@beril_ilhan24
|
Yaklaşık bir saat önce helikopterden inmiştik. Helikopter bizi hedefe iki kilometre uzaklıkta bırakmıştı. 45 dakikalık bir yürüyüşün ardından şuan bulunduğumuz noktaya gelip konumlanmıştık. Görevimiz bölge taramasıydı. Basit bir görevdi ama abimin dediğine göre tuzak olma ihtimali yüksekti. Bulunduğumuz konum ise bu ihtimali daha da güçlendiriyordu. Taramada aradığımız büyük bir kamptı ama şuan konumlandığımız yerin hedefi küçük, hatta olması gerekenden bile daha küçük bir kamptı. Gariplik vardı çünkü gelen istihbarata göre burada yeni bir kamp kurulmuştu. En az 200 kişilik olmasını beklediğimiz kamp, en fazla 30-40 kişilikti. Kulaklıktan "Şimdi ne yapıyoruz komutanım?" diyen Cem'in sesi gelince "Bekleyeceğiz. Gece sessiz bir şekilde önce burayı halledeceğiz daha sonraysa bölgeyi emir sınırlarını biraz genişleterek tarayacağız." dedim. Hepsi "Emredersiniz komutanım." diyince elimdeki silahın dürbünüyle etrafa göz gezdirdim. "Hepsini iyice inceleyin. Boyları, kiloları, el-kol hararetleri, kıyafetleri, yürüyüş şekilleri ve aklınıza gelen tüm ayırt edici detayları dikkatle izleyin. Tek tek hepinizden tahmini bir sayı istiyorum. Ortalama bir sayı olmalı elimizde. Destek olmadığına ve saklanan kişiler olmadığına emin olmamız lazım. Kör dalış yapamayız." diyerek ikinci bir emir verdim. Bu defa sessiz bir şekilde beni onaylayıp önlerine döndüler. Hepsinin dikkate emirmi yerine getirdiğini biliyordum. Bende önüme dönüp adamları saymaya başladım. Çok kişi yok gibi gözüküyordu. Zaten adamların çoğu ortaya kurdukları büyük çadırdaydı. Kullandıkları çadırlar ev gibiydi. Nereden bulduklarını bilmiyordum ama daha önce sızdığım bir kampta bunun benzerlerini görmüştüm. Kullandıkları çadırın büyüklüğüne bakılırsa 8-9 odalı bir çadırdı. Tek bir çadır vardı zaten. Büyük dediklerin kampta tek çadır olması cidden garipti. Ben kafamda ihtimalleri değerlendirirken timde sessizce etrafı tarayarak ve adamları sayarak günün geceye dönmesini beklemeye başladı. Uzun bir gün bizi bekliyordu.
________Birkaç saat sonra__________
Saat yavaş yavaş gece 3'e gelirken sabahtan beri yaptığımız sayma işleminin sonuçları için "Artık tahminleri alalım beyler. En uzak tahmin eden bu ay ki yemeği ısmarlar." dedim ve "Ben 35 kişi saydım." diye ekledim. Her ay tekrarladığımız bir rutindi bu. Benim peşimden Serkan "40" dedi. Serkan'ın hemen ardından Kemal ise "Madem rütbe sırasına göre gidiyoruz ben söyleyeyim o zaman. Çok uçtunuz 25 kişi var." dedi. Kulaklıktan "Oha!", "Yemeği kimin ısmarlayacağı belli oldu.", "Ben gözüm kapalı daha çok saydım." gibi sesler gelirken Serkan ile birbirimize bakıp güldük. Yanlış saymamıştı Kemal, bu defa yemek ısmarlama sırası ondaydı. Kendini zaten bunun için hazırlamıştı. En uzak tahmin eden kişinin maddi olarak bir sıkıntı çekebilme ihtilaline karşı sırası başka birine geçmesin diye 25 demişti. Serkan'ın "Devam beyler," demesiyle kulaklıktan peş peşe diğerlerinin sesi gelmeye başladı; "30" dedi Cem. "Bende 35 saydım." dedi Oğuz. Turgut abi "Gözünüz kör sizin, 40 kişi var." dedi. Son olarak Kerim ise "Bence en yakın tahmin edenede bir ödül olmalı. Tam 42 kişi var." dedi. "Lan çömez bakıyorum da bir havalara girdin sen. Sanki herkesi elinle koymuş gibi 'Tam 42' diyorsun." diyerek Kerim'e takıldı Oğuz. Kerim "İddiasına bile girerim abi. O kadar eminim yani." diye böbürlendi.İki dakika sonra benim dışımda tüm tim konuşmalarına ortak olmuştu. Onlar kendi aralarında konuşmaya devam ederken saatin tam üç olduğuna emin olduktan sonra 42 kişi olduğuna kalıbını basacağına dair bir şeyler söyleyen Kerim'e "Şimdi görürüz Kerim," dedikten sonra "Harekete geçiyoruz beyler, sessiz ve hızlı olun." diyerek ekleme yaptım. Herkes yavaşça çantasını bırakıp yerinden kalkarken "Emredersiniz komutanım." dedi. Kamptan biraz yüksek olan bir yamaçta beklemiştik geceyi. Hep birlikte yamaçtan aşağı yavaş yavaş inerken kampa yaklaştığımız zaman Turgut abi ve Cem'e nöbetçileri işaret ettim. Biz olduğumuz yerde dururken onlar sessizce yaklaşıp nöbetçileri etkisiz hale getirdiler. Bölgeye ilk geldiğimizde boş boş beklemek yerine birkaç tane keşif turu yapmıştık, keskin nişancı olmadığına emindik. O yüzden kampın kurulduğu düzlükte rahat ve hızlı hareket ediyorduk. Çadırın yanına geldiğimizde önce etrafını dolanıp herkesin uyuduğuna emin olduktan sonra sessizce içeri girdik. Gönül isterdi ki iki bomba koyup, patlatıp buradan biran önce defolup gidelim fakat bölgede başka kamp olma ihtimaline karşı sessiz oluyorduk. Herkese rastgele bir odayı işaret ettikten sonra boşta kalan odalardan birine de ben girdim. Tahmin ettiğim gibi 9 odalı bir çadırdı. Önce hızlıca odada önemli bir belge var mı diye kontrol ettim. Daha sonra elime aldığım bir bezle ses çıkarmalarını engelleyerek odadakileri sırayla etkisiz hale getirdim. Odadaki işimi bitirince oyalanmadan çıktım. Benimle beraber diğerleri de odalardan çıkmıştı. Kerim en baştaki odadan sorumluydu, ben ise en sondaki. Tek tek odalara bakarak gelen Kerim kulağıma "Odalarda 35 kişi var, son iki oda kaldı ben kazandım." dedi. Ona "Şimdi sırası değil çıkalım översin kendini." diyerek kalan iki odaya doğru yürümeye başladım. Benle beraber Serkan'da odalara doğru yaklaşmaya başladı. O soldaki, ben sağdaki odaya doğru ilerliyordum. Kapıların önüne geldiğimiz zaman baş işaretiyle aynı anda kapıları açtık. Önüme uyuyan itler yerine ahşap masa-sandalyeden ve demir bir dolaptan oluşan bir çalışma odası çıkmıştı. Direkt odaya girip arkamdan kapıyı kapattım. Yaklaşık beş dakika sonra içeriden Serkan'ın "Üçü dolu ikisi boş beş yatak vardı odada. Üç it daha etkisiz hale geldi." diyen sesi geliyordu. Bende bu sırada odanın altını üstüne getirerek işimize yarayacak bir şeyler bulmaya çalışıyordum. Bir-iki dakika sonra bir süredir benden ses çıkmadığını fark eden timin odaya doğru geldiği ayak seslerinden belli olurken ben masanın altına girmiş bulduğum gizli çekmeceyi açmaya çalışıyordum. Odanın kapısı açıldığı zaman Kemal'in "Komutanım, Hazen komutanım ışınlanmayı buldu sanırım. Burası çalışma odası ve kimse yok." diyen hayret dolu sesi geldi. Bazen cidden salak olabiliyorlardı. "Saçma sapan konuşma ruh hastası gel şuraya da yardım et bana." diye Kemal'e kızarken Cem'in "Masa Hazen komutanım gibi konuştu lan. Tövbe bismillah uykusuzluktan kafayı filan mı yedik biz?" demesinin ardından göz devirdim. En sonunda ise Serkan'ın "Çekilin şuradan salaklar! Masanın altında kız. Bu gözlerle siz tabi 40 kişiyi 20 kişi olarak sayarsınız." diyen bıkkın sesiyle birlikte bana doğru yaklaşan adım sesleri gelmeye başladı. "Sen ne halt ediyorsun orda!" diye banada çıkışan Serkan aynı zamanda ayak bileklerimden tutarak beni çekti ve masanın altından çıkarttı. Ben sırt üstü yerde uzanırken ona çatık kaşlarla bakıyordum o ise tepemde dikilerek bana çatık kaşlarla bakıyordu. Saçma bir bakışmadan sonra en az bakışmamız kadar saçma olan "Masayı devir." emrini verdim. Sorgulamadı, hâlâ çatık kaşlarla bana bakarken önce tek eliyle masayı devirdi. Daha sonra ise bana doğru eğilerek elini enseme attı. Hücum yeleğinin asmak için olan yerini tutu ve beni yavrusunun tutan bir aslan edasıyla yerden kaldırdı. Kaldırdıktan sonra elini iyice sıklaştırıp tutuşunu güçlendirdi ve beni boylarımızın eşitlenebileceği kadar da havaya kaldırdı. Timin en kısası bendim. Hepsi hem sırık gibi uzun hem de hayvan gibi kaslıydı. "Asıl baş belası sensin biliyorsun dimi. Al devirdim masayı ne işe yaradı. Bak güzel kardeşim bir insanın masalara bu kadar takık olması normal değil. Biz en iyisi seni bir psikoloğa götürelim" diyen Serkan'a uzaylıymış gibi baktım. "Birincisi baş belası olabilirim, abi olan sensin katlanmak zorundasın. İkicisi ben masalara takık değilim. Bu itler takık asıl, gizli çekmece var masanın altında." dedim. Masanın altında çekmece olduğunu söylediğimden beri masaya bakan Serkan "Sende en az bunlar kadar körsün." dedi ve beni yere bıraktı. Beni omuzlarımdan tutarak masa çevirirken aynı zamanda "Madem körsün tecrübeni kullan. Burada önemli bir belge olamaz çünkü kampın yeni olduğu ve zaten önceden yapılmış bir plan için kurulduğu belli. Çekmecenin aralık kısımlarına iyi bak." dedi. Onun ellerinden kurtulup biraz masaya yaklaştığımı zaman çekmecenin aralık kısımlarından yanıp sönen hafif ışığı fark ettim. Bu itleri uçurma hayali kurarken az daha bizi uçuruyordum. Şok içinde Serkan'a döndüğüm zaman "Gidelim artık biraz dinlenip sabah yeniden tarama yapalım ve biran önce eve dönelim." dedi. İlk timimi kurtaramamışken ikinci timimi kendi elimle şehit ediyordum. Hemde aynı kaderi yaşatarak. Açılmak üzereydi çekmece eğer Serkan vaktinde gelmeseydi olacaklara iki yıl önce çok yakından şahit olmuştum. Silah kullanmamıza rağmen burnuma dolan ağır barut kokusu genzimi yakıyordu. Çünkü şuan iki yıl önce olanlar yeniden gözümde canlanıyordu. Yine bir köy meydanındaydım. Hayalet timinden 250 metre uzakta keskin nişancı olarak konumlanmıştım. "Bomba var! Alanı boşaltın bomba var! Uzaklaşın ordan!" diyen sesim kulaklarımda uğultu yapıyordu. Şuan hareket edemiyordum ama iki yıl önce ilk patlamanın ardından bir umut belki kurtulmuşturlar diye 250 metre ilerideki alana 15-20 saniyede koşarak giderken bacaklarımda oluşan ağrıyı yeniden hissediyordum. O cehennem günün ardından "Tüm oğullarımı toprağa verdim, bari sen yaşan ölü olma kızım. Ayağa kalk." diyerek ağlayan Sultan anne yeniden susmaya yemin etmiş beni konuşturmaya çalışıyordu. O gün olduğu gibi bugün de beni kendime getiren bu ses olmuştu. 'Ayağa kalk ve intikamını al Hazen!'
Serkan kolunu omuzuma atarak beni odadan çıkartırken ana dönmüştüm ama hâlâ yaşadığım şokun etkisindeydim. İlk timimi nasıl kaybettiğimi biliyorlardı o yüzden şuan donup kalmam onlar için şaşırtıcı değildi. Arkadan timin "Uykusuz kaldık ya ondan oldu.", "Tabi oğlum sabahın köründe kalkıp şu saatte kadar dağ tepe dolaştık, bizde insanız olur öyle şeyler." diyen sesleri geliyordu ama hangi ses kime ait ayırt edemiyordum. Uzun süredir böyle bir tepki vermiyordum ama ilk zamanlar neredeyse tüm görevlerde bu durum yaşanmıştı. Alışıktılar bu halime. Bazen öyle anlar oluyordu ki onların iki adım öteme gitmesine izin vermiyordum. O kadar dalmıştım ki son iki yılda olanları düşünmeye, ne kadar yürüdüğümüzü bile hesaplayamamıştım. Yavaş yavaş kendime gelmeye başladığımda bir mağaraya girmiştik bile. Serkan emir-komutayı kendi inisiyatifiyle devir alırken "Kimsenin nöbet tutmasına gerek yok bomboş arazi zaten herkes dinlensin." diye emir verdiğini duydum. Herkes bir köşeye geçerken o yanıma doğru geldi. Önümde durup "Yeni yeni kendine geliyorsun farkındayım. İki yıl önce olanlar senin suçun değildi, bugün başına gelen şey yarın hepimiz başına gelebilir ve kötü sonuçları olabilir. İki yıl önce olan şeyler yüzünden bugününü mahvetme, onlar en güzel mertebeye ulaştılar. İntikamlarını aldık ve almayada devam ediyoruz. Bir damla kanlarının bedelini bu itlere bin damla kanla ödetiyoruz yıpratma artık kendini. Şimdi sana uyuman için bir ilaç vereceğim, onu iç ve uyu. Sabah her şey daha iyi olacak. Söz veriyorum." dedi ve elindeki ilacı bana uzattı. Kendimi toplamak için uyumam lazımdı. Bu yüzden ilacı içtim ve gözlerimi kapattım. Uyukuya dalana kadar sessizce 'Benim suçum değildi. Sabah her şey daha iyi olacak.' diye sayıkladım. Umarım sabah her şey daha güzel olurdu.
________Ertesi gün 14.30________
"Yok komutanım. Allah'ın cezası yerde tek bir çöp bile yok. Yer yarıldı da içine girdiler sanki." diyerek isyan bayraklarını çeken Oğuz'a döndüm. Haklıydı, kimse yoktu. İnsan yaşamını geçtim etrafta hayvan yaşamına dair bile iz yoktu. Sabah uyandığımızda ilk önce karargaha bilgi vermiş daha sonra ise bir dakika bile dinlenmeden hedef bölgenin neredeyse iki katını taramıştık. Bir tek bir buçuk kilometre ileride olan bir vadi kalmıştı. Ama oraya gitmemiz yasaktı. Albay kesin emir vermişti. O bölge dışında her tarafı tarayın ve dönün demişti. Derin bir nefes aldım, sözlerim birazdan ortama bomba gibi düşecekti. 6 ay sonra yine bir kaosun eşiğine sürükleniyorduk. 'Sabah her şey daha iyi olacak.' diye uyuduğum gecenin sabahı bok gibi bir güne uyanmıştım. "Yapacak bir şey yok. Bölge sınırlarını iki katı genişlettik zaten. Verilen konum dünkü kampı gösteriyordu," derken bir yandan da kaskımı ve çantamı çıkartıp yere bıraktım. Bunalmıştım artık. Etrafa göz gezdirirken yarım bıraktığım cümlemi "Sanrım erken geldik ve kurdukları kampı daha en başından bozduk. Artık dönüyoruz kamp bölgesini tekrar kontrol edip buluşma noktasına gideceğiz. Biraz dinlenin." diyerek bitirdim. Tim ciddi olup olmadığımı sorgularken tek tek hepsine baktım. Dünden sonra bu kadar sakin olmam onlara garip geliyordu. Haklılardı ama onlar vadiyi öğrenmeden dönmemiz gerekiyordu ve bunu yapabilmek için sakin kalmam gerekiyordu. Öğrenirlerse oraya gitmek isteyecektiler. Serkan dışında vadiyi bilen yoktu. Albayın vadi hakkında söylediklerinide hiçbiri duymamıştı zaten. Sakince yerine oturdu Serkan ve fırtına öncesi bir dinginlikle "Aval aval bakmayın da oturup dinlenin." dedi. Şuan Serkan'ın yaydığı enerji hiç iyi değildi. Tim ondaki gergin durumu fark ederken oturdu. Bende Serkan'ın yanına geçtim ve "Bu sefer cidden olmaz, abimi de Albayı da duydun. Gittikçe tuzağa çekiliyoruz. Oraya gitmek hepimizi tehlikeye atar, timi dağıtırlar bu sefer." dedim. Sadece dönüp bakmakla yetindi. Susması verdiği kararı net bir şekilde gösteriyordu. Derin bir nefesle önüme döndüm ve beklemeye başladım. On dakika boyunca sessizce oturduk. Herkes gerginliği farkındaydı, bu yüzden kimseden ses çıkmıyordu. Serkan'ın ayaklanmaya başladığını fark edince ondan önce ayağı kalktım. "Ben gidiyorum. İsterseniz gelin, isterseniz gidin ama ben o vadiyi de taramadan eve dönmem." diyen Serkan'la herkesten önce lafa atlayıp "Saçmalama Serkan! Dönüyoruz vadiyi de başka zaman tararız." dedim. Arkadan Turgut abi "Ne vadisi?" diye sordu. Serkan bana dönerek "Albayın gitmememiz için kesin emir verdiği, Hazen ve benim it sürülerinin orada saklandığına emin olduğumuz *Korova Vadisi." dedi. "Komutanım?" diye soran Cem'e "Bok gibi bir yer orası Cem. İki dağın arası pusuya en müsait yer. Destek gelemez oraya. Hem Albay bu sefer timin kesin dağıtılacağını söyledi. Bunları göz ardı edemeyiz." dedim. Tim hatırladığı detayla Serkan'a yalvarırcasına bakarken Serkan "Hepiniz gidin sorumluluk bana ait. Kendi isteğimle oraya gidiyorum. Ölürsem zaten sorun olmaz, sağ kalırsam dilekçe yazar sorumluluğu üstlenirim. Hadi eyvallah." dedi ve arkasını döndü. Peşinden koşup önünü kestim. "Saçmalama Serkan! Dönüyoruz çok bile kaldık burada." dedim. Alayla güldü Serkan. "Ne o Üsteğmen? Komutanlık mı taslıyorsun bana?" diye sorarken sesi ilk defa bu kadar soğuk çıkıyordu. Rütbe cezası almıştı Serkan, şuan Yüzbaşı olması gerekirken o hâlâ Üsteğmendi. Aramızda kıdem farkıda yoktu. Sadece o cezalı olduğu için time komutanlık yapamıyor ve karargahda dahil olmak üzere benden emir alıyordu. Soğuk bir sesle alay ederek söylediği şey bu durumu kullandığımı ima ediyordu. "İma ettiğin şeyi bugüne kadar bir kere bile yapmadım ama eğer bu durumu kullanarak seni uçurumun ucundan alacaksam evet komutanlık taslıyorum ve emrediyorum asker: Dönüyoruz! Hep birlikte şimdi buluşma noktasına gidiyoruz!" diye çıkışımın üstüne "Orada ne yaşandığını en iyi sen bilirken bana 'dön' emrini veremezsin!" diye bağırarak beni geriye doğru itti. Beklemediğim hamle yüzünden sert bir şekilde arkamdaki kayaya çarptım. Sırtımda oluşan ağrıyla inlerken batan taş parçalarını da hissediyordum. "Lan ne yaptın?!" diye bağıran Oğuz koşarak yanıma geldi. Kimse, Serkan bile kendinden böyle bir hamle beklemiyordu. Öfkesini kontrol edemiyordu çünkü o vadi kız kardeşi ve nişanlısının şehit edildiği vadiydi. "Hazen," dedi şok içinde. Kardeşi Seray ve beni hiçbir zaman ayırmamış, birimize bir şey aldığı zaman diğerimizi unutmamıştı. Gittiği her ortamda iki kız kardeşi olduğunu söylemiş, nişanlısı Nisa'ya bile ilk başlarda beni öz kardeşi olarak tanıtmıştı. Şimdi ise bir kardeşini ondan alan vadi yüzünden diğer kardeşine zarar vermişti. Tir tir titriyor, zor bela adım atıyordu. Yanıma gelip çöktüğü zaman "Özür dilerim, ben sadece," diyip sustu. Yaptığını savunmuyor daha ilk andan pişmanlıkla özür dilemeye çalışıyordu. Ama kesinlikle geri dönmeye niyeti olmadığı iyi biliyordum. Onu alıyordum ama öfkeliydim. Anlık bir sinirle "Bu tim kimseyi geride bırakmaz! Çok mu gitmek istiyorsun? O zaman emir-komutayı sana devir ediyorum. Kalkda göster yolu gidelim!" diye bağırdım. Beni ittiği için pişmandı ama yine de gitmekten vazgeçmedi. Önce, az önce yere attığım kaskı ve çantayı alıp yanıma geldi. Kaskı başıma geçirirken "Oğuz, Hazen'in çantasını sen al." dedi. Elleri titriyordu. Kaskı taktıktan sonra koluma girip beni yavaşça kendine çekti. Sırtımı kontrol edip "Kanama yok. Vadiden geçer buluşma noktasına gideriz, oradan daha yakın oluyor." dedi. Onay istercesine gözlerime baktı ama karşısında boşluk vardı. Buz gibi bir sesle "Emir-komuta sende, bana sorma ne biliyorsan onu yap." dedim. Gözlerini kaçırdı ve vadiye doğru yürüme başladı. Hâlâ bırakmamıştı beni bu yüzden bende onunla ilerliyordum. Belimden hafifçe baskı uygulayarak yürümemi destekliyordu. Kendimi tutamadım ve yumruk yaptığım elimi sırtına geçirdim. Hiçbir şey demedi ve yoluna devam etti. Hislerime güvenirdim o vadide hiç iyi şeyler olmayacaktı. Bunu oda biliyor ama durmuyordu.
______2 saat sonra________
Durmaksızın yürüdüğümüz iki saatin ardından nihayet vadinin ortasına varabilmiştik. Hâlâ bir saatlik yolumuz vardı. Şuana kadar hiçbir sorun yaşamamıştık. Vadiye girdikten yarım saat sonra Serkan'ın desteğinden kurtulmuş, Oğuzdan çantamı almıştım. Öfkeli olduğum için en önden timle muhatap olmadan yürüyordum. Biraz ileride olduğunu bildiğim ortası boş bir kaya yığını vardı. Serkan ne düşünüyor bilmiyordum ama vadinin en güvenli yeri orası olduğu için ben orada dinlenmeyi düşünüyordum. Onların ne yaptığı umrumda değildi. Gerginlik hâlâ devam ettiği için kimseden ses çıkmıyordu. "Komutanım, hadi Serkan komutanım neyse de biz ne yaptık komutanım ya?" diye isyan eden Kerim'e döndüm. Ben daha ağzımı açmadan Serkan araya girerek "Sen önce konuşmayı öğren sonra 'Serkan komutanım hak etti.' de. Tek cümlede kırk kere 'Komutanım' dedin." diyerek çıkıştı. Serkan'a döndüğüm gibi göz göze geldik. İnsanları gıcık etmeye bayılan biri olduğum için dik dik gözlerine bakarak göz devirdim. Bundan nefret ediyordu. Tim bu hareketime kıkırdarken Serkan sinirden kıpkırmızı olmuştu. Kerim'e dönerek "Dün konuşamadık, kaybettin." dedim. Gerginliğin biraz olsun dağılmasını istediğim için açmıştım bu konuyu. Derin bir nefes aldı ve "Komutanım ben adamları değil yatakları saydım. Kırk yatak görünce dışarıdaki iki kişiyle birlikte kırk iki kişi dedim ama değilmiş." diyerek sitem etti. Turgut abi gülerek "Yatakları nasıl saydın lan?" diye sordu. "Sabah tüm odaların kapısı açıktı. Ben daha Hazen komutanım saymamızı istemeden saydım abi." diyen Kerim'e, Kemal "Sen nasıl bir radyoaktif maddesin lan? Aynı anda hem salak hem de zeki olmayı nasıl becerdin?" diye sordu. Kerim bu soru karşısında "Orduluyum ben komutanım." diye heyecanla çıkışınca hepimiz durduk ve ona bakmaya başladık. Mal mal göz kırpıştıran Kerim en sonunda "Ordu komutanlarım, Karadeniz yani. Çernobil faciası. Ondan etkilenmiş bizim oralar." diyerek ek bir açıklama yaptı. Oğuz "Sen cidden radyoaktif bir kazasın." demiş ve yürümeye başlamıştı. Onun peşinden bizde yürümeye başlarken arkadan Turgut abi "Ne alaka oğlum? O kaza 1986'da olmuş bu çocuk 2003 doğumlu. Biraz salak olabilir ama 17 yıl var arada etkilenmemiştir o kazadan. Bunun salaklığı başka bir şeyden geliyor." dedi. Kemal "Acaba çocukken düştü de kafasını vurup mu bu hâle geldi bu çocuk?" derken beklediğim kaya yığınına varmıştık. "Olabilir valla komutanım." diyerek Kemal'i onayladı Kerim. Ben vadi yolundan sapıp kayalığa doğru yürürken tim bu sefer Serkan'dan emir beklemek yerine beni takip etmişti. "10 dakika mola. Buradan sonra geçit dar. Buraya kadar atlattıysak ilerisi temiz demektir. Boşu boşuna yolu uzattık." dedim. Serkan "En azından korktuğumuz şey olmadı." derken adımlarını hızlandırarak yanıma geldi ve yaslanmak üzere olduğum kayayla arama kendi ceketini koydu ve tekrar "Özür dilerim." diyerek kendi köşesine çekildi. Bu duruma kayıtsız kalamayan Cem "Yapmasaydın o zaman dangalak." diyerek Serkan'a bakmaya başladı. Hepsi burada birşey olduğunu ve ikimizin en başından beri bu bölgeyi bildiğimizi farkındaydılar ama gerginlik olduğu için kimse sormaya cesaret edememişti. "Burası orası. 100 metre önce durakladığım yer Seray ve Nisa'nın şehit edildiği yer." diyerek ısrarının nedenini en sonunda açıklandı Serkan. O görevde sadece ben ve Serkan vardık tim cezalı olduğu için yanımıza başka bir tim verilmişti. İki sivilin esir alındığını biliyorduk ama kimse o iki sivilin Seray ve Nisa olduğunu bilmiyordu. İkiside savcıydı bu yüzden kimlikleri bizden saklanmıştı. Öğrendiğimiz de ise daha bizi görmeden geldiğimizi duyan itler gözümüzün önünde şehit etmişti onları. Turgut abi "Bir kardeşini ve nişanlını senden alan vadi yüzünden sende diğer kardeşine kendi ellerinle zarar verdin öyle mi?" diyerek benim saatler önce düşündüğüm şeyi dışarı vurmuştu. "Evet yaptım öyle bir mallık." diye fısıldadı Serkan. Herkes sessiz olduğu için rahat bir şekilde duymuştuk dediğini. Aradan geçen uzun bir sessizliğin ardından 10 dakikanın dolduğunu görünce ayaklandım. Benle beraber timde kalkarken Serkan'ın ceketini almak için yere eğildim. Ne olduysa o arada oldu zaten. Yere eğilmemle başımı hedef aldığı belli olan kurşun karşımda ki kayaya saplandı. Neredeyse iki gündür karınca sesini bile duymadığımız arazi birden bire silah sesleriyle dolup taştı. O kadar çok silah sesi geliyordu ki seslerin yankı mı yoksa hepsinin farklı bir silaha mı ait olduğunu anlayamıyorduk. Bu kayalığı seçmenin iki nedeni vardı. Birincisi bizimde ortasına girmek için kullandığımız orta büyüklükte oyuk dışında etrafı kapalı ve siper almaya uygundu. İkincisi ise en başından beri takip edilmediysek bizi kimse burada saklanırken bulamazdı. Şuan ateş hattında kalmamızın tek açıklaması ya en başından beri takip edildiğimiz yada abimin dediği gibi bize bir tuzak kurulup biz gelmeden buraya yerleşmiş olduklarıydı. İkinci daha mantıklı geliyordu çünkü yarım saat öncesine kadar sessiz bir şekilde yürürken bizi takip ettiklerini fark etmememiz imkânsızdı. Herkes siper almış karşılık verirken Cem "Komutanım sanırım biz kampı değil kamp bizi buldu. Neredeyse 200 kişi var burada." dedi. "Senin şom ağzına eşekler sıçsın Serkan. Karargâhla iletişime geçin hemen." diyerek bağırdım. Serkan sessiz kalırken iki dakika sonra Oğuz elime telsiz telefonu verdi. Albay konuşmama izin vermeden "Hazen ne oluyor orada? Helikopter bir saattir sizi bekliyor neredesiniz?" diye sordu. Albayın daha sonra ağzıma sıçacağını bile bile "Komutanım, *Korova Vadisindeyiz, bölge sessiz olunca daha yakın olduğu için vadinin içinden giderek buluşma noktasına varmaya karar verdim. Bölgenin dar geçitlerine yaklaşana kadar bir sıkıntı yoktu geçitlerden önce dinlenmek için bir kaya yığınına saklandık ama sanırım buraya geleceğimizden haberleri vardı çünkü bulamadığımız kamp şuanda tümüyle burada önlü arkalı bizi ateş hattına almış durumda. Takip olmadığına eminiz çünkü yol boyunca sessiz bir şekilde hareket ettik." diyerek hızlıca durumu özetledim. Serkan "Lan ne yapıyorsun?" diyince dizine sağlam bir tekme geçirip onu susturdum. Tim emirim dışına çıktığı için daha fazla ceza almamalıydı. İlla bir ceza gerekiyorsa bunu ben alırdım. Timimin dağıtılmasına göz yummayacaktım. "Bunu geldiğiniz zaman daha detaylı bir şekilde konuşacağız Üsteğmen'im. O bölgeye asker desteği gelemez. F-16'lar birazdan orada olur ama bu durumdan sizde etkileneceksiniz. Hazırlıklı olun." dedi ve cevap beklemeden telsizi yüzüme kapattı. Telsizi Oğuz'a verirken Serkan'a doğru "Sen gibi salak olmadığım için timimin dağıtılmasına izin vermiyorum. Ağzını açarsan varoluşundan başlar atomlarına kadar dümdüz giderim, kes sesini." dedim. Önüme dönüp ateş etmeye devam ederken "F-16'lar geliyor herkes göğüsündeki bayrağı çıkarsın yerimizi belli etmemiz lazım." dedim. Tüm timde hücum yelekleri ile göğüsümüz arasında sıkıştırdığımız ve şehit olursak geride kalanlar üzerimize örtsün diye daima yanımızda taşıdığımız bir bayrak vardı. Herkes onları çıkartırken önce kulaklıktan "Ben Yüzbaşı Filiz Karn, sesimi duyuyor musunuz Üsteğmen'im?" diye bir ses yükseldi. Daha sonra ise etrafımızda dört F-16 dönmeye başladı. "Evet komutanım duyuyorum. Yerimizi Bayrakla size belli edeceğiz." dedim. "Anlaşıldı Üsteğmen'im. Sizden isteğim bulunduğunuz yerde iyice kapanmanız ve olabildiğince az hasar almanız." diyen Yüzbaşıya "Emredersiniz komutanım." dedik ve silahlarımızı bırakarak ortada bir daire oluşturup bayrakları üstümüze çektik. Herkes kafasını ortaya doğru gömerken Serkan "Önce sen ortaya geç ondan sonra biz başımızı eğelim." dedi. Ona ters ters bakıp ikiletmeden ortaya geçtim. Bunu söylemesinin iki nedeninden biri illa düşen kaya parçaları olacağı için sırtımın daha fazla zarar görmemesiydi. Onun bunu söylemesi ve benim kabul etmemin ortak nedeni ise ben ortaya geçersem onların daha da küçülerek kapanabilmesiydi. Kulaklıktan Yüzbaşının "Dönerek atış yapacağız dikkatli olun bir tane bile it sağ kalmasın ama askerimizde bombalardan etkilenmesin. Öyle bir ayarlayın ki mesafeyi her ikiside aynı anda gerçekleşsin." diyerek kol uçuşunda ki pilotlara emir verişinin sesi geldi. Son emirden 30 saniye sonra "Başla!" emriyle beraber bir patlama sesi yankılandı ve yer sarsıldı. Belkide 10 saniyeden daha az bir sürede peş peşe yapılan 8 atış ile tüm silah sesleri kesilmişti. Atışlar sırasında en yakınımıza düşen beşinci bombadan sonra Serkan'dan ufak bir inleme sesi gelmişti. Herkes ne kadar endişelensede Turgut abi "Böyle yaşattığını yaşarsın işte köpek!" demekten geri durmadı. "Yüzbaşım?" diyerek kulaklıktan seslendiğim zaman "Görünürde hareket kalmadı. Yuvada görüşürüz asker." dedi Filiz Yüzbaşı. Hemen ardından ise "Komutanım ben helikopter pilotu Teğmen Mehmet Atmaca. Bulunduğunuz yerden çıkmayın lütfen on dakika içinde orada olacağız, alçalabildiğimiz kadar alçaldıktan sonra iple tırmanmanız lazım." diyen pilotun sesi geldi kulaklıktan. "Tamam aslanım bekliyoruz." dedikten sonra kulaklığı kapatıp Serkan'a döndüm. "İyi misin?" diye sorduğumda "Affedersen iyiyim kardeşim." Demişti. Cem ise buna karşı kendini tutamayarak "Yüzsüzlük tam olarak bu diye yorumladım." demişti. Oğuz "Neyse en azından özür diledi." diye araya girince istemsiz bir şekilde güldüm. Serkan dışında herkes haklı olduğu için sesi çıkmıyordu beyefendinin. "Kök söktürmeden affetmeyeceğim. Albay, bana ne ceza verirse bin katını yaşayacaksın haberi olsun." dedim. "Ne yaparsan yap razıyım Hazen. Mekan aynı olunca başlarında ki itte aynıdır diye düşündüm. İntikam hırsıyla gözüm hiç bir şey görmedi o an. Özür dilerim." dedi. Ona kafa sallarken helikopter gelmişti. Pilot helikopteri havada sabitleyip ipi aşağı sarkıttığı zaman "Kerim'den başlayarak rütbe sırasına göre tırmanın." dedim. Herkes tek tek helikoptere binerken aklımda Albaya yapacağım açıklama ve geleceğini yeni hatırladığım abim vardı. Dakika bir gol birdi cidden. İyi halt etmiştik. Uğraş dur şimdi çenesiyle. Sonunda bende helikoptere bindiğim zaman kapıyı kapatmış ve "Gidebiliriz Teğmen'im." demiştim. Uzun bir yol bekliyordu beni. Hem mecazen hem de gerçek anlamda. Gözlerimi kapatırken boyumdan büyük ve benden ağır yüklerin altında ezilmeye başlamıştım ama bir yandan da hep birlikte sağ salim dönebildiğimize şükrediyordum. Yavaş yavaş uykuya dalarken bu sefer cidden herşeyin daha iyi olduğu bir ana uyanmak istiyordum.
3.BÖLÜM SONU *Korova Vadisi hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Gerçek bile olmayabilir tamamen salladım. Bu arada bu bölüm tam içime sinmedi ama sizi daha fazla bekletmek istemediğim için yayınlıyorum. Bu bölüm Akkuş Timini tanıdık sizce karakterler nasıl? Hazen'i nasıl bir ceza bekliyor sizce? Filiz Yüzbaşı benim içinde bir sürpriz oldu aklımda kesinlikle böyle bir karakter yoktu. Bir anda geldi ve hikayeye dahil oldu. Bu kitabı yazarken nasıl neredeyse 4000 kelimeye kadar çıkabildiğimi Filiz'in gelişiyle daha iyi anladım. Hazen beni en çok yansıtan karakterim. Timi korumak için yaptıkları belki size saçma gelecek ama insanın sevdiklerini bir arda tutmak için yaptığı şeylerin saçma olup olmadığı değil işe yarayıp yaramadığı önemli oluyor böyle zamanlarda. Yaptığı fedakarlıklar çok büyük ve bu bizim en büyük ortak yanımız. İleride nasıl olur bilmiyorum ama bu üç bölüm kesinlikle kendi kendine anlık kararlarla oluştu. Bu arada görev sahnesi yazmakta en zorlandığım şey olabilir. Parça parça olmasının sebebide bu okumanız gereken anlar vardı ama birkaç ufak an içinde görevde geçirdikleri iki günü yazsam asıl olaylara üç bölüm sonra anca gelirdik. Bu yüzden parça parça yazdım bu iki günü. Bölümün geç gelme nedenide bu aslında görev sahnesi yazmak çok zor. Uzun bir süre karargah ve ev arasında gidip geleceğiz gibi duruyor ama yine de her an yeni bir göreve gidebiliriz. Benim işim belli olmaz. Bölümleri bir hafta arayla atmaya çalışıyorum. Bir aksilik çıkmazsa haftaya çarşamba görüşürüz. Kendinize iyi bakın 👋👋👋
|
0% |