5. Bölüm

5. Bölüm

Beril İlhan
beril_ilhan24

Merhaba arkadaşlar bölme geçmeden söylemek istediğim ufak bir şey var. Bu bölümün bu kadar geç gelmesini bende beklemiyordum ama önceki bölümün sonunda dediğim gibi yoğun bir süreçten geçtim. Bölüm aralığını yine en fazla bir hafta olarak tutmaya çalışacağım ama artık yks hazırlıklarınada başladığım için bu süre uzayabilir bu yüzden şimdiden özür dilerim.

İyi okumalar🦋

 

Hepimiz bahçenin ortasında donup kalmıştık. Şaka gibi geliyordu az önce duyduklarımız. Tamam yaptığımı iddia ettiğim şey büyük bir hataydı ama sırf bu hatam yüzünden de kan bağım olan biriyle aynı timde olmam mevzuata aykırıydı. Albayın gerçeği bildiğinide ima ettiğini düşünürsek bu resmen bana 'İnisiyatif öyle değil böyle kullanılır.' deme şekliydi. Yanımızdan geçmek üzere olan bir eri durduran abim "Hangar boş mu?" diye sordu. Er "Boş komutanım." dedikten sonra kafasıyla ere gitmesini işaret etti. Daha sonra bana bakarak "Hangara," dedi. Ben oflayarak ilerlemeye başlarken arkada abimin diğerlerine "Hepiniz, hemen hangara." diye bağırdığını duydum. Bana bağırmış gibi görünmemek için mi önce bana hangara gitmemi söylemişti o? Dün dediklerinden sonra bugün bunu yapması saçma ve komikti.

Beş dakika içinde hangara vardığımızda ben oturma kısmına geçerken Akkuş Timide beni takip etmişti. Ne kadar tavır almayın desemde abime karşı hep bir tavırları vardı. Akkuş Timi beni ortalarına alacak şekilde yanıma oturduğunda Hazar abime belli etmeden göz kırparak karşıma oturdu. Hepsinin abimle muhatap olmak istemediğimi düşünerek yaptığı bu hareket hoşuma gitmişti. Melih abide Hazar'ın yanına oturduğu zaman ayakta kalan Alaca Timine "Davet mi bekliyorsunuz lan? Otursanıza." demişti. Tim sessizce otururken abim deli danalar misali bir sağ bir sola gidiyordu. En sonunda dayanamamış olacak ki birden "Ne bok yediniz lan siz?" diye bağırdı. Herkes yerinde sıçrarken ben sabit kalmıştım ve bu onu bariz bir şekilde şaşırtmıştı. Az önce ilk beni gönderip sonra timlere bağırmasının ve şuan sesine tepki vermememe şaşırmasının nedeni aynıydı; Benim bu hayatta belki de korktuğum tek şey abimin bana bağırmasıydı.

Bunu şimdi hatırlamasıda komikti çünkü yıllar sonra ilk defa karşı karşıya geldiğimizde bana o kadar çok bağırmıştı ki on dakika içinde bu korkumu yenmemi sağlamıştı. Bana öyle davranması beni sevmeyen babamı bile kızdırmış abime "Karşında kardeşin var Gökmen. O ses tonuna dikkat et." diye bağırmasına sebep olmuştu. Babamda bir garipti. Sözleri ve hareketleri beni sevmediğini dört çocuğunun içinde bir beni fazlalık olarak gördüğünü açıkça belli ederken ona en ihtiyacım olduğu anlarda dibimde bitiyordu. Altı ay önce bile annemgil gelemediği için o bana refakatçi olmuştu. Hazar ve ben kalmasına gerek olmadığını söylesek bile bizi dinlememiş Hazar'ı yanımdan kovmuştu. Üstelik bunula da kalmayıp abime bir daha hastaneye uğramadığı için kızmıştı. Hastanede kaldığım iki hafta boyunca üstünü değiştirmek için bile yanımdan ayrılmamış ne lazımsa Hazar'dan istemişti. İkizlerin doğumundan sonra değişmeye başlayan tavırları artık net bir şekilde pişman olduğunu gösteriyordu ama herkes her şey için çok geç olduğunun farkındaydı.

"Abla," diyen Kerimle kendime gelip ona doğru döndüm. Düşünceler ağırdı, dipsiz bir kuyuydu ve bir kere daldığım zaman tek başıma ana dönemiyordum. "Efendim Kerim." dediğim zaman "Gökmen komutan bağırdığından beri adama onu öldürecekmiş gibi bakıyorsun. Teknoloji henüz o kadar gelişmedi gözlerinle kimseyi öldüremezsin." diyerek gerginliği hafif bir alayla dağıtmaya çalıştı ama bilmediği bir şey vardı. Ben gözlerimle abimide babamıda öldürebilirdim. Bedenen belki bir etki yaratamazdım ama bakışlarımdaki boşluk onların ruhunu öldürmeye yeterdi. Belki abim babam gibi pişman değildi ama bizim birbirimize karşı öldüremediğimiz bir sevgimiz vardı ve o farkında olarak veya olmayarak eskiyi arıyordu. Şuan bile bağırdıktan sonra ciddi yüz ifadesine rağmen anında yumuşak bir ifadeyle bakan gözleri bana kenetlenmişti ama gözlerimde gördüğü boşluk bu sıcak ifadenin şaşkınlığa dönmesine neden olmuştu.

"Kimsenin kimseyi öldürdüğü yok! Emir komuta onda olmadığı için kimseyi tehlikeyede atamaz. Sende karşında ablan değil komutanın olduğunu unutma!" diye Kerim'e çıkışan Emre'ye döndüm. "Akkuş Timi siz buraya alışana kadar size yardımcı olmakla görevli. Timimi Gökmen Yüzbaşıyla aramızda olan konulara karışmaması için ve bizim aramızdaki sorun yüzünden size tavır almaması için uyarmıştım. Komutanınız uyarmadıysa ben sizi bu konuda uyarayım Astsubayım; Sakın bizim aramızdaki şeylere karışmayın ve bizim yüzümüzden timler birbirine tavır almasın. Bunun cezası herkes için ağır olur! Emrim anlaşıldı mı asker?!" diye gür sesimle konuştum. Yüzbaşılar dışında herkes "Emredersiniz komutanım!" diye bağırınca tekrardan lafa girdim. Bu sefer hedefim abimdi.

"Bu birdi. İkincisi ise boku yiyen biziz komutanım. Sizi ilgilendiren bir şey olduğunu sanmıyorum. Afiyet olsun Akkuş!" dedim. Tim anında "Sağol!" diye bağırınca Melih abi daha fazla dayanamayarak gür bir kahkaha attı. Onun peşinden Hazarda gülmeye başlayınca herkes onlara çatık kaşlarla bakmaya başladı. "Kız Hazen sen yalnız görünüş olarak değil karakter olarakta benziyorsun Gökmen'e." diyen Melih abi haklıydı. Abim, ben ve Gökhan siyah saçlarımızı annemden yeşil gözlerimizi ise babamdan almıştık. Hazan ise ela gözlerini annemden kumral saçlarını ise babamdan almıştı. İkizlerin yüz hatları birbirine benziyordu ama yüz hatları dışında pek benzer bir yanları yoktu. Abimle ben ise hem yüz hatları hemde karakter olarak birbirimize çok benziyorduk. İkizlerden daha çok biz ikiz gibiydik. "Maalesef." diyerek burun kıvırsamda bu durum hoşuma gidiyordu.

Abim iyice sinirlenince "Yeter! Senin timin bundan sonra Alaca Timi bu duruma alışsan çok iyi olur! Ne haltlar yediğinizide illaki öğrenirim!" diye bağırmıştı. Timden sır çıkmazdı Hazar'ın bildiğini ise bilmiyordu. Yani anca rüyasında öğrenirdi. "Bu saçma konuşma bittiyse bizim gitmemiz lazım." demem onu iyice çıldırtırken birden odaya bir er daldı. Nefes nefese "Hazen komutanım," dedikten sonra durup derin bir nefes aldı. Bu eri tanıyordum Hayalet Timine geldiğim ilk günden beri bu karargahta görev yapıyor ve arada bizim yanımıza gelerek bizimle vakit geçiriyordu. Tim şehit düştükten sonra ne kadar kendimden uzak tutmaya çalışsamda asla yakamdan düşmemiş "Sizin bir suçunuz yoktu. Onların vadesi dolmuş. Ayrıca onlar şuan en güzel mertebeye ulaştılar." diyip durmuştu. "Ne oldu?" diye sorduğum zaman "Sultan anne burada." demişti.

Ben daha girdiğim şoktan çıkamazken kapıdan "Çekilin önümden Serhat bey! Kızımı görmeden şuradan şuraya gitmem!" diyen Sultan annenin sesi geldi. Söylediği kelimeler karşılıksız kalırken yaklaşık bir dakika sonra karşımdaydı. Yanında ise tüm heybetiyle Serhat Albay vardı. Ne zaman şaşırsam anında saçmalamaya başlıyordum "Ben bir ara sizi evlendiriyim ya." demem ise bunun en büyük kanıtıydı. Karşımdaki ikilide benim gibi dona kalırken abimde dahil olmak üzere bizim dışımızda herkes gülmemek için garip sesler çıkartıyordu. Rezillikti. Başka bir kelime bu durumu açıklayamazdı. Sultan anne bu yaşına rağmen utançtan kıpkırmızı olurken Serhat Albay ona bakarak hafifçe tebessüm etti. Odada benim gibi bir boş boğaz daha vardı. Oda "Güner komutanım burada olsa 'Anam elden gidiyi!' diye ağıt yakardı." dedi. Onun dediği herkesin keyfini biraz kaçırmıştı.

Sultan anne saçmalığın dibine vuran ere ve bana baktıktan sonra utanmasına rağmen "Siz burada ne yedirip içiriyorsunuzda bu çocuklar böyle salak oluyor Serhat bey!" diyerek Serhat Albaya çıkıştı. Albayın gülen yüzü anında solup "Biz bir şey yapmıyoruz Sultan hanım! Onlar zaten salak." diyerek kendini savunmaya geçti. "Ayıp oluyor komutanım ya. Ben birden görünce şey ettim." diyen bana "Ney ettin?" diyerek Hazar karşılık vermişti. "Susar mısın lütfen? Zaten battım bari bırak yüzeyde kalayım." diyerek Hazar'ı susturduktan sonra boğazımı temizleyerek kendime gelmeye çalıştım. Saçmalamayacağıma emin olduktan sonra hızla yerimden kalkarak "Hoş geldin annelerin incisi." diyerek Sultan anneye doğru yürümeye başladım. Anneme 'Annelerin zümrütü' Sultan anneye ise 'Annelerin incisi' diyordum. Tabi bu durumu bilmeyen abim "Niye senin anan yok mu?" diye saçma bir soru sordu. Ona çatık kaşlarla bakarken "Benim anamda var, Sultan anamda varda senin çenenin yayı yok belli ki." dedim.

Sultan annenin öz çocuğu yoktu. Manevi oğullarının hepsinide iki sene önce toprağa vermişti. Onun için kalan tek yakını bendim ve abimin dedikleri onu ister istemez kırmıştı. "Seninle daha fazla uğraşamayacağım Hazen. Müsaadenizle komutanım." diyerek odadan çıkmıştı. Onun peşinden hemen Sultan anneye dönerek "Bakma sen ona annem, o normalde bir tek bana öküz ama bugün tepesinde buharla geziyor yoksa demezdi sana öyle." dedim ve ona sıkıca sarıldım. Patlamadan sonra aylarca onunla konuşmamıştım. Sonra tim rüyama girip beni bencillikle suçlayınca yaptığım hatayı fark etmiştim. O saatten sonrada Sultan anneyi yalnız bırakmamıştım. "Abin mi?" diye sorduğu zaman sadece başımı sallamakla yetindim. Herkes gibi oda biliyordu. Annem bu konuda bir tek onun yanında dert yanıyordu. Bir kere ağladıklarını bile görmüştüm.

Konuyu dağıtmak için "Seni buraya kadar hangi rüzgar attı sultanım?" diye sordum. Uzun uzun baktı önce sonra ise kolunda asılı duran çantaya uzandı. İçinden siyah bir zarf çıkarttı ve bana uzattı. "Sabah kapı çaldı. Açtığımda kimse yoktu bir süre etrafa baktım ama kimseyi göremedim, sonra kapının az ilerisinde yerde duran bu zarf dikkatimi çekti alıp içeri geçtim açtığımda ise bir kaç fotoğraf ve bir mektup çıktı içinden. Sonrada direkt buraya geldim zaten, Zarfın içine... Sen bak kızım benim görmeyede, anlatmayada gücüm yok." diyen Sultan anneyle odada kalan herkes kaşlarını çatmıştı. Zarfın tehdit zarfı olduğu belliydi. Garibime giden şey ise bizim ev yerine neden Sultan annenin evine bıraktıklarıydı. Sakin bir şekilde zarfı açtım. Fotoğrafları boş verip önce mektubu elime aldım. Zarfı koltuk altıma sıkıştırıp mektubu açtım. Bu sırada herkesin dikkati bendeydi. İfadesiz yüzümde bir mimik arıyorlardı. Bir A4 kağıdına ortalayarak yazılmış mektupta aynen şu cümleler yazıyordu;

 

 

 

 

 

 

 

 

Sevgili Hayalet;

 

 

Doğrusu benim adamlarımında senin gibi sadık olmasını ileride bana bir şey olduğu zaman adımı yaşatmalarını istedim ama bu konuda ne zaman konuşsak beni ilk satacak kişilerin onlar olduğunu anlıyorum. Her neyse sen sinirlenip bu mektubu yırtmadan asıl konuya gelelim.

 

 

Sevgili Hayalet, abilerin olmandan geçirdiğin iki yıl sana neler kattı? Çok özledin mi onları? Benimki de laf işte tabikide özledin değil mi? Mahir Yüzbaşı'da çok özlemiş sizi. Kardeşlerim gelsinde beni alsın diye tuturdu. Söylemeye içim el vermedi. Kolay değil ki 'Sen ve Hazen dışında herkes öldü.' demek. 'Hazen seni öldü biliyor.' demek. Bende çareyi Sultan anneniz aracılığıyla sana göndermekte buldum.

 

 

İyiliğe karşılık iyilik Üsteğmen;

 

 

Hâlâ anlamadıysan ben Makber.* Abini bulmak istiyorsan beni Samira denen o kadından kurtar. Bu anlaşmanın en karlısı sensin bak hem abine kavuşacaksın hem de büyük bir devlet düşmanından kurtulacaksın. Ha ben mi? Beni de başka zaman halledersin canım. Abinin yerini bilen tek kişinin ölmesini istemezsin bence. Bana inanmadıysan eğer zarfın içine bir kaç fotoğraf bırakıyorum.

 

 

Kararını ver ve benden haber bekle Üsteğmen,

 

 

En kısa sürede görüşmek üzere.

 

 

Makber.

​​​​​Okuduklarım beni şoka sokmuştu. Dolu gözlerimi kaldırıp karşımdaki ikiliye baktım. "Anne," diyen sesim o kadar güçsüzdü ki Sultan annemden önce Serhat Albay aradaki resmiyeti atarak "Kızım ne oluyor?" diye sordu. Titreyen ellerimle mektubu ona uzattım. Hızlıca elimden aldığı mektubu okumaya başlarken bende zarfı yeniden elime aldım ve içindeki fotoğrafları çıkarmaya başladım. İlk başta arka yüzü bana bakacak şekilde zarftan çıkarttığım fotoğrafları düz çevirdiğim zaman bir mağarada elleri tavandan uzatılmış bir zincirle bağlı olan bir adam vardı. Gördüğü işkencelerden yüzü gözü kan içindeydi. Tanınmaz haldeydi. Bu adamın Yüzbaşı Mahir Karşimşek olduğunu bana kanıtlayabilecek tek detay gözükmüyordu. Diğer fotoğraflara baktığım zaman daha iyi hâlde yüzünün daha net gözüktüğü bir fotoğraf vardı. Evet fotoğraflara göre bu adam Mahir abimdi. Ama gerçekten o olup olmadığını anlamak için önce onu bulmam gerekiyordu. Böyle bir ihtimal var mıydı emin değilimdim ama bildiğim tek şey tim ne zaman rüyama girse abim yanlarında olmuyordu. Abim rüyama girdiğindeyse tim olmuyordu. Bu konuyu bir kere Sultan annemle konuştuğumuz zaman sadece "Anneler hisseder yavrum." demekle yetinmişti. Şimdi ise ne düşündüğümü hisseder gibi beni onayladı.

En başından beri abimin öldüğünü düşünmüyordu. Bu ihtimali saçma bulduğu için hiçbir zaman dile getirmemişti. Hem saçma hem de beni daha da çıkmaza sokacak bir ihtimal olduğu için susmuştu.

"Fotoğraflar!" diyen Serhat Albaya fotoğrafları uzattım. Dikkatlice fotoğrafları inceledikten sonra Sultan anneye dönüp "Söz veriyorum Sultan hanım bu ihtimal gerçekse oğlumuzu en kısa sürede evine getireceğim. Eğer gerçek değilse ve bizimle dalga geçiyorlarsa buna cüret edenleri kendi çöplüklerinde geberteceğim. Bizim bu konu hakkında toplantı yapmamız lazım. Biz çıkana kadar lütfen kantinde bizi bekleyin. Alaca Timi ve Akkuş Timi Gökmen Yüzbaşıya da haber vererek beş dakika içinde toplantı odasında olun." derken son cümlesinde bizi hedef almıştı. Melih abi Albayı onayladıktan sonra Albay bana son kez bakarak Sultan anneyle beraber odadan çıktı. "Hazen, iyi misin?" diye soran Serkan'a ve bana merakla bakan diğer herkese dönerek "Toplantının konusu Hayalet Timi komutanı Yüzbaşı Mahir Karşimşek'in hayatta olabilme ihtimali ve Makber kod adlı teröristtin gönderdiği anlaşma talep eden mektup." dedim ve onların üzerindeki şoku atlatmasına izin vermeden "Siz toplantı odasına geçin ben Gökmen komutana haber veririm." diyerek hangardan çıktım ve odasında olduğunu tahmin ettiğim abimin yanına doğru gitmeye başladım.

 

_______1 Saat Sonra;_______

 

Hazen, Gökmen'i çağırdıktan sonra herkes toplantı odasında bir araya gelmişti. Albay ilk başta durumu anlatıp herkese mektubu okumuştu. Sonrada projeksiyonla duvara makber'in gönderdiği fotoğrafları yansıtmıştı. Kimse ne düşünmesi gerektiğini bilmiyordu. Alaca Timi o fotoğraflardan sonra patlama gününe gitmişti. Ortalığı saran kan ve barut kokusu ilk defa o gün onlara gurur değil acı hissettirmişti. Çünkü akan kan kardeşlerine, silah arkadaşlarına aitti... Çünkü bu defa barut kokusu vatan hainlerinin değil vatan uğruna canlarını feda etmekten çekinmeyen bir ailenin naaşlarının üzerine sinmişti. Hepsinin gözü istemsiz bir şekilde Hazen'e kayıyordu çıktığı cehennemi ve Hazen'in o gün hatırlamasa "Bırakmayın beni, gideceksek hep beraber gidelim. Söz vermiştik beraber şehit olacaktık, kimseyi geride bırakmayacaktık. Ya gitmeyin yada benide alın yanınıza." diye sayıkladığını hepsi biliyordu.

Akkuş Timi ise canlı bir şekilde görmeselerde Hazen'in odasında buldukları bir dosyada patlama yerini görmüştü. Aylarca Hazen'in yaşadığı sıkıntılara yakından şahit olmuşlardı. Korku vardı içlerinde, Hazen'in yine o günlere dönmesinden çok korkuyorlardı. Serhat Albay daha bu sabah odasında verdiği 'Hayalet Timini unutturun!' emrinden sonra bir evladının yaşama ihtimaline sevinmeyi kendine yasak görüyor bir taraftan ise diğer evladı için endişeleniyordu. Tüm askerleri onun evladı gibiydi ama Hayalet Timi onun için 'gibi' değil 'evlat' tanımının vücut bulmuş haliydi. Oda korkuyordu, Mahirle onlara bir tuzak kurulma ihtimalinden korkuyordu, Mahiri bıraktığı gibi bulamamaktan korkuyordu. En çokta Hazen'in yıkılmasından korkuyordu. Hazar konuları tam olarak bilmediği için tek düşüncesi Mahir'in biran önce kurtarılmasıydı. Gökmen, içinde büyük bir savaş veriyordu. Ona göre eğer o adam gerçekten Mahirse iki yıl boyunca sadece işkence görmesi saçma ve tuhaftı. Konuşmak istiyor ama sözlerinin Hazen'i hem kızdıracağını hem de üzeceğini düşündüğü için susuyordu.

 

Hazen ise bambaşka bir kafadaydı. Gökmen'in düşündüğünün aksine kimsenin söylemesine gerek kalmadan tüm ihtimalleri kafasında tartmıştı. Odada en mantıklı düşünen kendisiydi ve bunun farkındaydı. Yaklaşık yarım saattir süren sessizliğide bu yüzden o bozdu. "Fotoğraflara göre adam Mahir abim, boyu, kilosu, yüz hatları uyuyor ama emin olamayız. Tuzak olabilir, aramıza hain sokmaya çalışıyor olabilirler, fotoğraflar eski olabilir, binbir türlü ihtimal var... Bunu söylediğim için kendimden utanıyorum ama abim bizi satmış bile olabilir. Önce onun gerçekten abim olup olmadığını anlamamız lazım. Ailesi olmadığı için DNA testi yapamayız ama abimin herkesten sakladığı bir iz var onu bilmeleri imkansız. Onu bulduktan sonra iz varsa abim olduğuna emin oluruz. İz yoksa da direkt sorguya alırız zaten. Bu işin ilk aşaması, diğer aşaması ise sadakat testi. Zaten askerliğe dönmesi uzun zaman alacak ama yine de her ihtimali değerlendirmemiz lazım. Sonuç temiz çıkarsa durumu bizzat ben açıklarım. Anlayışla karşılayacağına, vatan, millet meselerinin duygulardan önde tutacağına eminim. Şunu da belirtmek isterim ki abime güvenmediğim, onun sadakatinden şüphe ettiğim için değil, her ihtimali değerlendirdiğim ve vatanımın çıkarlarını her şeyden üstün tuttuğum için bu öneriyi sunuyorum."

Hazen'in söyledikleri herkesi şaşırtmıştı. Herkes onun konuya duygusal yaklaşmasını bekliyordu. Serhat Albay şaşkınlığının yanında gururda hissederken, Gökmen ise bu duygulara ek olarak Hazen'in, Mahir'e olan inancını ve içten bir şekilde abi demesini kıskanmıştı. Şaşkınlığı üzerinden atan Berkay kendini tutamamış ve "Ulan en duygusal olması gereken konuda bile duygularını geri plana atıp, her ihtimali en ince detayına kadar düşünen kadın nasıl oldu da timini ölümün eşiğine getirdi benim kafam almıyor." demişti. Bu sözlerden sonra Akkuş Timi Hazen ve Hazar'da dahil olmak üzere bariz bir şekilde gerilmişti. Albay ise içindeki tüm acıya rağmen alayla bir Hazen'e bir de Serkan'a baktı. Alaca Timi ilk defa o an durumun göründüğünden farklı olduğunu anlarken, Hazar'ın bir şeyler bildiğini fark eden Gökmen hiç çekinmeden "Demek sende bu sessizliğe ortaksın Hazar." demişti. Bu konuyu kafasına takmayan Melih ise "Hazen'e senden daha çok destek olduğu için şaşırmadım." diyerek Gökmen'e laf sokmuştu. Bu sefer ise Ayberk çenesini tutamayarak "Melih komutanım galiba siz Gökmen komutanımın kaynanasısınız." demişti.

Ayberk'in sözlerine Melih kahkaha atmış, Gökmen kaşlarını çatmış, diğerleri gülmemek için kendini sıkarken Serdal "Haklı olman ceza alma ihtimalini değiştirmiyor. Sus kardeşim." demişti. Konunun daha fazla dağılmasını istemeyen Serhat Albay "Hazen'in önerisi uygun. Başka bir önerisi olan yoksa bu plan için üstlerden izin alacağım." diyerek herkesin odağını kendine çekmişti. Herkes başıyla onay verdikten sonra Albay "Toplantı bitmiştir diyerek." odadan çıktı. Kendisi kantine Sultan annenin yanına giderken içinde hem bir heyecan hem de bir hüzün vardı. Kantine indiği zaman daha o yanına gidemeden Sultan hanım yerinden kalkarak koşar adım onun yanına gitti. Bu gelişe tebessüm etmemek için kendini sıkan Serhat Albay yanına ulaşan kadının konuşmasına izin vermeden "Toplantı bitti. Bir plan yaptık üstlerden izin aldıktan sonra istihbarat elamanları sahaya çıkar, gelen bilgilere görede biz gidip Mahir'i alırız. Daha fazla detay veremem size Sultan hanım üzgünüm." demişti. Sultan hanım ise "Bu bile bana yeter Serhat bey teşekkür ederim. Müsaadenizle ben gideyim artık." demişti. Serhat Albay "Buyrun gidelim." diyerek her zamanki gibi Sultan hanıma evine kadar eşlik edeceğini belli etmişti.

Onlar karargahtan çıkarken Hazar, Hazen'e onu karargahın arka bahçesinde beklemesini söylemişti. İkisi de fark etmesede Gökmende onları duymuştu. Her ne kadar karışmak istemesede merakına yenik düşmüş ve Hazen, Hazar'ı beklerken onların göremeyeceği ama kendisini onları rahat bir şekilde görüp, duyabileceği bir yere geçmişti. On dakikalık bir bekleyişten sonra gelen Hazar, yanlarında duran bank'a beklemeden oturmuş ve Hazen'e de oturması için yanını göstermişti. Hazen'de oturduktan sonra artık her ikisinin de Gökmen'i görmesi imkansızdı çünkü Gökmen'in saklandığı yer bank'ın arkasında kalıyor, Hazen ve Hazar ise direkt karşıya bakıyordu. Bir süre sessizce oturduktan sonra Hazar "Pot kırdık." dedi. Hazen başıyla onaylarken aynı zamanda "Biliyorum." dedi. Sakin ve üzgün bir şekilde konuşuyordular. Onları duyanlar acı bir olay hakkında konuştuklarını sanırdı. Ama onlar birbirlerine döndükleri anda kahkaha atmaya başlamışlardı. İki deli birbirini bulmuştu.

"Dikkatli olmamız lazım. Gökmen komutan senide sorguya çekecektir. Geldiğinden beri olayın ne olduğunu öğrenmeye çalışıyor." dedi Hazen kahkahasını bastırdıktan sonra. Başıyla onu onaylayıp "Üstüme gelecek ama benle muhatap olmayı pek sevmiyor fazla üstelemez beni, tim değiştirmemiz işine gelmiştir." dedi Hazar. "Niye?" soran Hazen'e döndü Hazar. Ne diyeceğini bilemedi. 'Seni sevdiğim için.' dese Hazen'in onu topuklarından vurma ihtimalide vardı, 'Bende seni seviyorum.' deme ihtimalide. Yada arkasına bile bakmadan kaçıp gider bir daha yüzüne bakmazdı. 'Herkesten sakladığım, kendimden bile sakladığım, sırrımı öğrendi.' dese yanlış anlaşılır diye korktu. Bu yüzden en mantıklı bulduğu bahaneyi söylemeye karar verdi. "Melih gibi bende sürekli laf sokuyorum, Melih arkadaşı olduğu için kötü bir düşüncesi olmadığına emin ama benim laflarım batıyor ona. Ondan yani başka bir sebebi yok." dedi. "Anladım." diyerek başını salladı Hazen.

Arada yine bir sessizlik olduktan sonra Hazar "Nasıl hissediyorsun? Yani Mahir Karşimşek hakkında." diye sordu. "Bilmem. Mutlu olamam gerekirdi ama korku var içimde. Bunu söylemekten ve düşünmekten nefret ediyorum ama ya ihanet etmişse diye korkuyorum. Bu şehit olma ihtimalinden bile kötü, her şeyin bir tuzak olmasına bile razıyım. Birde... Geç kalmış olmak, güçlü durmak yerine yıkılıp gözümün önünde ki gerçeği görmemiş olmaktan korkuyorum. Gökmen komutandan sonra çok destek olmuşlardı bana. Timin en küçüğü bendim, onlar zaten bir aileydi ve daha hakkımda hiçbir şey bilmeden beni kardeşleri olarak kabul ettiler. Hepsi abim oldu, Serhat Albay ilk günden itibaren babam oldu. Sultan anne önce teyzem sonrada ikinci annem oldu. Ben hepsini bir anda kaybedince, oradan tek başıma dönünce, Sultan annemin ve Serhat Albayın yüzüne bakamadım, onlara sırt çevirdim. Haftalar sonra kendime geldiğimde ise dosya kapanmıştı. İncelemeye cesaret edemedim. Sonrada Akkuş Timini aldım zaten, travması devam etsede konu kapandı." diyerek dili döndüğünce kendini anlattı Hazen. İlk defa biriyle bu konu hakkında bu kadar detaylı konuşuyordu. İçinde Hazar'a karşı sonsuz bir güven vardı.

Hazen'in zorlandığını anlayan Hazar derin bir nefes alarak asıl konuya girdi. "Aslında benim seni buraya çağrış amacım başka." dedi. Hazen kafasını kaldırıp merakla bakmaya başlayınca Hazar ufak bir tebessümle cebinden Hazen'e vermek için getirdiği şeyi çıkardı. Elindeki Zarfı Hazen'e uzattı, Hazen merakla zarfı alırken "Bu ne?" diye sordu. Sadece "Aç, bak." demekle yetinen Hazar hâlâ yüzündeki tebessümü koruyordu. Zarfı açan Hazen'in eline küçük dikdörtgen şeklinde kesilmiş bir sert karton geldi. Karton'un bir tarafı güneşli bir manzara ile bir tarafı ise ay ışığıyla süslenmiş bir manzara ile kaplıydı. Güneşli olan kısımda küçük sarı ve mavi çiçeklerle yapılmış bir buket, ay ışığı olan kısımda ise sadece küçük beyaz çiçeklerle yapılmış bir buket vardı. Her iki bukete kurutulmuş ve o şekilde kartona yapıştırılmıştı. Kimine kötü bir hediye gibi gelecek bu hediye Hazen'i çok mutlu etmişti. El emeği olduğu Hazar'ın her bir detayı kendi elleriyle yaptığı belliydi. "Bu çok güzel Hazar." dedi büyülenmiş bir sesle. Hazar ise "Senin için yaptım beğenmene sevindim." demişti

"Çok güzel olmuş ellerine sağlık çok teşekkür ederim. Nereden buldun bunları?" diyen Hazen'e "Çiçekleri altı ay önce uyanmanı beklerken toplandım. Aslında canlı vermek istemiştim ama önce abin, sonrada baban beni odadan durmadan kovunca veremedim. Bende çiçekleri kurutup bunu yaptım. Gideceğin gün sana ben eşlik edecektim aslında, o zaman veririm diye düşündüm ama ani görev gelince gitmek zorunda kaldım. Kısmet bugüneymiş. Senin gibiler, bana seni hatırlattılar, küçükler ama güçlüler. Tıpkı senin burada en küçük, en zarif, en narin ama en güçlü olman gibi. İnatçılar, rüzgar'a, toza toprağa rağmen dimdik ayaktalar. Aynı senin yaşadığın her şeye rağmen günün sonunda dimdik ayakta durman gibi." dedi Hazar. Her kadın çiçekleri severdi ama her kadın kaldırım çiçeklerini sevmezdi. Kaldırım çiçeklerini içinde bulunduğu tüm toza toprağa, çamura rağmen seven kadınlar hayatlarına giren herkesi de sadece kendi olduğu için sever, tüm kusurlarına rağmen onlardaki güzellikleri görürdü. Hazar bunu çok iyi biliyordu ve Hazen'in bu çiçekleri bu kadar sevmesi onu mutlu etmiş ve bir kez daha Hazen'e aşık olmasını sağlamıştı.

Ayrıca Hazen şimdilik bilmeyecekti ama beyaz çiçeklerin olduğu bukete eksik olan iki çiçek vardı. O iki çiçeğe Hazen'in kanı damlamıştı ve bunu fark eden Hazar buketler için çiçek toplamadan o iki çiçeği almış ve intikam yemini etmişti. Hazen'i de intikamını almak için gittiğinden uğurlayamamıştı. İntikamını aldıktan sonra ise o çiçeklerle kendine bir yüzük yaptırmıştı. Asla yanından ayırmıyordu. Tüm bu konuşmaları saklandığı yerden dinleyen Gökmen, kendini tutmakta zorlanırken en başından beri onu uzaktan izleyen Serkan sessizce yanına yaklaşmış ve Hazen ve Hazar'ın duymaması için sessizce "Kıskançlıktan kuduruyorsun ama karışamıyorsun değil mi Hanoğlu? 'Ben senin abin değilim.' dedikten sonra gururunu kırıp gidemiyorsun değil mi yanlarına?" demişti. Gökmen sessiz kalırken Serkan normalde mutlu olacağı bu tabloya sırf Gökmen'i iyice delirtmek için müdahale etmeye karar vermiş ve "Ama ben giderim. Çünkü ben onun abisiyim." diyerek yanından ayrılmıştı. Geldiği yolu geri giderek sanki Hazen ve Hazar'ı yeni görüyormuş gibi yanlarına gitti.

Yanlarına vardığı zaman "Ne halt ediyorsunuz lan burada?" demişti. Hazar "Sana ne lan?" diyince Serkan "Abin değil miyim kız ben senin ne demek sana ne? Ne diyor bu dangalak?" diye çıkışmıştı. Hazen gülerek "Abimsin tabi. Havadan sudan konuşuyorduk öyle." demişti. Hazen'in elindeki çiçekleri fark eden Serkan "Havadan sudan değilde çiçekten böcekten konuşuyormuşsunuz gibi ama neyse." demişti imalı bir gülüşle. Hazen'le beraber Hazar'ın da utandığını fark edince ise arkasını dönmüş ve "Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş." demişti. Onun burada daha fazla işi yoktu Gökmen'in iyice sinirlendiğini biliyordu. Bu yüzden Hazar ve Hazen'i yalnız bırakarak Gökmen'i delirtmenin keyfini sürmek için karargaha doğru gitmeye başladı. Bilmediği şey ise Gökmen'in hissettiği acıydı. Hazen'in bu kadar içten bir şekilde abi dediğini yıllardır duymamıştı ve yıllar sonra bunu bir başkasına dediğini duymak şimdiye kadar aldığı en büyük darbe olmuştu. O gözünden akan yaşı fark etmese de arabanın anahtarını unuttuğu için geri dönen Serhat Albay bunu fark etmişti.

"Ne olacak bu çocukların hali Serhat bey?" diye soran Sultan hanıma dönmeden "Bilmiyorum Sultan hanım ama fırtına yakın. Hazen, hem ateş hem de barutken patlaması için tek kıvılcım yeter. Gökmen ise pimi çekilmiş bir bomba ve ne zaman patlayacağı belli değil. Hiçbir şeyi bilmiyorum ama ikisinden birinin patlamasının diğerini de etkileyeceğine eminim. Ve bu durum çokta uzak bir ihtimal gibi gelmiyor. Çok yakın olduğunu hissediyorum." demişti. Haklıydı da. Fırtına yakındı. Her şey üst üste geliyor herkesi yıpratıyordu. Herkes gelecek olanı farkındaydı ama kimsenin engellmeye gücü yoktu. Herkes bir köşeye geçmiş felaketin yaşanmasını bekliyordu. En beklenmedik anda her şey düzeldi derken yaşanacak tek bir olay ise kimseye önlem alma şansı vermeden ortalığı yakıp yıkacaktı.

 

 

 

5.BÖLÜM SONU

Evet bir bölümün daha sonuna geldik.

*Maber; Gömüt, gömme yeri ve mezar anlamına gelen bir kelime.

Mahir Karşimşek hakkın ne düşünüyorsunuz sizce yaşıyor mu yoksa bu bir tuzak mı? Eğer yaşıyorsa ihanet etmiş midir?

Bu arada Alaca Timinin Hazen'e olan ön yargısı uzun sürmeyecek çünkü zaten hepsi Hazen'e hayran sadece son görev hakkında duyduları yüzünden böyle davranıyorlar.

Karakterler hakkında düşündüklerinizi buraya yazar mısınız?

Yeni bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın 👋👋👋

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 02.11.2024 01:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...