@berfinatman
|
Ellerim en çok sıcakta güvende. Lakin bu sıcaklığın sebebi kanın kızıl şerbetiyse ben soğukta da yaşarım. Avuçlarımdaki kader çizgisinde dolup taşan kanın kızılı sınırı aşıp tüm avucuma bulaşmış ve bir bütün olmuştu.
Şu an kalbimin ve aklımın çetin geçen davasında yığılıp kalmıştım, kalbim ağır yaralıydı, beynim ise hala ayakta lakin darbe almıştı.
Baran'a koşma fikrini her aldığımda beynim şiddetle sarsılıp, yıkılıyordu. Baranı reddetmeyi dilime sürsem kalbim kan kaybediyordu.
Bu iki çıkmazda yolumu nasıl bulacaktım, Kalbim Baranın adıyla bile sızlıyordu. Beynim beni gerçeğe döndürüp silkeliyordu.
Yazgı.
Bazen bizim için güzel şeyler yazmıyordu.
Şu an avuçlarımda ki kurumuş kana bakarken bunları düşünüyordum. Toprak zemini örten el yapımı kilimin üstüne diz çökmüş başımı Baranın yattığı sedire yaslamıştım. Yanaklarım onun avuçlarındaydı. Kirpikleri inmiş gözlerinin penceresine. Uzun zamandan beri uyuyordu. Göğsü belli ritimle inip kalkmaya devam ediyor ben ise Yanağımda ki yaşlarla bileğindeki yaşam nefesini dinliyordum. Esmer yüzü solgun ve yorgundu. Saçlarım omuzlarımdan geriye serilmiş belime ağırlık yapmıştı. Hacı baba Muhtarlıktan getirdiği ilaçları Barana vermişti. Baran kesintisiz bir uykudaydı. Saatlerdir uyuyordu, saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Sabah saatlerinde buraya geldigimizi göz önüne alırsak öğle vaktinde olabiliriz. Abim aklıma gelince yanağımı avuçlarına biraz daha gömdüm. "Ah abi. Kendine iyi bakarsın umarım. "
Gözlerimi kaldırıp ona baktım. Sadece ona bakınca gözlerim parlıyordu, tabi ona baktığımı bilmediği anlarda. Şu birkaç saattir özgürce yaptığım tek şey onu seyretmek oldu. Esmer yüzünde oyulmuşçasına önüme serilen elmacık kemiklerini turladı irislerim. Sakallı çenesindeki saklı kutuya baktım. Yıllardır açmıyordu sanırsam. Çünkü o gülünce Yanağında bir çukur beliriyordu ve ben o çukura düşüyordum. Umarım o bataklığa benden başkası düşmemiştir. Kaşlarım istem dışı çatıldı. Sadece ben çırpındıkça daha da batayım o bataklığa bir başkası degil..
"Başka Berfin hiç değil!" sinirlenmiştim. Ne hakla. Bilmiyordum ama hissettiğim tek şey sinir ve öfke. Adı Berfin olan herkes girebilecek miydi bu gönüle. "Hani sadece bana yetecek kadar yer vardı"
Kapının ardından ses duyunca başımı hızla kaldırıp, kapıya baktım. Hacı babanın yorgun yüzünü seçince utandım, Baranın yanından ayrılamıyordum ve benim hakkımda neler düşünüyordu bilmiyorum. Elinde iki çay bardağı tutuyordu birini bana uzattı. "AI kızım, bir şey yemedin içmedin harap oldun sende."
"Ne zahmet ettin hacı baba" dedim elindeki çaya uzanırken yüzümü döndüğüm mindere doğru ilerleyip oturdu. Bana verdiği çayı dizlerimin önüne yere bıraktım.
"Sen Sadık Ağanın kızı Berfinsin değil?" ben ve babamı tanımasıyla olduğum yerde titredim.
"Babamı tanıyor musunuz?"
Beyaz sakalının çevrelediğ yüzünde bir tebessüm oluştu. "Sadık'ı tanımayan mı var sanki"
"O zaman Sadık ağanın oğlunun kurban gittigini de biliyorsundur" dişlerimi daldırdığım kıymıklar tek tek battı.
"He ya bilirim. Ferhattı degil?" tecrübeli gözlerinde geçen hüznü yakalayabildim. Belki de o da birilerini kurban etmişti bu memlekete yahut kendisiydi kurban olan.
Derin bir nefes aldım. "Ferhattı. Şirinine yeni kavuşmuştu. İzin vermediler." boğazımdaki tortu birikti gözlerimi terletti.
"Birde yetim bırakmış ardında. Abin ne delikanlıydı, az çok duyardım onu. Allah rahmet eylesin."
"Abimin katline onay verenide tanıyor musunuz?" Katil sözü dilimden tiksintiyle çıkmak istesede acıya sarmalanmış öyle yola koyulmuştu.
Başını salladı yaşlı ihtiyar. "Raşit, böyle bir adam değildi. O çok merhametli biriydi."
"Çok." diyerek sözünü kestim. "O kadar merhametli ki kendi kızına kendi torununa bile kıyacaktı." derin nefesler alıp kendimi dizginlemeye çalıştım ama olmuyordu. "Nolur onu savunacak sözler etmeyin, dayanamıyorum. " yanağıma akan yaşları hızla silerken artık ağlamak istemediğimi fark ettim, gözlerimde ki bu pınarlar kurusun ve bir daha yolunu bulamasın istedim.
Bakışlarım hacı babaya takılınca onun gözlerinin Baranla benim elimde olduğunu gördüm, parmaklarım hala onun nabzını çevrelemiş vaziyetteydi. Elimi Barandan koparıp dizlerimin üstüne yasladım. Babamı tanıyordu ve ona neler söylerdi kestiremiyordum. Gergince ensemi ovdum, gözlerimi kaçırıp dururken ona bir şey söyleyip söylememek arasında kaldım ama bir sonuç elde edemedim.
"Kimseye olanları anlatacak degilim. Babana bile." üstündeki beyaz gömleğin siyah şalvarının verdiği ağırlığı sezmiştim. O her şeyi birilerine söyleyen biri değil aksine içine atıp biriktirenlerdendi. Başında beyaz el yapımı bir takke vardı. Sakalları kürek kemiklerine kadar uzanıyordu.
Rahatlasamda yinede Barana bir şey olacak korkusu beni bu duygudan mahrum bırakıyordu. Gözlerim Barandayken konuştum. "İyi oldu mu?"
Çayını yudumlayıp konuştu. "Olan olmuş ona"
Bu adamda sezdiğim bilgelik beni rahatsız etmişti. Sanki kaburgalarımı yarıp ardında ki yıkımı görecekti ve o harabenin altında sıkışıp kalan kalbimi onaracaktı. işte bu beni ölesiye korkutuyordu. "Olan oldu." dedim dalgınca.
"Olan içinize oldu." dedi. Gözlerim şaşkınlıkla ona dönünce ne diyeceğimi bilemedim. Ellerinde benim kırık kalbim vardı bana uzatıyordu tamir etmem için, ama benim o kırık kalbe bile razı olduğumu bilmiyordu. Yüzümü turladı yaşlı gözleri. "Korkuyorsun?" sesindeki bilgelik beni esir alırken cevap vermeden edemedim.
"Çok."
"Abine olan olacak diye mi?" sesindeki tınıdan Baranı ve beni bildiğini anladım. Ama bu daha da gerilmeme sebep oldu.
"Abimin üstüne toprak atmadım ben daha, nasıl başkasını da sığdırayım." parmaklarımla elbisemin eteklerini sıkıca tuttum, acaba biri bana elini uzatırda ben nefes alabilir miyim diye düşündüm ama olmadı. Kalbimin çukuru bir türlü genişlemiyordu ben o darlıkta o tıkanıklıkta nefes alıp ayakta kalmaya çalışıyordum.
"Onun da üstüne toprak atanı yok be kızım. Garibim avare gibi." minderde bağdaş kurup bitirdiği çay bardağını köşeye iliştirdi.
Gözlerim yanaklarımı ıslatırken canımı avuçlarıma verecek korkusuyla açamadım avuçlarımı. "Olsun, yaşıyor ya"
"Buna yaşamak mı diyorsun?" gözlerini fersiz gözlerimde gezdirdi.
Art arda yutkundum. "Öyle diyorlar, insanlar "
Benim de ruhumda ceset kokusu vardı benden başka kimsenin kokusunu alamadığı. İçimde umudumu, yarına olan inancımı öldürmüştüm.
"Bu çocuk ölüyor." gözlerimi sımsıkı yumdum. Baranın o kadar çok derine saklamıştım ki, bir başkasıyla onu konuşmak çırılçıplak kalmak gibiydi. Sanki ben onu yeterince koruyamamışım gibiydi. "Sen yaşarken ölmeyi bu çocukta görürsün bir tek."
Avuçlarım, pençe darbesi geçirilmiş gibi acıyordu, o pençeler kaburgalarımı aşıp kalbimi de sıyıracak diye korktum. Canımdan can gitmesin diye sıktım avucumu. "Yorganı toprak değil ya" bazı şeylere karşı acımasız olduğumu düşündüm en çok kendime belkide.
"Yorganı sende değilsin ya" gözlerimi gözlerine kitledim Hacı babanın, gözlerinde bana olan sinirini görmüştüm. Beni zorluyor bir şeyler yapmam bir şeyleri kabul etmem için ama benim buna yüreğim yoktu bunu anlaması gerekiyordu. Ben sırf bunun için canıma git dedim. Belki aptallıkla belki korkaklıkla yargılanabilirim ama ömrüm boyunca ölen birinin ardında vicdan azabı çekmek istemiyordum. O yaşıyordu. Bundan daha önemli ne olabilirdi.
"Ben abimi gözyaşıyla anıyorum, bir başkasını daha dahil edemem buna. Bırak yaşasın Hacı baba, ben onu anmasamda olur. Abimin adı geçince ben onu çok özlüyorum ama yanımda bulamıyorum. Ben özlerken sarılamadığım birini daha bu acıma dahil edemem. Anla beni. " başımı önüme eğip buruşturduğum elbisemin yüzeyinde dolaştırdım. Hayallerimde aynı bu şekilde yazıldığı bir kağıtla buruşulup kuytu köşeye atılmıştı. Saçlarım önüme meyilliyken, burnumu çektim. Hacı baba bir şey demedi. Belli belirsiz başını sallarken görmüştüm. Bazen kendi kendine bir şeyler mırıldandığı oluyordu ama anlamamıştım. Dirseğimi Baranın yattığı sedire dayayıp, başımı avuçlarıma yasladım. Baranın dudakları hafif aralıktı ve bu aralıktan derin nefesler alıyordu. Yağmur hafiflemiş olsa da, yağmaya devam ediyor, odada ki soba gürültüyle değil ama dinginlik veren bir ısıyla yanıyordu. Baranın başı benim tarafıma düşünce onu izlemek için en güzel an olduğunu düşündüm.
Onu izledim
Saatlerce izledim.
Yüzünü ezberleyecek kadar.
Dudaklarım neredeyse kıvrılacak kadar baktım.
Lakin gülmedim. Ben gülünce güzel şeyler son buluyordu. Baran güzel olan şeydi benim için. Ona bir şey olmasın diye gülmedim.
Kanımın her damlasında her pıhtısında Baranla ilgili bir heyecanım gizliydi. Kanım kaynıyor ve sanki bileklerimden akıp gidecekmiş gibi kavruluyordu. Ona bir şey olsaydı ben o gün attan düştüğüm için kendime lanet ederdim.
İradesiz olduğum ona karşı koyamadığım her an için azap çekerdim. Onun yaşamasını istiyorsam ondan uzak durmalıydım. Yaşa benim çocuk yanım. Yeterki yaşa.
"Tı kurmanci zane?" bakışlarım sese yöneldi bana sorduğu soruyla baş salladım. *"sen kürtçe biliyor musun?"
"Eri. Zanım" Elindeki kehribar tespihin tanelerini sırayla atlarken cevaplandırdım onu. *"evet. Biliyorum"
"niye konuşmuyorsun?" Türkçe konuşurken bile sesi hırıltılı çıkıyordu.
Elimle yanağımı kaşıdım, aldığı darbelerden dolayı sızlıyordu ve ben yüzümü bile henüz yıkamamıştım. "Annem yanlış kelimeler kullandığımı söylüyor."
Sağ elimi dizime götürüp yokladım hala acıyordu ama kendimle ilgilenmediğim için anlamamıştım. Aynı şekilde saç diplerimde öyle.
Ortamın sessizligini bozan bir gürültü oldu. Telefonumun sesiyle ayaklanıp sedirin üstünden telefonumu aldım. ekranda abimin aradığını görünce derin bir nefes verdim. "Alo Abi?"
Telefonda gürültülü bir rüzgar sesi vardı hışırtılardan abimi duyamıyordum. "Berfin nerdesin?"
Sesini arttırıp duymamı sağlandığında ona ne cevap vereceğimi bilemedim. Geçiştirmeyi seçtim. "Abi iyisin değil mi?"
"Ben iyiyim hele beni bırak sen nerdesin de bana." Yine geçiştirdim.
"Abi doğru söyle sana bir şey yaptı mı adamlar ha?" baş parmağımı dişlerimin arasında sıkıştırdım.
Gürültünün arasında abimin sesini zor duyarken bir yandan iyi olduğu için şükrettim Allaha. "İyiyim bacım iyi. Babam aradı nerde kaldınız dedi. Sen eve gitmedin mi hala."
Sertçe yutkundum. "Yok gitmedim. "
"Nerdesin o halde?" gürültüler bir anda kesildi abimin sesini net bir şekilde duymaya başladım.
"Kızma ama.."
"De bana nerdesin!" bu kez bağırtısı gürültüden değil banaydı.
"Baranın yanındayım" parmağımı dişlerimle bu kez mahvedercesine sıktım.
"Hastaneye gittin sen! Sen o herifle hastaneye gittin! Gören olmadı mı sen hiç düşünmüyor musun bizi! Seni Miroğlunun yanın da görenler laf çıkarmaz mı sanıyorsun Akılsız kız! "
"Hastanede falan degilim ben!" sesimi yükseltmemle dönüp arkama baktım. Hacı baba tespih çekip başını önüne eğmişti Baran ise hala uyuyordu.
"Doğru dürüst söyle şunu nerdesin!" sesi iyice yükselmiş beni olduğum yerde titretmişti.
"Bilmiyorum ki, bekle." hacı babaya döndüm. "Nasıl tarif ederim burayı."
Hacı baba tespihteki son üç taneye bitirip öyle cevaplandırdı beni. "Çavuşun yanındayım de o tanır." kaşlarımı çatmayı engelleyememiştim, Abim nereden tanıyacaktı ki.
"Çavuşun yanındayım Abi." kısa bir sessizlik oldu abimin küfür ettiğini duydum ama bir şey demedi. "Abi? Orda mısın?."
"Bekle beni gelip alacam seni." telefonu suratıma kapattı. Ben anlamak için saçlarımı karıştırırken, köşede küçük pencerede duran kitap gözüme takıldı. Yaklaşıp avuçlarımın arasına hapsettim. Yarısına kadar okunmuş bir kitaptı. kitabın bazı yerlerinde sayfaları küçük bir açıyla kıvrılmıştı. Bu kıvrımlardan birini açtım.
"Sesli oku bakalım." omzumun üstünden hacı babaya bakıp başımı salladım.
"Leyla'nın ölüm haberini alan mecnun:" Ölümü her zikrettiğimde kalbimin sıkışması abimin bana yadigarıydı. "Yolunu şaşırmış mecnun, ordan oraya koşturup giderken biri ona 'Leyla öldü!' deyiverdi. Mecnun bu kara haber üzerine derhal durdu ve ellerini açıp şükretti: 'Hamd olsun Allahıma!...' bu kez adam çok öfkelenip bağırdı: 'A aklı ve hayatı darmadağın olmuş zavallı! Hem onun için yanar, hemde neden böyle söylersin?'. "ben, o ay yüzlüden bir fayda elde edemedim-"
"Bari başkaları da bir şey elde edemesin." Baranın yorgun sesini duymamla gözlerimi sıkıca yumdum. Elimdeki kitabı düşürmemek için kapatıp sıkı tuttum. kalbim kaburgalarıma şiddetli darbeler atarken ciğerlerim bu hengamede sıkışıp daralıyordu. Şu an sırtım ona dönüktü. Ona bakmamı beklediğini tahmin edebiliyordum. Tüm kaslarım gerim gerim gerilmişken dizlerim yine onun karşısında acizdi. Yaralı dudaklarımdan aldığım titrek nefesler beni ele versin istemiyordum. Yanaklarıma bir kızarıklık yayılınca kesik nefesimi düzenlemeye çalıştım ama nafile. Ardı sıra dönüp baktım yüzüne. Kuvvetli bir dalgaya çarpmış gibi yalpaladım. Pür dikkat beni izliyordu, kısık gözlerinin ardında bakabildiği bakmaya gayret ettigi tek şey ben idim. Buz yamaçlarına indirilen her darbe daha da güçlenmesine sebep olmuştu. Tepki vermemeye düzgün durmaya çalıştım. "Nasılsın?"
"Gerçekmiş. hakkaten yanımdasın." dirseklerine güç verip doğrulmaya çalışınca hızla yanına gittim.
"Kalkma" ellerimi omuzlarına yerleştirdim. Saçlarım yüzüne örtülürken yüzümün her milimini inceledi. Sanki ona dokunmam büyük bir olaymış gibi. "Zorlama kendini" diye mırıldandım.
"Sen gerçekten yanımdasm ha? Bana dokunuyorsun?" dediği şeyle ellerimi hızla çektim üstünden. "Tüh ya" diye hayıflansada biraz uzaklaşıp yüzüne baktım. Şu an vüducu sargıyla sarılmıştı, ama avuçlarımın tenine değmesini hiç hesaba katamamıştım. Avuçlarımı elbiseme sürtüp sıcaklığı yok etmeye çalıştım. Gözleri avuçlarımı silme gayretime kayınca kaşlarını çattı.
Bir öksürük sesi yankılandı hayır bu Baran değildi. Hacı baba yerinden doğrulmadan konuştu. "Nasıl oldun evlat"
Baran başını çevirip hacı babayı görünce şaşırdı ve bunu saklamadı. "Çavuş?" eliyle saçını karıştırdı. "Hiç bir şey anlamadım, noluyo?" diye söyledi.
"Sabah yağmur kıyamet derken kapımı biri alacaklı gibi çaldı. Aha şu kız korkmuş bana getirmiş seni."
"Tesadüf" diye mırıldandım.
Baranın gözlerinde parlamalar yansıdı "koktun mu?"
"Aptal mısın! Korktum tabi" sinirlerim zaten harap olmuştu ve hiçbir şey olmamış gibi bana bunu soruyordu. Ben orda nelerle mücadele etmiştim bilmiyordu.
"Tamam. kızma."
"İyi."
Kollarımı göğsümde birleştirip ayakta dikilmeye devam ettim.
"Ağrın vardır?" çavuşun sorusuyla Baran bakışlarını benden çekmek zorunda kaldı. elini pansumanlı bölgeye yaklaştırıp, hafif aralıklarla dokundu kendini yokladı.
"Yok iyiyim. Susadım ama"
"Ben getiririm. "dedim. Gözleri parladı ama bir şey demedi. salonun kapısını açıp çıkarken yağmurlu havanında etkisiyle karanlıkta kaldım, burası hiç ışık almıyordı. toprak zeminde attığım her adımda gözüm alışıyordu karanlığa. Mutfağı bulunca toprak tezgah dikkatimi çekti. Sade bir örtüyle alt bölmesi kapatılmıştı. Demir raftaki bardağı avuçlayıp musluğun altına tuttum. Ama su gelmiyordu. Kaşlarımı çatıp etrafıma baktım. Yerdeki büyük güğümü yoklayınca içinde su olduğunu anladım. Doldurduğum bardağı avuçlayıp tekrar karanlık koridora gittim.
"-Onun kim olduğunu anladın dimi çavuş" Baranın sesini duyunca kapıya uzanan elim ikilemde kaldı.
"Elbet anladım. Hatta sana niye git dedi onu da anladım." Çavuşun sesiyle elimdeki bardak bile titredi. Ona anlattıklarımı Barana anlatır mıydı.
"Konuştun onunla ha?" Baranın sesinde, yaralı olsa da hafif bir ışıltı vardı.
"O diyebildiğini dedi. Ben anlayabildiğimi anladım." söyleyebildiklerim sadece bu kadar mıydı sahi daha içimde neler neler vardı. Çavuşun Barana bir şey anlatmayacağını anlayınca derin bir nefes verdim.
"Ne dediğini söylemeyecek misin?" Baranın sesi kızgınlığa yakın hayal kırıklığına çeyrek kalaydı.
"Senin lafların benden çıkar mı ki, o kızın ki çıksın. Ha Baran?" çavuşun güven veren sözlerinden sonra elimdeki bardaktan bir yudum aldım. Boğazım kurumuştu.
"Ona hak mı verdin?" Baranın sorusuyla radarlarımı açıp pür dikkat Çavuşun cevabını bekledim. Beklediğim cevap gelmezken tekrar Baranın sesini duydum sinirli hatta öfkeliydi. "Sen ne yaşadığımı bilmezmiş gibi ona hak mı verdin!" Çavuş bana hak mı vermişti. Peki ben neden mutlu değildim. Barana git dememin doğru olduğunu bende biliyorum Ama bu bana huzur vermiyordu. "En iyi sen biliyorsun, ben sana her şeyi anlatmadım mı? Çektigim acı yeterli mi gelmedi! Berfin, biz olmamıza izin vermedi. Hep sen ve ben olduk. Hiç biz olamadık. Ne dedi sana, ne dedi de acımı unutup ona hak verdin. "
"Biraz onu dinledim sadece. Yaptıgım tek şey budur." Bariz bir sessizlikten sonra Çavuş tekrar konuştu. "Sen hep kendinden baktın, hiç düşündün mü bu kız abisini nasıl kaybetti diye. Bu kız düşmanlık yüzünden abisinden oldu. Daha abisinin acısını yeni tadarken bir yenisini reddetti, tüm mesele bu. Biraz o kızı anla. Olacakları gördüğü içindir bu asiliği yahut sevdasının gücündendir. Ben dinledim anladım. Hak verdim. "
"Saçmalık!" Baranın tepkisiyle kapıya uzanıp araladım. Bana hak vermeyeceğini biliyordum beni suçlamasını dinlemek istemedim. iki adamın bakışları bana döndü.
"Sular kesilmiş" diye mırıldandım. Sesimi istem dışı kısık tutmuştum, gerginliği tüm bedenimde hissettim. Baranın öfkeli yüzüne bakarken elimdeki bardağı düşereceğim diye korktum. Bardağı özgüvensizce uzattım Barana, avuçlarımdan aldığı gibi kafasına dikip tek içişte bitirdi. Öfkeli bakışları beni bulurken içten içe bende sinirleniyordum. "Ne oldu?"
"Bu hayatta mutlu günüm olmayacak nu benim!" diye bağırmasıyla irkildim. "Ne istiyorsun benden, yaşa diyip niye öldürüyorsun ha!" gözlerimi art arda kırpıştırıp yüzüne baktım, yüzünde gerçekten de mutlu olmayı unuttuğunu fark ettim. O öyle sert bakınca benim ruhum takla atıp parçalanıyordu.
"İyi değilsin sen." dedim.
"Değilim." gözleri gözlerimi yarıp geçerken ben ölü gibi baktım. "Madem göstermeyecektin gün yüzü ne diye kurtardın beni! Bıraksaydın ölseydim!" üstündeki battaniyeyi hırsla atıp doğruldu.
"Kendinde değilsin. Kes şu saçmalığı!" sesim onun kadar olmasada yine de yüksek çıkmıştı.
Ayaklarını sedirden aşağı indirip yüzüme baktı. "Çok mu şey istedim lan! İstedim ki herkes yara sen merhem olasın. Sen alev oldun beni yara yaptın, nerde kaldı merhemin nerde kaldı şifan!" elini yarasının üstüne pansumamna yaslayınca korkuyla bir adım atabildim. "Ben gör dedim, sen görmezden geldin. Görmen için Harlanıp alev mi alayım." gözlerim nemlenip yanarken ellerimin titreşimini hissediyordum. Bana böyle bakınca ben çıktığım merdivenlerden yuvarlanarak düşüyordum. "Tamam. sen ısınacaksan ben alev de olurum. " gözlerimden bir damla zindanımdan kaçarken elimin tersini yasladım dudaklarıma. "Yâr ol artık bana, yara değil."
Dudaklarımdan hıçkırığım kaçmasın diye dudaklarımı kelepçeledim, başımı yere eğip iki elimle kapattım dudaklarıma. Sadece başımı iki yana sallayabildim. Kopan her fırtınada mutlaka bir dal kopacaktı ya sırf Baran kırılmasın diye ben kendimi feda ederdim ama bu kez olmaz bu mesele bu kadar basit değil. "Olmaz" söylediğim tek şey acımı sürdüğüm bir kelimeydi.
Hırslı soluklarını işittim. Göğsü o kadar hızlı inip kalkıyordu ki beni alıp bir köşeye atacak kadar hiddetliydi."Beni karanlığa itiyorsun ya şimdi. Birgün bana ışık olmazsan, o zaman beni tabuta koyacağın gün olacak." kahrolmak nedir onu en derinimde hissederken ben ağlamaktan başka bir şey yapamadım. O yerdeki kilime bakmaya ben ayakta acıma sarılmaya devam ettim. Çavuş ise tespihini çekmeye, bir yandan da başını sallıyordu. Bizi bizden iyi bilen anlayan tek kişi çavuştu.
Dakikalar geçti, belkide daha fazlası ben ağlamaya devam ettim. Bir ara dudaklarından ağlama kelimesini duyar gibi oldum ama onu dinlemedim.
Fersude anılarıma sarılmış olan acılarımı sıyırdım. Ellerim kesildi ama benim çocukluğumun masumluğu vardı bu anımda canım acısın ama bazı değerleri yeter ki yitirmeyeyim.
Pencerenin altındaki mindere oturup köşeye sinmiştim. Ağlamam dinmiş iç çekişlere dönerken önümdeki kitabın sayfalarıyla oynuyordum. "sayfa 79" çavuşun sesiyle uzun zaman sonra o tarafa döndüm. Baran başını duvara yaslamış bir eli pansumanında diğer eli yumruk halini almış, bana bakıyor. Daha çok dalmış gibiydi İsterdim ki sadece bana dalıp gitsin bir başkasına değil. Kaşlarının arasındaki çukura tüm içimi bolaştıp buradan uzaklaşıp gitmek istiyordum.
"Sayfa 79" diye yineleyen çavuşa döndüm. belli belirsiz başımı salladı. Söylediği sayfayı açtım.
"Leyla'ya sordular: 'sen mi kays'ı daha çok sevdin, yoksa o mu seni?' " bakışlarım kısa süreli Baranı buldu onun bana amansız acı ve özlem dolu bakışlarını görünce hızla kaçırdım bakışlarımı "Kara gözlü, kara saçlı, kara benli Leyla iç geçirdi, üzüldü. 'Dostlar, bu nasıl bir soru, bana böyle bir soruyu nasıl sorarsınız ki? Elbette ben onu daha çok sevdim, onun beni sevdiğinden' 'İyi ama Leyla, o senin için deliye döndü, çöllere düştü. Adı Mecnun'a çıktı ve kurtlarla, kuşlarla konuşur oldu' 'İşte bakın, o gitti, bana olan aşkını ona buna anlattı, ben ise aha şuracığımda, kalbimin içinde onun aşkını saklayıp durdum, hiç kimse ile ne paylaştım, ne kimseye dert yandım. Şimdi siz karar verin, o mu beni daha çok sevmiş; ben mi"
Tekrarladı. "O mu beni daha çok sevmiş, ben mi?"
Yineledim. "Elbette ben onu daha çok sevdim, onun beni sevdiğinden"
Öyle bir bakıyordu ki bir an bile ayırmıyordu gözünü üstümden. Şakaklarını hafif açıyla duvara vurup durdu. Katran karası gözlerinde pişen yüreğinin cızırtısı ulaştı ondan gayrı yanamazdım. Acıma sarıldım ki, onun yarasıni hissedebileyim. "Keşke, Leyla Mecnuna anlatsaydı sevdasını." dedi acı dolu bir iniltiyle. Ben başını suvurmasma takılmıştım. Çok sert değildi biliyorum ama yinede ziyan oluyordum.
"Keşke, Mecnun anlasaydı Leylanın susarak anlattığını" dedim.
"Aşk yalnızca bir bakıştır.." Çavuşun sesiyle ona döndüm. Bir dizini kırıp tespihli elini üstüne koymuştu. "Gerisi vesairedir... O ilk bakıştan sonra aşık durmadan bir sevgiliyi seyretme, onu görme arzusu duyar." Baran hala bana bakıyor, başını duvara vuruyordu. Başımın ardında saç diplerimin kıyısında onun acısını hissettim. Belki bu delilikti ama bu hayatta sağlam olan ne vardı ki zaten. Gözlerinin altında yorgunluğunu hastalığını belli eden halkalar mevcuttu. "Çünkü göz ruha açılan büyük bir penceredir. Gönlün sırlarını keşfe çalışır ve en gizli düşünceleri bile açığa vurur. Aşıkın gözü sevgiliden başkası üzerinde eğleşip durmak istemez. Mıknatıs çekim gücünü göz ile sevgili arasındaki ilişkiden almıştır. Dilbilgisinde, sıfatın isme uyduğu gibi, göz de sevgiliye uyar, onu eriyip sonsuzluğa ulaşır." Çavuş sözlerini bitirip gözlerini ikimizin arasında dolaştırdı.
"Güzelmiş" dedim çavuşa hitaben.
"Sen güzel görmemişsin." dedi Baran. Kalbimde kuru güller boyunlarını kaldırdı, köklerine sızan sudan lıkır lıkır içip yapraklarını yinelediler.
Sürekli bunu yapıyordu hazırlıksız söyledikleriyle beni yere seriyordu. Benim yerden kalktığım yok bundan bihaberdi.
"Elindeki kitapta yazıyor ve dahası." dedi Çavuş.
Kitabın kapağında parmaklarımı dolaştırdım. "İskender Pala"
"Ben bitireyim, sanada veririm. Begendiğinin altını çizersin." gözlerindeki imayı görmüştüm. Baranı keşfettiğim satırları damgalamamı istiyordı. "Femkır?" çehresindeki samimiyetle cevapladım. *Anladın mı?
"Eri." dedim. *Evet.
Kapının çalmasıyla yerimde dikleştim. "Abim gelmiştir." Çavuş yerinden ağırca kalktı ve odadan çıkıp gözden kayboldu. Odadaki sessizlik yayılırken, ona bakmamak için verdiğim mücadelenin bir aptallık olduğunu ona bakmca anladım. Onun zaten gözü hep bendeydi. "Gidecek misin?" diye sordu.
"Evet. Gitmem gerekiyor." dizimde ki kitabı yaralarıma sürttüm. Biraz canım yandı ama bu hoşuma gitti.
"Yine gelecek misin." şu an küçük bir oğlan çocuğu gibi bakıyordu.
"Bilmiyorum."
"Dizlerine iyi davran, bana geldiğin vakit ben tüm yaralarını sararım ama şimdi bu görev senin. Kendine iyi bak." ona gideceğimden bu kadar emin olması beni yaralıyordu bunu bilmiyordu.
"Sana gelmicem. Bunu anlaman senin için en iyisi." ellerimdeki hayali kanları sildim elbiseme, çünkü az önce masum çocukluğumu yaraladım.
"Bugün de olmadı" sesi bitkindi, mücadele etmiyordu çünkü mağlup olmaktan korkuyordu. "Neyse ki yarın var, umudumun en sevdiği gün." sertçe yutkundu ya ben içimde taşıp dilime denk gelmeyen sözlere lanet ettim. Gözlerim titredi, beni yaktığının farkında değildi. Benim gözlerimin ardını gördüğünü söylüyordu ama yanılıyor çünkü orası o kadar çok kendisiyle dolu ki kendisini geçmesi imkansızdı.
Salonun kapısı açılınca içeri giren abimi görmemle ayağa firladım. Onu saglam görmek beni çok rahatlatmıştı. Hızla boynuna sarıldım. "Şükürler olsun iyisin" elini sırtıma sarıp, sarılmama karşılık verdi.
"Dedim sana iyiyim diye." Kollarımı boynundan ayırıp yüzüne baktım. Burnu feci bir haldeydi, morarmıştı ve göz altlarına kadar şişkinlik yayılmıştı.
"Sana bir şey yaptılar mı?" sorduğum soruya alacağım cevaptan çok korkuyordum.
"Yetişemedim ki, kaçmıştı kansızlar." omzumun arkasından Barana bakıp sonra bana döndü, elini saçımda gezdirdi. "Dışarda bekle gelecem ben bacım."
Abimin yanından geçerken Çavuşa hitaben konuştum. "Kendinize iyi bakın"
"Allahaısmarladık kızım." salondan çıkıp koridora varınca çok fazla ilerleyemedim bekledim çünkü abimin Baranla konuşacağını biliyordum, duvara sığınıp bekledim.
"Nasılsın?" abimin sesi kendisine olan sinirini de gün yüzüne çıkarıyordu. Beni koruyamadığını bile düşünüyor olabilirdi ki öyle bir şey yoktu onlar üç kişiydi abim ise tek.
"Yaralıyım" dedi Baran kelimesinin altı manâyla doluydu.
"Sana asla minnet eylemezdim, Miroğlu. Beni kurtarsaydın yine etmezdim lakin sen Bacımı kurtardın. Sana borçlandım." canım abim benim için kinini öfkesini bir köşeye itmiş gururunu sineye çekmişti.
"Borcunu nasıl ödeyeceksin ki, Berfinin bir bedeli mi var sanki" Peki Baranın siniri neye kimeydi.
"Katiyen yok. Bu borç Berfinle değil benim bedelim olarak ödenecek sen bana canımı verdin. Dediğim gibi beni kurtaysaydın bu senin ahmaklığın olurdu, ama sen Berfini kurtarma yiğitliğini gösterdin." Abim çok gergindi. Ses tellerinin sürtüşmesinden alev harlanacaktı neredeyse.
"Bu benim yigitliğimi değil senin ahmaklığını gösterir Malik. Bu düşmanlıkta ne senin ne benim suçum var bu düşmanlığı kine bulayan sensin." gözlerim kapanmak için direniyordu artık her şeye kör ve sağır olmak istiyorum nedense.
"Senin o düşmanlık dediğin şeye benim abimin kanı bulandı. Size kolay gelir belki başkasının acısı ama bize gelen hiç o kadar kolay olmuyor. İçimdeki yara beş yıldır açık sen biliyor musun.? Kapanmıyor. öyle ahkam kesmek hoş ama gel birde bu acıyı tat. Hani derler ya düşmanımın başına gelmesin, o kadar ki kavuruyor işte. Onu özlediğinde rahat rahat anamıyorsun bile, hemen akıyor göz yaşların. Yinede derim düşmanıma bile gelmesin diye. Çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor" gözümden akan yaşları abim içinde akıttım, onun içinde üzüldüm. Biz hiç abimden bahsedemiyorduk ben bunu anlamıştım.
"Benim suçum yok" dedi Baran.
Ferhat abiminde bir suçu yoktu.
"Senin suçsuz olman ne fayda, hani kapanıyor mu yaram." Gözlerimden akan pınarları silmeye takatim kalmamıştı. "Yinede sana borçlandım. O yüzden Eyvallah. "
Ellerimi avuçlarıma yaslayıp açık olan dış kapıdan dışarı attım kendimi. Ayakkabılarımı geçirirken bir yandan göz yaşımı siliyorum. Hıçkırığım dilime kadar gelmişti engelledim. Baranın arabasının yanında bizim arabayı görünce şaşırdım Zümrütle gelmemiş miydi abim. Çamurlu yolda arabaya doğru ilerleyip sırtımı arabaya yasladım. Başımı yukarı kaldırıp, öfkesini kusup rahatlayan gökyüzüne göz gezdirdim. Hala kızgındı ki bulutları kararmıştı. Abim yaklaşıp arabaya binince bende bindim. Bu evin içinde açık yarasını göstermişti. Şu an hala kanıyordu ama dokunmuyordu.
"Zümrüt nerde?"
"Mümtaz abiye verdim, ben de saf saf onun yanındasın diye adamı arayıp nerde olduğunuzu soruyorum." arabayı geri geri sürüp yola çıkartırken ne diyeceğimi bilemedim.
"Burnun cok kötü olmuş" yüzümü eşkitmek istemesemde elimde olan bir şey değildi.
"Sorma zonkluyor şerefsizim." eliyle dokunmak istedi ama cesaret edemedi.
"Hastaneye gidelim hadi" öne sürdüğüm öneriyi anında reddetti.
"Tabi, gidelimde Sadık ağanın oğlu dayak yedi diye konuşsun millet" burnunun ağrısıyla konuşmakta zorluk çekiyordu.
"Zaten ortaya çıkacak, Baran şikayetçi olunca ortaya çıkmıcak mı. Baba seni böyle görünce kolundan tuttuğu gibi hastaneye götürür. Bence şimdi gidelim, hem hastanede kızamaz belki" bu söylediğime ben bile inanmazken abimi nasıl inandırmaya çalışıyordum bilmiyorum.
"Güldürme bak burnum ağrıyor. Baba her yerde kızar sen merak etme."
💫
Bedenimde en çok Baranın izini taşıyan organım bence gözlerimdi. En çok ona baktım, en çok onu gördüm. Sanırsam ona vurulmuştum.
Baran adını zikretmemle ardında beliren Ferhat abimin görüntüsü zihnimin bana bir oyunu muydu yoksa vicdanımın emaresimi.
"Berfin, bak benim aslan oğluma hele. Aynı babası." Sait daha yeni doğmuştu, yine bir hastane odasındaydık. yengem aldığı ilaçla uyurken abim oğlunu seviyordu.
"Ya ne demezsin aynı babası"
"Niye kız benzemiyor mu bana?"
"Yoo"
"Hadi oradan sen ne anlarsın" oğlunun ellerini sevdi "oğlum, babaya benziyorsun sen, ben biliyorum. bakma sen halaya, sarışın ya ondan bu aptallık "
"Abi" diye çemkirince gülüşünü gördüm alay ediyordu benimle.
"Oğlum sen büyü, halanın peşine takacam seni. Kimse yaklaşamasın ona." egilip hastane beşiğindeki bebeğini öptü.
"Evde kalacam senin yüzünden." diye omzuna vurdum.
"Kal banane. Kalsın dimi Oğlum. Halanla uğraşmayı ögretirim sana." eliyle saçlarımı karıştırdı. "bak böyle sinir oluyor"
"Ya yapma abi ya of. " elimle saçımı düzeltip astığım suratımla baktım.
"Huysuz seni, seviyorsun beni kabul et" bana doğru yaklaşırken ben geriye kaçtım.
"Hadi ordan ne sevecem seni "
"Seviyorsun seviyorsun."
"Sevmiyorum."
Hastanenin penceresinden bakarken zihnimde yeşeren görüntü beni ağlattı. Alnımı cama yaslayıp mırıldandım "Seni seviyorum abi" iniltim dudaklarımın duvarlarına çarpıp söndü "Seni çok seviyorum abi. hep sevecem."
Hastaneye acilden yaptığımız girişin ardından abimin filmleri çekilmişti ve burnunda kırık olduğu anlaşılmıştı. Şu an ameliyattaydı. Ben ise onun kalacağı odada. Babamla yarım saat önce abimin telefonuyla konuşmuştum. Buraya gelmek üzeredir.
Benim telefonum Baranın yanında kalmıştı.
Tıpkı aklım ve kalbim gibi.
Odanın kapısı açılıp sedyeyle abimin getirildiğini görünce göz yaşımı sildim hemen. personeller abimi yatağa yatırıp, yatağının baş kısmını yükseltip geçmiş olsun dedikten sonra çıkmışlardı. Abim ayıktı ama hala narkozun etkisindeydi. "Abi, iyi misin" burnunda tampon vardı ve gözleri açık kalamıyordu. Kolundaki serum yeni takılmıştı.
"Çok soğuk" demesiyle koridora çıkıp görevliden yorgan istedim. Abimin kıyafetleri bendeydi ama henüz serumu varken giydiremezdim. Yorganı iyice üstüne örttüm. "Isınırsın şimdi." avuç içimi saçlarına daldırırken yatağın köşesine oturdum. Abimin bugün başkalarına karşı gösterdiği yanını hiçbir zaman biz onun dilinden duymamıştık. Her zaman dik ve yıkılmaz durmaya çalışırdı. Onun ardında o deri parçasının arkasına sığınmış olan gerçeğin bu kadar sıcak ve canlı olması beni yıpratmıştı.
"Hı" hala narkoz etkisindeydi ve konuşamıyordu. tanponları ona zorluk çıkarıyor gibiydi.
"Seni seviyorum. "
Saçlarını sevdim burnuna çarpmamaya özen göstererek. Canını yakmak istemezdim. "Ferhat abiye hiç diyemedim bunu, yaşarken söyleyemedim. sana söylüyorum seni seviyorum bunu bil olur mu? Sana kızsam da sevmediğimi söylesem de gerçeği bil ve unutma. Bu anların kıymetini bilelim, çünkü son limanım sen kaldın." öne doğru eğilip alnını öptüm. "Sakın unutma." birkaç mırıltı daha çıkardı ama anlaşılır şeyler değildi. Yüzünün etrafinda tentürdiyot benzeri şeyler sürülüydü ve bir kısmı silinmesine rağmen hala duruyordu. "Keşke Ferhat abime söyleseydim, onu ne kadar sevdiğimi. Şu an ona sarılıp onu üzdüğüm için af dilerdim, ama yok." gözyaşım yorgana damlarken abim bir şey dedi.
"Anlamadım" biraz yaklaşıp dinledim ama yine anlaşılmıyordu. "Yorma kendini, uyu biraz." siyah saçlarını okşayıp uyumasını amaçladım. Hayattayken sevdiğimi söyleyip pişmanlığımı engelledim. Çünkü keşke demek istemiyordum. Keşke sevdiğimi söyleseydim, Ferhat abimin kabrine gitmek istediğimi fark ettim. Canlıyken değil ama toprağı canlı iken ona fisıldardım. içimin bağırdığını.
En büyük mevzum belkide yaşadığımız kısa anın değerini bilememekti. Benim yanımda olduğu anlarda yetinip, ardı sıra terk edilip sonra bir toprakla arkadaş olacağımı bilememiştim. Şimdi toprağa gidip ne desem de bana geri verse sevdiğimi söyleyemediğim abimi.
Abimin serumu değişmiş tansiyonu ölçülmüştü, hemşire 4 saat bir şey yiyip içemeyeceğini söylemişti. Abim susamıştı. Onu reddedip su vermemiştim.
Refakatçı koltuğunda dizimin yarılmış derisine bakarken, kendi gün yüzüne çıkan ağrılarımın yeni farkına varıyordum. Dizlerimin yarılması, avuçlarımın kesilmesi, yüzümdeki ezik ve çiziklerin ağrısı saatler ilerledikçe dahada kendini gösteriyordu. Ellerimde baranın kanı, dudağımda Ömerin tokatının açtığı yara. Hepsi bedenimde bir birinden farklı acıya sebep oluyordu. koridordan yükselen sesler dikkatimi çekti. ilk başta pek önemsemesem de babamın sesini diğer seslerden ayırt edince koltuktan yavaşça kalkıp kapıya yöneldim. Zaman geçtikçe dizimde ki yara beni daha da zorluyordu. Kapıdan dışarı başımı uzatınca babamın danışmadaki hemşirelerle kavga ettiğini gördüm.
"Derhal söyleyin. Oğlumun odası nerdedir!" Babamın sinirini ses tonunun dalgasından bile sezmiştim.
"Beyfendi burası bir hastane, burada bu şekilde bağıramazsınız" mavi önlüklü bir hemşire babama karşı sinirli cevap verince babamın siniri daha harlandı.
"Başlarım hastanenize, söyle bana oğlum nerde!" babamın hemen yanındaki Mümtaz abinin ne yapacağını bilmez bir halde durduğunu görünce olaya müdahil olmam gerektiğini anladım.
"Baba?" sesimi duyan babam ve koridordaki herkesin yüzü bana döndü, ama ben babamla ilgileniyordum. Babam yeri döven sert adımlarıyla bana doğru yaklaşırken korktuğumu hissettim. "Berfin! Ne oluyor ha ne oluyor! Tüm memleket beni arayıp sizi soruyor benim hiçbir şey den haberim yok."
Sesimi babamı yatıştırmak için yapıcı tutmaya çalışıyordum ama babamın siniri dizginlenecek gibi değildi. "Baba sakin ol anlatacam her şeyi sana, nolur bağırma."
Babamın öfkeli gözleri beni tararken beni sürdüğünü fark ettim. "Senin bu halin nedir böyle! De bana ne oluyor ha!" cevap vermeme kalmadan yanımıza bir hemşire yaklaştı.
"Kendinize gelin artık!" sinirli sesi otoritesinin sarsılmasıyla babama karşı sinirli görünüyordu. "Böyle yapmaya devam ederseniz hastane güvenliğini çağırmak zorunda kalacağım. "
Babam burnundan verdigi nefesle ve kızaran yüzüyle hemşireye döndü. "kimi çağırırsan çağır! Dolanma ayağımın altında!" genç hemşire açık kalan ağzını kapatmakla bir şeyler söylemek arasında bocaladı. Durum daha da kötü bir hal almasın diye öne atıldım.
"Baba gel hadi abimin yanına geçelim." elimi koluna kararsızca koyup çekiştirdim. Gözüm hemşireye kayınca mırıldandım. "Olay büyümesin. " babam ellerimi kolundan kurtarıp odaya doğru sinirle giriş yaptı. Mümtaz abi ve ben kısaca birbirimize bakıp babamın ardından odaya girdik. Kapıyı sessizce kapatıp, küçük adımlarla odanın ortasına ilerledim. "Malik. Ne oldu sana ne bu hal?" babam ellerini abimin başına koyup şevkat gösterirken abim baygın gözlerini aralayıp babamı gördü. Hiçbir tepki vermemesini narkoza bağliyordum. Bir şeyler mırıldandı pek anlaşılır şeyler değildi. "Kim yaptı sana bunu ha? Söyle bana" Mümtaz abi babamın az biraz arkasında durmuştu.
"Baba?" abimin kısık sesi sadece bunu algılamamıza sebep olmuştu. Babam yüzündeki sert öfte kusan ifadesiyle bana döndü. O an o kadar korkunçtu ki benim babam olduğundan şüphe ettim. Babam hiç bana böyle bakmazdı, bu kadar korkunç... Hiç bakmazdı. Olduğum yerde titredim. Çünkü korkuyordum bu bakışların hedefi olduğum için. Elimi kolumu nereye koyacağımı bilemedim, yanağımın sıyrılmış tarumar olmuş derisini elimin tersiyle ovuşturdum. Bu canımı daha da yaktı ama şu an maruz kaldığım bakışlar kadar değildi. Bana doğru yaklaşmaya başlayan babama bakamadım, Mümtaz abi her an tetikte bekliyordu çünkü yıllarca yanında çalıştığı ağasınin öfkesini en iyi bilen insandı.
"Kim yaptı?" aramızda biraz mesafe vardı ama ben titriyordum elimle daha da ovdum yanaklarımı. Sızladılar aldırmadım. "Sizi bu hale kim getirdi?" dizlerim titremeye başladı, nefesim ise sıkışmaya. Kendimi sıktım çünkü korkuyordum.
Kahretsin ben babamdan hiç korkmazdım ki.
O bana böyle bağırıp böyle düşmanına bakar gibi bakmadı hiç.
"Baba.." dudaklarım benim isteğim dışında aralanmış babamı zikretmişti.
"Berfin kim yaptı diyorum sana!" sesi arttıkça benim cesaretim soluyordu.
"Baba"
"Kim!" abimin ayak ucunda duran küçük yemek masasına yumruğunu art arda indirdi. "Kim ha kim! Söyle, Söyle, Söyle!" tekerlekli masa duvara çarpana kadar ilerledi, duvarla birleştiğinde gürültülü bir ses çıkardı. Babamın nefes almakta zorlandığını fark ettim. Bu kez de babam için endişelendim.
"Baba sakin ol" titreyen dudaklarımı parmaklarımla kapattım. Gözlerim yanıyordu. Ellerim sızım sızım sızlıyor avuçlarıma bakmaya korkuyordum.
Babam zar zor yatağın ayak ucuna tutunup soluklandı. "Ağam sakin ol. Harap ettin kendini" Mümtaz abinin yardım eli babama yetişemeden reddedildi. Babam elinin tersiyle onu durdurunca nefes nefese konuştu. "Elalem arayıp, geçmiş olsun diyor Mümtaz. Ne için bilmiyorum. Millet diyor ki sen gerekeni yaparsın, ben ne yapacağımı bilmiyorum. Çünkü benim çocuklarım bana söylemediler. Bir baktım oğlum hastanede, kızım mahvolmuş. Ama benim haberim yok!" elini kalbine koyan babama bir adım yaklaşmak için kaldırdığım adımı geri indirdim. Cesaret edemedim. "Benim çocuklarıma noluyor Mümtaz ha noluyor. Ne değişti de benden bir şey saklar hala geldiler, ne zamandır babalarını çiğner oldular."
Sanki ihanet etmişim gibi konuşuyordu ve buna daha fazla dayanamıyordum. "Seni çiğnemedik baba." diyiverdim
"Ne diye kendi başınıza iş yapıyorsunuz o halde!" eliyle göğsünü ovarken yüzünüde buruşturmuştu. "Niye mani olmadın abinin kavgaya tutuşmasına. "
"Kavga falan yok baba. Hiçbir şey bizim yüzümüzden olmadı. "
"Ne oldu o halde söyle. Kim yaptı bunu."
Dilime dolanan yılanın kıvrımını çözüp konuştum. "Kadir ağanın oğulları." babamın Şaşkınlığı siniri bir araya gelip iç içe girdi. Belini doğrultup bakışlarını bana çevirince anlatmaya devam ettim. "Yağmur yağınca, eve doğru geliyorduk. Yolumuzu kestiler, abimi tehdit ettiler. "
Mümtaz abi tetikte bekliyordu, babama bir şey olsun istemiyordu o da benim gibi. "Ne ile tehdit ettiler." Mümtaz abiden geldi bu soru.
"Bir müşteriden bahsettiler, abim daha iyi biliyor ben uzaktan duydum. Müşterisini geri istiyormuş, sen almışsın galiba baba öyle bir şey duydum." babam belli belirsiz başını sallayınca devam ettim. "Abim müşterinin mağdur olduğunu söyledi, fistıklarda hile yapılmış galiba. Geri vermeyi kabul etmedi. Adamlardan biri abimin üstüne gelince birbirlerine girdiler." ellerimi zapt etmeye çalışıyordum ama titremeleri durmuyordu. Başımı öne eğip, dizlerimin durumuna baktım, dizimden aşağı inen kanlar kurumuş leke olmuşlardı. Saç diplerim yaralı gibiydi çünkü çok acıyordu.
"Senin halin ne böyle?" babam sakallarını sıvazladıkça ben daha da tedirgin oldum olanları olduğu gibi anlatamazdım ki.
"Üç kişilerdi, abime yardım ettim. Zümrütü üstlerine sürdüm." sadece bunlar çıkabilmişti dudaklarımdan.
"Malik beni aradığında Suruçtaydım, seni almamı istedi. Geldiğimde bulamadım seni" Mümtaz abi eliyle beni dar ağacına sürdüğünden habersiz sordu bana. "Nerdeydin Berfin?"
Nefesim sıklaştı.
Ellerimle gözlerimi ovdum.
Saçımı kaşıdım.
Ama ağzımı açıp bir şey diyemedim.
"Berfin?" baba ne olur sorma ne olur sorma. Sana yalan söyleyemem ne olur sorma. nefesim sıklaştıkça iki büklüm oldum, dizlerimin titreyişi beni sarsınca sırtımı duvara verip sabit kalmaya çalıştım. Babam benim halimden daha da şüphelendi. Gözlerinde çok farklı senaryolar geçiyordu biliyorum ama ben yaşadıklarımı dile dökemiyordum. Şimdi gözlerimi kapatsam ve bir uçurumdan atlasam eminim bu an kadar ızdırap dolu olmazdı. Babam bana baktı ben yaşadıklarımı süzgeçten geçirdim. Babamın gözlerinde en güzel yere yerleştirdiği kızı şimdi bu söyleyecekleriyle nerelere sürünürdü acaba.
Babam için değerimi yitirmek istemiyordum. Ucu kan lekelerini sahiplenen saçlarım omuzlarımdan aşağı düşerken beni daha da kamburlaştırıyordu. "Berfin neredeydin sen?" gözlerim benim iznim olmadan sımsıkı yumuldu ama ben titriyordum tıpkı nöbet geçiriyor gibi.
"Baba"
"Nerdeydin!"
"Biz o adamlardan nasıl kurtulduk hiç sormadın?" koca bir kar topu yutmuşum gibi boğazım sızlıyordu. Yutkunmadıkça damağım yanıyordu. Babam sessiz kalınca gözlerimi açtım. Babam şaşkındı beni böyle görmek istedigi son şey olsa gerekti. "Bizi Miroğlu kurtardı." elimdeki bombayı babamın avuçlarına hapsedip geri çekilmiştim. Babam yalpaladı. Agzından inler gibi ses firar edip zırhıma çarptı. Ama ben susmadım. "Abime yardım ederken bıçaklandı." sertçe yutkunurken gözlerimin fersizliğini boşluğunu hissediyordum. "Yaralı bir haldeyken, abi Kadir ağanın oğullarının peşine takıldı. Miroğlunu öylece bıraktı. Ama ben yapamadım. Onu öylece ölüme terk edemedim. Sen yardıma ihtiyaç duyana yardım etmem gerektiğini söylerdin hep Baba. Ben senden öğrendiğimi yaptım." Babamın yatak başlığını sıkı sıkı saran ellerine kısaca baktım. Üstüme dökülen toprak parçalarını hissediyordum. Babamın gözünde değerim yerlere dükülüyordu. "Miroğluna yardım elimi uzattım."
O andan sonrası benim için ağır çekimde gerçekleşti.
Babam sarsak adımları ve yüzündeki dehşetle bana yaklaşırken ben yere düşen babamın gözündeki Berfine baktım. Babam acımadı o kıza bir tekme daha atıp yere kapaklanmasını sağladı. O kız bendim. Ama artık babasının kızı değildim.
Babam kızaran yüzüyle bana yaklaşıyordu. Gözlerindeki bakış benim babama ait olamayacak kadar yabancıydı. O yaklaştı ben öldüm.
Benim için kalkan eline korkuyla bakarken, o tokadın yüzüme inmesini bekledim. Gözümde yaş tokattan önce yanağıma inerken ben babamı kaybetmenin sancısını çektim.
Ama hayır o tokat benim yüzüme inmedi.
Mümtaz abi buna engel oldu.
Lakin benim gömüldüğüm mezarın üstüne taşı yerleştirmeye engel olamadı. Ben babamın gözünde değerimi yitirmiştim.
"Ağam yapma!"
Babamın kızıl yılanların sardığı gözünün beyazında kendi yansımama bakmaya çalıştım ama ben kendimi göremedim. Elindeki kırık oyuncağıyla ağlayan bir kız gördüm. Ben orada dizleri yaralı babasının yardımını bekleyen bir kız gördüm. Ama o kıza artık babasının dizini sarmayacağını söylemedim.
Babam yüzümdeki her milimi itinayla dolaşan gözlerini bir an bile benden ayırmazken yaralarımı sıyrıklarımı aldığım her darbeye baktı.
"Sen benim kızım Berfin misin?" ellerini boğazıma dayayan kimdi, ben mi babam mı yoksa çocukluğum muydu. Ben nefes alamayacak kadar neye battım böyle. Neden toprak altındaki bir beden gibiydim, bedenim çürümeye başladı sanki, bu karıncalanmalar ondan ötürüdür. Ağlamak isteyipte sessizlik çığlığımın sahnede olduğu bir andaydım.
Zihnimin ve hayatımın en güzel yerini süsleyen babamın bir başkasına dönüşmesi miydi hayal kırıklığı. Şayet öyleyse ben çok fazla kırılmıştım. "Ne diyorsun baba" titrek kekemeye yakın sesim babama ulaştımı bilemedim.
"Benim kızım beni çiğneyip geçmezdi. Sen kimsin?" aklım şaşkın, çocukluğum yaralı gözüm yaşlıydı.
Ben kimdim? Babasının kızı,
Baranın yarası.
Abisinin ardında kalan.
Şafak benim içime söndü, alacakaranlık semaya yükselip tüm çıkışlarımı kapattı. Baba ne güzel kırdın ama kızını.
"Ben seni çiğnemedim baba" Ben Baranı yıktım geçtim ama seni geçmedim.
"Sen beni yok saydın. Sen beni es geçtin!" diye bağırdı.
"Ben seni çignemedim!" diye bağırdım. Babamın gözlerinde şaşkınlık gördüm lakin öfkesi o kadar çoktu ki o perdenin ardını görmeme izin vermedi. "Ben herkesi ezer geçerim ama seni geçmem! Ben senin kızınım. Ben Berfinim. Yardım elini yolda kalmışa uzat diyen bir babanın kızıyım. Yolda kalan düşmanın bile olsa elini uzat diyen babanın. Ben ne öğrendiysem ben ne biliyorsam baba, senden öğrendiğimdendir. Senin kızınım ben, seni asla geçmedim." elilerimle kara tahtanın yüzeyine en güzel şekilleri çizip güven duyacağım bir eve sığabilirdim, ben babamı çizip ona sığındım. Babam çizdiğim resmi silse kırıp parçalasa ben yinede kırıklardan bile babamı çizerdim. Benim güvediğim sadece oradaydı.
"Baba.." Malik abimin kısık sesi bize ulaşınca bakışlarımız ona yöneldi. Narkoz yüklü bedeniyle, baygın gözleriyle bana baktı.
Bakışında iki kolunu açıp beni sarmalayacağının sözünü verdi. "Berfine kızma. O doğru olanı yaptı."
"Benim çocuklarıma noluyor ha noluyor! Siz delirdiniz mi? Unuttuklarınız mı sizi bu hale getirdi. O adam benin oğlumu öldürenlerin kanını taşıyor." avucundan kayıp gidenlerin yasını tutarcasına omuzları çöktü babamın.
"Adam, Berfini kurtardı baba"
Abimi durdurmaya çalıştım. "Abi yapma.."
"O adam, gelmeseydi asıl o zaman kızını bir daha bulamazdın." babam son gayretle bana baktı ama utancımdan başımı kaldıramadım.
Dizlerime güç verdikçe can çekişiyordum.
Sırtımı yasladığım duvar beni tutamıyordu. "Miroğlu gelmeseydi, o ırz düşmanları Berfini kirleteceklerdi. "
Saat durdu.
Kanım çekildi.
Göz yaşlarım idam edildi.
Bir mum devrilip kendi yağında boğuldu.
Ben yere çökerken devam etti abim.
"Berfine tecavüz edeceklerdi. " |
0% |