@beril_ilhan24
|
6 ay önce(24/04/2024); "Üsteğmen Hazen Lena Han esir alınmış komutanım." diyen asker ile Albay şok içinde harekat odasına girdi. En iyi askerlerindendi Hazen, canını verir yine de esir düşmezdi. Odaya girer girmez görevli subaya "Ne zaman olmuş bu? Emin misiniz?" diye sormuştu. Görevli subay "Eminiz komutanım tim bildirdi, 2 saat önce esir alınmış. Timi kurtarmak için dikkat dağıtmaya çalışırken yakalanmış." diyerek Albayın sorularını yanıtladı.Bu tim Hazen'e hiç iyi gelmemişti. Sürekli başına bela açıyor görevlerde, sıkıntı çıkarıyorlardı. Üstlere kalsa bu tim çoktan dağılmıştı ama Hazen onları bir arada tutmak istiyor, zamanla düzeleceklerine inanıyordu. Fakat bu durum biraz daha böyle giderse Hazen yok sayılarak tim dağıtılacaktı. İki yıl önce sıkıntılı askerler timlerinden alınarak bu timde bir araya getirilmişti. Bu sırada timini yeni kaybeden ve Üsteğmenliğinin ilk yılında olan Hazen, bir süreliğine görevlerden uzak kalmak istediğini ve karargah işleriyle uğraşmak istediğini belirtince tim ona verilmişti. Tim ona verilirken Hazen'den istenen iki şey vardı, birincisi timi en kısa sürede görevlere çıkabilecek hâle getirmek, ikincisi ise kendini biran önce toplamasıydı. Zorda olsa ondan istenenleri kısa süre içinde yerine getirmişti Hazen. Tim kısa sürede aile gibi olmuş, eğitimlerde yüksek başarı sağlayarak görevlere çıkabilecek duruma gelmişti. Fakat ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın kimse timin asiliğine bir çözüm bulamamıştı. Hazen'de onları bu şekilde kabul etmiş elinden geldiğince bastırmaya çalışmıştı. Tim ne kadar eskisi gibi asi olmasa da bazen en önemli anlarda sorun çıkartıyorlardı. Hazen dışında hepsi defalarca kez uyarı ve ceza almıştı. Meslekleri tehlikeye girmişdi ama onlar yine de akıllanmamışlardı. "Çabuk bölgeye en yakın karargahla iletişime geçin. En iyi timi Hazen'i bulmaya gidecek. Akkuş timi içinde buluşma noktası belirleyin ve biran önce buraya gelmelerini sağlayın. Eğer bu kezde emre itaatsizlik eden olursa soruşturma açarım. O tim biran önce buraya gelecek. Anlaşıldı mı?" diye öfkeyle emir veren Albayın ardından odadaki tüm askerler aynı anda "Emredersiniz komutanım." diye bağırmış ve hızlıca verilen emirleri uygulamaya başlamışlardı. Kısa bir süre sonra bölgeye en yakın karargahla iletişime geçen asker durumu bildirmişti fakat telsiz telefonu hâlâ kapatmamıştı. Bu süre zarfında odada olan Albay askerin "Ama komutanım Serhat Albayın emri böyle." demesinden hangi tim ile iletişime geçildiğini anlamıştı. Albay duyduğu sözlerden sonra yavaşça askerin yanına yaklaşıp telsiz telefonu istemişti. Telefonu aldıktan sonra sert sesiyle "Biz sana verilen emirin sorgulanmaması ve en kısa sürede yerine getirilmesi gerektiğini öğretemedik mi ha Yüzbaşı?" demişti. Hattın diğer ucundaki Yüzbaşı Gökmen Han gerginliğini belli etmemeye çalışarak "Emir sorgulamıyorum komutanım. Benim için bir anlamı olmasada bahsi geçen asker kız kardeşim. Benim ve timimin bu göreve gitmesinin uygun olmadığını hepimiz biliyoruz. En iyi timin gitmesini istediniz ama Sancak Yüzbaşı bahsi geçen bölgede istihbarat görevinde isterseniz durumu ona bildiririm. İsteğiniz en iyi olanın gitmesiyse bilirsiniz ki Sancak'ta boş adam değil. Hem de bölgeye herkesten daha yakın." demişti. Sevmezdi Gökmen kız kardeşini. Yani artık sevmezdi. Küçükken Hazen'e babasının yapmadığı babalığı yapan Gökmen anne ve babaları boşandıktan sonra Hazen'den nefret etmeye başlamıştı. Boşanma davasından sonra velayeti annesinde olmasına rağmen kendi isteğiyle babasıyla gitmişti. Yıllardır kısa da olsa annesi ve ikiz kardeşleriyle konuşmuş, onları ziyarete gitmişti ama Hazen'le neredeyse hiç konuşmamıştı. Sadece önemli anlarda meslekleri gereği konuşmuş ve Gökmen'in ziyaretlerinde tesadüfen karşılaşmışlardı. Gökmen, Hazen'in onu bulmak için asker olduğunu biliyordu. Annesi "Benden ve çocuklardan Kara Harp Okuluna girdiğini öğrendikten sonra Hazen'de okula girdi. Seni bulmak ve konuşarak aranızdaki buzları eritmek istiyordu ama sonra ne olduysa birdenbire vazgeçti." demişti. Annesinin Hazen'in mezun olur olmaz onu bulduğundan haberi yoktu. Annesi Hazen'in sebepsiz yere anlık öfkeyle Gökmen'i bulmaktan vazgeçtiğini sanıyordu fakat Hazen, Gökmen'i bulduktan sonra karşılaştığı sebepsiz nefret sonrası aradaki buzları eritmekten vazgeçmiş ve öfkesiyle işine asılmıştı. Bu öfkeyle Hazen kendini kısa sürede en iyi askerlerden olacak kadar geliştirmişti. Gökmen, kardeşinden nefret etse de Hazen'in kendisini bulmak için asker olduğunu öğrendikten sonra gizlice onu korumuştu. Hatta Gökmen'in timi olan Alaca timi dışında kimse bilmezdi ama Hazen'i eski timini şehit verdiği patlama alanında bulup hastaneye yetiştiren de oydu. Gökmen, Patlama bölgesine destek için gittiklerinde kardeşinin ölüsünü bulacağına emindi fakat Hazen o cehennem çukurunda bir şekilde dayanmıştı. Hazen'i bulduktan sonra Gökmen timini orada bırakıp Hazen'i hastahaneye yetiştirmiş, ilk müdahaleden sonra hayati tehlikesi olmadığını öğrenince hastahane çevresindeki askerlere durumunu bildirerek timinin yanına dönmüştü. Patlamadan iki ay sonra tüm askerlerce 'Belalı askerler' olarak anılan Akkuş timini kendi isteğiyle aldığını öğrendikten sonra ise öfkeden deliye dönmüştü. Şuan esir düşünmesinin sebebinin o tim olduğuna emindi. Sinirliydi ve yaptığı aptallığın bedelini ödemesi gerektiğini düşüyordu. Birkaç kere onu beladan kurtarmıştı ama bu onun artık kendi başının çaresine bakması gerektiğini değiştirmiyordu. Onun arkasında artık bir abisi yoktu, bir aptallık yaptıysa bunu kendi telafi etmesi ve biran önce o timden kurtulması gerekti. Albayın "Öyle olsun Gökmen Yüzbaşı. Hazar Sancak'a haber ver biran önce bana ulaşsın. Ayrıca sana göre Hazen'in en büyük aptallığı Akkuş timinin komutanı olması, bana göre ise senin en büyük aptallığın kardeşini sevmediğini çok iyi bildiğin birinin sözüne inanıp kardeşinden nefret etmen." diyen sert sesiyle kendine gelmiş daldığı derin düşünceleri geriye itmişti. "Komutanım," diyecek oldu ama telsiz telefonun kapanma sesiyle derin bir nefes verdi. Yanında tüm konuşmaya şahit olan tim komutan yardımcısı Yüzbaşı Melih Gök vardı. Ona döndü "Duydun Sancak'a haber ver." dedi. "Emredersiniz komutanım," diyen Melihle arkasını dönüp gidiyordu ki "Komutanım konuşmamız lazım. İki kardeş olarak." diyen Melih'in sesiyle adımlarını durdurdu ve omuzunun üstünden ona bıkkınca bakarak "Odamda bekliyorum Melih." dedi ve önüne dönerek odasına doğru yürümeye başladı. Hazen konusu Gökmen için büyük bir sorundu. Hazen'e karşı olan sözlerinde, bakışlarında ve davranışlarında derin ve sonsuz bir nefret vardı ve bunu asla gizlemiyordu. Ama içinde en derinlerde olan hisleri ondan başka kimse bilmiyor, kendisi ise ısrarla o hisleri kendinden bile saklamaya çalışıyordu. Tıpkı şuanda yaptığı gibi. Yaklaşık beş dakika sonra Yüzbaşı Hazar Sancak'a gerekli bilgileri ileten Melih, elinde iki çayla Gökmen'in odasındaydı. Çayları masanın üzerine bırakarak masanın önündeki koltuklara kuruldu. Kısa bir süre odada sensizlik olurken, daha fazla dayanamayan Melih "Niye gitmedik be abi?" diye sordu. Gökmen derin bir nefes alarak "Timi yüzünden esir düştüğüne eminim. Bu belaya kendi bulaştı kendi temizlesin." dedi. Şok içinde karşısındaki adama bakakaldı Melih. Timde, Hazen konusunda en bilgili olan kişi oydu, zaman zaman Gökmen'in nefretinin kendisini koruma içgüdüsü olduğunu hissederdi. İlk defa bu düşüncesinde haksız olduğunu hissetti çünkü Gökmen'in sesinden umursamazlık akıyordu resmen. "Abi bu tim meselesi değil, doğru-yanlış, hata-ceza meseleside değil. Kız teröristlerin elinde, adı sanı senden, benden daha çok biliniyor. Çok kuyruklarına bastı o itlerin. Konuşturmaya çalışmazlar, kafasına sıkıp öldürmezler, bunu biliyorsun, Ne kadar ileri gidebileceklerini çok iyi biliyorsun. Allah korusun cenazesini bile bulamayabilir. Hadi bulduk diyelim paramparça halde bulma ihtimaliniz daha yüksek. Saçmalama da Serhat albayı arayıp bizimde gitmek isteğimizi söyleyelim." demişti şok içindeki Melih. Gökmen ise yine umursamaz bir sesle "Hazar gitti ya bulmaya. Aylardır orda bulması en fazla bir gün sürer. Fazla bir şey yapamazlar bir günde. Dayanıklı bir asker zaten." demişti fakat içi içini yiyordu. Artık öfkeli olan Melih elini masaya vurarak "Ne dayanıklısı lan? Kardeşin o it sürüsünün elinde farkında mısın sen? Diyelim ki Hazar yetişti, tek parça buldu nasıl tek başına çıkartacak kamptan? Çıyan yuvası lan orası, hepsi birbiri ile bağlantılı neredeyse yirmi kamp var lan orda. Hadi diyelim Hazar bir şekilde kamptan da çıkardı muhtemelen ağır yaralı olacak kız. Her taraflarında örgüte ait bir kamp varken, en ufak bir hatada üstlerine bir ordu saldıracakken nasıl hem ağır yaralı birini taşıyacak hemde çevre güvenliğini alacak bu adam? Ağır yaralı birini nasıl bilmem kaç kilometre uzaktaki buluşma noktasına götürecek tek başına? Aklını mı yitirdin lan?" demişti. Melih'in haklı olduğunu farkındaydı Gökmen hatta daha kötü ihtimalleri bile düşünüyordu ama bunu kimseye yansıtmama konusunda çok kararlıydı. Fırtınalar kopuyordu içinde hatta uzun zaman sonra ilk defa deli gibi ağlamak istiyordu ama o bunları dile getirmek yerine "Komutanın olduğumu unutma Yüzbaşı Gök." diye Melih'i uyarmıştı. Bu uyarı karşında "Aramızda sadece kıdem farkı var Yüzbaşı Han." demişti Melih, daha sonra ise "Ne dersem diyeyim boşuna Albay haklı senin en büyük aptallığın bu kıza karşı olan hareketlerin. Ve umarım bir gün köpek gibi pişman olursun." diyerek odadan çıkmıştı. Onlar tartışırken aldığı bilgiler üzerine Albayı arayan Hazar ise Hazen'in son görüldüğü yerin koordinatları almıştı. Telefonu kapatmak üzereyken "Hazar," diyen Albayın yorgun sesiyle durmuştu. "Komutanım?" demiş ve gelecek olan emri beklemişti fakat bu sesin emir tonu olmadığını çok iyi biliyordu. "Kızım sana emanet oğlum, onu almadan gelme. Allah yardımcınız olsun." diyen Albayın yorgun sesi az öncekinden bile daha bitkin ve endişeliydi. Bu onun için alışılmış bir şey değildi, Serhat Albayla uzun süredir tanışıyordu ve onun en çok her şeye rağmen dimdik duran bedenine ve her daim sert olan sesine hayrandı. Şimdi duyduğu ses ise çökmüş omuzların ve hüzünlü bakan dolu gözlerin kanıtıydı. Şaşkındı ama bu durumu belli etmeden "Merak etmeyin komutanım onu en kısa sürede sağ salim size teslim edicem." demişti. Emir değildi bu bir babanın, bir evladı için diğerine yalvarmasıydı ve her ikiside bunu farkındaydı.
3 gün sonra(27/04/2024); Günlerdir Hazen'i arayan Hazar sonunda onu bulmuştu fakat geç kaldığının farkındaydı. Hazen gibi bir askerin üç gün kayıp olması onun alacağı fiziksel zararı attırıyor, geride kalanları ise umutsuzlaştırıyordu. Hazar, Hazen'i tanımazdı ama ismini çok duymuştu. Onun gibi başarılı bir askerin esir düştüğünde başına gelecekleri daha önce yaşadığı için herkesten çok daha iyi biliyordu. Üstelik bu bölgede adım başı kamp vardı, buda durumu daha riskli hale getiriyor ve Hazar'ı daha çok strese giriyordu. Buluşma noktası çok uzaktı. Hazen'i aldığı zaman beş kilometre kuzeye ilerlemek zorundaydılar. Hazen'in yürüyebilecek hâlde olmadığına emin olduğu için onu aramak için girdiği tüm kamplara bomba düzeneği kurmuştu. İyice uzaklaştıktan sonra neredeyse bütün bölgeyi patlatacaktı. Riskli bir plandı ama başka çaresi yoktu. O, Mardin sınır dağlarında Hazen'i ararken, Hakkâri'de Albay Serhat Altun, Akkuş timini karagaha geldiği gibi ağır bir eğitime sokmuştu ve ceza üstüne ceza veriyordu. Gökmen ise gitmediği için pişman olmaya başlamıştı. Hazar'ı birkaç kere aramış fakat her defasında ters cevaplar almıştı. Melih ise tepesinde dikiliyor ve bu pişman hallerini zevkle izliyor ve bunu da açıkça dile getiriyordu. Alaca timi ise konuyu bilmemelerine rağmen yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen komutanlarının arasındaki gerginliği hissediyordu. Artık gece çökmüştü. Üçüncü günü dördüncü güne bağlayan gecede Hazar, yavaş ve sessiz adımlarla daha önce Hazen'in tutulduğunu tespit ettiği çadıra arka taraftan yaklaşıyordu. Bölgenin en büyük kampıydı burası. Ana kamp diye adlandırılan bu bölgede daha önce istihbarat askerlerinin şehit düştüğünü duymuştu. Hem Hazen'i buradan çıkarmak hem de o askerlerin intikamını almak istiyordu. Hazar çadırın tam arkasındaki kayaya varınca nöbetçileri dikkatlice kontrol etti. Şanslı olduğu tek şey çadırın arkasının kuzeye bakması ve biraz ileride kayarak inebilecekleri kadar dik ve taşsız bir tepe olmasıydı. Yaklaşık beş dakika sonra nöbetçiler ön tarafa gitmeye başladığında sessizce yerinden çıktı ve çadırın arkasına geçti. Elinde tuttuğu kasaturasıyla kumaşta ufak bir yırtık açtı. İçerisi kan kokuyordu ve bu koku o kadar keskindi ki bu ufacık kesikten bile insanı rahatsız ediyordu. Bu kan kokusu Hazen'e aitti ama iyi haber şuydu ki içeride ondan başka kimse yoktu. Hazar, Hazen'in nefes alırken çıkardığı hafif inlemeleri duymasa bu kokudan sonra onun öldüğüne emin olurdu. Sanıyordu ki düşündüğünden daha ağır bir işkenceye maruz kalmıştı. Sessizce açtığı kesiği iyice büyütürken Hazen'in ellerini açmaya çalıştığını fark etti. Kılını kıpırdatmaya hali olmamasına rağmen gösterdiği çaba taktir edilesiydi. Ama ellerini çözebilse bile buradan tek başına çıkamazdı Hazen. Kesik sonunda istediği kadar açıldığında Hazar, sessiz ve hızlı adımlarla Hazen'e yaklaştı. "Onca yaraya rağmen pes etmediğini görmek çok güzel asker." diye varlığını belli ettiği zaman ona dönen Hazenle, önce Hazen'in yaşadığı acıyı kendi bedeninde hissetti sonra ise ortamı rahatlatmak için ve Hazen biraz olsun içinde bulunduğu durumu unutsun diye her işi dalgaya vurmak isteyen yanını ortaya çıkarmış ve "Offf o yüzünün hali ne be kızım. Maymuna dönmüşsün yemin ederim." demişti. Önce kaşlarını çatan Hazen karşınızdaki adamın ne yapmaya çalıştığını anladığı ve kolundaki Türk bayrağını gördüğü için ona ayak uydurmaya karar verdi ve "Zaten sana döndüm ya. Bildiğim şeyi tekrar etmene gerek yok." diye çıkıştı. Bu çıkış karşında ukalaca gülen Hazar, bir yandan Hazen'in ayaklarındaki ipi çözerken "Demek komutana ergence hakaret edip laf sokuyorsun ha Üsteğmen? Hatırlatta eve dönünce sana bir kınama yazayım." demişti. Şaşkın bir şekilde "Komutan derken?" diyen Hazen'in ellerini açtığına emin olduktan sonra oturduğu sandalyeden kalkması için yardım eden Hazar gücenmiş bir sesle "Aşk olsun Lena başkan Yüzbaşı Sancak ben nasıl tanımazsın beni?" diye sitem etmişti. Yüzbaşı Sancak ismini duyar duymaz 'hazır ol' pozisyonuna geçen Hazen, yaralarına rağmen "Üsteğmen Hazen Lena Han/Aydın/emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım." diyerek kısık ama tok bir sesle tekmil vermişti. "Rahat asker. Emirim biran önce buradan çıkmamız yönünde, görüşüm ise şöyle bir bakıyorumda biz sana en iyisi on kilo filan şu yüzdeki izleri kapatmak için olan boyadan(fondöten) alalım." diye gülen Hazar ile Hazen muazzam bir şekilde göz devirmişti. Hazen, Hazar'ın ortamı rahatlatmak için işi dalgaya vurduğunun farkındaydı ama yinede yüzünün o kadar kötü olmaması için dua ediyordu. Hazar'ın eğlencesine ayak uydurmak için ağzını açmak üzere olan Hazen'i dışarıdan gelen sesler susturmuştu. Hazar sesi duyar duymaz Hazen'i arkasına çekip, yavaş yavaş geriye doğru yürürken kasaturayı Hazen'in eline tutuşturdu. "Sakın arkamdan çıkmaya çalışma emre itaatsizlikten tutanak yazarım sana. Eğer buraya gelen olursa beni düşünme çadırdan çık ve ilerideki tepeyi geçtikten sonra beş kilometre yürü. Çadırın arkası kuzeye bakıyor, buluşma yeri beş kilometre uzakta kuzeyde. Bu bir emirdir asker." diyen Hazar'ın sesi artık ciddi ve sertti. Bu emir karşısında sert sesiyle " Buraya benim için gelmişken seni geride bırakmam ayrıca, tek başıma o kadar yürümem imkansız. Boş konuşmada biran önce çıkalım şuradan." diyerek karşılık verdi Hazen. İkisi birbirine ters ters bakarken Hazar "Ya sabır! Bol sabır Allah'ım!" diyerek Hazen'in boşta kalan elini tutmuş ve kesik açtığı yere doğru hızla yürümüştü. Önce hafifçe kafasını çıkartıp etrafı kontrol ettikten sonra hızla kendini ve Hazen'i çıkarmıştı. Onlar çıkar çıkmaz içeriye birinin girdiğine dair ses gelince Hazar, Hazen'in elini daha sıkı tutarak tepeye doğru koşmaya başlamıştı. Kamptan yükselen "Lan kadın kaçmış! Asker kaçmış." bağrışını ikiside duyuyordu. Tepeye vardıklarında Hazar önce Hazen'in oturmasına yardım edip arkasına baktığında fark edildiklerini görünce "Kusura bakma Lena." diyerek Hazen'i yamaçtan itmişti. Kendiside hemen peşinden kaymaya hazırlanırken aynı zamanda kurduğu tüm bombaları patlatmak için kumandaya basmıştı. Onlar tepenin diğer tarafına düşmeden patlayan bombalar kamptakileri öldürürken Hazen ve Hazar'ın bayılmasına sebep olmuştu. Aradan geçen yarım saatin sonunda kendine gelen Hazar, hızla Hazen'in yanına gittiğinde onun hâlâ baygın olduğunu görünce önce helikopter için karargahı arayıp durum bildirdikten sonra Hazen'i "Kızım kalk uyunacak zaman değil eve gidelim bol bol uyursun." diyerek uyandırmaya çalıştı. Beş dakikalık uğraşın sonucunda Hazen'in uyanmayacağını anlayınca onu kucağına alarak yürümeye başladı. Uyansa bile uzun süre kendini toplayamayacağını bildiği için daha fazla beklememişti Hazar. Yaklaşık iki buçuk saat yürüdükten sonra buluşma noktasına vardıklarında bile hâlâ baygın olan Hazen bunun kanıtıydı. Helikoptere vardıkları zaman pilot oyalanmadan havalanmaya başlamıştı. Havalanırken aynı zamanda ambulans için karargaha haberde vermişti. Hazar ve Hazen'in dönüş yolunda olduğunu öğrenen Melih ilk önce Albay'a haber vermiş daha sonra ise Gökmen'in yanına giderek "Belki umurundadır diye haber veriyorum Hazar, Hazen'i almış dönüyorlar ama ambulans istemişler ve durumları hakkında net bir bilgimiz yok." demişti. Gökmen'in içindeki ses Hazen'i yine patlamadaki gibi göreceğini söylüyordu. Haksızda sayılmazdı. İkilinin arasında uzun bir sessizlik olurken Melih 'Sen bunu hak ettin.' dercesine bakıyordu. Bu tavırdan bıktığını dile getirmek için ağzını açan Gökmen'i gelen helikopter sesi sustururken hızlıca yerinden kalkmış ve helikopter pistine doğru gitmişti. Melih'de arkasından göz devirerek onu takip ediyordu. Tam kapı ağzına geldikleri zaman sedyenin üstünde gördükleri beden ikisi içinde beklenen bir şey olsada Gökmen'in canını yakmıştı. Tam sedye Gökmen'in önünden geçerken ayaklarının önüne düşen kolye ise onu şok etmişti. Şaşkın gözlerle kolye'ye bakan Gökmen'i fark eden Hazar "Helikopterde elinde tuttuğunu fark ettim ama elinden alamadım." demiş ve sedyeyle beraber çıkışa doğru gitmeye devam etmişti. Gökmen yavaşça yere eğilip kolye'yi eline alırken içine hem az öncekinden daha keskin bir acı hem de sevgi dolu bir sıcaklık dolmuştu. Bu kolye'yi iyi tanıyordu. Bu onun Hazen'e son hediyesiydi. İçine fotoğraf koyulabilen papatya şeklinde bir kolyeydi. Kolye'ye bakakalan Gökmen'in kulağına geçmişten bir ses ilişti, "En değerlimi bu kolye'ye koyacağım abi. Hiç boynumdan çıkarmayacağım ki hep yanımda olsun. O beni sevmekten vazgeçse bile ben onu sevmekten hiç vazgeçmeyeceğim abi." diyordu minik Hazen'i. O zamanlar Hazen'in kolye'ye fotoğrafını koyacağı kişi çok kıskanmıştı Gökmen. Hazen'e kolyenin içine koyduğu fotoğrafı göstermesi için günlerce dil dökmüştü fakat o zaman bile katır gibi inadı olan Hazen fotoğrafı ona asla göstermemişti. İçindeki engel olamadığı dürtüyle kolye'yi açan Gökmen içinde gördüğü fotoğrafla istemsiz bir şekilde hastaneye gitmek için karargahtan çıktı. Çünkü yaptığı ve söylediği her şeye rağmen kolyede onun fotoğrafını taşıyordu Hazen. Üstelik eski değildi bu fotoğraf birkaç ay önce annesine gönderdiği fotoğraftı. Nefretinin büyüklüğüne rağmen içinde ona karşı olan sevgisini öldüremediği kardeşide belli ki onunla aynı duyguları paylaşıyordu.
1. Bölüm Sonu Merhaba arkadaşlar, yeni bir kurguyla karşınızdayım umarım beğenirsiniz. Karakterleri ve konuyu nasıl buldunuz? Bu bölümün geçmişe dayalı olması konusunda şunu söylemek istiyorum; ileriki bölümlerde Hazen-Hazar, Gökmen-Hazen ve Gökmen-Melih arasında belli zamanlarda '6 ay önceki olay' mevzusu konuşulacağı için ilk o olayla başlamak istedim. Ayrıca giriş bölümü yazmadığım içinde karakterler ve kitabın konusu hakkında biraz bilgi verdim. İlerleyen bölümlerde gelecek ve gidecek olan karakterler, Hazen ve Gökmen'in çocukluğuna dair flashbacklerde olacağını için bazı konulara şimdiden üstün körü hakim olmanızı istedim. Ama bence hiçbir karakter hakkında şimdiden kesin hükümler vermeyin çünkü aklımda müthiş ters köşeler var. Yeni bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın görüşmek üzere 👋👋👋
|
0% |