Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@beril_ilhan24

Hazen'den Günümüz;

Aynadan yüzümde kalan son izlere bakarken derin bir nefes verdim. Altı aydır kullandığım onca krem bir işe yaramamıştı. Sancak Yüzbaşı haklıydı, cidden maymuna dönmüştüm. Üstelik on kilo boya(fondöten) bile işe yaramamıştı. Üç gün esir tutulmuş ve sağlam bir dayak yemiştim. Resmen ölümüne dövmüştü itler. Üçüncü günün sonunda Sancak Yüzbaşı gelip beni kurtarmıştı. Keşke kurtarmasaydı. Hayır madem kurtardın Hakkâriye götürsene, benim Mardin'de abimin yanında ne işim var değil mi? Mardin devlet hastanesinde gözümü açtığım zaman sol yanımda bana gülümseyerek bakan Hazar, sağ yanımda ise çatık kaşlarla bana nutuk çekmeye hazırlanmış bir abi-yüzbaşı melezi vardı.

Uyandığımı gördüğü anda nasıl olduğumu sormak üzere olan Hazar'ı odadan kovmuş ve "Her adımın bir sorun Hazen. Tek başına sorun çıkartmak sana yetmedi birde en sıkıntılı timin komutanı oldun kendi isteğinle. Biraz aklın varsa biran önce o timden kurtulur ve yeni bir time geçersin." diye saçma bir cümleyle başlayarak uzun bir nutuk çekmişti. Sanırım timi korumaya çalışırken esir düştüğümü biliyor yada tahmin ediyordu. Bu uzun ve sinir bozucu nutuk'tan sonrada elime onun bana son hediyesi olan kolyeyi bırakmış ve kapıyı çarparak gitmişti. O kolyeyi onun elinde gördüğüm zaman benden timi bırakmamı isteyen kişinin 33 yaşındaki Yüzbaşı Gökmen değil 13 yaşındaki abi Gökmen olduğunu anlamıştım.

Aslında time sinirli olduğum için ve benden bunu abi Gökmen istediği için timi bırakacaktım ama son anda onlara kıyamayıp timi bırakmak için yazdığım dilekçeyi yırtmıştım. Dilekçeyi son anda yırttığımı öğrendiğine ve bu yüzden sinir krizi geçirdiğine emindim. Çünkü o dilekçeyi yırttığım için başta Serhat Albay olmak üzere neredeyse tüm üstlerimden azar işitmiş ve ceza almıştım. Eğer Yüzbaşı Gökmen burada olsaydı beni karargahın çatısından baş aşağı sallandıracağına hatta o çatıdan beni atacağına tüm varlığımla yemin edebilrdim. Zira abi Gökmen melekken Yüzbaşı Gökmen tam bir deccaldi ve ne yazık ki ben abi Gökmen'i yirmi yıldır görmüyor, görsem bile hastahanede olduğu gibi tanıyamıyordum.

Annemin "Deliğe mi düştün Hazen? Yarım saattir ne halt ediyorsun orada?" diye bağırmasıyla düşüncelerimden sıyrılmak için kendimi tokatladım. Ama ayarı fazla kaçırmıştım, çenem kırılmış olabilirdi. "Elinin ayarına tüküreyim Hazen." diye kendi kendime söylenerek banyodan çıktım ve mutfağa annemin yanına doğru gitmeye başladım. Saat sabah 6.30'du. Bugün yeni bir göreve gidecektik bu yüzden hem annem hem de ikizler benimle beraber kalkmıştı. Göreve gitmeden birlikte kahvaltı yapmak istemişlerdi. Bu kahvaltılar bizim için artık bir rutin haline gelmişti. Her ne kadar bu seferki görev kısada olsa aylarca gelmediğim zamanlar oluyordu ve bu görev öncesi birlikte yaptığımız kahvaltılar onların tesellisi oluyordu.

Mutfağa girmemle Gökhan'ın bana bakarak anırması bir olmuştu. "Ne var lan?" diye terslediğim zaman "Biraz daha orada kalsaydın aşağıdaki logar kapağından seni çıkarması için itfaiyeyi arayacaktık abla. Tam annem eline telefonu aldı hop sen geldin. İki saniyeyle kurtardın karizmayı Üsteğmen. Yoksa Allah korusun gazete manşetlerine düşerdin 'LOGAR KAPAĞINDAN ÇIKARTILAN ÜSTEĞMEN' diye." diyerek tekrar anırmasıyla masadaki tabakların birinden ağzıma atmak için aldığım zeytini hedef değiştirerek Gökhan'ın kafasına attım ve "Sen önce insan gibi gülmeyi öğren hayvan!" dedim. Daha sonra "Günaydın anne," diyerek anneme dönerken elinde gördüğüm telefon ile şok içinde "Anne inanamıyorum sana! Gerçekten iki dakika geç çıktım diye itfaiyeyi mi arayacaktın?" diye sordum.

Gökhan daha sesli gülmeye başlarken annem bıkkınlıkla "Saçmalama Hazen, otuzuna merdiven dayadın hâlâ çocukla çocuk oluyorsun. Bırak bu deliyi her zaman ki gibi konuşuyor işte boş boş. Hem iki dakika değil yarım saattir oradasın yavrum." dedi. Kaş göz işaretleriyle elindeki telefonu göstererek "Ne iş?" diye sorduğumda "Abin aradı onunla konuşuyorduk." dedi. Anladım dercesine başımı salladıktan sonra "Nerede benim gül kokulum?" diye sordum. Tam o sırada mutfağa giren Hazan "Buradayım ablaların gülü." diyerek yanıma gelip sımsıkı bir şekilde bana sarıldı. Bir yandan da iki yanağımdan sulu sulu öpüyordu. Bunu sevmiyordum ama onun için katlanmaya değerdi. Ayrıldıktan sonra elindeki poşeti gözüme sokarak "Al," dedi.

Elindeki poşeti alırken içindeki kreme çatık kaşlarla bakarak "Bu ne?" diye sordum. "Tıpçı bir arkadaşım önerdi, yüzünde kalan izler için. İyi gelirmiş bu krem. Hatta en etkilisi buymuş, kısa sürede tüm izleri götürürmüş. Kahvaltı yapalım işe gitmeden ben sürerim yüzüne." dedi Hazan. Bu izlerin benden çok onları üzdüğünün farkındaydım. Hatta onlar sadece yüzümde iz kaldığını sanıyorlardı ama tek tükte olsa hâlâ vücudumda da izler vardı. Ben,"Erkek kardeşimin hayvanlığının yanında kız kardeşimin naifliği Rabbimin bana sunduğu en büyük lütuf. Allah korusun ya sadece Gökhan olsaydı ne yapardım o zaman ben?" diyerek şükür ederken Hazan'ın "Abi!" diye bağırması beni ikinci bir şoka sokmuştu.

Pörtlemiş gözlerle annemin elindeki telefona döndüğüm zaman, annem "Konuşuyorduk." dediği için kapattığını sandığım telefonun hâlâ açık olduğunu gördüm. Telefon açıktı hemde arama görüntülüydü. Abim her şeyi duymuş ve görmüştü. Üstelik duyduklarının arasında Gökhan'la olan en saçma diyaloglarımızdan biride vardı. Bilerek yapmıştı it ondan dolayı sabahtan beri at gibi sırıtıyordu. Abimle benim iletişim şeklimizden en rahatsız olan kişi Gökhandı. İkimiz aynı ortamda olduğumuz zaman ortam gergin olduğu için sonradan gelen kişi diğerini fark etmeden önce elinden geldiği kadar dalga geçerek ortamı yumuşatmak istiyordu.

Hazan ise arada sırada ikimizden birinin yanına sokularak bizim çocukluğumuzu ve ailenin bir arada olduğu günleri anlatmamız istiyordu. Amacı bizim eskiye ve birbirimize olan özlemimizi hatırlatmaktı ve en azından benim yanımdayken bu konuda oldukça başarılıydı. Konuya en kayıtsız kalan kişi ise annemdi. Arada bir küslük yokmuş gibi davranıyor konusu açıldığı zaman ise "İllaki barışır onlar." diyordu.Telefondan pörtlemiş gözlerimi gören abim, alayla bana sırıttıktan sonra "Hazan'ım" demişti. Gözleri dolan Hazan "Seni çok özledim abi." demişti. Bende seni çok özledim abi, Hazen'in de seni çok özledi. Telefondan abimin "Bende abim, bende sizi çok özledim." diyen sesi yükselirken ben masadaki yerime oturuyordum.

Sence o 'sizin' içinde bizde varmıyız Hazen?

Bilmem belki varızdır.

Gökhan zaten masada davar gibi yayılmıştı. Benden sonra annem ve Hazan'da otururken, annem telefonu abimin hepimizi görebileceği şekilde ayarlamıştı. Çaktırmadan abime baktığım zaman onunda kahvaltı sofrasında oturduğunu ve hafif bir tebessümle bizi izlediğini gördüm. Normalde beni gördüğü zaman alayla bile gülmez karşında tanımadığı biri varmış gibi ciddi ve sert bakardı. Uzun zaman sonra bu bir ilkti. Onunda kahvaltı sofrasında olmasından anladığım kadarıyla bu annemin işiydi. Yalnız olması ise bunun anlık bir plan değilde daha önceden ayarlanmış bir şey olduğunu gösteriyordu. Kim bilir nasıl ikna etmişti onu annem.

Ben hiçbir şey yokmuş gibi kahvaltıya odaklanırken annem ve Hazan, abime bol bol soru soruyordu. Yaklaşık beş dakika sonra asıl sorulması gereken soruyu kırk yılda bir gerçekleşen mucize sebebiyle aklını kullanma eğilimi gösteren Gökhan hayvanı "Ee ne zaman geliyorsun abi?" diyerek sordu. Göz ucuyla telefona baktığım zaman çatık kaşlarla bana bakan bir Yüzbaşı Gökmen vardı. Abi Gökmen yine dağa kaçmıştı anlaşılan. Masaya göz gezdirip kimsenin bana bakmadığına emin olduktan sonra hafifçe omuz silktim ve önüme döndüm. Sabır dualarıyla dolu bir nefes çekerken "Çok yakında temelli oraya geliyorum aslanım." diyen abimle herkesin bakışını üzerimde olduğunu hissettim ve kafamı kaldırıp "Niye bana bakıyorsunuz?" diye bilmemezlikten gelerek sordum. "Yavrum abin geliyormuş ya niye söylemedin?" diye soran anneme dışımdan "Haberim yoktu, şimdi sizinle öğrendim." derken içimden, 'Katiyen yalan anne bal gibide biliyordum. Serhat Albay üstüne basa basa "Abin ve timinin tahini buraya çıktı." dedi. Hatta biliyor musun onlar için yapılan tüm hazırlıklardan beni sorumlu tuttu ve abimle benim odamı yanyana timlerimizin dinlenme odalarını ise odalarımızın karşısına gelecek şekilde ayarlattı.' diyordum.

Ben bu muazzam yalanı söylerken telefona kayan gözlerim ise abimin de muazzam bir şekilde göz devirdiğini görmüştü. Abimin göz devirişine bakılırsa odaların nasıl ayarlandığını ve hazırlıktan benim sorumlu olduğumu biliyordu. Ama bananeydi. Annem yıllardır onun yolunu gözlüyordu. Bu haberi anneme benim değil onun söylemesi lazımdı. Yirmi yıl önce bırakıp gittiği kadına en azından bu kadarını borçluydu. Daldığım derin düşüncelerden bu sefer beni çekip alan telefonumun sesi olmuştu. Kimin aradığına baktığımda arayanın timimden Turgut abi olduğunu gördüm. Telefonu açıp kulağıma götürürken aynı zamanda "Efendim abi." demiştim. Turgut abi "Günaydın kardeşim. Kusura bakma bu saatte rahatsız ettim ama Serhat Albay aramamı istedi." derken sesi uykulu geliyordu. Evet timim öfkesini kontrol edemiyordu ama özlerinde hepsi iyi ve düşünceli insanlardı. Karşılarında silah arkadaşlarının ve masum insanların katilleri varken sakin kalamamalarını desteklemesemde anlıyordum.

"Yok abi ne rahatsız etmesi, işimizi bu bizim. Zaman kavramı yok bu işte bunu bilerek bu yola çıktık biz. Ne dedi Serhat Albay?" diye sordum. Derin bir nefes alan Turgut abi "Gökmen Yüzbaşı ve timi yarın burada olacakmış. 'Hazen'e söyle, hiçbir eksik istemiyorum.' dedi. Birde helikopter iki saat sonra pistten alacak bizi." dedi. "Tamam abi. Hiçbir eksik kalmadı zaten. Ben bir saat sonra çıkarım evden, sizde kendinizi ona göre hazırlayın. Orada görüşürüz." diyerek telefonu kapattım. Abimde dahil herkesin gözü benim üstümdeydi. Onlara döndüğüm zaman Annem'in ve Hazan'ın dolu gözlerle, Gökhan'ın dalgın gözlerle, abimin ise çatık kaşlar ve ifadesiz gözlerle bana baktığını gördüm. Bana kaçtığın dağın adını bahşet abi Gökmen, söz veriyorum seni sürükleyerek değil insan gibi getireceğim. Abimi kâle almadan diğerlerine hitaben "Bu sefer cidden kısa olacak. En fazla üç gün sürer." dedim.

Onlar hafifçe kafa sallarken telefondan "Bu sefer timine hakim olabilecek misin Üsteğmen?" diye alayla soran abimin sesi yükseldi. Evet yine başlıyorduk. Tek bir cümlesi beni sinirlendirmeye yetmişti. "Merak etmeyin komutanım sizin sandığınızın aksine timim sıkıntılı bir tim değil. Onlar sadece karşılarındaki itlere tahammül edemiyorlar. Sonuçta karşılarına çıkan itler masum insanların ve silah arkadaşlarının katilleri. Merhamet duygusu yerine öfke beslenmeleri gayet normal." diyerek son cümlemde onun gibi alay dolu bir ses kullanmıştım. Ama sanırım son cümlem başlı başına bir hataydı. Çünkü bu sefer alay etmek yerine son derece ciddi bir ses tonuyla "Sakın Hazen, sakın senin de timinin de bizi o itlerden ayıran şeyin merhametimiz ve insanlığımızı olduğunu unutmasına izin verme. Bunu unutup o itlerin kökünü kazıyacağız diye saçma sapan şeyler yapmayın." diyen abim 'saçma sapan şeyler' derken canınızı riske atmayın demek istiyordu. Sanırım annemgil burada olduğu için bu şekilde ima etmeyi tercih etmişti.

Sinir bozucuydu ama haklıydı. Üstlerin raporlarında olanlardan daha çok kez ölümle burun buruna gelmiştik şu iki yılda. Onlar sadece birkaçını tesadüffen öğrenmiş ve onlarada gayet büyük tepkiler vermiştiler. Tepkileri bize abartı geliyordu ama kimse bir aileye daha şehit haberi vermek istemiyordu. Bu timin ciddi ve hafife alınmaması gereken bir öfke sorunu ve birçok hatası vardı ama elimden geldiği kadar birşeylerin üstünü örtmüştüm. Bu yüzden bazen "Bu tim Hazen'i de yoldan çıkardı." söylentilerinin doğru olup olmadığını düşünmeden edemiyorumdum.

Hatta timi bir arda tutmak için o kadar çok şey yapmıştım ki bazen ben bile düşüncelerimle kendimi yargılıyordum. 'Acaba ilk timimi şehit verdikten çok kısa bir süre sonra bu timi aldığım için yaşadığım duygusal boşluk yüzünden mesleğime duygularımı karıştırıp hata mı yapıyorum?' düşüncesi aralarında en ağır olanıydı. Bunu bir başkasından duysam o kişiyi kesinlikle kim olduğuna bakmadan komalık ederdim. İçten içe bunu benim düşüyor olmam ağırlığının yanında tarif edilemez bir acıda getiriyordu.

Küçükken gözlerimi okurdu abim. Sustuğum zaman aklımdan geçen şeylerin gözlerime yansıdığını söylerdi. Kafamı kaldırıp telefonun ucundaki abime baktığım zaman yine aynı şey oldu. Yine okudu gözlerimi, yine bir kerede anladı ne düşündüğümü. Düşündüğüm şeyin ağırlığı onunda gözlerine yansıdı. Bu meslekte duyguya yer yoktu, profesyonel bir askerdim bunu yapmam kabul edilemez bir hata olurdu. Şuan karşımdaki adam kimdi bilmiyordum ama ne düşündüğümü bildiğini biliyordum. Önümdeki tabağa dönerken kafamda yeni bir düşünce vardı.

'Eğer bu durum gerçekse ve ben bunu görememişsem abi Gökmen ne yapardı? Yüzbaşı Gökmen ne yapar?'

Az öncekinden daha derin bir düşünce bulutu etrafımı sararken en derinlerden bir ses 'Abi Gökmen saklardı kendisi de dahil kimsenin sana kızmasına izin vermezdi.' dedi. Sese yeniden 'Ya Yüzbaşı Gökmen ne yapar?' diye sorduğumda 'Biz onu tanımıyoruz ki Hazen. Biz sadece abi Gökmen'i tanıyoruz. Yüzbaşı onu tanımamıza hiç izin vermedi.' dedi. İç sesim değildi bu ses. Sekiz yaşındaki Hazen'in sesiydi. Ve oda haklıydı.

Ben iyice karanlığa doğru çekilirken koluma birinin dokunması ile kendime geldim. Yanıma baktığımda koluma dokunan kişinin Gökhan olduğunu gördüm. Ona soran gözlerle bakarken "Abim sana sesleniyor abla. Noldu birden daldın gittin öyle?" dedi. "Birşey olmadı Gökhan." dedikten sonra yeniden telefona dönerek "Buyrun komutanım." dedim. "Görev hakkında vermem gereken birkaç bilgi var müsait bir yere geç." derken sesi sert ve artık tamamen Yüzbaşı Gökmen olduğunun kanıtıydı. Telefonu alarak masadan kalktım ve odama doğru gittim. Daha doğrusu odamıza.

Bu ev 3+1'di. İkizler aynı odada kalmak istediği için kalan iki odadan biri anneme diğeri ise abim ve bana düşmüştü. Buda annemin işiydi. Bu eve taşınmadan önce Hazan aynı odada kalacağımıza dair bana söz vermişti. Eve taşıdığımız gün ise beni acil olarak karargahtan çağırmışlardı. Karargaha gidip eve döndükten sonra ise "Ayy canım çıktı Hazaann." diye sitem ederek girdiğim odada beni Hazan yerine yatağa camış gibi yayılarak telefonu ile oynayan abim karşılamıştı. Taşındığımız gün ben evden çıkarken Hakkâri'de bile olmayan abim o gün buraya gelerek en büyük sürprizi bana yapmıştı. Evde, odalarda genişti bu yüzden annemin müdahalesi sonucu paylaşmak zorunda olduğumuz odayı bir perde ile ortadan ikiye bölerek onun burada olduğu zamanlarda birbirimizi daha az görmemizi sağlamıştık. Her iki taraftada tek kişilik denmeyecek kadar büyük, çift kişilik sayılamayacak kadar küçük bir yatak, yatağın karşında orta büyüklükte bir çalışma masası ve çalışma masasının yanında yine orta büyüklükte bir dolap vardı. Oda tamamen beyaz olsada mobilyalar abimin tarafından siyah, benim tarafımdan ise griydi.

Odaya vardığım zaman içeri girip arkamdan kapıyı kapattım. "Dinliyorum komutanım." derken bir yandan da kendi tarafıma doğru gidiyordum. Tam yatağa varmıştım ki "Ne bok yedin sen?" diyen abimle olduğum yerde durmuş ve yutkunmuştum. Anlamıştı, en azından bu yönü değişmemişti. Ben sadece boş boş ekrana bakınca "Gelince ne yaparsan yap bu konuyu en ince ayrıntısına kadar konuşacağız ve yediğin her boku anlayacaksın." demiş daha sonra ise daha da ciddi bir ses tonuyla "Timi uyar Hazen. Bu görevin altında bir bit yeniği var saçma sapan hareketler yaparsanız tehlikeye girersiniz. Çok dikkatli olmanız lazım Serhat Albay söyledi mi bilmiyorum ama bu görev hakkında istihbarat veren kişi bizden biri mi yoksa bu bir tuzak mı biliyoruz. Görev önce bize geldi ama bizim tahin işini bahane ederek size verdiler bu size kurulan bir tuzak olabilir çünkü görevi size kimin verdiğini ne Serhat Albay nede Murat Albay biliyor. Gizli bir emirle görevin size verilmesi istenmiş." dedi.

Zaten içimde bir huzursuzluk vardı birde abimin sözleri eklenince iyice rahatsız olmaya başlamıştım. "Emredersiniz komutanım." diyerek odadan çıkmış ve tekrar mutfağa gidiyordum. Bu sırada da boş boş birbirimize bakıyorduk. Diyecek çok söz vardı ama araya giren yirmi yıl iki tarafta da büyük bir suskunluğa neden oluyordu. Tam mutfağa girmek üzereyken abim "Dikkat edin Üsteğmenim. Dediklerimi unutmayın Allah'a emanetsiniz." demişti. Şok etkisi yaratan bu sözlerle mutfağa yeniden giriş yaptığımda bir süre öylece kalakaldım. Bugün ne çok ilk yaşanıyordu böyle. Ona "Sağolun komutanım." dedikten sonra telefonu aldığım yere bırakırken anneme dönerek "Ben artık hazırlanayım yoksa geç kalacağım." demiş ve yeniden odaya doğru gitmeye başlamıştım. Arkadan Gökhan'ın "Komutanım mış aradaki resmiyete bak kardeş değil protokol üyeleriyler sanki." diye söylenme sesi geliyordu. Oda haklıydı, çocuk doğdu doğalı bizi bir kere bile normal abi-kardeşler gibi görmemişti.

Abimin buraya gelişinin en azından aile içinde üstümdeki yükleri hafifletmesini umarak dolabıma yöneldim. O ve babam gittiğinden beri birçok şey küçük yaşıma rağmen benim omuzlarıma kalmıştı. Annem o dönem ikizlere hamileydi ve istese bile çalışamazdı. Eski evimizin altında kafe tarzı bir kitapçı işleten genç bir çift vardı. Durumu mahallede belkide bilen tek kişiler onlardı. Annemin karşılıksız yardımı kabul etmeyeceğini anladıkları zaman okul çıkışları ve hafta sonları gidip onlara yardım etmem konusunda anlaşmıştık. Ortaokulu bitirene kadar kitaplıkları ve masaları düzenlemede onlara yardım etmiş kalan zamanlarda da ya ödevlerimi yapmış yada mekanın en kuytu köşesinde kendi kendime oyun oynamıştım. Onlara neredeye hiç yardım etmeme rağmen yanlarında çalıştığım bahanesiyle yıllarca maddi olarak bize çok destek olmuşlardı. liseye başladıktan sonra ise yıllarca yaptıklarının karşılığı olarak onlara hiç iş bırakmamıştım. Biz oradan taşınana kadar onların yanında çalışmaya devam etmiştim. Onlar sayesinde maddi olarak fazla sıkıntı yaşamamıştık ama özelliklede ikizler manevi olarak çok zorlanmıştılar. Şuanda onlara hâlâ görüşüyorduk. Hatta timle beraber sık sık gittiğimiz mekanı onlar işletiyorlardı. Aydından ayrıldıktan yıllar sonra tesadüfen burada karşılaşmıştık.

Dolaba ulaştığım zaman içinden çıkardığım üniformam dolabın ve odanın en düzenli yerleştirilmiş parçasıydı. Üniformam dışında neredeyse tüm oda yamuk yumuktu. Kaşlarımı çatarak abimin tarafına baktım. Benim elimin değdiği yerler dışında çok düzenliydi. O burada yokken bile takıntıları buradaydı. "O beni uyuz ediyorsa bende onu uyuz ederim." diyerek simetrik takıntıları olan abimi gördüğü anda çileden çıkartacak birkaç değişiklikten sonra hızlıca üniformamı giyindin. Kırışık kalan yerleri düzeltirken odanın kapısı çaldı ve içeri Hazan girdi. "Bunu unuttuk. Sürmeden gidemezsin." diyerek az önce mutfakta verdiği kremi salladı. Ben ona hafif bir tebessümle bakarken o beni omuzlarımdan tutarak yatağıma oturturdu ve kremi sürmeye başladı. Kremi yüzüme sürerken o kadar narin ve dikkatliydi ki kendimi "Yalnız ben porselen bebek değilim. En bordolusundan kanlı canlı bir askerim." demekten alıkoyamadım. Hazan "Ona ne şüphe o kadar bordosun ki yüzün bile bunu yansıtıyor." diyerek dalga geçti.

Ben "Allah'ın lütufundan, Allah'ın cezasına telfi etmek istemiyorsan sus Hazan." diye uyarımı yaparken işinin bitiren Hazan ayağı kalktı ve odaya ufak bir bakış attı. Odanın halini gördükten sonra gülerek " Oda tamamen yamulmuş. Abim görünce çıldıracak." dedi. Sinsi bir gülüşle "Benimde amacım tam olarak o zaten." dedim. Minik bir sessizlikten sonra "Ben yokken annemi sakın odaya sokma Hazan, girerse etrafı toplar." dedim. "Sen gelene kadar aklına oda mı gelir abla?" diye soran Hazan'a "Psikopat oğlu ve manyak kızının birbirini boğazlama ihtimali olduğu için gelir ablam. Sen ben topladım filan de sokma odaya. Abim benden önce gelirsede tepkisini videoya çek." diyerek ayaklandım. Saate baktığım zaman artık gitme vaktimin geldiğini gördüm. Çocukluk buraya kadardı, yeniden bu evin sınırları içine adım atana kadar Hazen yoktu, Şehit düşen timinin intikamını aldıktan sonra timin ismini kendisine lakap olarak seçen Hayalet vardı.

Yüz ifademin ciddileştiğini gören Hazan minik bir tebessümle kapıyı işaret etti. Birlikte yeniden odadan çıkıp mutfağa gittiğimiz zaman annem ve Gökhan'da yerlerinden kalktı. İlk önce gidip annemin elini öpüp ona sarıldım. "Merak etme gerçekten çok kısa olacak." diye kulağına fısıldayarak ondan ayrıldım. Omuzumu okşayarak "Asıl sen bizi merak etme. Allah'a emanet olun sağ salim gidin sağ salim gelin." dedi. Ondan ayrılıktan sonra Hazan'ın yanına gittiğim. Anında bana sarılan Hazan "Videoya çektiğimi abim yakalarsa seninle beraber benide camdan sallandırır. Ondan önce evde ol." dedi. Ayrılırken "Merak etme fıstık." diyerek yanağından makas aldım. Son olarak Gökhan'ın yanına gittiğim zaman sessizce sarıldık. Konuşmaya ihtiyacımız yoktu onunla. Tek bir dokunuş bin kelimeye bedeldi. Sımsıkı sarılırken 'Kendine dikkat et, burayı merak etme.' diyordu. Ondan da ayrılıp 'Tamam' dercesine omuzuna iki kere vurdum. Hâlâ açık olduğunu fark ettiğim telefona döndüğüm zaman baş selamı veren abimin selamını alarak "Sizde Allah'a emanetsiniz. Dikkat edin kendinize iyi bakın." dedim ve kapıya yürüdüm.

Apartmandan çıkıp arabaya binerken eve doğru baktığımda hepsinin camdan bana baktığını gördüm. Onlara el sallayarak arabaya bindim ve motoru çalıştırıp karargaha doğru sürmeye başladım. Yaklaşık yirmi dakika sonra karargaha varmış ve arabayı bahçeye park etmiştim. Binanın içine girmeden ana binadan ayrı olan hangara doğru yürüdüm. Timin orada olması gerekiyordu. Hangara vardığım zaman önce kendime bir çanta aldım ve çantaya takılması gereken rozetlerimi taktım. Daha sonra ise bize ayrılan mühümmat odasına gittim. Tahmin ettiğim gibi tim oradaydı. Beni gören Turgut abi "Dikkat!" diye bağırdığı zaman herkes hazır ol pozisyonuna geçmişti. Odaya girdiğim zaman hepsine ufak bir bakış atıp "Rahat. Hazırlanmaya devam edin." dedim. Onlar önüne dönerken bende hızlıca silahlarımı kontrol edip gerekli olan şeyleri çantama koymaya başladım. Çantalarımızı hazırladıktan sonra hücum yeleklerimizi giyinip kasklarımızı taktık.

Artık herkes hazırdı. Hangardan çıkıp helikopter pistine yürürken abimin dediklerini onlara özet geçtim çünkü Serhat Albay bize bu konuda tam olarak bilgi vermemişti. Tim beni çatık kaşlarla onaylarken piste yaklaşmış ve helikopterin iniş yapmaya başladığını görmüştük. Helikopterin yanında bizi bekleyen Serhat Albayı görünce koşarak yanına gittik ve önünde rütbe sırasına göre dizilip hazır ol pozisyonuna geçtik. Tek tek bize bakıp "Bu sefer en ufak bir hata istemiyorum Akkuş! Bu görev üstün dikkat gerektiriyor. Hata yaparsanız timi bu sefer kimse kurtaramaz ve dağıtılırsınız. Başarılı bir timsiniz bu olsun istemeyiz." dedi. Tim hep bir ağızdan "Emredersiniz komutanım!" diye bağırdıktan sonra Serhat Albay "Daha fazla söze gerek yok Allah yardımcınız olsun. Emir komuta sizde üsteğmenim." diyerek bana döndü. Başımla onay verdikten sonra "Tim helikopter bin!" diye bağırdım. Tim sırayla helikoptere binerken Serhat Albay pistten uzaklaşmaya başlamıştı. En son bende binerek helikopterin kapısını kapattım. Kapı kapandıktan sonra yavaşça havalanmaya başlayan pilotla beraber bir yandan Serhat Albayın neden bizi daha detaylı uyarmadığını düşünüyor bir yandan da içimdeki sıkıntıyı gidermeye çalışıyordum. Umarım bu görevi kazasız belasız atlatabilirdik.

 

 

2.Bölüm Sonu

Yeniden merhaba arkadaşlar. Bölüm nasıl buldunuz?

Asıl olayların başlamasına çok az kaldı.

Karakterler hakkındaki düşünceleriniz neler?

Bölümler sizce çok mu uzun?

Diğer kitabim İsimsiz'e de bir şans verirseniz çok sevinirim. Yeni bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın👋👋👋

 

 

 

 

 

Loading...
0%