
_____Hazen'den(1 Hafta Sonra);_____
Hasan'ın hain olduğunu öğrenmemizin üzerinden bir hafta geçmişti. Benden sonra sorguya abim devam etmiş, bizim için gerekli olan tüm bilgileri öğrendikten sonra Hasan Ankara'ya sevk edilerek nöbetçi mahkemeye çıkarılmış ve tutuklanmıştı. Bu süreç boyunca ne Güner'den ne de makberden haber almamıştık. İlk iki gün karargâh çalkalansada sonrasında durulmuş ve geri kalan günler sakin geçmişti. Ben ise bu bir haftalık süreçte kabuğuma çekilerek samira hakkında derin bir araştırma yapmış ve güvendiğim istihbaratçılarla iletişime geçerek ondan bir iz bulurlarsa bana bildirmelerini istemiştim. Bir haftadır sürekli odamdaydım. Yemek yemek için bile odadan çıkmamış sürekli masa başında iki gram uyku uyumadan iz sürmüştüm. Mola vermeden çalışmama herkes itiraz etsede beni durduramamışlardı.
Bir haftanın sonunda yapılabilecek her şeyi yapmıştım. Elimde samira hakkında önemli bilgiler vardı. Artık tek yapmam gereken sahadan gelen istihbaratlarla özel görev talebinde bulunmaktı. Günler sonra ilk kez odamdan çıkarken günlerdir hissetmediğim bir yorgunluğun bedenimi esir aldığını hissediyordum. Öfkem her şeyin önüne geçmişti. Odamın çaprazındaki tim dinlenme odasına oradanda yatakhane kısmına geçip kendimi yatağa attım. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken içimde büyüyen öfkenin yerini intikam arzusuna bıraktığını hissediyordum. İntikam almak belki içimdeki acıyı dindirmeyecekti yada timi geri getirmeyecekti ama en azından onlara verdiğim sözü tutmuş olacaktım. Kanları yerde kalmayacaktı.
~~~~~~~~~~
Ne zamandır uyuduğumu bilmiyordum ama tepemde durmadan konuşan kişiler yüzünden yavaş yavaş uykum açılıyordu. Kerim'e ait olduğunu ayırt edebildiğim sesle gözlerimi açmak yerine onları dinlemeye karar verdim. "Vallahi biran o odadan hiç çıkmayacak sandım. Mübarek bu nasıl bir bünye be? Yemeden, içmeden, uyumadan bir hafta dayandı resmen. Bir kez daha hayran oldum komutanıma yeminle." diyen Kerim'e "Bende vallahi." diyerek Kemal eşlik etti. Yüzlerini görmüyordum ama göz kırpıştırarak boş boş bana baktıklarına emindim. Onların salak hareketleri karşında Emre göz devirdiğini belli eden bir tonda "Siz bu salaklıkla askeriyeye helede özel kuvvetlere nasıl aldılar hayret ediyorum." dedi. Bu sözler üzerine ortamda bir süre sessizlik olmuştu. Sonra derin ve içli bir nefes sesi geldi. Dertli dertli alınmış bir nefesti. Kime ait olduğunu anlayamazken Mithat abi "Lan Serdal, sen ne halt yemeye kaçıyorsun Hazen'den? Kız bir haftadır hiçbirimiz yanına almazken seninle konuşmak istedi sende mal gibi 'İstemiyorum' dedin. Neyin peşindesin lan?" diye sordu.
Bir süre sessizlik olurken Serdal'ın bana baktığını hissediyordum. Açıkçası bu durumu bende merak ediyordum çünkü bir hafta boyunca herkesi itinayla kovmama rağmen gelmeye devam etmişlerdi ama herkesi kovarken ısrarla çağırdığım Serdal ne benim çağırmalarım sonucu ne de kendi isteğiyle yanıma gelmişti. Derin bir sessizlik sonrası "Ne bileyim abi ya, sanki suçlu benmişim gibi hissediyorum. Biliyorum bir suçum yok hatta belki Hazen komutanım bile beni başka bir konu için çağırıyordu ama yüzleşmek istemedim. Yıllarca kardeşi bildiği adamdı o it, kim olursa olsun yıkılır abi. Onun yıkılmasından kendimi sorumlu hissediyorum." dedi Serdal. Ortama yeniden bir sessizlik çökmesini beklemiştim ama beni şaşırtan bir şey oldu ve Emre "Hazen mi yıkılacak? Bizim deli Hazen, güldürme lan beni. Bu manyak varya intikam almadan yıkılmayı bırak bu bir haftada olduğu gibi yemez, içmez, uyumaz. Deli lan bu! Bu bir haftada odasında oturtup zırladığını, kara kara düşündüğünü filan mı sanıyorsun? İki güne çıkar gelir yanımıza 'Ben intikam almaya gidiyorum.' diye. Ayrıca o itin asıl kardeşlerinin ölümünün sorumlusu olduğunu öğrendiği an bitmiştir ona olan sevgisi, nefret bile kalmamıştır geriye. Salak salak şeyler düşünüp sıkma canını." dedi. Onun bu çıkışı karşında Oğuz "Oha lan gözlerim yaşardı! Emre resmen Hazen'i savundu lan!" diyerek durumu alaya aldı.
Birkaç kıkırtı sesinden sonra Berkay "Sizce ne zaman uyanır?" diye sordu. Herkesin birbirine baktığını hissediyordum. Turgut abi "Vallahi ne zaman uyanır bilmem ama Gökmen, Melih, Serkan ve Hazar gelmeden uyanmasa çok iyi olur." diyince kaşlarımı çatmamak için kendimi zor tuttum. Benim içimdeki merak Cemde de oluşmuş olmalı ki "Neden?" diye sordu. Onun sorusuna karşı Oğuz "Salak mısın Cemile?" repliğiyle karşılık verirken Ayberk "Acaba onları sorarsa ne demeyi düşünüyorsunuz komutanım?" diye sormuştu. Soruya Cem yerine Emre "Potlar kraliçesi yine pot kırar oğlum. Başka ne yapacak." diyerek cevap vermişti. Geçirdiğimiz bir haftadan sonra şunu fark etmiştim ki iki tim birbirne iyice alışmıştı. Hâlâ ufak tefek ön yargıları vardı ama özellikle son olaydan sonra birbirleinden başka kimseye güvenemeyeceklerini anlamış gibiydiler. Bu kadar sessiz kalmanın yeteceğini düşünerek fısıldar gibi "Ne boklar çeviriyorsunuz lan siz?" sorsum. Sorum karşında muhteşem dörtlüden Ayberk "Ananı!" Berkay "Ne oluyor lan?!" Kerim "Karargahı inler, cinler, öcüler böcüler bastı lan!" Kemal ise "Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim!" diye bağırmıştı. Dördününde aynı anda bağırmasıyla kulaklarımız Allah'ına kavuşmuştu.
Konuştuktan sonra gözlerimi açtığım için herkesin tepkisini görebiliyorum. Tabi gözlerimi açarken aynı zamanda ayağada kalkmıştım. Muhteşem, düzeltiyorum salak dörtlünün elleri kalplerindeyken, bende dahil olmak üzere geri kalanlar kulaklarını tutuyordu. "Gerizekalılar." diyen Serdal'a herkes katıldığını belli ederken odaya "Bu gürültü ne lan?" diyerek Serkan daldı. Tabi beni ayakta kaşları çatılı bir şekilde görünce ellerini teslim olurcasına havaya kaldırarak "Açıklayabilirim," dedi. Daha sonra ise onu durdurmaya çalışanları umursamadan "Hepsi senin o deccal kılıklı abinin başının altından çıktı. Dedim ben vallahi de dedim billahi de dedim, yapmayalım dedim, işine karışmayalım dedim ama o ne yaptı?! Hem beni dinlemedi hemde Melih, Hazar ve beni kafalayarak peşinden sürükledi!" diyerek yaptıkları şeyi az çok anlamamı sağladı. Mithat abi ise kendini tutamayarak "Al işte bir salakta bu!" diyerek olayı özetledi. Serkan'ın peşinden odaya giren Hazar'a gözüm kaydığı zaman kaşlarımı iyice çatarak "Durun tahmin edeyim, ben uyurken sahadan bilgi geldi ve siz benden habersiz gelen bilgiyi teyit etmek için alıp, almışkende görev talebinde bulunalım dediniz. Doğru muyum?" diye sordum.
Hazar, sakince gözlerimin en derinine baktı ve "Doğrusun, her konuda mükemmel derecede doğrusun. Sadece tek başına gidip kendini tehlikeye atmanı istemedik ve çözümü böyle bir şey yapmakta bulduk." dedi. Yalan yok içim azıcık hoş olmuştu onun sözlerinden sonra ama bu had bildirmeme engel değildi. "Ben size oraya tek gideceğim diye bir şey dedim mi?" diye sordum sakince. Ve evet herkesin mal mal birbirne baktığı o kısma gelmiştik. Boş boş birbirlerine baktılar bir süre, sonra tedirginlikle "Hayır?" dedi Serkan. Onun cevabı karşında kaşlarımı çatarak başımı aşağı yukarı salladım ve "Peki size bunu düşündüren ne?" diye sordum. Kerim boş bulunarak "Aklımız." diyince gözlerimi devirerek "Ben sizin çalışmayan o aklınızı seveyim." dedim. Bir süre onların şaşkınca birbirlerine bakmalarını izledikten sonra derin bir nefes alarak "Neyse en azından beni ek bir uğraştan kurtardınız." dedim ve odanın kapısına doğru yürümeye başladım. Yatakhaneden çıkıp dinlenme odasına geçtiğim zaman kendimi oradaki koltuklardan birine bıraktım.
Hepsi hâlâ oldukları yerde dururken Oğuz şaşkınca "Nasıl lan? Sen şimdi 'Bu mesele benim meselem, sizi tehlikeye atamam.' filan demeyecek misin?" diye sordu. Aslında derdim, eğer günler önce abimle o helikopterde o konuşmayı yapmasaydık ve ben hâlâ bir şeyleri fark etmemiş olsaydım derdim. Demekle kalmaz benden habersiz benim işime karıştıkları için hepsinin canını okurdum ama artık durum farklıydı. Abim yeniden karanlığıma ışık olmuştu. Oğuza cevap vermek için ağzımı açmıştımki odaya ne zaman geldiğini çözemediğim abim "Demeyecek Oğuzcuğum demeyecek. Siz bilmezsiniz ama biz buna Gökmen etkisi diyoruz." diyerek benim konuşmama fırsat vermemişti. uyuzluk damarım tutmuştu bir kere, hepsine laf sokmazsam içim rahat etmezdi. Bu yüzden "Yalnız yanlış anlaşılma olmasın deccal Gökmen değil, abi Gökmen etkisi." dedim. Abim kaşlarını çatarak "Sen beni kafanda ikiye mi ayırdın?" diye sorunca "Ee malum bir yirmi yıl önceki hayranı olduğum tatlı varlığına kurban bir Gökmen varken, bir de şimdi insanı canından bezdiren, illallah ettiren gerçek deccal görse önünde 'Büyüksün abi' diyerek diz çökeceği deccal kılıklı bir Gökmen var." diyerek cevap verdim.
Serkan anında "Ohh yemin ederim lafı Hazen soktu ama benim içim rahatladı." diyince "Seninde ondan pek bir farkın yok be Brutus." dedim. Serkan somurturken geri kalan herkes sözlerime gülmüştü. Her ne kadar birlikte yaptığımız goy goyları sevsemde ciddi olmanın vakti gelmişti. "Görev işi ne alemde?" diye sordum abime bakarak. Derin bir nefes aldı ve "Gelen istihbaratı Albay'a götürdük. Geçen sefer yaşadıklarımız malum. Bu yüzden bu sefer daha detaylı bir araştırma yaptıktan sonra görev çıkacağız. Şu anlık sadece karargahtan gözlemciler bölgeye intikal edecek, onlardan gelen bilgilere görede biz harekete geçeceğiz, iki tim birlikte gidecek bu göreve." dedi. Makul kararlardı. Bu yüzden tepki vermek yerine "Ee madem geriye sadece beklemek kaldı gelin oturunda iki lafın belini kıralım." dedim. Herkes hafif bir tebessümle etraftaki koltuklara yerleşirken bu huzurun bozulmaması için dua ediyordum.
_____İlahi bakış açısıyla;_____
Güner sakince önünde ilerleyen adama baktı. Birkaç gündür çok garip davranıyordu makber. Tuhaf bir sessizlik vardı üzerinde. Normalde Günerle sık sık konuşur, sürekli gözünün önünde tutardı. Ama bu aralar durumlar pek öyle değildi. Her ne kadar Günerle konuşsa bile ona sürekli iğrenç bir varlıkmış gibi bakan gözleri son günlerde bir tuhaf bakıyordu. Sürekli yana yana olurlardı normalde ama makber günlerdir işim var diyerek ortadan kayboluyor, saatlerce gelmiyordu. Mahir'in başında bir saniye bile ayrılmayan makber neredeyse Mahir'in yanına bile uğramaz olmuştu. Üstelik garip olan tek makber değildi. Mahirde son günlerde eskisi gibi davranmaya başlamıştı. Güner'e hayal kırıklığıyla değil büyük bir sevgi ve hasretle bakmaya başlamıştı.
Şuan ise makber ve Güner kamp yaptıkları mağaranın biraz aşağısına gelmişlerdi. Burada yalnız ikisi vardı. Düzlük bir alandı ve mağaranın etrafındakiler burayı göremiyordu. Derin bir nefes aldı makber ve arkasından gelen adama bakarak "Geç karşıma!" dedi. Güner anlamasada kendisine söyleneni yaptı ve makber'in karşına geçti. Lakin beklemediği bir şey olmuştu. O makber'in karşına geçer geçmez makber silahını çıkarmış ve Güner'e doğrultmuştu. Şok içinde karşındaki adama bakan Güner ne olduğunu kavrayamadan makber konuşmaya başlamıştı. "Demek yıllardır bana oyun oynuyordun öyle mi? Taraf değiştiren bir asker gibi davrandın yıllardır ama herşey bir oyundu öyle mi?" diye soran makbere şok içinde baksada gülerek "Sende aptal olmasaydın da anlasaydın o zaman. Hem sen nasıl bir salaksın ki Türk askerinin vatanına ihanet edeceğini düşüyorsun?" dedi. Kafasına silah dayanmış birinden böyle bir tavır beklemeyen makber şaşırsada dudağının bir tarafı yukarı doğru kıvrılmış ve yarım bir tebessüm oluşturmuştu. Güner bu görüntü karşında kaşlarını çatarken, konuşmak üzere olan makberi mağaranın olduğu yerden gelen silah sesleri bölmüştü.
İkiside hızla başını orya çevirdiği zaman bir grubun mağaranın etrafını sardığını gördüler. Fakat mağaranın etrafını saran grup askerlere ait değildi. Kıyafetlerinden gelenlerin samiranın adamları olduğunun anlayan makber küfür ederek "Geldi yine lanet kadın!" dedi ve Güner'e dönerek "Abinin ölmesini istemiyorsan iş bildiği zamanı." dedi. Tek düşündüğü mağaradaki Mahir olan Güner anında kafasını salladı ve makberden önce mağaraya doğru koşmaya başladı. Güner'in peşinden koşmaya başlayan makber "Bekle lan, salak herif!" diyerek bağırdı. İkisi mağaraya ulaştığı zaman makber'in adamları ile samiranın adamlarının çatışma içersinde olduklarını gördüler. Çatışmadakilere durumu belli etmeden hızlıca mağaraya giren ikili direkt Mahir'in yanına geçtiler.
Bulunduğu odaya nefes nefese giren iki adama çatık kaşlarla bakan Mahir daha çok makber'i hedef alarak "Hayırdır ne bu göt korkusu? Bizimkiler mi geldi?" diyerek alayla sordu. Ama içinden bir ses gelenler Türk askerleri olsa Güner'in bu kadar panik yapmayacağını söylüyordu. O sesin doğru olduğunu ise Güner "Hayır samiranın adamları geldi." diyerek kanıtladı. Makber ise "buradan siktir olup gitmezsek biz belki yaşarız ama seni kesin öldürürler o yüzden sus ve bize ayak uydur!" diyerek Mahir'in ellerini tavana bağlayan zinciri açtı. Ellerinde iki zincir vardı, biri bileklerini bir arada tutuyor diğeri ise ilk zinciri tavana bağlıyordu. Tavana bağlı zincir çözüldüğü zaman Mahir'in koluna girdi makber. Hızla çıkarken Güner'e "Arkayı koru ve beni takip et." diyerek hızla ilerlemeye başladı. Mağaranın ana çıkışına ters yöne doğru giden makbere sakince bakan Güner belli etmesede şaşırmıştı. Farklı bir odaya geldikleri zaman Mahir'in kolundan çıkarak duvardaki taşları çıkarmaya başlayan makber, Güner'in boş durduğunu görünce "Gelsene lan!" diyerek çıkıştı. Güner göz devirerek onun yanına geçti ve hızla taşları çıkarmasına yardım etti.
On dakikalık bir uğraştan sonra herkesin rahatlıkla geçeceği bir boşluk oluştu ve önce makber geçip etrafı kontrol etti. Kimsenin olmadığına emin olunca Mahir'i yanına aldı ve Güner'in geçmesini beklemeden hareket etmeye başladı. Bu harekete göz deviren Güner hızla dışarı çıktı ve onlara yetişti. Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşün ardından bir mağaraya geldiklerinde makber "Burası yaklaşık elli metrelik bir geçit. Buranın bitiminden yüz metre sonra bizi alacaklar." dedi ve Mahir'in ellerindeki zinciri çözdü. Lakin bu harekete ne Güner ne de Mahir anlam verememişti. İkisininde boş boş ona baktığını gören makber "Lan yürüsenize! Dar burası tek tek geçmemiz lazım." dedi. Güner'e hareketleri çok garip geliyordu ve daha fazla dayanamayarak "Lan mal daha yarım saat önce kafama silah dayadın şimdi bizi mi kurtarıyorsun?" diye tepki verdi. Bu tekpiye gülerek karşılık veren makber "Bizi alacakları yere gidelim sen görürsün o zaman kim mal." dedi. Mahir daha fazla oyalanmak istemeyerek mağaraya doğru ilerledi. Onun gitmeye başladığını gören ikili sessizce peşine takıldı. Güner ve Mahir saçma bir şekilde makbere güvenmeyi seçmişlerdi. Yaptıkları doğru mu değil mi onu bu yolun sonu gösterecekti. Mağaranın havasız ortamda sessiz geçen bir yürüyüşten sonra çıkışa ulaşmışlardı. Çıkışa gelince yeniden öne geçen makber "Bu taraftan." diyerek yol göstermeye başladı. Yüz metrenin henüz yarısına gelmişlerdi ki silah sesleri duyulmaya başladı. Mahir ne olduğunu görmek için duracakken makber buna engel oldu ve bir eliyle Mahir'i bir eliyle Güneri tutarak koşmaya başladı.
Böyle bir şey beklediği için tedbir almıştı ama yanlarında yeterli mühimmat yoktu. Bu yüzden geriye sadece koşmak kalmıştı. Birkaç saniye sonra Mahir ve Güner onun çekişinden kurtularak koşmaya başladılar. Hızla ilerlerken yüz metrenin sonuna gelmişlerdi. Normalde düzlük bir alanda olsalar Güner ve Mahir varış noktasında onları neyin beklediğini görürlerdi ama dağlık alanda oldukları için görememişlerdi. İkiside şok içindeydi. Akıllarına her türlü şey gelmişti ama karşılarındaki manzara çok başkaydı. Makber hızla Mahir'i karşılarında duran helikopterin içine iterken bu süreçte en arkada kalan Güner şokla karşındaki manzaraya bakıyor ve bazı taşları kafasında oturtuyordu. Birkaç gün öncesine kadar makber'in ağrısını arama çabaları ve bakışlarında ki iğrentinin asıl sebebini şimdi daha iyi anlıyordu. Şaşkınlıktan içinde oldukları durumu bile unutmuştu. Öyle ki makber "Güner!" diye bağırarak onu hızla arkasına alıp kendisini ona siper edene kadar namlunun ucunda olduğunu bile fark etmemişti.
Onu bu kadar şoka sokan şey karşında duran Türk Kara Kuvvetlerine ait helikopterdi. Yıllardır abisi bildiği Mahir o helikopterin içinde otururken karşında duran adamın bir Türk askeri olduğunu anlamıştı. Onun için kendini feda eden bir Türk askeri vardı karşısında fakat o adam sadece Türk askeri değildi. Makber, Güneri hedef alan kurşunun önüne atladıktan hemen sonra kalkmak için bekleyen atak helikopteri havalanmış ve onları hedef alan teröristleri vurmaya başlamıştı. Güner, kalbine yakın yerden vurulan adama şok içinde bakarken "Kimsin sen?" diye mırıldandı. Onun mırıltısını zor zar duyan makber aynı zorlukla konuşarak "Türk İstihbarat Subayı Kıdemli Yüzbaşı Güney Arsoy," dedi daha sonra ise o konuşurken yanına çöken Güner'in yanağına doğru elini uzatırken "Öz abin Güney Arsoy." diyerek ekledi. Bunu derken gözünden bir yaş akmıştı.
Kalbine yakın olan kurşun yüzünden daha fazla bilincinin açık tutmakta zorlanan Güney "Bir kere sarılayım, yıllardır hasretim bari ölmeden bir kere sarılayım." dedi. Güner hâlâ çok şaşkındı fakat ağır basan korkusu yüzünden hızla abisine sarılırken "Gitme ne olursun yıllar sonra seni bulmuşken sende gitme. Yaşayamam, seni bir kez daha kaybedersem yaşayamam." diyerek ağlıyordu. Dakikalar içinde öyle bir yıkıma uğramıştıki yıllar önce yetimhanede abisinden ayrılmak zorunda kalan o küçük çocuğa dönmüş işe yarayacağını bile yine ağlayarak 'Söz veriyorum bir daha yaramazlık yapmayacağım abimden ayırmayın beni.' diyecekti. Ama bu konuda deneyimliydi. Bu sözleri vermek hiçbir şekilde işe yaramıyordu. Güney bayılmak üzereyken yıllar sonra sarıldığı kardeşinin kokusunu derince içine çekti ve son gücüyle "Kokun hâlâ değişmemiş. Hâlâ benim küçük meleğim gibi kokuyorsun. Geç kaldım canparem özür dilerim." diye mırıldandıktan sonra kendini karanlığa teslim etti. Güner'in ağlaması şiddetlenirken ne zaman yanına geldiğini anlamadığı Mahir onu abisinden ayırarak "Kendine gel Güner, oyalanmadan gidelim şu lanet yerden diyerek onu kaldırdı ve kalkmak için bekleyen helikoptere gitmek için Güney'in koltuk altlarından tutmaya başladı. Komutu alayan Güner hızla çöktüğü yerden doğruldu ve abisinin ayaklarını tutarak Mahirle birlikte helikoptere taşıdı.
Onlar biner binmez havalanan helikopterle Güner önce Hakkârideki hastahaneye haber vermiş daha sonra ise görevin başında olduğunu bildiğini komutanları arayarak durumu anlatmıştı. Onlar hastaneye doğru yol alırken Atıf komutan hem basın açıklaması hemde yazılı açıklama yaparak hain olarak anılan Güneride terörist sanılan Güneyide aklamış ve fedakarlıklarından ötürü tebrik etmişti. Tabii yapılan basın açıklamasında askerlerin adı paylaşılmazken tüm askeri personellere iletilen yazılı açıklamada hem Güner ve Güney'in kimliği hemde görevin üstün körü içeriği yer alıyordu. Açıklama Alaca ve Akkuş Timlerini şoka sokarken iki tim hızla hastaneye gitmiş ve helikopteri beklemeye başlamışlardı. Hastanenin helikopter pistine inen helikopterden ilk olarak Mahir inmiş gelen sedyeye Güney'in yerleştirilmesi için yardım etmişti. Sedyenin peşinden helikopterden inen ve dağılmış halde ki Güneri görenler şaşırsada Mahir "O Güner'in abisiymiş." diyerek kısa bir açıklama yapmıştı.
Herkes Güner ve Mahir'i görmenin sevincini yaşayamadan önce makber'in aslında bir Türk askeri olduğunu öğrenmenin daha sonra ise onun Güner'in öz abisi olduğunu öğrenmenin şokunu yaşarken henüz helikopter pistini terk etmemiş sedyenin başında olan doktorlardan birinden yükselen ses başta Güner olmak üzere herkesin içine derin bir korku salmıştı.
"Hastanın kalbi durdu. Kalp masajına başlıyorum. Acilen ameliyathaneye gidiyor hadi!"
14.Bölüm Sonu
Merhaba arkadaşlar. Nasılsınız? Bölümü nasıl buldunuz?
Makber hakkında aklımda hep bir ters köşe vardı ama onun Güney olması benide biraz şaşırttı(!). Ama ben kitabın başından beri diyorum, karakterlere ne tamamen güvenin ne de onlardan tamamen nefret edin.
Bir şeyi merak ediyorum makber'in davranışlarından yada Güney'in hikayeye girişinden bu durumu tahmin edebilen olmuş muydu?
Kitabın gidişatı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu arada Mahir'in mükemmel bir operasyonla kurtarılmasını bekleyen herkese büyük bir sürpriz oldu ama Mahir'i kurtarmak için olmasada yakında geliyor o operasyon merak etmeyin.
Her neyse. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın👋👋👋
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |