
Uzun bir aradan sonra merhaba arkadaşlar. Öncelikle hepimizin başı sağ olsun. Tüm şehitlerimizin ruhu şad mekanı cennet olsun. Bölümü uzun zamandır bekliyordunuz yoksa yas süreci bitmeden atmazdım ama sizi daha fazla bekletmek istemedim, bölüm sonunda görüşürüz iyi okumalar.
_____Hazen'den(2 Gün Sonra Gece 03.30);_____
Karanlık bir yerdeydim. Neresi olduğunu bir türlü çözemiyordum ama hiç ışık olmamasına rağmen kendimi net bir şekilde gördüğüme emindim. Önce etrafımda bir tur döndüm daha sonra ise iç güdülerime dayanarak yürümeye başladım. Bir süre yürüdükten sonra önümde iki faklı görüntü belirdi. Şimdi bulunduğum yerde bir tek o görüntüler ışık içindeydi. Her iki tarafta da yedi yaşındaki ben vardım, ses yoktu sadece görüntü vardı ama içimden bir ses her iki görüntününde aynı güne ait olduğunu söylüyor ve sağ taraftaki benim Hazen değil Sare olduğunu haykırıyordu. Sare, nefret etmeseydi babamın bana koyacağı isimdi. İlk başta anlamasam da görüntüleri izledikçe ne demek istediğini anlamıştım.
Soldaki bendim, Hazen Lena Han, her sabah kendi kendine uyanan, elini yüzünü kendi yıkayan, kahvaltı sofrasına kendi giden ve o sofrada babasının korkusundan konuşamayan ben. Sağdaki ise hayallerimdi, Sare Han, her sabah babası tarafından öpülerek uyandırılan, babasının incitmekten korkarak ılık suyla elini yüzünü yıkadığı sofraya kadar kucağında taşıdığı ve sorduğu her soruya sabırla cevap verdiği sadece hayallerimde hayat bulmuş olan ben. İkisi içinde sıradan bir sabah rutiniydi, normal bir kahvaltı ve normal bir gün. Sare babasıyla baba-kız günü yaparken Hazen her zaman ki gibi abisiyle oyun oynuyordu.
Hazen'in kıyafetleri tanıdık geldiyordu, bu yüzden gözüm bir takvim yaprağı aradı. Buldu da, her iki görüntüden bağımsız iki görüntünün kesiştiği ama asla birbirine karışmadığı o noktada duruyordu, tam tahmin ettiğim gibi bugün o gündü 28 Temmuz, babamın beni yetimhaneye bırakmak istediği ama gelen bir telefonla vazgeçtiği gün. Evin olduğu tarafa baktığım zaman ise içinde bulunduğum bu anda bile bunun değişmediğini göstermek istercesine babam bana seslendi, yıllar önceki bana. Bu andan sonra olacakları çok iyi biliyordum zaten. Önce içimi büyük bir umut huzmesi kaplayacak sonra ise babam tarafından paramparça edilecekti. Bu yüzden Sare'ye odaklandım. Benim hayatımın en berbat gününün onun için nasıl geçtiğini görmek istedim. Belkide saatlerce onu izledim, hayallerimden bile güzel bir hayatı vardı onun. İzlemek dışında yaptığım diğer şey ise kıskanmaktı. Evet kendimi, aslında hiç var olmamış kendimi, kıskandım.
Ben dalmış bir şekilde Sare'yi izlerken birden bir şeyler ters gitmeye başladı. Sare'ye dünya'nın en değerli varlığıymış gibi davranan babam birden onu bir yetimhanenin önüne getirdi. Sol tarafa baktığım zaman küçük Hazen'de aynı yetimhanenin önünde anlamaz gözlerle babasına bakıyordu. İçimi öyle büyük bir korku kaplamıştı ki dakikalar önce onu kıskanan ben değilmişim gibi küçük Hazen'den vazgeçip Sare'ye koştum. Babamın onunda hayatını karartmasını istemiyordum. Tam yanına gittiğim anda neyin sebep olduğunu anlamadığım bir kuvvet beni geri püskürttü. Kaç kere onlara ulaşmaya çalışırken o kuvvet tarafından geri itildiğimi sayamamıştım.
Geldiğim son nokta ise kendimden utanmama sebep oluyordu çünkü minik Hazen yine gelen bir telefon sayesinde evine dönerken ben Sare'yi kurtaramamıştım. Hazen bu günden öncede babasına pek güvenmez ondan fazla bir şey beklemezdi ama izlediğim anlardan anladığım kadarıyla Sare için bu durum tam tersiydi. Onun şuan yaşadığı hayal kırıklığını çok iyi anlıyordum çünkü aynısını abim beni terk ettiği zaman yaşamıştım. Kollarımın çaresizce iki yanıma düşmesiyle eş zamanlı olarak büyük bir sarsıntı başlamıştı. Sarsıntının etkisiyle yere doğru düşerken aynı zamanda gözlerimde kapanmıştı.
~~~~~~~~~~~
Nefes nefese gözlerimi açtığım zaman odamdaydım. Bir süre kendime gelmek için bekledim, oturmanın bana iyi gelmediğini fark edince ise balkona gitmek için yavaşça yerimden kalktım ve abimi uyandırmamaya dikkat ederek odadan çıktım. Geçtiğimiz iki günde hem Güney taburcu olmuş hem de babam Hakkâri'ye gelmişti. Güney, Güner ve Mahir abim Serhat komutanla kalırken, babam bizimle birlikte kalıyordu. Gelirken her şeyi düzeltmeye geldiğini söylemişti ama şu anlık öyle bir girişimi yoktu. Tek yaptığı büyük bir özlemle anneme, büyük bir pişmanlıkla ise bana bakmaktı.
Elimde nadiren içtiğim sigaranın paketiyle mutfaktaki balkona girdiğim zaman babamında orada oturduğunu gördüm, onunda elinde sigara vardı. Derin bir nefesle boş sandalyelerden birine oturdum ve o yokmuş gibi davranarak paketten bir sigara çıkartıp yaktım. Garip bir durumdu, öz babam iki sandalye ilerimde oturuyordu ama bir yabancı bile olamayacak kadar uzaktı bana. Bir süre sessizlik oldu, ikimizde sadece sigara içtik. Sessizliği ilk babam bozdu. "Hazen, kızım," demişti ki "Ben senin kızın değilim, bunu bana defalarca kez sen söyledin. Yanımızda kimse yokken numara yapmana gerek yok." diyerek sözünü böldüm. Sözlerimden sonra derin bir nefes almakla yetindi sadece.
Bir sessizlik daha çökecek gibi oldu ama izin vermedim. Çektiğim sigara dumanını üfledikten sonra "Az önce bir rüya gördüm," diyerek söze başladım. Ona bir şeyler anlatacak olmamın hevesiyle bana dönen babama 'Eğer berbat bir baba olmasaydın bu isteğine kavuşurdun.' demek istesemde susup sözlerime devam ettim. "Karanlık bir yerdeydim, sadece yan yana duran iki odadan ışık geliyordu. Odaların birinde yedi yaşındaki, yetimhaneye bırakmak istediğin ben diğerinde ise Sare vardı. Aynı gün, aynı saat, aynı baba-kız ama farklı hayatlar. Hazen için her şey bildiğin gibiydi, o günü eminim ki unutmamışsındır. Sare içinse durum farklıydı, çok güzel bir gün geçirdiler. Eminim ki o günden sonra Sare babasına daha çok bağlanmıştır. Ama sonra bir şey oldu," dedim ve istemsiz bir şekilde susup sigaradan bir duman daha çektim.
Babam rüyanın sonunu anlamış gibi "Hazen," desede konuşmasına izin vermeyerek sözlerime devam ettim. "Sen girdin araya, beni götürdüğün yetimhaneye Sare'yide götürdün. Minik beni yine bir telefon kurtardı ama şuanki ben ne yaparsam yapayım Sare'yi kurtaramadım. Onu kıskanmıştım biliyor musun? Babasıyla ne kadar mutlu olduğunu görüp onu deli gibi kıskanmıştım ama sen Levent Han, hangi evrende olursa olsun, rüya, hayal veya gerçek fark etmeksizin tüm güzel anların katilisin. Hem yedi yaşındaki Hazen'in hem de hiç var olamamış Sare'nin tüm güzel duygularının katilisin!" Sözlerim babamın gözlerinin dolmasına sebep olurken onun yıllarca beni umursamaması gibi bu gecede ben onu umursamadım.
Biten sigaramla birlikte odaya dönmek için ayağı kalkarken son bir kez babama döndüm ve "Katili olduğun duyguların altında, yaktığın canların ateşiyle yanarak ezil Levent Han. Bugün ve önümüzdeki günlerde olacak olan sessizliğim senin için değil annem, abim ve kardeşlerim için." Önüme dönmeden sol gözünden bir yaş geldiğini görmüştüm ama yine umursamadım. Odaya geçip yatağıma girdiğim zaman bu geceyle ilgili bilmediğim iki şey vardı, birincisi babamında benimle aynı rüyayı gördüğü için o balkonda oturuyor olduğu ve gece boyunca yaktığı tüm sigaralardan çektiği her dumanın pişmanlık dolu üflediği her dumanınsa acı dolu olduğu, ikincisi ise su içmek için kalkan Hazan'ın baştan sona duymuş olduğuydu.
_____Sabah 10.00;_____
Dün geceden sonra gün gayet sakin ilerliyordu. Güney ve Güner izinde, Mahir abim timlerin birleştirme işleriyle ilgileniyor geri kalan herkes ise ondan haber bekliyordu. Hiçbir hareketlilik olmaması herkesi sıkıyordu. Biz kaosa alışık askerlerdik, hiçbir şey yoksa bile mutlaka bir aksiyon vardı bizim hayatımızda. Bu yüzden günün bu kadar sakin geçmesi bir noktada sıkmaktan öte tedirgin ediyordu. Herkes bu sessizliğin büyük bir felakettin ayak sesleri olduğunu kabul etmiş gibiydi. Birbirimize bakıyor ama konuşmuyorduk. Gergin sessizlik iyice uzarken Emre dayanamayarak "Hepimiz şizofren olduk." dedi. Cem derin bir nefes alarak "Gün sakin geçiyor, dinleniyoruz diye göbek atmamız gerekirken biz resmen oturmuş kara haber bekliyoruz." dedi. Oğuz ise "Bu salaklar sanırım ilk defa doğur bir şey söylüyor. Resmen kötüyü çağırıyoruz." diyerek onları destekledi.
Melih abi "Rahat batıyorsa demek ki." diyerek bir çıkarımda bulununca Ayberk "Ay yeter valla, bu ne ya?" diyerek isyan etti. Serkan ona garip garip bakarak "Ay? Ya? Ulan şu güne kadar Hazan'dan bile duymadım lan bunları. Nasıl asker oldun sen bu narinlikle?" diye sordu. Berkay tam Serkan'a laf sokmak için ağzını açmıştı ki Serdal hülyalı bir sesle iç çekerek "Hazan mı?" dedi. Herkes onun bu cesaretine şaşıp kalırken elimin altında duran boş karton bardağı Serdal'ın kafasına fırlattım ve "Kafanı şu karargahın duvarlarına sürterek kıvılcım çıkartır, o kıvılcımlarla da bahçeye Hazan yazarsam görürsün Hazan'ı sormayı salak herif." diyerek uyardım. Turgut abi "Hayret çok nazik uyardı bu sefer." diyrek ufak bir şaşkınlıkla bilgilendirme yapınca Kerim düşünceli bir sesle "Bugün timin overthink saati gelmiş abi ondandır." dedi.
Mithat abi "Ne tik saati lan?" diye sorunca Kemal "Genç dili ve edebiyatı abi siz anlamazsınız bunu." dedi. Kemal'in dediğine otuz yaş üstü herkes kaş çatmıştı. Hazar "Pezevenge bak üç-beş yıl geç doğmuş diye yaşlı etti bizi." dedikten sonra ufak bir hesap yapan abim "Üç-beş değil salak sekiz yaş var sizin aranızda." dedi. "Lafın gelişi dedi devrem sende hemen salak etti müstakbel eniştemizi." diyen Melih abi, abim tarafından kafası hedef alınarak atılan şişeden sağlam refleksleri sayesinde kurtulmuştu. Abim şişe atarken Serkan "Hayırdır Melih, Hazar'ı nikahına mı alacaksın?" diye sormuştu. Melih abi anında "Hazen'in yerinde olsam bir saniye bile düşünmezdim vallahi." diyince ne zaman geldiğini anlamadığımız Mahir abim "O zaman iyi ki Hazen'in yerinde değilsin Melih." demişti.
Mahir abimin sözleri hepimizi güldürürken, o yanımıza oturana kadar başka kimse konuşmamıştı. Hazar konusunda yorum yapmak için işlerin ciddiye binmesini beklediğini farkındaydım. Hem bana hem Hazar'a zaman veriyordu. Biz birlikte bir yola çıkmaya karar verirsek ikimizinde karşısına alıp konuşacak, gerekmedikçe ilişkimize karışmayacak, abimin ve Serkan'ın aşırıya kaçtığı noktada da onları frenleyecekti. Her zaman çevresindeki tüm ilişkileri dengeleyen biri olmuştu, şuan bile belkide farkında olmayarak sadece varlığıyla bunu yapıyordu. Oturup derin bir nefes aldıktan sonra "Timler artık resmi olarak birleşti. Güney, Güner ve benimde adım time eklendi. Standart uyum ve eğitim sürecinden sonra görevler gelir ama zaten iki tim bir süredir bir arada olduğu için bu prosedür fazla uzun olmaz hatta belki hiç olmaz. Şu anlık sadece biz biliyoruz ama Güner ve Güney döndükten sonra karargaha ufak bir duyuru yapılacak." diyerek biz soru sormadan durumu özetledi.
Herkes birbirine bakmaya başlamıştı. Birbirimizi tanıyor olsakta bu durum biraz garipti hepimiz için. İki timin arasında büyük olaylar yaşanmamış olsada ufak tefek sorunlar vardı. Mahir abim bir süre bekledikten sonra sessizliği bizim bozmayacağımızı anlayınca "Eski hangar deposu yenilenecek ve time tahsis edilecek. Yukarıdaki dinlenme odaları gibi yatakhaneside içinde olacak. Şimdiden oranın düzenlemesi yapılıyor, bugüne kadar aranızda ne geçti bilmiyorum ama o depoya adım attığınız andan itibaren her şeyi en ince ayrıntısına kadar bir kez konuşacağız ve ondan sonra geçmişi geride bırakacağız. Önümüzde uzun ve yorucu bir yol var, tek odağımız o yol olmalı." dedi. Hep bir ağızdan "Emredersiniz komutanım!" diyerek ona karşılık verdik. Mahir abimin yüzünde aldığı tepkiden ötürü memnun bir gülümseme oluşmuştu. Oturduğumuz çardakta bir süre daha havadan sudan konuşmuştuk. Daha sonra Mahir abim albay'ın onu çağırmasıyla yanımızdan ayrılmıştı.
Biz hâlâ aynı yerde boş boş otururken bir süredir ortalıkta görünmeyen Filiz Yüzbaşı çıkageldi. Masadakilere ufak bir baş selamı verdikten sonra bana döndü ve "Bir çaya ne dersin?" diye sordu. Sesi yorgundu ama bu yorgunluğun fiziki olmadığı çok belliydi. "Tabi ki evet derim komutanım." dedikten sonra bizimkilere döndüm ve "Müsadenizle beyler." diyerek masadan kalktım. Bu arada abimin gözlerini Filiz komutandan alamadığını fark etmiştim. Halini gördüğünden beri çatık kaşlarla ona bakıyordu ama Filiz Komutan o bakışları fark edebilecek halde değildi. Bahçenin en ücra köşesine kadar sessizce yürüdük, çok dalgın görünüyordu. En dipteki banka oturduğumuzda yakınlardan geçen bir ere seslenerek iki çay getirmesini istedi.
Bir süre sustuktan sonra "Benim bir kızım var." dedi. Şaşılıkla "Evli olduğunuzu bilmiyordum." derken buldum kendimi. Derin bir nefes alan Yüzbaşı "Değilim zaten. Öz kızım değil, evlatlık aldım. Şehit düşmüş asker bir çiftin kızı. Çok akıllı çok tatlı bir çocuk ama son zamanlarda çok asi. Bir derdi var ve en ufak en gereksiz şeyleri bile bana anlatan kızım derdini anlatmıyor. Bir süredir bu sorunu çözmek için izindeydim ama hiçbir şey yapamadım. Okuluna gidip öğretmenleriyle bile konuştum ama hiçbir sonuca varamadım." diyerek açtı içini. Bir süre düşündükten sonra "Evlatlık olduğunu o ve çevresi biliyor mu?" diye sorarak aklıma gelen ihtimali kısmen dile getirdim. "Benim ondan başka kimsem yok, kendisi her şeyi biliyor ama sorun çıkmaması için arkadaşlarına söylememesi gerektiğini söyledim. İlk başta mırın kırın etsede yaşıtlarının bazen ne kadar acımasız olabildiğini görünce kabul etti. Bir söz verdiyse mutlaka tutar." diyen Yüzbaşıyla farklı ihtimalleri değerlendirmeye başladım.
Biz sessizce otururken çaylar gelmişti. Getiren ere ufak bir teşekkür ettikten sonra aklıma dank eden şeyle Filiz komutana döndüm. "Babası peki?" diye sorunca ilk başta anlamayan kadına "Bir kız çocuğunu ne kadar iyi bir anneye sahip olursa olsun baba sevgiside ister komutanım. Eşiniz veya sevgiliniz yoksa bile ona babalık yapabilecek biri olmalı etrafında." diyerek konuyu açtım. Bir süre düşünen Filiz komutan "İlk olarak görev dışında bana abla de. İkinci olaraksa sanırım haklısın, o kadar kötü şeyi düşündüm ki bu basit ihtimal aklıma bile gelmedi. Ne olursa olsun tek başıma yeterim sanmıştım." diyerek düşüncelerini dile getirdi. Derin bir nefes aldıktan sonra "Konu yetip yetmemek değil abla. Ne kadar iyi bir anne olursan ol, istersen dünyanın en iyisi ol her kız çocuğu bir babaya ihtiyaç duyar." dedim.
Bir süre geçmişi düşündükten sonra "Benim babam varken yoktu, onun dikkatini çekmek için yapmadığım şeyde yoktu. Bazen kendimi aç bırakırdım günlerce, bazen bilerek kendimi yaralar, bazen kavgalara karışırdım. Bunlar işe yaramayıncada tam tersini yapardım. Okulda ilk okumayı öğrenen öğrenci bendim, yazım güzel olsun diye parmaklarımı kanatana kadar tekrar yapardım ama hiçbiri babamın umrunda olmazdı. En acı şeyse babam bir bana yoktu. Abimede kardeşlerimede çok iyi bir babayken sebepsizce benden nefret ederdi. Tüm bunlara rağmen hep babamdan bir gram sevgi bekledim ben. Hem o günlerde bekledim hemde büyüdükten sonra çocuk kalan yanımla bekledim. Babamın aksine annem hepimize eşitti hatta belki bana daha fazla sevgi gösterirdi ama ben onunla yetinmek yerine hep babamdan bir gram olsun sevgi görmeyi beklerdim." diyerek hem Filiz ablanın omuzlarında ki yetememezlik yükünü almak hemde düşüncemi desteklemek istemiştim.
Filiz abla bana sıkıca sarılana kadar ağladığımı fark etmemiştim. Bir süre onun omuzunda ağladıktan sonra kendime gelmek için biraz bekledim ve "Yarın gelirken onuda getirde tanışalım abla." demiştim. Filiz abla beni başıyla onayladıktan sonra bir süre başka konular hakkında konuşmuş sonrada işlerimizin başına dönmüştük. Günün geri kalanıda olaysız geçmiş, measi bitimiyle herkes evine dağılmıştı.
17.Bölüm Sonu
Merhaba arkadaşlar. Görüşmeyeli nasılsınız? Umarım hepiniz bıraktığımdan çok çok daha iyisinizdir. Sınavlar nasıl geçti?
Bölüm hakkında söylemek istediğim birkaç şey var. Öncelikle bu kadar geç kalmasını bende beklemiyordum ama bölümü yazmaya başladıktan sonra gözümden bir problem yaşadım ve o düzelene kadar ekrana bakamadım bu yüzden de bölüm gecikti. İkinci olarak bu bölüm diğerlerine göre kısa ve olaysızdı çünkü bu bölüm geçiş bölümü gibi bir şey. Asıl olaylar ve aksiyon bu bölümden sonra başlıyor diyebilirim. Bu arada kitabı arka planda düzenlemeye aldım tüm bölümlerin düzenlemesi bitince hepsini aynı anda yayınlayacağım. Tamamladığı zaman haber veririm isteyenler düzenlenmiş haliyle baştan okur.
Neyse yeni bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın 👋👋👋
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |