Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@berilece7

Seçimler ve onların kahrolası sonuçları. Hayatımın bir amacı kalmamışken verdiğim kararın sonuçlarına katlanıyordum ve buna yaşamak deniyordu. Bir insan, iki insan, üç insan derken saymayı bırakalı uzun zaman oluyordu. Başta yüzlerindeki korkuyu görmek, merhamet için ayaklarıma kapanmaları içime dokunuyordu. Sonra birisi çıktı karşıma. Yaz zamanıydı, günün kavurucu sıcağında tozlu bir depodaydık. Karşı duvardaki paslı pervane dönüyordu ve arkasına aldığı güneşle beraber, gölgesi tozlu depoya ritmik bir şekilde düşüyordu. Gölgesini hemen önümdeki adamın üstüne örtüyordu. Yok edilmesi gereken bir başka hedef. Kurtulmak adına hiçbir şey yapmadı. Elleri bağlı bir şekilde sandalyede oturuyordu. Bana baktı, gözlerime baktı. Ruhumu gördüğünü hissettim. Yara bere içindeki başını yere eğdi.

''Beni öldüreceksin, değil mi?'' dedi oldukça sakin bir sesle. Kafam karışmıştı fakat bunu ona yansıtmamıştım.

''Öldür, bunu hak ediyorum. Bunları yapmamalıydım.'' Dosyasını okumuştum. Üç ortaokul öğrencisini tecavüz edip öldürmüştü. Birkaç defa da sokak hayvanlarını evine alıp canice öldürmüştü. Ona insan demek insanlığa hakaret olurdu.

''Öldür!'' Bağırdığında ürkmüştüm. ''Öldür yoksa durmayacağım! Öldürmeden duramıyorum! Şu siktiğimin kafasının içindeki şeytan susmuyor! Öldür haydi!'' Gözlerim korkuyla açılmıştı. İlk defa böyle bir hedefle karşılaşıyordum. Bana kendisini öldürmem için yalvarıyordu.

''Sustur şu şeytanı!'' Tekrar bağırdı. Bağırışlarıyla ağzından, bir kuduz köpek gibi salyaları saçılıyordu. Öfkeyle bacağından vurduğumda acıyla inledi. Namluyu diğer bacağına da çevirdiğimde hiç düşünmeden tetiğe tekrar bastım. Öfkeden gözüm dönmüştü. Tecavüz ettiği öğrencilerin dosyalarındaki fotoğrafları gözlerimin önüne gelince namluyu bu sefer kasıklarına çevirmiştim. Son olarak da kasıklarına sıktım. Acıdan inlemeye ve ağlamaya başlamıştı. Sonra kahkaha atmaya başladı. Ne oluyordu? Deliler gibi gülüyordu. Gözlerinden yaşlar geliyordu. Kafasını kaldırdı ve gözlerime baktığında ölüm sessizliğine büründü. Burun delikleri, hızla alıp verdiği nefesle açılıp kapanıyordu. Gözlerim öfke ve korkuyla açılmıştı. Sert bir şekilde yutkunduğumda silahımın namlusu hâlâ ona doğruydu.

''Sen! Sen ve ben aynıyız!'' diyerek gülmeye devam etti. ''Senin de içinde bir şeytan var!'' Acı içinde kahkaha atıyordu. Gözümü bile kırpmadan anlının ortasından vurduğumda gülüşü hâlâ kulaklarımdaydı. Başım dönüyordu. Tetiğe defalarca bastığımda gelen sesle irkildim. Şarjörüm bitmişi. Öfkeyle silahı boş deponun içine fırlatmıştım. Dizlerimin bağının çözüldüğünü hissettim ve yere düştüğümde bağırmaya, ağlamaya devam ettim. Beton zemini yumruklayıp ağlıyordum. Göz yaşlarımdan bulanık olan görüşüme rağmen kan içinde kalan zemini görebiliyordum. Parmaklarımın sırtından akan kan, gri, tozlu betonun çatlkalarına dolmuştu. Uzun zamandır ağlamamıştım. Birikmişti ve şu anda boğuluyordum.

Zorlukla ayağa kalktığımda önümde duran bedene bakıyordum. Hırsla üstüne atıldığımda sandalyeye bağlı olan bedeniyle beraber geriye düştük. Ölü bedenini yumrukluyordum. Yüzüne bağırıyordum. Üstünden doğrulup ayağa kalktım. Yüzüne topuğumla vurmaya devam ettiğimde kemiğin kırılma sesini duyuyordum. Nefes nefese kalmış bir şekilde önüme düşen saçlarımı kanlı parmaklarımla geriye attım. Yerde yatan bedenine baktığımda yüzü artık tanınamayacak hâldeydi. Öfkeyle yüzüne tükürdüm ve depodan çıktım.

Neden bu kadar sinirlendiğimi biliyordum. Gerçekler acıydı. İçimde büyüyen şeytanı yıllardır inkâr ediyordum. Ama bu şerefsizden bunu duymak zoruma gidiyordu. Doğruydu ve zoruma gidiyordu. İlk kez bir ölümden zevk aldığımı depodan çıktığım o an fark etmiştim. İçimdekini kabul ettiğim anda ölümler artık acı vermemeye başlamıştı. Hatta artık hiçbir şey hissetmemeye başlamıştım. Tek kurşun ve iş bitiyordu.

Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum ama gözlerimi araladığımda arabada olduğumu fark ettim. Dışarıda hava alacakaranlıktı, güneşin doğmasına az kaldığı belliydi. Doğrulmaya çalıştığımda başımda hissettiğim ağrıyla yüzümü buruşturdum. Soluma döndüğümde koltuğunu geriye doğru yatırmış bir şekilde uyuyan Kuzgun'u gördüm. Kollarını göğsünde kavuşturmuştu ve göz altları çökmüş bir şekilde huzursuz bir uykuda olduğu belliydi. Kapıyı açıp arabadan dışarıya çıktım. Kışın soğuğu bedenimi sararken kollarımı yukarıya kaldırıp gerindim. Gözlerim hızlıca etrafı taramaya başlamıştı. Şehrin ileride olduğunu görebiliyordum. Biz de yüksek ve ormanlık olan bir alandaydık.

Arkamdan gelen kapı açılma sesini duydum. Kuzgun uyanmış olmalıydı. Omzumun üstünden ona doğru baktığımda yorgun olmasına rağmen gülümseyerek yanıma geldi.

''Güzel manzara, değil mi?'' Başımla onu onayladım sessizce.

''Artık senin manzaran,'' dediğinde ona anlamayarak baktım.

''Gel benimle.'' Ellerim ceketimin ceplerinde onun arkasında yürümeye başladım. Birkaç metre kadar yürüdükten sonra sola doğru kıvrılan yolu takip ettik. Karşımızda büyük ve oldukça modern tasarıma sahip olan bir ev vardı. Taşlı yola doğru yürüdüğümüzde evin bahçe kapısının önüne gelmiştik. Kapıdaki tuşlara basıp şifreyi girdikten sonra açılan kapıdan içeriye girdik.Evin giriş kapısına geldiğimiz sırada eliyle kapıyı işaret etti.

''Buyurun,'' diyerek kapıdan biraz geriye çekildi. Cebimdeki anahtarı çıkarıp kapıyı açtığımda evin içine geçtik. Koyu tonlarda dekore edilmiş oldukça şık bir evdi. Salonu geniş ve ferahtı. Üst kata çıkan merdivenlere doğru yönelmiştim. Kuzgun arkamdan gelip önüme geçtiğinde koridorun sonundaki kapıyı açtı.

''Burası yatak odan.'' Geçmem için kenara çekildi. Dört duvarından ikisi camdan oluşuyordu ve önce ormanlık alan, daha sonraysa şehir, manzaramı dolduruyordu. Gün içindeki saatlerde buranın nasıl görüneceğini daha şimdiden merak etmeye başlamıştım. Kuzgun'un bakışlarını üzerimde hissedince bakışlarımı ona çevirmiştim.

''Güzelmiş,'' dediğimde gülümsedi.

''Beğeneceğini tahmin etmiştim.'' Bakışlarını camdan dışarıya çevirdi.

''Bir şey daha var ki, onu da çok beğeneceğine eminim.'' Koridora gidip başka bir kapıyı açtı. Önümüzde merdivenler uzanıyordu. Merdivenleri çıkarken arkasından gelmem için eliyle işaret yaptı.

''Haydi,'' dedi çocuksu bir heyecanla. Bir başka kapıyı daha açınca evin çatısında olduğumuz anladım. Esen rüzgardan saçlarım savruluyordu. Kulağımın arkasına sıkıştırıp gözlerimi kıstım. Etrafı koltuklarla çevri olan bir ateş alanı vardı.

''Şurada da bir barbekü yeri var.'' Parmağıyla işaret ettiği yere baktım ve gülerek önüme döndüm.

''Sanki fırsatım olacakmış gibi. Hem ne bu emlakçı hâlleri?'' dediğimde güldü.

''Beğendin mi?'' Bakışlarımı oturma alanına çevirdim.

''Ev işte, güzel.'' Boğazını temizledi.

''Yıldızları izlemek istediğinde gelirsin artık buraya.'' Donuk bir ifadeyle ona baktığımı fark edince paniklemişti. Yıldızları izlemeyi sevdiğimi nereden biliyordu? Kaşlarımı sıkıntıyla çattığımda nefesimi dışarı verdim ve başımı iki yana salladım.

''Her neyse.'' Arkamı dönüp merdivenlerden alt kata indim. Arkamdan geldiğini duyabiliyordum. Merdivenlerden inerken konuşmaya devam etti.

''Bodrum katında spor salonu ve arka bahçede yüzme havuzu var. İste-''

''Kuzgun,'' diyerek sözünü kestiğimde alt kata ulaşmıştık.

''Beni bahçe kapısının orada bırakıp gitseydin ben zaten evi tek başıma gezebilirdim.'' Salonun ortasındaki koltuklara doğru yürüdüm. Sırtım ona dönük bir şekilde durdum.

''Motorumu bu adrese göndermeyi unutma ve sen de gidip dinlen artık.'' Koltuklardan birine geçip uzandım.

''Eşyalarımı bugün gün içinde buraya getiririm. Bir başkasını görevlendirmenizi istemiyorum.'' Yüzünde dalgın bir ifadeyle bana bakıyordu.

''Anladım.'' Çıkış kapısına doğru yöneldi. Çıkmadan önce durdu ve omzunun üstünden olduğum yere döndü.

''Başkan eski dairene dokunmayacak. İstediğinde orada da kalabilirsin.'' Evden çıkıp kapıyı kapattığında kapının sesi sessizliğin içinde yayılarak ona karışmıştı. Çok yorgun olduğumu hissediyordum. Kuzgun'un bana karşı yıllardır verdiği bir savaş vardı. Duvarlarımı aşıp bana ulaşabilmek için her yolu deniyordu. Defalarca onu püskürtmüş olmama rağmen bir gün olsun pes etmemişti. Beni kendisine çekmektense; kendisinden daha da uzaklaştırmıştı.

Sıkıntıyla nefesimi verdim, uzandığım yerden kalktım. Duş almak istiyordum. Kıyafetlerime ve saçlarıma dünkü sobanın is kokusu sinmişti. Mutfağa yöneldim ve ikinci açışımda dolaplardan birinde bulduğum bardağı alıp su doldurdum. Bardaktaki suyu içerken üst katın merdivenlerine yönelmiştim. Yatak odamda herhangi bir dolap görmemiştim. Kıyafetlerim, tabii eğer varsa, giyinme odasında olmalıydı. Düşündüğüm gibi giyinme odam vardı. İlginç bir şekilde zevklerime ve bedenime uygun temel birkaç kıyafet de vardı. Elimdeki bardağı burada bıraktım ve odamda ki banyoya yöneldim. Kabul etmeliydim, ev çok güzeldi.

Üzerime, giyinme odasında bulduğum spor kıyafetlerini geçirip bodrum katına indim. Bir kişi için oldukça kullanışlı bir spor salonuydu. Antrenmanımı tamamlayıp eski dairemdeki eşyalarımı toplamak istiyordum. Bu hafta herhangi bir görev verilmemesi umuduyla üzerimi değiştirip evden çıktım. Bahçe kapısının önünde motorum duruyordu.

''Tam zamanında,'' dedim ve açılan kapının ardından motoruma binip yola koyuldum. Eski dairemin önüne vardığımda garip bir şekilde içimi hüzün kapladı. Farkında olmadan buraya alışmıştım. Başkanla ilk tanıştığım zamanlar onunla beraber yaşıyordum. On dokuz yaşıma geldiğimde eskiden yaşadığını söylediği bu daireyi bana vermişti ve o zamandan beri burada yaşıyordum.

Her gece eve geldiğim söylenemezdi, fakat evimdi burası. Yalnızlığıma bu odalar şahitlik etmişti. Zorlu görevlerden döndüğümde yaralarımı tek başıma burada sarmıştım. Tüm zorluklarına rağmen bundan başka bir seçeneğim yoktu. Tüm yaşananlardan sonra normal bir hayat yaşayabilmem mümkün değildi. Ya ölecektim ya da öldürecektim. Başkan o gün karşıma çıkmasaydı şu anda burada olamazdım. Büyük ihtimalle çoktan toprağın altında, kimsesizler mezarlığında çürüyüp yok olmuştum bile. Her neyse.

Garajdan bulduğum boş bir koli ve valizle yatak odama geldim. Kıyafetlerimi valize, geri kalan eşyaları ise koliye dolduruyordum. Komodinimin çekmecesini açtığımda yıpranmış, beyaz, minik kutuyu görünce duraksadım. Uzaklardan gelen deniz kokusunu hâlâ alabiliyordum. Kutuyu elime aldım ve yatağıma oturduğumda bir süre parmaklarımı kutunun çevresinde gezdirdim. Titreyen parmaklarımla kutuyu açtığımda, küçük deniz kabuğu karşımdaydı. Gözlerimin dolmasına engel olamamıştım. Parmaklarımın ucunda tuttuğum deniz kabuğunu incelemeye devam ederken akan göz yaşımı elimin tersiyle yanaklarımdan sildim. Deniz kabuğunu kutuya geri koymadan önce gözüme çarpan ve ters bir şekilde kutuya konmuş olan fotoğrafa baktım.

Parmaklarımı üzerinde yavaşça gezdirdim. ''Anne! Çok güzel değil mi?'' dedi küçüklüğüm. Deniz dalgalarının sesi uzaktan geliyordu ve git gide yaklaşıyordu. Sakinleştirici olması gereken dalga sesleri daha da ürkütücü olmaya başlamıştı. ''Anne?'' diye seslendi evin içindeki küçük çocuk. ''Anne?'' dedi tekrar, küçük adımlarıyla uzun koridoru kat ederken. Koridorun sonunda onu bekleyen şeyden habersizce yürüdü. ''Anne!'' diye feryat etti.

Parmaklarım sanki sıcak bir şeye dokunmuşum gibi acıyla irkilerek geriye çekilirken elimdeki deniz kabuğu yere düştü. Korkuyla ayağa fırladığımda kulaklarım uğulduyordu. Nefes nefese kalmıştım. Gözlerimdeki yaşlar yanaklarımı oradan da çenemi takip edip zemine damladığında bakışlarım odağını kaybetmişçesine etrafına bakıyordu. Derin ve yavaş nefesler almaya zorladım kendimi. Gözlerimi kapattım, sert bir şekilde yutkundum. Aldığım nefesleri yavaşça verdim. Gözlerimi açtığımda daha iyiydim. Hızla yere eğilip deniz kabuğunu yerden aldım ve elimdeki kutunun içine koyup kapağını kapattım. Hızlı adımlarla salona vardım. Minik kutuyu yerde duran, ağzı açık olan kolinin içine atıp koli bandıyla sert bir şekilde bantladım. Yıllardır o çekmeceyi açmamıştım. Geçer sanmıştım ama, acı hâlâ olduğu yerde duruyordu. Köz olmuştu belki yangınım ama asla sönmemişti. Ona olan her dokunuşum, onun karşısına her geçişim onu harlıyordu. Ve ben hâlihazırda içimde yanan yangına bir başkasını daha eklemek istemiyordum.

Belki de bu evde kalmalıydı. Belki de artık onu geride bırakmalıydım, hayatıma devam etmeliydim. Ama kalbimdekileri ne yapacaktım? Zihnimde dönüp duran düşünceleri ne yapacaktım? Kabuk tutmayan yaralarım vardı, yıllardır kanayan. Onları ne yapacaktım? Sıkıntıyla saçımı yüzümden geriye attım ve elimle ensemi sıkıp bir süre tavana baktım.

''Gidelim bakalım.'' Eğilip, yerden aldığım koliyi kolumla sıkıştırdıktan sonra bir elimle de valizi çekip garaj kapısına doğru yürüdüm. Garajda duran siyah jeepimin bagajına valizi ve koliyi yerleştirdim. Sürücü koltuğunda yerimi aldığımda garaj kapısı yukarıya doğru yükselirken garajdan çıktım. Dalgın ve bir o kadar yorgun gözlerle yolu izliyordum. Göz altlarımın çöktüğüne emindim. Ceketimin cebindeki telefonum çalıyordu. Gözümü yoldan ayırmadan telefonu çıkardım. Ekrana bakınca arayanın Başkan olduğunu gördüm. Telefonu arabaya bağladım.

''Efendim?''

''Yeni evini beğendin mi?'' diye sorduğunda ifadesizce ekrana baktım ve bakışlarımı yola geri çevirdim.

''Evet, teşekkürler.''

''Sevindim. Biliyorum normalden biraz erken oldu fakat yeni bir görev olduğunu haber etmek için aradım.''

''Kuzgun neden aramadı?'' Kafam karışmıştı. Görevleri haber veren Kuzgun'du.

''Hediyemi beğenip beğenmediğini bizzat senden duymak istediğim için aradım. Telefonu kapatınca Kuzgun hedefin bilgilerini sana atacaktır. Kolay gelsin,'' derken samimiyeti arabanın içini doldurdu.

''Anladım.'' Telefonu kapattım ve yeni evime doğru sürmeye devam ettim. Eşyaları yerleştirmiştim ve deniz kabuğunun olduğu kutuyu bu sefer kendimden daha uzak olan bir yere, giyinme odasında üst taraflarda olan dolaplardan birine bırakmıştım. Bir süre daha onu görmek istemiyordum.

Elimi cebimdeki telefonuma attım, ekranını kaydırarak açtığımda gelen mesaja baktım. Bu sefer normalden daha az verilen görevlerden bir verilmişti. Bir dosyayı almam gerekiyordu. Basit bir görev olduğu için bir önceki görevle arasında pek bir zaman farkı olmamasına şaşmamalıydı.

''Bir bakalım,'' derken kendimi salondaki koltuğa bıraktım ve atılan bilgileri okumaya başladım. Geçen sefer öldürdüğüm iş adamının ofisinden almam gereken bir belgeydi. Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı.

''İlginç! Aynı hedef üst üste.'' Ayağa kalktım ve giyinme odama vardım. Üzerime siyah dar bir kot ile aynı şekilde dar bir body giyindim. Altıma siyah sporlarımı da geçirdikten sonra raftan aldığım şapkamı başıma geçirdim. Çekmeceden çıkardığım tabancamın şarjörünü kontrol edip belime sıkıştırdım. Ceketimi de üzerime geçirince tabancam ceketimin altında kaldı. Hızlı adımlarla merdivenden inerken telefonu kulaklığıma bağladım ve Kuzgun'u aradım.

''Ayrıntıları anlat.''

''Şirket her akşam sekizden sonra temizlenmeye başlıyor. İki kadın iki de erkek hizmetli olmak üzere dört kişi katları arasında bölüşüyor. Kadınlardan birinin fiziği sana benziyor. Onun yaka kartını takacaksın. Yüzüne maske takman gerekiyor,'' dediğinde motoruma varmıştım. Sırt çantamı da sırtıma geçirdim ve anahtarı kontağa takıp bıraktım.

''Hizmetliler binanın içindeki ortak asansörü kullanıyorlar. Sen yangın merdivenlerini kullanarak yukarıya çıkacaksın.''

''Yangın merdivenleri mi? Kaç katlı bu bina Kuzgun?''

''Fazla değil, yirmi katlı.'' Sinirle nefesimi dışarı verdim.

''Senin hedefin olan ofis on sekizinci katta. On sekizinci kattaki yangın merdiveni kapısında giymen gereken kıyafetler bir torbanın içinde olacak. Yaka kartını takmayı unutma.''

''Aklıma takılan bir şey var. Bu adamın ofisini polis zaten altüst etmemiş midir? Hangi dosyayı bulmamı bekliyorsunuz tam olarak?''

''Dosya ofisin içinde gizlenmiş durumda. Ama merak etme yerini biliyoruz.'' Kontağı çalıştırıp hedefe doğru yol aldım. Hava soğuktu, havada ayaz vardı. Şu saatte sıcak bir kahve içip uzanmak istiyorken tekrar bir görev verilmiş olması canımı sıkıyordu. Motorumu binanın bulunduğu sokağın bir alt sokağına park ettim. Hızlı adımlarla yürürken bir yandan da etrafımı kolaçan ediyordum. Arada bir geçip giden araçlar vardı. Binanın arkasına geldiğimde yangın çıkışının olduğu kapının kilidini cebimden çıkardığım maymuncukla açtım ve sessizce kapıyı arkamdan kapattım.

Merdiven boşluğundan yukarıya doğru baktığımda sonsuza uzanırcasına yükselen merdivenleri gördüm

''Bundan nefret ediyorum,'' diye fısıldadığımda kulaklığın ucundaki Kuzgun güldü.

''Gülme.'' Ufak bir öfkeyle merdivenleri çıkmaya başladım. Her iki turda bir üzerinde bulunduğu katın numarası olan kapılar karşılıyordu beni. 15, 16, 17 ve 18. kata varmıştım. Kuzgun'un dediği gibi kapının yanında bir torba vardı. Kıyafetleri üzerime geçirdim ve maskeyi taktım. Yaka kartını torbanın en dibinden aldım üzerinde yazan ismi okudum, Ahsen. Yaka kartını da taktıktan sonra kapıyı açtım ve içeriye girdim. Işıklar hâlâ açıktı.

''Kameraları hâllediyorsun değil mi?''

''Evet, merak etme.'' Hızla basılan klavyenin tuş seslerini duydum. ''Kimsenin olmadığı boş koridor görüntülerini de koyalım, harika. Yürümeye davam et soldaki koridora gir. İkinci kapı.'' İçeriye girdiğimde dolu olması gereken dolap rafları tahmin ettiğim gibi boştu.

''Dosya nerede?''

''Masanın arkasındaki dolabın yanına git,'' sakin adımlarla dolabın yanına gittim.

''Evet,'' dediğimde devam etmesini istedim.

''Dolabın, sağ kısa kenarının süpürgeliğini sökmen gerekiyor. Dosya dolabın altında,'' bıçağımın sivri ucuyla süpürgeliğin ince çivilerini gevşeterek çıkardım. Süpürgeliği kenara koydum ve elimi dolabın altına sokup dosyayı aradım. Parmak uçlarıma değen kağıttan evrak dosyasını hissedince onu kavradım ve yavaşça çekip çıkardım. Kağıttan olan dosya anlaşılan uzun zamandır oradaydı. Oldukça tozlanmıştı ve yapışkanlı olan üst bölgesi işlevini büyük oranda yitirmişti.

''Buldun mu?''

''Evet,'' diyerek hızlıca ayağa kalktım ama dosyanın, açılmış olan ağzından birkaç fotoğraf yere düşütü. Tekrardan yere eğildim ve fotoğrafları yerden alıp doğruldum. Binanın açılışından olduğu belli olan fotoğraflar vardı. Birinde binanın önünde topluca çekilmiş olan bir fotoğraf, diğerinde ise kırmızı kurdeleyi kesen iki adam vardı. Adamlardan birini tanıyordum. Geçen gece otobanda öldürdüğüm iş adamıydı. Diğerini ise daha önce görmemiştim.

''Dosya sendeyse binadan ayrılman gerekiyor,'' dediğinde sesindeki telaşı sezmiştim.

''Bende, sorun nedir?''

''Binanın önüne birkaç araç geldi. İnen tipler normal durmuyor. Binaya giriyorlar. Çık oradan!'' Paniği daha da artmıştı.

''Tamam.'' Dosyayı pantolonumun arkasına sıkıştırıp üzerine, hizmetli kıyafetimin altındaki ceketimin fermuarını çektim. Odadan çıktım ve yangın merdivenlerinin olduğu alana yöneldim. Kapıyı açtım fakat aşağıdan gelen sesler yalnız olmadığımı söylüyordu.

''Siktir,'' dedim dişlerimin arasından.

''Yangın merdiveni dolu,'' dediğimde çoktan başka bir odaya yönelmiştim.

''Kuzgun, kim bu adamlar?''

''Bilmiyorum, kimliklerini tespit edemiyorum. Yüzleri kapalı.''

''Burada neler dönüyor? Bu adamlar neden şimdi geliyor?'' Çalışanlar için olan mini mutfağa girdim.

''İra, dosyanın peşindeler. Odaya girdiler ve anlaşılan dosyanın gittiğini fark ettiler. Çabuk ol!''Sakin kalmaya çalışarak mutfakta işime yarayabilecek bir şeyler aradım. Bulduğum deterjan ve temizlik bezini plastik kovaya koyup mutfaktan çıktım. Koridorda koşan adamlara baktım ve sakin kalarak asansöre doğru ilerledim.

''On yedinci kat, bulabildiniz mi?'' diye sordu siyahlar içindeki adam bir eli kulağındayken. O sırada asansör gelmişti ve binmek üzereydim.

''On sekizinci kat temiz, sadece bir hizmetli kadın var.'' Karşı taraf bir şeyler söylüyor olmalıydı. Kaşları duydukları yüzünden çatıldı. ''Ne demek tüm hizmetlileri birinci katta topladık?'' Asansöre bindim ve hızla kapatma tuşuna bastım.

''Siktir! Yakalayın şunu!'' dediğinde kapanmaya başlayan asansör kapılarının arasından bana doğru koşan adamları gördüm fakat onlar yetişemeden kapılar kapandı.

''Asansördeyim. Zemin kata kadar durmasına izin verme,'' derken üzerimdeki hizmetli kıyafetlerini de çıkarıp kovayla beraber kenara attım. Maskeyi çıkarmamıştım.

''Hallediyorum.'' Asansör durmadan ilerlemeye devam etti. Katlarda bulunan asansör kapılarına vurulduğunu duyabiliyordum. Çok geçmeden büyük bir gürültü hemen üstümde bitti. Birisi kapıyı açıp asansör boşluğuna atlamıştı. Hiç düşünmeden silahımı çıkardım ve birkaç el yukarıya ateş ettim. Kurşun deliklerinden sızan kandan hedefi tutturduğumu anlamıştım. Göstergeden zemin kata yaklaştığımızı gördükçe içimde büyük bir adrenalin yükseliyordu.

''Kuzgun kapı açılmadan hemen önce yangın alarmını devreye sok.''

''Tamamdır.'' Bakışlarım ekrana kaydı. İki, bir ve sıfır. Açılan kapıdan kulaklarıma ulaşan yangın alarmını duyabiliyordum. Tavandan, yangın söndürme sistemiyle devreye giren fıskiyeler her yer ıslatıyordu. Çığlık atarak kaçışan hizmetlilerin ve küfreden adamların sesini duydum. Yangın alarmının dikkatlerini dağıtmış olabileceğini düşünerek hızla dışarıya fırladım. Duvarın kenarında durmakta olan adamlardan birinin arkasına geçtim ve silahımın namlusu şakağına dayayıp onu önüme siper ettim.

''Yürü!'' diye bağırdım. ''En ufak yanlışında seni vururum!'' Silahın namlusunu biraz daha bastırdım. Korkuyla yürümeye başladı. Sudan ötürü ıslanmaya başlamıştık. Dosyanın zarar görmemesi için bir an önce buradan çıkmam gerekiyordu. Geri geri yürüyorduk. Önümüzde duran gurup ne yapacağımı merakla beklerken içlerinden biri elindeki silahla öne atıldı. Saniyesinde silahı ona doğrultup göğsünden vurdum. Bedeni yere yığılırken. Silahın namlusu eski yerini çoktan geri almıştı.

''Yürü!'' diye tekrar bağırdığımda bu sefer daha hızlı uyum sağlamıştı bana.

''Çıkış yapınca kapları kilitle,'' dediğimde kapının önüne çoktan varmıştık. Adamı öne doğru itekledim ve açılmış olan kapıdan çıkmadan hemen önce kafasının arkasından vurdum. Bedeni yere yığılırken binanın kapısı ardımdan kapandı. Motorumun bulunduğu sokağa koşmaya başladığım sırada duyduğum silahın patlama sesi ve cam kırılma sesinden kapıyı aştıklarını anlamıştım. Gecenin karanlığında arkama bile bakmadan motoruma doğru koştum ve kaskımı başıma geçirdim.

Son gaz sokaktan uzaklaşırken karşı istikametten gelen itfaiye araçlarının yanından hızla geçtim. Islanmıştım ve zaten soğuk olan havada motorun üstünde olmak hiç yardımcı olmuyordu. Kuzgun hâlâ kulaklığın öbür ucundaydı.

''Bunların kim olduğunu derhâl bul! Şirkete geliyorum,'' dedim ve konuşmayı sonlandırdım. Soğuk havanın altındadeki bedenim, motorun üstünde resmen donuyordu. Şirkete varınca koşar adımlarla asansöre çıktım. Dosyayı sinirle elimde tutuyordum. Asansör kapıları önümde açıldığında dışarıya fırladım ve hızlı adımlarla Başkan'ın ofisine ilerledim. Bilgisayar odasından çıkan Kuzgun önüme geçip konuşmaya başladı.

''İra, iyi misin?'' Sinirle onu kenara ittim.

''Çekil önümden!'' Dedim dişlerimin arasından tıslarcasına. Odanın kapısını hızla açtığımda savrularak duvara çarptı. Başkan kaşları çatık bir şekilde yüzüme bakarken dosyayı önüne fırlattım.

''Açıkla!'' Bağırdığımda gözlüğünü çıkarıp masaya bıraktı. Benim öfkeme nazaran sakin olan ruh hâli daha da sinirlenmeme sebep oldu.

''Az önce bir dosya yüzünden ölüyordum! Açıkla!'' Önündeki evrak dosyasına uzandı ve içindeki kağıtlarla beraber fotoğrafları çıkardı.

''Dün geceki hedef kimdi?'' Eliyle oturmam için koltuğu işaret etti. Sinirle kendimi koltuğa bıraktım. Dizimi salıyordum ve parmaklarımı dizlerimin üstünde, önümde kavuşturmuştum. Elinde tuttuğu fotoğraflara bir süre baktı. Dünkü hedefin ve bilmediğim adamın olduğu kurdeleli fotoğrafı önüme bıraktı.

''Dün ölen hedef aslında bir yemdi,'' derken bakışlarım delici bir ifadeyle ona bakıyordu.

''Ne yani, masum birini mi öldürdüm?''

''Günahsız biri değildi fakat asıl hedefimiz olan abisini,'' derken fotoğraftaki tanımadığım adamı işaret etti, ''Ercan Çolak'ı çekmek için bir yemdi. Başarılı da olduk. Saklandığı delikten çıktı,'' Kuzgun getirdiği havluyu bana uzattı ve sinirle elinden alıp saçımı kurutmaya başladım.

''İki kardeş bu şirketi Ercan'ın kara para aklarken bir paravan görevi görmesi amacıyla kurdu.''

''Benim rolüm nedir?''

''Kara parayı organ kaçakçılığından elde ediyorlar,'' dediğinde gözlerine bakıyordum.

''İşte burada devreye sen giriyorsun. Sonuç olarak işin içinde masumlar var, değil mi?'' Gözlerimi önümde duran fotoğrafa çevirdim ve iki kardeşe baktım. 'Ben yapmadım!' Dün geceki bağırışı ve yakarışları zihnimde yankılanıyordu. Demek bundan dolayı öyle diyormuş. Sinirle gülüp başımı iki yana salladım ve oturduğum koltukta geriye doğru yaslanıp başımı arkaya yatırdım. Şerefsiz!

Tepemde duran Kuzgunla göz göze gelince gözlerimi kapattım. Yutkundum, kendimden emin ve sakin bir şekilde sordum.

''Ne zaman başlıyoruz?''

 

Loading...
0%