niye yanıyor canım! Fırat! Serin suyun söndürür mü ateşimi!" Ellerimi dizlerime yaslayıp, nefeslendim, hıçkırığım canımı yakıyordu. "Utanıyorum, çok utanıyorım. Ağlamaya hakkım yok, yok."

 

Ellerim yumruk olup kalbime indi, art arda. "Acıma bu kadar, yanma. Silmedik mi onun her zerresini, ne oldu da tutuştun bu kadar. Allahım! Bir acı var tam burda, nefes alsam harlanıyor, söylensem kızgınlaşıyor. Ben düşünsem, küllerinden doğuyor!". Saçlarım ıslak yanağıma sürtünüp kendine yer edinirken hıçkırığım büsbütün tıkandı boğazımda.

 

"Ah!" dillerimden belki daha fazlası çıkmak istedi bu kadarı yetti. Başımı semaya kaldırıp, yaramdan sızanları yolladım. Öyle bir çığlık attım ki, çığlığımdan korktu Fıratın dalgası, öyle bir çığlık attım ki kuşlar yuvasını terk etti. Ve öyle bir çığlık attım ki, ben kendimden saklandım.

 

Çığlığım semaya yükselip beni de, sert poyrazlara itti.

 

Bir ben vardı, şimdi sadece var. Ben kayıp.

 

Bölüm sonu.

 

 

Loading...
0%