Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm: Yılgın

@berfinatman

Aklım ve kalbim iki ayrı kayıkta, denizin sert darbelerinden kurtulmak için birbirine sığınmak isterken, çarpışmaları kaçınılmazdı.

 

Yalnız bir kıyıda, karaya vurmuş bir tekneden farksızdım. Kıyıda olmak yanlış gelirken, o kıyıyı başkalarıyla paylaşmak istemiyordum. Yaranın en sancılı anında kollarımla denizin tuzlu suyunu bastım belkide.

 

Zümrütün üstünde yavaşça ilerliyordum, gidişim gibi hınç dolu değildim, sanki ruhumu boşaltmış gibiydim. Dağıttıklarımı tek tek toplayıp yerleştirmişim de kırık parçalar tam oturmamıştı. Öyle yılgın öyle bitik hissediyordum ki, biri kolumdan çekse karşı koyamayacak gibiydim. Gözlerimde arsız bir yanma vardi. Bedenim sarsaktı, Zümrüt olmasaydı eve nasıl giderdim hiç bilmiyordum. Gerçi eve gidermiydim onu da bilmiyorum.

 

Baran'a kız isteyeceklermiş.

 

Göğsümdeki mabette bir cenaze vardı, yas tutuluyordu. Her şey sessiz iç çekişlere dönmüştü. Alevler küllere dönmüş, poyraz dinmişti. Issız bir sokak gibiyim.

 

"Ne ona gidebiliyorum.... Ne de ondan geçebiliyorum. " kırık sesimi Zümrüt duydu, kulağı bana yöneldi. "Tıpkı şey gibi. Cennetle, Cehennem. Ama ben cenneti reddedip, yanmayı seçtim. Şimdide yanmaya isyan ediyorum. " sesim bir ruhtan farksızdı. "Görüyorsun dimi? Zümrüt? İnsanoğlu nasıl nankör?"

 

Ansızın o sızı yakaladı beni, gözlerime biri asılı kaldı. Topladıklarım tekrar dağıldı. Bu kez toplamadım, daha da dağıttım. Ordaydı işte.

Yolun ortasında. Arabasını yan durdurup geçişleri kapatmıştı. Kollarını göğsünde toplamış, kaputa yaslanmıştı. Gri bluzu, kumaş pantolonu ile ona yaklaşmamı bekledi.

 

Nasılda her şeyden soyut öyle duruyordu. bendeki depremin sarsıntısı hiç mi ilişmedi ona. Oysaki ben nefes bile alamamıştım. Sokaklarımda derin çatlaklar hatta göçükler oluştu, ben o göçüğe hapsolup acı çekerken, hiç mi bilemedi ben ne haldeyim.

 

Dudaklarım yorgunluktan titredi, bedenimdeki tepkileri bazen kontrol edemiyordum. Uzun boyuyla yaslandığı arabadan milim kıbırdamadan durmamı bekledi. Yukarıdan bakışlarımla esmer yüzüne baktım, sakallarının sarmaladığı yüzündeki çıkık elmacık kemiklerine.

 

Zümrütü durdurdum. "Şimdi de yol kapatmaya mı başladın?" sesim sanki bir kuyunun dibine atılan taş gibi çok sönüktü.

 

Karagözlerini kısıp baktı, "Yol benim farz edilim?"

 

"Belki yol senindir ama yanlış yoldasın." serin hava ağaçların yapraklarının hışırtısına sebep oldu.

 

Dilini beyaz dişlerinde gezdirdi. Koyu dudaklarına kısaca gözüm kaydı. "Yolum yanlışsa neden sana çıkıyor sonu"

 

Saçlarım yüzüme vururken, onları çekecek tek bir harekette bulunmadım. "Meselede bu, yolun bana çıkması yanlış."

 

Derin bir nefes aldı. Aldığı nefesle yapılı göğsüde beraberinde şahlandı. "Eğer bu yanlışsa, gördüğüm en doğru yanlış."

 

Gözlerimi kırpıştırdım. Kalbim ergenler gibi kıpırdadı. Ellerimle dizginleri sıktım, dizlerimde Zümrütün tüylerini hissediyordum. Yukarıdan bakarken konuştum. "Ne çok seviyorsun, yanlışı"

 

Gözlerimin içine baktı. "Seviyorum. Yanlışı. "

 

Sertçe yutkunup gözlerimi kaçırdım. Yakında evlenecek biriyle konuşmam hiç uygun değildi üstelik, düşmanımla konuşmam hiç degildi. "Aç yolu" dedim.

 

Hiç istifini bozmadı, kara kaşlarıyla süslediği gözlerini bana dikmiş öylece bakıyordu. siyah saçları arkaya doğru yatıktı, buluzunun yakasında iki düğme vardı ve ikiside açıktı. Yanık teni parlıyordu. "Ne olduğunu söylersen gidersin."

 

Burnumdan bir nefes verdim, kısa süreli yumdum gözlerimi. "Ne olmuş ki?"

 

Ne olmuş ki cayır cayır yandıysam. Yanıyorsam. Yanacaksam.

 

"Oldu bir şeyler, sen dicen bana"

 

Başımı iki yana salladım. "Olmadı. Hiçbir şey olmadı."

 

Çok sey oldu.

 

Dizginleri savuracakken, hızla yanıma varıp elleriyle kapattı ellerimi. Bakışlarım önce ellerimize sonra ona yöneldi. Farkında mıydı acaba elleriyle beni yaktığını. Gözlerinin parlaklığı yansıdı beyaz yüzüme. Sakallarının arasında sıkışıp kalan bir çukur vardı, içine yıllarımı sığdırdığım.

 

"Gidemezsin" dedi. Aşağıdan bakarken nasılda masum görünüyordu. Kirpikleri intihar etti, elmacık kemiklerinin zemininden.

 

"Giderim." dedim.

 

"Gidemezsin" dedi.

 

"Neden? Tüm gidişler sana mı mahsus?"

 

Elleriyle çekiştirdi ellerimi. "O gidişin, dönüşü bana mı olacak ki izin vereyim. Sen zalim bir kızsın. Dönüşün asla bana olmaz." Ellerini iznim olmadan belime yerleştirip attan indirdi, karşı çıkmaya vaktim olmadı bile. Şimdi aşağıdan ona bakan ben olmuştum, başını hafif eğmiş, gözlerime bakıyordu. Bedenime yayılan sıcaklık boyut atlayıp yüzüme yayıldı, ellerimle bileğinden savurup geri adım attım. Yüzüne nasıl baktım bilmiyorum ama gözlerinde saliselik bir yıkılmışlık gördüm. "O kadar mı? Sana uzatılan ele tiksinecek kadar mı silindi her şey."

 

Ona tiksinerek mi bakmıştım. Hayır tiksinerek değildi. saygımdandı. hayatını birleştireceği yol arkadaşına saygımdandı. Ona dokunacak elleri istemedim ben. O kızın teninde, benden bir izle gitmesin bu eller. "Sıkıldım artık." Dedim. başını hafif yan eğip baktı kırıkların saklı olduğu irislerime. "Çıkma karşıma. Benden bir şey bekleme, ne ben eski hoyrat Berfinim, ne sen o eski yağız delikanlı. Hayatına bak." ellerimle nasılda yaraladım kendimi, sesim titremesin diye verdiğim mücadeleyi Allah biliyor. İçimden akan kanın yayıldığı göğsüm ağrıyordu, hiç acımadan nasılda sapladım kalbime. Aslında haklıydı ben zalim bir kızdım, hiç acımam yoktu, ne kendime ne de ona.. "Geçmiş bitmiş..." Ağlamak istiyordum. Canlı bir kuşun kanadını kırmış gibi titredim. "Ben yokum. Uzatma, çıkma karşıma." Gözlerim neden doldun ki? Kalbim neden ağrıyorsun?

 

Ellerimi yumruk yaptım ki, ağrıyan kalbime ulaşmasın. Başını iki yana salladı, diliyle dudağını ıslatırken, eliyle omzumdan itip arkamdaki arabaya sırtımı yapıştırdı. İki elinin iri avuçlarını, başımın hizasından arabaya yasladı. Sert nefesiyle göğsü inip kalkıyordu. Burun delikleri, hızlı soluklarıyla aralanıp duruyordu. Koyu dudaklarını kıpırdattı. "O zehirli dilinden firar edenler belki başkasını kandırır! Ama beni; çocukluğumu ayaklarının dibinde bıraktığım birini kandıramazsın! O gözlerin zehir saçsada ben ardındaki şifayı görüyorum!" gözlerimi sımsıkı yumdum. Yanağıma yayılan ıslaklığı kuru bir hava serinletti. Bedenim savrulup limanın kucağına düştü, ardı sıra kaçtı tekrar vardı. İnanmadı, hala eski Barandı o. Ama üstüne sinen kan kokusu, uyandırıyordu beni sevdiğim rüyanın kollarından. "Söylediklerine kendin inanırsan o zaman haykırırsın. Şimdi yalanlarla kirletme dudaklarını "

 

Bilerek yapıyordu sanki.

 

Evleneceksin diye bağırıp onu hırpalamak istiyordum.

 

Benim gökyüzümden yıldızları silmesini izleyecektim.

 

Benden bir kez daha gitmesini seyredecektim belkide. ve bu son gidiş olacaktı. Göğsüm kesik nefesimle hızla inip kalkarken, sıcaklığını hissediyordum. aramızda bir kol mesafesi vardı belki ama fazla yakındı. yanağıma vuran güneşin kıvılcımıyla ısındı yanaklarım. "ne oldu" dedi. Sesi durgun bir deniz gibiydi. "Ne olduda çekip gittin"

 

"Nerden çıkardın, bir şey olduğunu" bazen anlatmak istediklerim, boğazımda bir köprü oluşturmuşlarda geçişleri kapatmışlardı. Abim öldüğünde de neler neler söylemek istedim de söyleyemeden. Dilime kadar gelipte, beni nasıl dilsiz bıraktığını bilemezlerdi.

 

"Gördüm." dedi gözlerim kapalı olduğu için nasıl baktığını bilmiyordum ama yüzümün her kıvrımını özgürce izlediğini hissediyordum.

 

"Neyi?" hala nefesim arsızdı. Yumruk yaptığım elleri daha da sıktım. Abime ihanet etmiş gibi hissediyordum. Belki abim burda olsa nasılda kızardı bana, ama ona bu şansı vermediler. Abim, Ferhat. Şimdi mezarlıkta, ona gitmemizi bekleyecek kadar acizdi, bitikti, yıkıktı. O yoktu.

 

Yerinde hafif kıbırdadı, buna kalbim tepki verip tekledi. "Acını, acı çektiğini gördüm."

 

Yumulu gözlerimi, kirpiklerimi ayırıp araladım. şimdi bana en saf haliyle bakarken yakaladım onu.

 

Gözleri çok güzeldi.

 

Kirpikleri dik birer mızrak gibiydi, gözbebeğini sarmalayan siyah hareler parlak ve yumuşak görünüyordu. Esmer teni güneş ile birlik olmuştu. Parmaklarımı titretecek kadar güzeldi. "Şu anda sana bakarken yaşadığım acıyı da görüyor musun?" dedim.

 

Sertçe yutkundu. Sakallarını omuzlarına sürtüp konuştu. "Görüyorum. Ama ardında seni tutup çekmem için çırpınan kızı da görüyorum. O kız hırçın ama yorgun."

 

"O kız yaralı" dedim

 

"O kız yarim" dedi.

 

Gözlerime, ağırlık olan yaşlar tek tek aktı. Aynada onu ve kendimi gördüğümde, ne kadar yakıştığımızı değil. O aynada sızan kanın rengine bakabiliyordum. Çünkü biliyordum, o ve ben birer tuzaktık. Yapmam gerekeni yapıp o aynayı tuzla buz etmem gerekiyordu. öyle de yaptım. Gitti. Ayna kırıldı. Şimdi de geldi, kırıkları toplamaya çalışıyordu. ikimizinde canı yanıyordu. Belki elleri kanıyordu ama umursamıyordu.

 

"Sen gittiğin zaman" sesimi bulabilmem hiç kolay olmamıştı. "Abim için yeteri kadar üzülememiştim. Yani sonuçta o benim abimdi, onun için üzülmem gerekiyordu dimi Baran?" sorduğum sorunun Barandaki etkisinin böyle olacağını hiç tahmin etmemiştim Yüzünde bir şeyler oldu tarif edemedim.

 

"Sen.." ne diyeceğini bilemedi. Sanki zor nefes alıyor gibiydi. boğazını temizledi. "Ne dedin. Baran mı?"

 

Ona alık alık baktım. Adını mı söyledim. Farkında bile değildim. Çok uzun zaman oldu adını zikretmeyeli. Nasıl oldu hiç bilmiyordum. Adını söyleyen dudaklarımı cezalandırıp ısırdım. "Ihıh. Demedim."

 

"Duydum dedin" arabaya yerleştiği ellerinden birini perçemime uzattı, onları hafif iterken gözleri parlıyordu. "Çok uzun zaman oldu, adımı duymayalı dilinden. Bir daha hiç duyamam sanmıştım. "

 

"Sana benden faydada yok dedim" başımı eğip gözlerinden kaçındım. "Benden uzak durmanı da hatta"

 

"Bende inanmadığımı söyledim." saçıma dokunmasına izin verdiğim için kendime kızdım. Avuçlarımdaki sızı beni mahvederken biraz daha sıktım. Dişlerimin gıcırtısı kalbime inerken konuştum. "Ben abime karşı mahcubum senin yüzünden. O yüzden benden git artık. " ayakkabımın ucuna değen çizmelerine baktım.

 

"Senden gidemeyeceğimi hala anlamadın mı?" kirpiklerim göz altlarımı kaplarken, kızgın demiri suya bandırmış gibi cızırdadı yüreğim. Ellerim mahkum gibi parmaklarımın gazabına uğrarken, nefes alamıyordum. "isterdim ki, yüreğindekileri haykır. İsterdim ki bana gelmek için korkma! Ve isterdim ki bana güven!" dedi. Efkarlı sesiyle avuçlarımı serbest bırakıp, göğsüne doğru ittim. Bakışları yüzümü turlarken ıslak gözle baktım yüzüne.

 

"Sen hiç bana ne istediğimi sormadın ki. Hep kendi istediklerin olsun diye beni zorladın! Beni korkaklıkla yargıladın ama gerçekleri duymaya korkan sensin. Ben seni istiyor muyum sor bana! Hadi sor! Cesaretin var mı haykırışımı duymaya." Ellerimle defalarca ittim onu, hırpaladım. Yumruklarımı savurdum göğsüne, saçlarım savrulurken hem ona tutunuyordum hem onu itiyordum

 

"Sus. Vicdan azabı." yıkılmış sesi çarptı kaburgamın merkezine. Sesin tınısı ıslaktı, çiy düşmüştü yamaçlarına. Ellerinde derman kalmamışta, onu itmeme karşı koyamıyor gibiydi. "Yalvarırım sus! Berfin!" Gözlerine inen perdeler, saklıyordu ardındaki yıkımı, çaresizliği gördüm gözlerinde.

 

Başımı dik tutup, gözlerine baktım. yalvarır gibiydi gözleri. Susmam için her şeyini feda ederdi.

 

Susmadım.

 

"Seni istemiyorum! Seni istemiyorum Miroğlu!"

 

O an arkaya doğru bir adım attı. Nasıl sarsıldığını gördüm. tek tek yıkıldı biriktirdiği umutları. O Baran benim çocukluğum, ellerimle gömdüm toprağın en alt katına. öyle bir gömdüm ki bir daha çıkmasın istedim. Işığını gömdüm. Beni aydınlatamasın diye. Canını gömdüm, acımı diriltmesin diye. Yüreğini gömdüm, ardımda kalmasın diye.

 

Ve kendimi gömdüm, ardından buz kesmeyeyim diye.

 

💙

 

Ardımda bıraktığım cesetle varmıştım eve. Zümrütü ahıra bırakıp konağın kapısından geçtim. Evin içi kalabalık sesleri ağırlıyordu, misafir gelmişti. Merdivenleri halsizlikle çıkarken biriyle çarpıştım.

 

Beritanın sesini duydum. "Kusura bakma acele ettim biraz."

 

"Mühim degil" ellerimle saçımı halsizce geriye attım. "Misafir mi var?"

 

"Hıı, kalkacaklar birazdan. Mıço Ağa gelmişti." gözlerini kaçırmasıyla konuşulanları dinlediğini anladım.

 

"iyi" diyip kestirdim.

 

"Sen iyisin?" elini koluma koyup sıvazladı.

 

Kalbim ağrıyor. "Başım agrıyor." dedim

 

"Hamamı hazırlayayım, rahatlarsın ha?" sadece baş sallamakla yetindim.

 

Omuzlarımdaki yükleri azaltırmı bilmem ama gözyaşımı hafifletecegi belliydi.

 

Tası kovaya daldırıp, suyu yüzüme boca ettim. tüm bedenim sıcakla kavrulurken, ruhum titriyordu. Çünkü onu gömmüştüm ve nefes alamadığı her an daha da buz kesiyordu. Sıcak suyun buharı hamamı kaplarken, yanan gözlerimden tek tek attı zehirlerim. Kah arada hıçkırdım kah sustum. Ellerimi dudaklarıma kapatıp gelecek olan hıçkırığımı susturdum.

 

Boğazıma bıçak dayanmış gibi yanıyordu,

 

Baranın o hali gitmiyordu gözümün önünden.

 

Diyemem ki, dillerim yalan sen kalbime sor diye. Dile kolay geliyor demek ki bazı şeyler. Peki bu kolaylık niye şimdi yoktu, terk edip acımla bıraktı beni. Tası tekrar suyla buluşturup kendimi yaktım, içim belki ısınır diye. Artık dayanılmaz gibiydi boğazımdaki acı.

 

Hıçkırdım.

 

Güneşim karardı.

 

Ben hıçkırdım.

 

Gecem söndü.

 

içimdeki acıyı akıtır gibi ağladım. Yolumu kaybetmiş gibi, yağmur gibi, ölen yavrusuna ağlayan bir anne gibi ağladım. dilimden ah, kalbimden kan eksilmedi

 

Yıllar benden her şeyi götürdü, bir Baran'ı bıraktı.

 

Gözlerinde gördüğüm ceset kokusunu bana ulaştırmadı belki ama ben biliyordum. O ceset gittiğinden beri gözlerinde vardı, lakin uyanacağına inanmıştı. Bugün umudunu gömdün. O ceset yakında kokacak. Belki bugün belki yarın.

 

Omuzlarıma kollarımı dolayıp ağladım, ıslak saçlarım vücuduma yapışırken feryat ettim. Boğazımdan kan mı akıyordu ki bu kadar acıyordu.

 

Belki dakikalarca belki saatlerce ağladim. Ağlayışım iç çekişlere döndü ama ben yanmaktan vazgeçmedim.

 

Beritan elinde havlu ve kıyafetlerimle gelene kadar yıkandım.

 

Kırılgan bedenime sardığım havluyla kurulandım. Saçıma havlu sarıp, pembe elbisemi giyindim. Odama doğru çıkarken, bedenimle ruhumun ayrı yerlerde oldugunu anladım. Aklım bir yerde kalbim ise yerlerdeydi.

 

Odama geçip buz tutan ayaklarıma corap geçirdim. Havluyu saçımdan sıyırırken, fırçamı alıp yavaşça taradım. Çok kırılganlardı saçlarım, o yüzden hep yavaş taramışımdır şimdiye kadar. Fırçayı masama bırakınca aynadaki kıza baktım. Çok yorgun görünüyordu, yılgın..

 

Odamın kapısı açılınca abim başını uzatıp odada beni aradı gözleri. Masada oturduğumu görünce konuştu. "Baba seni çağırıyor." sadece başının göründüğü vücudunun tamamını kapıdan geçirip baktı bana.

 

"Misafir gitti mi?" dedim.

 

"He gitti." eliyle ensesini sıvazladı. "Eve tek döndüğünü söylemedim. Niye gittin?"

 

"Başım ağrıyordu" elimle yanan gözlerimi ovdum. "Güneştendir belki de"

 

Sesimin durgunluğuna anlam verememiş gibi baktı. Yanıma yaklaşıp ıslak saçlarımı sevdi, o böyle seviyordu kurumuş ağaçlar meyve veriyordu. "dikkat et kendine bacım, yoksa baba bizi yaşatmaz."

 

Usulca gülümsedim, dudaklarımın kenarındaki hayali kanlar, kurudukları yerde çoğalıp akmaya başladı. "Baba bir şey mi deyecek bana, Mıço ağayla mı ilgili." isteme mevzusunda babam onları reddetmişti ama tekrar görüşmeleri beni şüpheye düşürmüştü. Sonuçta reddedilen aile onurunu ayaklar altına almak istemezdi.

 

Deniz gibi dalgalandı abimin gözleri. "Mıço ağayla ne iligisi var?"

 

"Beni oğluna istemiş ya? Sen bilmiyor musun?" Abimin incindigini gördüm, babamın ona söylememesini ona değer vermediği şeklinde yorabilirdi. "Yoo. Bilmiyordum." Dedem herkesin içinde söylemişti beni istediklerini. Ama abim o sırada babamdan yediği tokadın ve benim ortalıkta olmamamla ilgilenmişti büyük ihtimalle.

 

"Baba, gelmeyin demiş zaten o yüzden söylememiştir sana..." durumu kurtarmak isterken sesimi toparlayıp, içimdeki sesleri öldürdüm. abim boğazını temizleyip konuştu. "Hadi bekletme babanı... "

 

Babanı.

 

O sadece benim babam değildi ki. onu sadece kendime saklayacak kadar sevsemde abimin de babası olduğunu bilmesi gerekiyordu. Yüzüme uzunca baktı, yabancı bir bakıştı babanın bana sevgisini göstermesini kıskanmıştı belkide.

 

Kapıya doğru ilerlerken konuştum. "abi? Sana bir şey olmasın olur mu?" başımı sol omzuma

düşürüp baktım. Gözlerindeki kederi gördüm, ciğeri sızladı. Elleriyle ıslak saçlarımı okşadı. Bir şey demedi. ama cok şey söylemişti aslında. Dudaklarını saçlarıma değdirdi, 'o saçlara Baran dokundu, öpme' demek istedim. şifasıyla suladı saçlarımdaki ölü çiçekleri. O kadar şefkat yüklüydü ki, yerimde ısındım. Sonra başını eğip parlak gözlerimizi birleştirdi. Sadece gözlerini açıp kapadı. İstediğim cevabı almıştım.

 

Abi sana bir şey olmasın diye, elimi değil ama kalbimi kana buladım. Sen yaşa diye ben bir şeyleri gömdüm. O yüzden yaşa abi..

 

Saçıma ucu oyalı bandanamı takıp, perçemimi düzelttim. Yüzüm kireç gibi beyazken, gözlerimin çevresi ve dudaklarım pembeydi. Odamdan çıkarken omuzlarımı dikleştirdim. Derin nefes alıp verdim. Ardımda bıraktıklarım, beni yıkmamalıydı aksine daha da güçlü kılmalıydı. Ben Berfin Atman'ım, Sadık Atman'ın kızı bize düşmek yakışmazdı. Salona göz attım ama orada değildi babam. Sedirli küçük odaya geçince, herkesin orada olduğunu gördüm. Sait kendisini biraz toplamıştı ama hala durgundu. "Baba, geldim" babam eliyle bıyığıdaki fıstık kırıntılarını silkeleyip, tespihli eliyle duvardaki bağlamayı gösterdi. "Getir hele şu bağlamayı." Arkamı dönüp, siyah kılıfinda olan bağlamayı avuçladım, babama götürüp abimin yanına oturdum. Abim yanındaki fıstık dolu kaseyi köşeye itip, sedirde uzandı. Başını dizlerime koymasıyla babam ilk tele dokunmuştu bile. Bağlamanın sesi odada yankılanırken, elim abimin saçlarına ilişti. Yengemle annem karşımdaki sedirdeydiler, Sait'te abimi taklit edip yengemin dizine yaslamıştı başını. Annem yediği fıstığa ara verip bize odaklandı. Derin bir nefes aldım.

 

"Akşam olur karanlığa kalırsın, Akşam olur karanlığa kalırsın. " babamın parmakları tellerin üstünde hareket ettikçe içim titriyordu.

 

"isterdim ki, yüreğindekileri haykır. İsterdim ki bana gelmek için korkma! Ve isterdim ki bana güven!"

 

Baranın sesi bana ulaşıp beni alaşağı ediyordu. Okuduğum dizeler zehir oluyordu. Hiç olmasaydı demek istiyorum bazen, keşke Baran hiç hayatıma girmeseydi sonra öyle pişman oluyorum ki dudaklarımı tokatlıyorum.

 

"O zehirli dilinden firar edenler belki başkasını kandırır! Ama beni; çocukluğumu ayaklarının dibinde bıraktığım birini kandıramazsın! O gözlerin zehir saçsada ben ardındaki şifayı görüyorum!"

 

"Derin derin sevdalara dalarsın, oy gelin gelin sevdalı gelin öldürdün beni. Derin derin sevdalara dalırsın, oy gelin gelin sevdalı gelin öldürdün beni" Sesim titremesin diye kendimi abimin saçlarına odakladım, gözlerim yanmaya, gönlümdeki donmaya devam ediyordu.

 

"O gidişin, dönüşü bana mı olacak ki izin vereyim. Sen zalim bir kızsın. Dönüşün asla bana olmaz."

 

"Ellerin ellerime değdigi zaman, ellerin ellerime değdigi zaman. İster ölüm olsun ister ayrılık, oy gelin gelin sevdalı gelin öldürdün beni. ister ölüm olsun ister ayrılık, oy gelin gelin sevdalı gelin öldürdün beni."

 

Bazı yollar vardır, üstünde tuzakların olduğunu bile bile yürümüşsünüzdür. Defalarca yaralanmış hatta ölümle burun buruna gelmişsinizdir ama dönüp baktığınızda yolunuzdan pişman değilsiniz. işte o zaman doğru yoldasınızdır demektir. Ben yengem ve abimin yolundan hep şikayetçi oldum, çünkü yolun sonu bana abimi geri vermemişti. Beni abimden ayırmıştı. Kaburgamın arasından sızdı gerçekler, her kemiği ayrı ayrı yıkandı. Ellerimin etlerindeki, hissiyatlar battı gözüme.

 

Odamın ortasında yerde oturmuş sırtımı yatağıma yaslamıştım. iki elim mağlup olmuş gibi yerde duruyordu. Saçlarım göğüslerimin üzerine dalgalı bir şekilde iniyordu. bir elimi saçlarımdan ufak bir tutamına dolayıp oynamaya başladım. saçlarımı parmağıma dolayıp, serbest bırakıp tekrar doluyordum. Ela gözlerim odamı aydınlatan, tek komidinin üstündeki abajura kaydı. mor ışığın hüzmesi yüzüme vurdukça, gözlerim kapanıyordu yorgun ve halsizdim.. Halbuki hicbir şey yapmamıştım ki, sadece birini öldürüp mabedimin derinliklerine saklamıştım. Acaba onun ağırlığımı gögsümdeki ağrının sebebi. Çift kapaklı penceremin, kapıları sonuna kadar açıktı. İçeri esen serin rüzgar beraberinde fısıltısını da ekliyordu. yorulan elimi dizlerime yaslayıp destek verdim. Saçımın tutamında Baranın sıcaklığını hissediyorum. Nefesim onunla kalmış gibiydi. İçimde bir şeyler kopuyordu onu ne zaman düşünsem. Odamın kapısı ürkekçe tıklatıldı. Ardından kapı kolu aşağıya indi, yengemin kınalı saçlarını gördüm. Beni karanlıkta görünce irkildi daha sonra yanıma yaklaşırken konuştu "korkuttun kız, uyumadın nu hala" saçında tülbenti yoktu, üstünde pijama takımlarıyla yanıma oturdu.

 

"Uyku tutmadı." dedim saçımla oynamaya devam ederken.

 

"Beni de. Annemle konuşacaktım bugün ama fırsat bulamadım. Şimdi arayayım mı?" Yengem telefon kullanmıyordu, istese babam ona alırdı ama yengem böylesini istiyordu. Sanki telefon kullanirsa bize ihanet edeceğini düşünüyordu, halbuki bu evde kimse annesiyle ya da kardeşleriyle konuşmasına karışmazdı. Hep benim telefonumdan arar konuşurdu.

 

"Tabi, ara" komidine uzanıp üstündeki telefonumu aldım. Yengem telefonu kendine çevirip ekran ışığının yüzüne yansımasını sağladı. "merak etmiştir, arayacaktım haberde veremedim." Telefonu kulağına yaslayıp çok kısa bir süre bekledi. Hemen ardından telefon yanıtlanmış olacak ki konuştu. 'Anne? Merak etme iyiyim.. Hayır Sait'te iyi. Banyo yaptırdım ilaçlarını içirdim o yüzden arayamadım. Anne beni merak etme, Berfin de yanımda."

 

"Selam söyle " diye mırıldandım. şakağımı dizime yaslayıp yengemi izlemeye başladım. "Onunda selamı var anne sana, sen nasılsın iyi misin." yengem konuşmaya devam ederken kıvırcık saçlarının güzelliğine takıldı gözüm. Dudağının sağ köşesinde hem alt hem üst dudağında aynı hizada iki ben vardı. Güzel kadındı yani. Abim zevkliymiş. İstem dışı kıkırdadım. Yengem göz ucuyla bana bakıp tekrar konuşmasına devam etti. Abimle yengem evleneli 5 yıl olmuştu. Ferhat abim yengemi kaçırdığında lise birinci sınıftaydım. O gün gözlerimin önüne gelince gülmeyle ağlama arası bir ses çıkarmıştım. Yengem noluyo der gibi bakıp kaşlarını çattı. Omuzlarımı silktim. Abimin elini sıkı sıkı tutmuş korkarak konağa bakışı gözümün önünden gitmiyordu. Abim ise bir an olsun elini bırakmamıştı yengemin.

 

"Baran nasıl?" gözlerim anında yengeme kilitlenince, göz göze geldik. "Neyi? Ne oldu ki?" kısa bir sessizlik oldu. "Ne? kimi isteyeceksiniz.?"

 

Dudaklarımı kanatırcasına dişledim, saçımla oynayan elim saçımı bu kez çekiştirmeye başladı. gözbebeğim titredi art arda. Adını duymak, son nefesimi vermişim gibi acı çektiriyordu bana. Kalbim beni hiç dinlemeden bu kez daha da hızlı attı, nefesim ona noluyordu ki bu kadar kesik kesikti. "ya, çok sevindim, Allah mesut etsin. Baranın gönlü ne zaman kaymış?" yengem hafifçe kıkırdadı. O güldü benim içim ağladı. Dizlerime bu kez çenemi yasladım, yengemden çektiğim bakışlarımı büyük penceremden görünen karanlık gökyüzüne odakladım. "Güzel mi kız? Gördünüz mü? Diyar begendiyse güzeldir." yine bir kıkırdama. Demek Diyar beğenmişti. Güzelmiş, Baranda begenecektir kesin, gözlerim yanınca kendimi sıktım ağlamıyacaktım. "Resmini atsanıza bana, tamam bekliyorum kendinize iyi bakın. Allaha emanet olun" yengem telefonu kapatıp bana döndü. "Baran' a kız isteyeceklermiş"

 

Sertçe yutkundum. "Duydum, hayırlı olsun."

 

Yengem heyecanla telefonu göğsüne yasladı. "Sonunda Baran'da mutlu olacak. "

 

Dişlerimi biraz daha bastırdım, dudaklarıma. saçlarımı biraz daha çekiştirdim. Telefonuma bildirim sesi gelince yengem hemen açtı. "Resmi attılar galiba... Hah işte bu, ay güzelmiş. Bak." omzumun üstünden baktım, gerçekten güzel bir kızdı. Siyah saçlara kara gözlere sahipti, fotoğrafta hoş bir gülümsemeyle süslemişti yüzünü.

 

"Güzelmiş." diye zor konuştum.

 

"Adı Berfinmiş biliyor musun?"

 

"öyle mi?"

 

"Tam Baranın istedigi gibi"

 

"Nasıl yani?" diye sordum şaşkınlıkla.

 

"Baran, hep Berfin diye biriyle evlenecem derdi lisedeyken, sonra birden gitti gerçi şimdi kader bize neler gösterdi. Allahın işine bak. " yengemin gözleri parlıyordu. Oysaki ben nefes almak için çırpınıyordum.

 

"Ne güzel" yutkunamadım.

 

"Hadi, sen uyu Allah rahatlık versin."

 

Yengem odadan gittigi an ellerimi ağzıma kapatıp, haykırdım. Canımdan can kopar gibi ağladım. Bugün ne kadar da ağladım. Baran çocukken ellerimden attım onu, geri geldiğinde avuçlarımdan kayıp gitti. Avuçlarımda yanık izleri vardı, sızım sızım sızlıyordu. Göz yaşlarım bir pınardan akar gibi akarken ciğerimin parçası kopmuş gibiydi. Şafak sökmüştü yolumun merkezine. uykumun en güzel anında, uykudan uyanmıştım sanırsam. Yoksa bu kadar sahici acı çeker miydim.

 

Karanlık odamın duvarlarında, bir ışık yayıldı, ben umutlandım. Yaralı bedenimi büyük percereye taşırken elimin tersiyle gözümün yaşını sildim. Yavaş adımlarla yaklaşıp başımı uzattım. Bu kez ağaca yaslanmamıştı, omuzları dik bir şekilde buraya bakıyordu. Elindeki lazer ışığını indirip bana baktı, yüzündeki soğuk ifade öyle bir üşüttü ki beni içimdeki ateş ısıtamadı. Siyah pantalonuna elini uzatıp, cebinden sarkan bir bezi çıkardı.

 

Bu benim bandanamdı.

 

Düştüğüm gün, yengemle konuştuktan sonra sıyırmıştı saçlarımdan. Şimdi gözlerimin içine baka baka, bandanayı incir ağacının dalına bağladı. Elleri bir süre dalda asılı kaldı. İri sırtının nefesiyle inip kalktığını gördüm, zorlandığını buradan hissetmiştim. Ellerim istem dışı dudağıma gitti, ağlayacaktım. Evet, çok ağlayacatım. Başını bana çevirip baktı, o baktı ben anladım ki onu içimde öldürememişim tıpkı ilk gün ki gibi acıtıyordu canımı. Öfkeli miydi yoksa acımı çekiyordu anlayamamıştım, gözlerinin ardında bir alev yayıldı, tüm yüzünü kaplarken sadece bir şey söyleyecek oldu ama vazgeçti. Bana veda ediyordu.

 

Sonra arkasını döndü ve gitti.

 

Ben öldüm.

 

Sahne bitti.

 

Velhasıl kaybettik...

 

Bölüm sonu.

 

 

Loading...
0%