Vurulalı tam tamına üç dakika kırk yedi saniye olmuştu. Babamın kucağında az ilerideki ağaç eve doğru ilerliyorduk. Artık kurşunun saplandığı yer morarmıştı. Bir kumaş parçasıyla yarayı her ne kadar kontrool altında tutmaya çalışsam da hala akan kan çok fazlaydı. Hafif hafif inliyordum. Babam bunu duymuş olacak ki, "Dayan kızım geldik." dedi. Gerçektende o tarafa doğru baktığımda ağaç eve çok yaklaşmıştık.
Ağaç ev aynı filmlerdeki gibi bir şeydi. Ağaç dallarının arasına yapılmış ve oraya çıkmak için merdiven koyulmuştu. Fakat babamın oraya kucağında yaralı biriyle çıkması ne kadar kolay olurdu henüz bilemiyordum. Babam, "Hey! Kimse yokmu? Yardım edin." derken pencereden bir adam çıktı. Adam benim yaşlarımda bir şeydi. Ya da benden bir iki yaş büyük. Pencereyi açtıktan sonra babamla konuşmaya başladı. "Buyrun, nasıl yardımcı olabilirim?"
"Kızım yaralandı. Daha ne kadar dayanır bilemiyorum. Yardım edebilirmisiniz acaba?" dedikten sonra adam dönüp bana baktı. Bacağımdaki yarayı görür görmez gözleri açıldı. "Beyefendi, durun bir dakika bekleyin ambulansı arayıp geliyorum. Biz de o sıra tampon yaparız."
"Hayır ambulans olmaz." diye çıkıştığım anda yaram hareketlendi ve ağzımdan küçük bir inilti dökülüverdi. Adam anlamaz gözlerle bana baktığında durumu kontrol altına alıp daha yumuşak bir dille:
"Ambulans olmaz. Zaten çokta önemli gibi görünmüyor. Ben Merve'yi ararım gelir pansuman yapar." diye devam ettim. Adam ne kadar diretse de başarılı olamadı ve ikisi birlikte beni eve çıkardılar. Koltuğa uzandıktan sonra tıslayarak üstümde telefonumu yokladım. Ama sonra arabada olduğunu hatırladım. "Baba telefonum arabada kalmış. Gidip getirmen gerekiyor.''
"Tamam kızım. Ben hemen gidip getiririm. Sen burada bekle. Kendini de yorma."
"Tamam." dedikten sonra babam koştur koştur arabanın olduğu yöne doğru ilerledi. Bir süre sonra adam geldi ve daha kalın bir havluyu bacağıma sardı. Düğümü sıkılaştırdıktan sonra benle konuşmaya başladı. ''Hanımefendi bakın, gerçekten kötü görünüyorsunuz. İzin verin de ambulansı arayayım.'' dedi ve havluyu kaldırıp bacağımı hareket ettirmeye başladı. Ağzımdan ufak bir çığlık kaçınca yüzünü buruşturdu. Havluyu tekrar bağlayıp konuşmaya devam etti. ''Kurşun içeride o yüzden canınız daha fazla yanıyor olmalı.
"Birincisi, ambulans olmaz dedim. Bir daha tekrar ettirme. İkincisi, kurşun yarası olduğunu nereden biliyorsun?"
"Tamam, sen kazandın. İnatlaşmayacağım ambulans konusunda. Diğer konuya gelince, sanırım insan birden fazla kurşun yiyince anlayabiliyor. O yüzden biraz tecrübeliyim bu konuda." Ağzım açık adamı dinlerken söze devam etti. "Ve ambulans konusunda üstelemeyeceğim dedim ama nedenini öğrenmemde bir sakınca olmaz diye düşünüyorum ." Ona babamın mafya olduğunu söyleyemeyeceğim için başımı hayır anlamında salladım. ''Sen ne inatçı bir şey çıktın böyle. Ağzından kerpetenle laf alıyoruz resmen.'' Normalde olsa bir insanı sadece laflarımla dövme yeteneğim vardı ama canım yandığımdan dolayı konuşacak takatim de kalmamıştı.''E ne güzel işte sen de biraz susmayı deneyebilirsin. Başım şişti.''. ''Normalde kadınlar erkeklerin başının etini yer ama benim düştüğüm duruma ba-''. ''Sus artık!'' derken epey sinirlendiğimi gördü ve susmaya karak verdi. O benimle sohbeti kestiginden dolayı ortamdaki sessizlikle birlikte gözlerim ısındı. Gözlerimi kapatmamak için gadret veriyordum çünkü uyursam uyanacağımın garantisi verilemezdi. Kanaması ne yazık ki hala durmadığı için Merve gelene kadar bezi açıp üstüne su tutmaya başladım. Bacağımı her oynattığımda kurşun hareket ettiği için yüzüm ekşiyordu. "Bu arada ismin neydi?" diye sordu. "Mira." diye cevap verdim. "Ya seninki?" ''Hayret, ağzından bir soru cümlesi çıktı.'' dediğinde delici bakışlarımı attım ve susma kararı alıp dut yemiş bülbüle döndü. "Yiğit." Ne! İsmi Yiğit miydi? Merve'nin "cengaver bir yiğit" dediği bu olsa gerek. Kısa bir süre boyunca ortama sessizlik hakim oldu. Babamı görmek umuduyla gittiği yöne bakarken hem babamı hem de Merve'yi gördüm. Merve'nin yüzünü telaşlı görünce şimdiden soru yağmuruna tutacağını tahmin edebiliyordum. Merve merdivenleri tırmanmaya başlayınca artık adımlarını koşuyormuş gibi atıyordu. Yanıma geldiğinde "Mira," dedi endişeli endişeli. Ardından devam etti. "Bak bana yine babamın abuk subuk bulaştığı ada-" deyince bağırmaya başladım. "Ah! Bacağım çok fena acıyor. Merve, lütfen o çeneni kapatıp pansumanımı yapar mısın?" deyince çok şükür sustu ve yarama odaklandı. Söze devam ettim. "Şimdi babam sana abartarak anlatmıştır. Abartılacak bir şey yok bi kurşun yarası o kadar." "Mira sen mal mısın? Soruyorum sadece kızmayacağım. Lan biraz daha gelmesem kangren olacak kız haberi yok. Neyse, ilk önce içindeki kurşunu çıkartmam gerekiyor." deyip çantasından bir şeyler aradı. "Hayır!" diye bağırdığında çantasını daha hızlı karıştırmaya başladı. "Uyuşturucu iğnem yok."
"Tamam o zaman gidip alalım." deyince babam. Merve birden çıkıştı.
"Hayır burada yoksa evde de yoktur. Hastaneye de gidemeyiz bu bacak daha fazla böyle kalamaz." deyince ensemdeki terler daha hızlı akmaya başladı. Şimdi canlı olarak operasyona mı girecektim.Korkunun ecele faydası yoktu. Kararımı verip sonunda o cümleyi söyledim. "Uyuşturucusuz yap o zaman."
"Mira delirdin mi sen? Beyefendi Bey," dedi Yiğit'i kastederek "Acaba evinizde uyuşturucu var mıdır?
"Sizce oradan bakınca hastane ya da eczane gibi mi duruyorum?" dedi Yiğit ve o sırada babam ona ters ters bakmaya başladı. ''Merve,'' deyip ellerini tuttum Merve'nin.''Ben sana güveniyorum. Kaç yıllık arkadaşımsın. Birlikte neleri başardık. Bunuda başaracağız." dediğimde babam karşı çıkmaya çalışsa da kazanan ben oldum ve Yiğit beni içerideki yatağa taşıdı. Sırayla önce babamın sonra Merve'nin gözünden yaşlar düşmeye başlamıştı. Benim ise hiçbir korkum yoktu çünkü bacağımı kaybetme fikri beni daha çok ürkütüyordu. Babam buna daha fazla dayanamadığı için dışarı çıktı. Merve göz yaşlarını silip işine odaklandı. Gerisini göremedim çünkü Yiğit başımı çevirdi ama Merve'nin kurşunu çıkartmak için yarayı biraz daha açmasıyla bir çığlık koptu ağzımdan. Hemen o sırada Yiğit elini getirip dişlemem için ağzıma yanaştırdı. Acıdan dolayı hiç bir şey hissedemediğim için elini dişledim. Ve boğuk da olsa arada Yiğitin mahvolmuş suratını görebiliyordum. Merve aletleri bacağımın içine soktuğu her dakika sanki bacağım kopacakmış gibi hissediyordum. İstemsizce gözümden gelen yaşlarla birlikte kopan çığlıklarımın haddi hesabı yoktu. Bir elim yatağın çarşafını sıkıyordu. Diğeri ise Yiğit'in elini. Sanki vücudumda bacağımdan başlayıp her yeri dolaşan kızgın bir demir varmış gibi hissediyordum. Son gördüğüm şeylerden bir tanesi Yiğit'in ara sıra buruşan yüzü ve son duyduğum şey ise benim acı çığlıklarım. Sonrasında gözüm tamamen karardı ve karanlık beni içine çekti.