Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm: Alâ

@berfinatman

Bekleyin beni, geleceğim ve sizi yeneceğim. Üstüme tüneyip yüreğimi satmamı isteyen ruhlar, bekleyin ben zaferi kutlayacağım. Ben ellerimle yüreğimi toparlayacağım. Paramparça ettiğim, çocukluğum ayaklarımın altında can çekişirken, yüreyeceğim. Beyaz sayfama en güzel kelimeleri sığdıracağım, aştığım yolları, gittiğim ovaları yazacağım. Belki de sana ithaf ettiğim bir dize şiir sıkıştıracağım. Dilimle sana sancı çektirdiklerimi bu kez kalbimle dökeceğim mısralara. Sana bakarken, yaşadığım dünyayı yazacağım. Sevgilim seni yazacağım. Çünkü, Çünkü en güzelini yazacağım. Sevgilim en güzeli sensin. Senden alâsı yok.

 

Bir insan ne kadar kan kaybederse hayata veda eder yahut insan ne kadar acı çekerse alışır. Ben hiç alışamayacaktım, alışmak istemiyordum, alışacağım kadar acı çekmek istemiyordum. Acı çekmeye bağımlı bir bedenim var ve yüksek dozda ölmesi kaçınılmazdı. Benim ölümüm belki ruhumu feraha erdirir belki çocuk yanımın ellerinden tutar lunaparka götürürdü. Ama Baranın ölümü, lunaparkı başıma yıkardı. Baranın ölümü en sevdiğim şarkının birden kesilmesi, bomboş bir odamn içinde anlamsızca müziğin devamını duymaya çalışmak gibiydi. Boş yere çırpınmak gibiydi.

 

Kalbim boş yere çırpınıyor sanırsam, çünkü Baran ölmüştü.

 

Bizim hikayemiz böyle bitmemeliydi.

 

Biz bir hikayeyi hak ediyorduk.

 

Baran, Ömerin üstünde öylece dona kalırken, kan akıp yolunu bulmuş toprağı suluyordu. Ömer yaptığının bilincine yeni varmışçasına gözlerini kırpıştırdı. Abim attığı adımda dona kalmış, Bilal düştüğü yerden şok olmuş gözlerle bakıyordu. Ömer elindeki bıçağı kanayan yerden çıkarırken, fevri ve aceleyle hareket ediyordu bu sırada bıçağın keskin yüzü Baranı yaralamayı bırakmamış ve koluna da kesik atmıştı.

 

Ömer üstündeki Barani itti, sırt üstü düşmesini sağladı. Ayaklanırken aldığı darbelerden mi bilinmez sarsak adımlarla, bir iki adım geri attı.

 

"Lan naptın!" konuşup kendine gelen ilk kişi Bilal oldu.

 

"Ben bir şey yapmadım." elinde ki çakının ucundan Baranın kanı damlıyordu. Gözleri kanlara takılı kalmıştı.

 

"Naptın sen!" Bilalin sorusuna kimsenin verecek bir cevabı yoktu. Bilal ayaklanırken aldığı darbelerden zor yürüyordu kardeşinin koluna ellerini geçirip çekiştirmeye başladı. Onlar üç kardeş geldikleri gibi giderken biz üç bilinmez bir sonuç elde edemiyorduk. Baranın, kanlı gömleğinden bakışlarımı ayırıp, bedenine çevirdim.

 

Bedeni kuvvetli bir şekilde inip kalkıyordu. Nefes alıyordu. Baran yaşıyor muydu, ama abim o böyle kanadığında ölmüştü. Baran yaşıyordu ama Allahım Baran yaşıyordu.

 

Yaralı dizlerimin üstünde Barana doğru yaklaştım, bir eli kanayan karnındaydı, diğer eli boşlukta sahibini arıyordu. Ellerimi nereye koyacağımı bilemedim, gözlerim bulanıktı bu yakıcı gözyaşları önümü görmeme müsade etmiyordu. Ellerimi saçlarına daldırıp başını dizime yasladım. Göz yaşımdan asi olan bir damla Baranm suretinde yayılırken konuştum. "Baran?"

 

Söyleyeceğim dilimden düşen tek şey onun ismi değil miydi zaten. ben onun karşısında acizdim.

 

"Baran? Ölmedin dimi?" kelimelerim hıçkırığımın ardına saklanmış ortaya çıkmak için nazlanıyordu. "Baran konuş benimle bak nefes bile alıyorsun. Ferhat abim hiç nefes alamamıştı. O da böyle çok kanamıştı. Ama sen yaşıyorsun dimi?" ellerim titrerken, yüzüne yaklaştırıp sert yanaklarına yasladım soğuk avuçlarımı. Kara bulutlar etrafımıza üşüşmüş bizi çepeçevre sarmıştı. Müsaade etmiyorlardı güneşi görmemize.

 

Baran seslice yutkundu, deli gibi ağladım deli gibi güldüm. Baran yaşıyordu buna gülünmez miydi. "Yaşıyorsun"

 

Baran kelepçe misali ayrılamayan kirpiklerini ayırdı. Karagözler esir aldı beni, gözlerimin önündeki gözyaşımın pusu bile engel olamazdı gözlerini görmeme. "Yaşıyorum." etli dudaklarının kıpırtısıyla onlara yöneldim. "korkma, küçük bir yara" sesi zorluğuyla ritim oluşturmuştu.

 

"Hayır, hayır küçük değil bak Baran çok kanıyor. ölme olur mu? Lütfen ölme" hıçkırığım boğazımı yarıp geçerken kelimelerime karşı birlik olup barikatlar kuruyordu. İçimdeki kanadı kırık kuşlar gürültüyle çırpınıp kafesi hırpalıyorlardı.

 

"Ölmem. Sana sözüm var. "tekrar yutkundu. Gözlerini sertçe kapatıp bir daha açtı. Gözlerimin ardından perdenin kalkmasıyla güneşin önünü kapatan kara bulutları seçebildim. "koşarak bana geleceksin daha"

 

Ellerimi karnındaki elinin üstüne koydum. Avuçlarımda şayet bir şifa varsa ben bedenimdeki tüm dermanıyla beraber Barana vermek istedim. Avuçlarım kanın ısısıyla yanarken yüreğimdeki bir sandık dolusu geçmişimin sıkıştığı anılar, ateşe verilmişti. "ölme, ölürsen göremezsin koştuğumu. ölürsen koşarken düştüğümü de göremezsin. Yaralandığım da beni kaldıramazsın. " burnumu çekip başımı iki yana salladım.

 

Güç toplar gibi yerinde kıbırdadı. Ona güç ona kuvvet olmak istedim Hiçbir şey yapamadan beklemek benim tepeden yuvarlanarak düşmeme eşdeğerdi. "Ölmem, düştüğün yerden buselerim yaralarını. Sen düşme diye bir soluk kadar uzağında olacağım. "

 

"Evet." dudağının çeperindeki dikenli gülleri saplandı yaralı dizlerime, sonra dudağındaki nefesle buseledi. Baranın sesinin titreyişi bile beni korkutuyordu. "Sadece bir soluk uzağımda ol, seni her nefeste içime çekebileyim." dedim çaresizce.

 

Gözlerinin harelerine parlaklık yayılırken boştaki elini önüme düşen perçemimi itmek için kullandı. O ellerini bana uzatırken ben ardındaki kan kokusunu, üstüne sinen kader kokusunu yok saydım. O Barandı. O benim Baranımdı, bundan ötesi yoktu. Baran, adının dilimdeki yeri bile göğsüme o kadar yakındı ki korkuyordum dilimden düşerken yüreğimden de düşeceksin diye. "Dudakların ıslakken ne kadar güzelse, kurban olduğum gözlerine bir o kadar azap. Ağlama." O ağlama dedi ben daha çok ağladım. O bana baktı ben bittim. O ellerini uzatınca ben o ellere yapışıp öptüm.

 

"Ihıh. Ağlamıyorum Baran. Sen iyi olacaksın, lütfen iyi ol tamam mı?"

 

"Tamam"

 

Gözlerimi kaldırıp abime çevirdiğimde, tepine tepine ağlamak istedim. Abim gözlerini Baranın kanlı bedenine çivilemiş öylece kala kalmıştı. Bedeni darbenin ardından harabe gibiydi, burnundan feci bir şekilde kan akıyordu. Gözleri kanlara kilitlenmişti. Bir buhran yaşıyor gibiydi ya da bir hülyaya dalmış gibiydi. Orada Baranı değil, Baranın bedeninde Ferhat abimin ruhunu görüyordu. Yatan Baran degil Ferhat abimdi onun için. Kan görmek bizim için gözlerimizi yakan bir asitti. Abim acısının farkında değil gördüklerinin altında eziliyordu. Elimi Baranın yarasının üstündeki eline biraz daha bastırdım. "Abi?" sesim atılan bir mızrak gibiydi belli bir yere kadar ulaşıp yere düşmüştü, benim sesim abime ulaşamadan yere kapaklanıp ufalanmıştı. Hipnoz olmuş gibi gözlerini ayırmadı kanlardan. "Abi?" hiçbir işe yaramıyordu abim kendine gelemiyordu. Baran kan kaybediyordu, bedeni titremeye başlamıştı. Gözlerini açık tutmaya çalışıyordu ama o kara gözlerinin feri kaymış gibiydi, abim ise orada durmuş geçmiş ile gelecek arasında sıkışıp kalmıştı. Baranın başını dizlerimden ayırmış yavaşça kırmızı toprağın yüzeyine bırakıp abime doğru ilerledim. iki avuçlarımı abimin yanağına yasladım, abimin gözleri şu an bendeydi ama hâlâ kanları görüyordu.

 

"Abi kendine gel." ellerimle sarstım onu.

 

Burnundan kan akmaya devam ediyordu. Akan kan iki dudağının arasında bir çukur oluşturmuştu. "Abi!" bağırmam iki gözünü de art arda kırpıştırmasına sebep oldu. "Bir şey yap! Kan kaybediyor, bir şey yap!" avuçlarımı yüzünden uzaklaştırıp tekrar Barana baktı, sonra uzaklaşmış olan Kadir ağanın oğullarının ardından baktı. Olayları toparlamaya neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gözlerimizi birleştirmek adına önüne geçip baktım. "Bir şey yap, yardım et!"

 

Ellerini hızla üstündeki gömleğin düğmelerine götürüp art arda iliklenmiş düğmeleri açtı. Gömleği üstünden sıyırıp ellerinde top yapıp Barana doğru ilerledi. Üstünde siyah rambo atletiyle kalmıştı. Gömleği Baranın karnına bastırdı. Baranın elini alıp gömlekle beraber bastırdı yaraya. "Bastır bunu. Sakın bırakma." omuzlarının altından iki kolunu geçirip arkasındaki ağaca sürükleyip oturur pozisyonda sırtını ağaca yaslacak şekilde konumlandırdı. Baran terli yüzünden, morarmış dudaklarına kadar titriyordu. Abim ayaklanıp ellerini saçlarından geçirip düşündü. Akan burnunun farkında bile değildi, bir eli ensesindeyken diğer eliyle cebindeki telefonu çıkartıp hasar almış ekranına rağmen birkaç bir şey yapıp tefonu kulağına yasladı. Az sonra Mümtaz abiyle konuştuğunu anladım. Ben Baranın yanına gidip elimle gömleğe baskı uyguladıgımda, elleri ellerimin altında sıkışıp kalmıştı ama bunu önemsemedim. Sol elimle alnındaki ve yüzündeki teri silerken. "İyi olacaksın. Mümtaz abi gelir birazdan, hastaneye götürürüz seni. Baran? Konuş benimle hadi?" dedim.

 

"Berfin..."

 

"Söyle burdayım dinliyorum." gözümden akan yaşlar yüzümde ıslaklığa sebep olmuş beni huylandırmıştı. Adımı söyleyen Barandı değil mi çünkü ben inanamıyordum, yaşayışına tek inancım dilinden düşen adımdı. Aksini kimse bana inandıramazdı. Gözlerinin etrafına tünemiş olan yorgunluk belirtisi beni alaşağı ediyordu.

 

Mor dudaklarından kelimeler bir araya gelip bana bir şeyler anlatmak istiyordu. "Buradasm. Yanımda olman için ölmem mi lazım. "

 

O an kendi silahımla vuruldum. Gözlerimi kırpıştırıp terli yüzüne baktım, kirpikleri gözlerine ağırlık olmuş gibi sık sık kapanıyordu. Elimde yıllardır Baranı kendimden uzak tutmak için kullandığım bomba ellerimde patlamıştı ama tek korkum onun zarar görmesiydi. Baran acısını bir kenara bırakıp beni acıtıyordu. Çünkü ben onu acıtırken hiç dönüp bakmamıştım ne kadar acı çekti bilemedim. "Konuşma böyle" Elimin tersini dudaklarıma kapatıp hıçkırdım. Baran sadakatinden bir şey kaybetmemiş benim yarım kalan yar'imdi. Bir şeyler söylemek için dudaklarını araladı ama gücü yetmedi sustu. Yarasına bastığımız gömlek kanı hızlı bir şekilde ele geçiriyordu. Abime bakınca telefonu kapatıp yanıma doğru geldi. "Mümtaz abi birazdan gelir." dedi. Kısaca bakışlarını Barana çevirip sonra yine bana döndü. "Berfin sen burada kal hiçbir yere ayrılma."

 

Olduğum yerden hızla ayaklandım. "Sen nereye gidiyorsun?"

 

"O itleri bulacağım, çok uzağa gidemezler." Abim kin ve nefretle söylenirken ağzını dolduran kanı tükürdü. Sanki toprak ayağımın altından çekilmiş gibi hissettim.

 

Abimin önüne kadar gittim. "Abi saçmalama, gitme bir yere tek bırakma beni"

 

"Beni dinle tamam mı bir kere beni dinle!" sesi yükselirken adımlarını Zümrete doğru attı. "Sana git dedim dinlemedin bari bu kez dinle!"

 

"Hayır! Gidemezsin! Seni öldürürler." abimin arkasından ilerleyip kolunu tuttum. Ama tutuşumdan kolayca kurtulup Zümrütün eyerindeki kılıfından telefonumu çıkarıp avuçlarımın arasına bıraktı.

 

"Bir şey olursa ararsın. Mümtaz abi seni eve bırakır. "

 

"Abi!" sesim acı çeker gibi çıkmıştı. Tamda beni yansıtıyordu. "Yalvarırım gitme! Nolur gitme!" ellerimi yakasına saplamıştım. Sanki hesap sorar gibiydim.

 

"Yaptıkları yanlarına kâr mı kalacak! Yaşatır mıyım lan ben onları. Urfayı dar ederim onlara, barındırır mıyım onları bundan sonra!" ellerimi yakasından uzaklaştırıp Zümrüte doğru bir adım attı.

 

izin vermeden eline yapıştım. "yalvarırım gitme! Sana bir şey olur anlamıyor musun! Öldürürler seni!" eliyle gözyaşımı sildi.

 

"Kimse benim kardeşime dokunamaz bunu onlara ödetecem!" ellerini bir kez daha kurtardı ellerimden. Zümrüte giderken bağırdım ardından ama dinlemedi.

 

"gitme! Ya gitme be abi gitme! Lütfen gitme!" Zümrütle yanımdan uzaklaşırken olduğum yerde iki yarımın ortasında kaldım. Abim bir yandan ölüme giderken Baran ölümle savaşıyordu. Ellerim kanlıyken yüzüme kapatıp ağladım. Ellerim mi prangalıydı ki ben hiçbir şey yapamıyordum. Basiretim mi bağlıydı ki her şey benim başıma geliyordu. "Abi!" olduğunca yüksek bağırsamda hızla uzaklaşan abimin yüzü bana dönmemişti, haykırdım. "Ben ne yapacam! Ben ne yapacağımı bilmiyorum. " Hayal dünyamdam uyanıp sarsılmam gibi sarsıldım. "Abi!" ardında kattığı duman ve sert görüntüsü bana uykusuz gecemin bir darbesi gibiydi. Yalnız kalıp pes etmiş, darbelerden arınmak için kendimi bir faunusa hapsetmiş bir ruhtan ibarettim. Bu ruhun gözlerinin önü güçlü bir sisle kapanmıştı.

 

"Berfin?" pusumu silecek sesi işittim. Baran bu kalın pusun yüzeyinden sıyrılıp bana ulaşabiliyordu.

 

Başımı çevirip Barana baktım. Rengi solmuştu. Hızla yanına gittim, Karnındaki yaranın yanı sıra kolundan sızan kana şaşkınca baktım. "Burdayım Baran. Burdayım merak etme " kolunu katlayıp gün yüzüne çıkarırken iki yerden kan kaybediyor olması daha da korkuttu beni. Elimi hemen saçımın tellerine zorlukla tutunan bandanama attım, kanayan koluna bağladım. Bana veda ederken bir bandana vermişti şimdi onu hayatta tutmak için bir bandana sarıyordum kanayan yerine. Hepsi onu hayatta tutma pahasına verdiğim mücadeleden ibaretti. En kurak toprağımda papatya açtıran adamın ellerimde ölmesine izin vermeyecektim. Abimin giderken elime tutuşturduğu telefonla Mümtaz abiyi ararken tedirgince Barana bakmıştım. "Alo?" Mümtaz abinin sesini duyunca derin bir nefes bıraktım.

 

"Mümtaz abi nerdesin?" sesimin ardındaki korku kol kola girmiş benim destekçim olurken bu korkumu yansıttığım sesim telefonun diger ucundakini de tedirgin etmişti.

 

"Berfin, niye ağlıyorsun?"

 

"Abi nerdesin söyle?" sesim yalvarmak ve ayaklara kapanacak kadar berbattı.

 

"Sakin ol hele. Suruçtayım şimdi yola çıktım. Sen iyisin?"

 

Duyduklarımla hayal kırıklığına uğradım. Yeni yola çıkmıştı ve gelmesi uzun sürecekti telefonu kapatıp Baranın bir kolunu omzuma attım. "Hadi Baran hastaneye gidiyoruz. Hadi yardım et bana" Baran bir eliyle gömleği tutarken pelte ayaklarıyla doğrulup bana yardım etti. Onu arabaya kadar taşırken defalarca düşme tehlikesi atlattık, ön koltuğa yerleştirip Kapısını kapattım. O sırada güçlü bir gök gürültüsü yayıldı, başımı kaldırıp yukarı bakınca yağmur damlalarının çişeleyerek yağmaya başladığını gördüm. Hemen şoför koltuğuna yerleşip kapıyı kapattım. ellerimi direksiyona koyup derin nefes aldım.

 

"Kullanabilecek misin?" Baranın kesik kesik Sorduğu soruyla kendimi sorguladım. Sürebilecek miydim.

 

"Traktör sürebiliyorum. Bunu da hallederim. " zaten üstünde olan anahtarı çevirip çalıştırdım. Arabanın camına düşen yağmur damlası kaputa doğru yol izliyordu. Arabayı korkakça hareket ettirirken art arda Barana bakmış ne durumda olduğunu kestirmeye çalışıyordum çok kan kaybetmişti bir an önce hastaneye gitmemiz lazımdı. "Baran. iyisin dimi?" arabayı asfalt yola ulaştırınca gaza biraz daha cesurca yüklendim.

 

"Adımı söylüyorsun..." ömrümden ne kadar zaman alınmıştı ki ben bu adamın tek bir lafına bakacak kadar yıpranmıştım. Çok olmuştu Baranla ikimizi bir arada düşünmeyeli. "Nasıl iyi olmam ki" başını benim tarafıma doğru çevirmiş beni izliyordu hala terliyor ve titriyordu. elimin tersiyle göz yaşlarımı silip silecekleri çalıştırdım. Yağmur hızlanmaya başlamıştı.

 

"Konuş benimle bırakma kendini olur mu?" ara sıra onunla göz teması kuruyordum ve bunlar kısa süreli bakışlar oluyordu. gözlerinin parlaklığı nereye kaybolmuştu.

 

"Git dediğinde..." kısık yorgun sesi kulak zarımı yırtıp geçerken yüreğime düşeceğini orada bir yerde yara vereceğini anladım.

 

dişlerimi sıktım çünkü Baranın ne anlatacağını biliyordum. Yorgun sesine dönüp yüzüne baktım. Terli alnı halsiz gözleriyle bakıyordu bana, yutkunup konuşmaya devam etti "Gittim, ama nereye gittiğimi bilmiyordum. Üniversiteyi okuyordum ama ben seninle beraber yaşıyordum, kalktığımda sen yattığımda sen, rüyamda sen çoğu zaman kabuslarımda yine sen.."

 

"Sus" sabrımı sınarcasına halsiz ama bir o kadar acımasızdı.

 

"Git demek kolay mı oluyor? Sana kolay mı geldi.?" dedi şimdi acısına, yorgunluğuna halsizliğine rağmen bana hesap sorup içindekileri dökebiliyordu. Belki yaranın dikişlerinden biri patlamıştı ve akan kan dilleriyle birlik olup beni alabora edecekti.

 

"Tamam sus." dedim yutkunarak.

 

"Sen abini kaybettin, niye banada seni gömmemi söyledin vicdansız." acım anlatacaklarıma karşı güçsüz bir barikat kurdu. Ben o barikatı sağlamlaştırırken ruhum zayıflıyordu. "Baran güçlü, üzülmez kalkar bunun altından mı dedin. Yoksa iki güne beni unutur mu dedin?" sesinin tınısındaki sinir yeşerip başını toprağın altından yükseltmişti.

 

"Baran" elimden alınan oyuncağın sızısıyla fisıldadım.

 

"Ben seni gömdüm, ama sor bir hele nasıl gömdüm nereye gömdüm." yerinden hafif oynarken inlemeye benzer bir ses çıktı ağzından.

 

"Zorlama kendini aptal!" onu azarlamam hiç umrunda olmadı. bana bakmaya beni titretmeye devam etti.

 

"Şimdi ağlıyorsun, ben gittiğimde de ağladın mı? Yoksa ardımdan sela okutup beni sildin mi!" sesi yükselip arabanın içinde yankı yapıyordı. Sanki hiç bilmediğim bir yerde ellerimi bırakıp beni bir başıma bırakacakmış korkusuyla baktım. Ben konuşmak için çırpınıyordum ama nasıl anlatacağımı bilmiyordum.

 

Burnumu çekip, hıçkırdım. Gözlerimin önündeki pus gitmek bilmiyordu. Tekrar sildim Gözyaşımı. Gözyaramı. "Kolay mı sanıyorsun be! Git demek kolay mı! Ben neler yaşadım bilmiyorsun!" dilin kemiği yoktu kime anlatacaktım ki, kendi acısından başka acı görmeyen Barana mı?

 

"Bilmiyorum! Bildiğim tek şey ilk beni gözden çıkardığın. O kadar mı değersizdim ki beni sildin önce. Sende değerim hiç mi yoktu" fırtınanın koptuğu yerdeydim ve tek çarem kendimi kurtarmaktı. Işığımın önünde rüzgarın güçlü ivmesi rol oynuyordu.

 

"Kes sesini! Kes!" diye bağırdım.

 

Bana bakışlarının agırlaştığını yanaklarımda hissederken yola odaklamakta zorluk çekiyordum. "Bir kez olsun aramalarıma cevap vermedin be! Birkez olsun sesini duyurmadın bana. Nasıl bir vicdansızlık bu. " Yolumda ki tek fenerimi alıp yerden yere vurdum ama o karanlıkta seni aramaya devam etmeye cesaret edemedim diyemedim. Çünkü ben o yola adım atarken ardımda kimi bırakacağımı iyi biliyordum. Ben ardımı geleceğime yansıtıp, o yola çıkamamıştım.

 

"Bana merhamet gösterdiler mi sanki ha!. Daha 14 yaşımda aldılar abimi benden. bu kız merhameti öğrenmeden yas tutmayı öğrendi! Acısını içine gömüp git demeyi öğrendi! Bana merhameti öğretmediler ki sana merhamet edeyim!" sesim çılgınlar gibi çıkıp tekrar beni buluyor tekrar bana saplanıyordu.

 

"En çok ne zoruma gitti biliyor musun?" sesini bulmakta zorlanan bedeni art arda yutkunmak zorunda kalıyordu. Hayal dünyamı avuçlarına aldı, hissediyordum o hayali aleve verecekti. "O gün ellerinden tutup yanındayım demek için geldiğimde. Sen bana git dedin. İlk beni harcadın. Ben gözlerinin içine bakıp yalvardım sana, izin ver yanında olayım dedim. Tek kelime ettin. Git dedin." gönlümde ben onu en sevdiğim zarar görmesin diye rafın en üstüne yerleştirdiğim bir oyuncak gibi sakladım. Ama orada yıpranıp toz tutacağını hesaba katamamıştım. "Ben senin beni düşman belleyip yanında kalmaya razıyken sen bunu bile çok gördün bana." sesi sona doğru kısılınca korkuyla ona döndüm. Hala bana bakıyordu. Ellerimle direksiyona vurdum. Hıçkırığım yankılanınca gözlerini sıkıca yumdu, yarasından çok ağlamam onun canını yakıyormuşçasma inledi. Arabayı hızla durdurup ona döndüm.

 

"Korktum! Anladın mı korktum! Aynısını biz yaşarız diye korktum. Sana o gün elimi uzatsaydım seni kendi ellerimle öldürecektim! Benim yanımda öleceğine uzakta yaşa istedim! Sonra çıkageldin beni acizlikle vicdansızlıkla suçladın! Evet korkağım! Anladın mı hemde çok korkuyorum sen gelince ben yine korkmaya başladım! İstedim ki benden uzakta kaderimin nefretine uğrama. Eğer yanımda kalsaydın, abimin ölümünden seni suçlar senden nefret ederim diye korktum! Senin adını anmadım ben anarsam gönlümde yeşerirsin ben sana gelirim seni bırakamam dedim. Seni diğer herkes gibi belledim ama gönle söz geçmeyince ben gönlümün sesini kestim. Ben korkağım Baran! Adını anmaktan, kokunu almaktan, yüzüne bakmaktan. Beni suçla! Ama benden uzağa git!" alnımı direksiyona yaslarken hıçkırmaktan boğazım yanmıştı belki ama yüreğim ne haldeydi kim bilir.

 

"Yine yaptın.... " bir dudak payı kadar şefkat yüklenmiş bir hayat hayal ettim ama o hayatımdaki kötü karakterleri dahil etmeyecek kadar saftım. "Git dedin. Yine ve yeniden." sesi git gide kısalırken korkuyla Barana atıldım. Gözleri yarı kapalıydı.

 

"Baran! Sakın gitme tamam mı! Baran!" gözleri kapanmış bir halde hareketsizce durunca korkuya kapıldım. Avuçlarımla yüzünü sarstım ama uyanmadı "Baran aç gözlerini. Baran!" ellerimden kayıp düşer umuduyla avucumu açmayıp sakladığım değerli taşım avuçlarımda değerini mi yitirdi ki parmaklarımın arasından sızıp gitti. Baranın kapalı gözlerine solgun gözlerine bakarken ben bir tek bunu düşündüm. Avucumu daha da sıkmalı onu bırakmamalıydım. "Baran! Lütfen gitme ! Bak gidersen affetmem ! Duydun mu? seni asla affetmem. Baran aç gözünü" pazarda kaybolmuş küçük bir çocuk gibi korktum.

 

Hızla arabadan indim. "Yardım edin!" feryadım, içimde büyüttüğüm çocukluğum içindi.

 

Gözlerine yandığım, şimdi yanımda kül olacaktı. "Yardım edin!" istem dışı çaresizlikle çığlık atarken ben bir başıma yağmurun altında çırpnıyordum. Etraf karanlık, ben ve ruhum ıslak. Bedenim ve zihnim çaresizdi. Uzakta gözlerime ilişen ufak ışık hüzmesi beni ayıltıp kendime getirmeseydi orda Baranın ölümüne şahit olabilirdim. Arabanın açık kapısına hızla koşup yine Barana baktım başı ağırlık yapmış gibi omuzlarına çökmüş elleri sahipsizce dağılmış. Kapıyı kapatıp gaza korkuyla değilde başka çaresi olmayan bir kız çocuğu gibi asıldım. Gideceğim mesafe çok değildi. Az ilerde ışığı yanan evin önüne varmamla ani bir ferenle durup aşağıya indim. Yagmur sel gibi akarken Gök gürültüsü yankılanıyordu. Saat sabahın emaresini taşıyordu belki ama gökyüzü gecenin ayazını yaşatıyordu. Kerpiç evin tahta kapışını avuç içlerimle aşındırdım. "Yardım edin! Yardım edin. ölüyor! Yardım edin!" sesimi bu çılgın yağmur gürültüsünü bastırmak için çırpınırcasına yükselttim. "Açın kapıyı!" Avuç içim darbelerimle kavrulurken kapının gıcırtıyla açılmasını zar zor duydum. Yağmurun şiddetiyle yüzümü kaldırıp bakmakta zorlanırken karşımdaki yaşlı adama baktım. "Yardım edin! Arabada uyanmıyor! Kan kaybediyor! Bir şey yapın!" Adam şaşkınlığını atınca arkamdaki arabanın içini görmeye çalıştı ayakkabılarının içine ayağını gelişi güzel yerleştirip korkusuzca yağmurun altına attı kendini. "Noldu? Evladım." yaşlı sesinin yorgun hali bana ulaşırken beraber arabaya gidiyorduk.

 

"Bıçaklandı. Çok kan kaybetti, açmıyor gözünü!" ıslak elbiselerim bana zorluk çıkarırken adam şalvarlarına rağmen yaşına göre hızla Baranın kapısının yanına gelip kapıyı aralayıp Barana baktı. Elleri olduğu yerde donup kalırken, yaşlı gözleri beni buldu.

 

"Baran bu" elleriyle Barana dokunurken konuştu. "Ah kekom noldu sana?" ellerini Baranın boynuna dayarken sordum.

 

"Tanıyor musunuz?"

 

"Bir saat evvel yanımdaydı. Sağ salim" Baranın bir kolunu omzuna atıp diğer elini beline yerleştirip onu arabadan çıkarmaya çalışırken konuştu. "Kim yaptı bunu?" başındaki puşi yağmurun şiddetiyle ıslanıp ağırlaşırken başından geriye doğru meyletti.

 

Baranın diğer koluna bu kez ben girerken cevapladım. "Kadir ağanın oğlu." Gözyaşım yağmurun damlasıyla i

aktı yüzümden. Baranın ağırlığıyla ikimizde zorlanırken çamurlu zeminde ayakta durmakta zorlanıyorduk.

 

"Ah benim kadersiz oğlum" yaşlı amca onu evin salonunda olan sedire bırakırken söylemişti bunu. "Ne zamandır bu haldedir."

 

Ellerimi Baranın kolundan çekerken, kanlara takıldı gözüm. "Bilmiyorum. Ona bir şey olmayacak deği mi?"

 

Elleriyle Baranın pantalonunun içinde olan gömleğinin eteklerini çıkarıp düğmelerini zayıf elleriyle çözdü. Kana bulanmış gömleği bedeninden söküp atarken açıkta kalan yaranın içinden akan kanı gözlerim takip ediyordu. Abimin gömleği yere düşerken, toprak evin zemininde tok bir ses bıraktı. "tut bunu hele kızım" ellerimi tutup yaraya Baranın sırtından sıyırdığı gömleğe bastırdı. Avuçlarım hiç yakışmıyordu kızıl kana, avuçlarım en çok onun ellerine yakışırdı. Kirpiklerinin ağırlık yapıp örttüğü gözlerine bakarken, odadan çıkan amca elinde bir kavanozla geri geldi. Elindekini puslu gözlerimle seçebilmiştim.

 

Bal. bir kavanoz bal.

 

"Bu bal kanı durduracaktır." dilimden bir şeyler çıkmak için sıraya girmişken izin vermedim. Adam kavanoza kaşığı daldırıp bala bularken yaranın kesilmek bilmez kanlı yüzeyine sürdü. O sürdükçe ben dudaklarımı dişleyip onu izledim.

 

Kan aktı.

 

Aktı.

 

Sonra durdu.

 

Adam balın ikinci bir katını daha sürerken ben ellerimi dudaklarıma kapatıp gülümsedim. Kan yoksa ölümde yoktur. Ben kanatlarımı onarıp uçacakmış gibiyken, kanatlarımın Baran olduğunu kendime bile itiraf edemedim. Karanlıkta kaybetmişken bulduğum mumun yumuşak yüzeyiyle sevindim.

 

"Ateşi çok yüksek, ben bir hal çaresine bakıp gelirim." yaşlı amca odadan çıkarken başındaki puşiyi sıyırıp, sobanın yanındaki mindere fırlattı. Odanın kapısını çıkarken kapattı. Ben ayakta bu küçük sıcak odada ellerim kalbimde kala kaldım. Küçük sessiz olmasına özen gösterdiğim, adımlarla yaklaşırken aldığım nefesle yükselen güçsüz göğsüne baktım.

 

Yaşıyordu.

 

Sedirin, bir ucuna oturup avuçlarımın içine sol elini hapsettim. Baş parmağım odağını bulup beklerken ben nefesimi tuttum

 

Pıt. Pıt pıt.

 

Atan nabzı parmaklarımın arasında çırpınırken ben bu sesi duymak için nelerden vazgeçeğimi anladım. Bu sesi duymak için ben canımdan vazgeçmiştim. Ben Barandan vazgeçmiştim. O yaşasm diye ben bedenimi ruhumdan ayırmıştım. Gözlerim duyduğum ninninin ahengiyle kapanmışken bir damla daha aktı gözümden.

 

O yaşasın ben yine ona git derim.

 

O yaşasın ben gitmeye razıyım.

 

"Sevgilim. Sen yeter ki yaşa. Ben yaşarken ölmeye de razıyım. "

 

💫

 

Ömrümün ne kadarında Baranla ayrı geçirdiğimi hesaplamaya çalışırken Barani düşünmeye dalıp hesabımı unutmuştum. Onu düşünürken kirpiğinden yanağında olan ben'ine kadar inebiliyordum. Sakallarının ardına saklanmış olan çukurun Büyüklüğünü düşünürken ne kadar da o çukurda mahsur kalmak istediğimi fark edip hesapları bir köşeye attım. Baranın yanındayken, onu seyrederken ben hesap yapamıyordum çünkü yaptığım hesabın hiçbiri bir sonuç elde etmiyordu.

 

Benim sonucum Barandı.

 

Benim sonum Barandı.

 

Güm güm. Güm güm.

 

Kulaklarımda dünyanın en güzel ezgisini dinlerken dalıp gittim onunla süslenmiş düşlerime. Yanağımın yaslı olduğu göğsü hala sıcaktı ve terliydi tıpkı yüzünde oldugu gibi. Ateşi sadece biraz düşebilmişti. Parmaklarımda ise hayata tutunuşunun çırpınışı olan nabzını tutuyordım. Sanki elimi oradan çeksem nabzı atmayı sonlandıracak onu benden alacaktı. Bu düşünce öyle bir korkuydu ki ben bu korkuya yenilip elimi çekemedim.

 

Hacı baba. Ki bana öyle seslenebileceğimi söylerken ben hâlâ Baranın nabzını tutuyordum. Hatta ona o ızdırap dolu dikişleri atarkende ben parmaklarımı çekmemiştim nabzmdan. Baran iki saatten fazla bir süredir terli bir şekilde uyumaya devam ediyordu. Göğsünün kalkıp indiği her anda bende nefes alıyordum.

 

Hacı baba ilaç almak için muhtarlığa gitmişti az evvel. Odanın köşesindeki soba gürültüyle yanarken, ben hala üstümde kuruyan elbiselerle duruyordum. Arada titresemde, Baranın nefes alış verişine denk gelince titreşimi bir kenara itip nefes almaya bakıyordum. Gözlerim kurumuş, ardında ince bir sızı ve ağırlık bırakmıştı. Saçlarım Baranın göğsünden karnına kadar uzanmış üstünü örtmüştü.

 

Çok sonra ufak bir hareketini hissettim. Başını oynatırken nefesi sekteye uğramıştı.

 

Uyanmıştı.

 

"Berfin"

 

Sesi gönlümü rehin almaya yeterde artardı, ona olan özlemin su yüzeyine çıkmıştı. En güzel düşüm onunla olmakken bu düşü bile gerçekleştirememiştim. Onun gözlerine bakarken hep kendimi görüyordum, gönlümdeki boşluğuna onu yerleştirince ben tamamlanıyordum.

 

Tahriş olmuş sesi bana ulaşınca seslice yutkundum.

 

"Eğerr, ölseydin seni asla affetmezdim." sesim yıkılan duvarın altında kalmış bir yaralıdan çıkar gibi çıktı. Gözlerim nemleneli çok olmadı.

 

Göğsü hızla inip kalkınca. Sesini duydum. "Nasıl da gönlüme tercüman oluyorsun ama."

 

Sözlerim onu uyarırken gönlündeki benliğimi küçük görmek gibi bir hata yapmıştım.

 

"Ben bu acıyı yaşamamak için git derken sen yakınımdayken avucuma hapsettin bu acıyı. Reva gördüğün bu mu?" heyecanım acıma çarpıp çoğaldı ben dağılırken o toplamak için hep yanı başımda oluyordu. Ben onu dagıttığım zaman kendisini toplamasını bekliyordum çünkü onu toparlarsam yine dağılırdım biliyordum. Canımdan can çıkıyordu ama o çıkmıyordu.

 

"Beni sensiz bırakma, ben avuçlarındaki acıyı çeker alırım senden." dedi. sesinin tellerinden yarasının sızladığını seçince başımı kaldırmak istedim lakin izin vermedi, sağ elini başıma yaslayıp, baş parmağıyla yanağımı sevdi. "Göğsümde olsun başın, yüreğimde dilinin sesi, gönlümde ruhun." dedi.

 

Yanağımı vücuduna yaslarken baş parmağımla okşadım nabzını. O nabızda sadece onu değil beni de hayatta tutan pıhtılar mevcuttu.

 

"Işığımın kaynağı ellerimden kayıp gitti sandım. Kendimi sokaklardan toplayacakmışım gibiyken bu parmaklarımın arasında bir can hissettim. O an ben seni göremediğimi anladım. Ben seni sadece hissedebildim." susuz kalan dudaklarımı ıslattım dilimle. Dudağımdaki tuzlu tatla ağlamaya meyilli gözlerimin baraj kapaklarının kalktığını anladım. "Hâlâ diri. Hâlâ canlı. Hâlâ yaralı " diye fisıldadım.

 

"Dermanım sende." avuç içini sağanak yağmura uğramış saçlarıma daldırırken aldığı nefeslerin düzensizliğiyle korkmamak için dudaklarımı ısırdım. "Gönlüme düştüğünde 18 idim. Seni taşıyacak kadar güçlü. Şimdi 25 oldum ama seni çekip alamayacak kadar yaralıyım. " ellerindeki kırık camları çıkaramayan bir çocuk gibi konuştu.

 

"Şimdi 20 yaşında bir kızım ama, omzuma yük alamacak kadar yorgunum. " penceremin kalın perdelerinde bir kız vardı bir oğlanı görünce heyecanlanan şimdi bir kız var göğsünde yattığı adama telaşla yaklaşan. "Elimden gittin. Ama yüreğimden bir türlü gidemedin. " dudaklarımdan firar edenler onu bulurken. Baş parmağını yanağımdan ayırıp çenemin altına güç yetirip başımı yukarı kaldırmamı sağladı.

 

Gözleri düştü karanlığıma, ışık olamayacak kadar kara. Ama ardında bir kızı saklıyordu o kız sarı saçlı gülünce gülücük saçan. Parlaklığıyla etrafı aydınlatan gözünün sırrı buydu belkide. Gözbebeğinde beni büyütüyordu.

 

"Benim için sonu olmayan bir sonsun." dedi. Ellerindeki bilyeleri atıp oyundan çıkan kırgın bir çocuk gibi.. "Sen gelirsen, gecem gündüze kavuşur. Sen gelirsen Işığım yolumu aydınlatır. Sen gülersen, papatyalar açar." yorgun ama gönlü yanan bir adam vardı karşımda.

 

Gözlerindeki ızdırabı hissettim. Ela gözlerime hapsettiği karanlıkla yolunu aradı, sonra yine benim kapımda buldu kendini.

 

"Ben ecelini kendim imzalamayacak kadar yanmışım zaten. Senden vazgeçişim bundan ibaret." dedim. Gözlerindeki yasa saygı duydum yanlız musallada yatanın ben olduğumu bilmeden. "Yolumun tek çıkışının sende olduğunu bildiğimdendir senden geçemeyişim. "

 

Bir kandil yandı gözlerinde, bu aydınlıkta ellerimi tuttu rızamı almadı çünkü biliyordu ben karanlıkta bile elini tutup yürümezdim. Gözlerindeki yorgunluk onu ele geçirirken konuşmaya devam etti sanki susarsa ben konuşmayı bırakacaktım. Parmağı bu kez çenemi okşadı halsizce. "Bana geleceksin biliyorum." dedi. Gözleri art arda kapanıp açıldı. Ben bir daha açılmazsa gözleri diye korkarken konuştu. "Ama geç kalma olur mu?"

 

Sesi kısılıp uykuya meylederken fisıldadım. "Uyu. Benim yaralı adamım. Uyandığında güneş senin için doğmuş sanacaksın, lakin gecenin idam edildiğini anlamayacaksın. "

 

Son kez konuştu. "Gecenin idamı, ona verilmiş kutsal bir görevdir. Şayet mahkum olmasaydı gündüze, gülerek geçirir miydi ilmiği boynuna." gözleri kapanıp, kirpikleri serilirken elmacık kemiklerine. Mezarına yerleşen taş gibi keskin kirpiklerin acısıyla sızladı gözlerim. Onun uyuduğunu bilerek fisıldadım dakikalar sonra.

 

"Uyu sevgilim. Uğrunda o ilmiği yüreğine geçirecek bir kadın var yanında. Sol yanında. "

 

Bölüm sonu.

 

Loading...
0%