
''Geçtiğimiz günlerde ölüm haberini verdiğimiz ünlü iş adamı Ekrem Çolak'ın şirket binasında yaşanan yangın hakkında araştırmalar devam ederken aldığımız habere göre kundaklama olduğu anlaşıldı. Kim veya kimler tarafından yapıldığı hâlâ bilinmemekle beraber can kaybı yaşanmadığını biliyoruz. Şimdi olay yerindeki muhabir arkadaşımıza bağlanıyoruz...'' Dosyayı ele geçirmemizin üzerinden iki gün geçmişti. Başkan'ın ofisinde toplanmıştık ve yapacağımız plan hakkında görüşüyorduk. Başkan, masanın üzerindeki kumandaya basarak karşı duvarda olan televizyonu kapattı.
''Gerçekten bir yangın çıkmasını beklemiyordum.'' dedi Kuzgun gözlerini dizüstü bilgisayarının ekranından ayırmadan. Oturduğum yerden kollarımı kaldırarak gerindim.
''Güç gösterisi.'' dediğimde başını bilgisayar ekranından kaldırdı. Açıklamamı ister gibi bakıyordu.
''Yani, bizden korkmadığını söylemeye çalışıyor.'' Başkan boğazını temizledi.
''Hem öyle hem de kanıtları ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.'' Başımı ona doğru çevirdim.
''Ne kanıtları?''
''Bilgisayarlarda bulunan kanıtları. Şifreli olarak kaydedilmiş olan kanıtlar.'' Ne dediğini anlamaya çalışırken kaşlarım çatıldı. Elindeki dosyanın sayfalarını bir süre kurcaladı ve aradığını bulunca çıkarıp ikimizin ortasına, masaya bıraktı.
''Şu irsaliyeye bakın.'' dedi ve parmağıyla satırları gösterdi, '' 20 palet TSR 10 yani, 20 Hint kökenli insan organı; 17 palet SBR 1502 HIPREN yani, 17 Türk kökenli ve 9 palet NBR 6240 LG Orta ve Doğu Avrupa'dan 9 organ. Başka ülkelerden getirttikleri ve başka ülkelere sattıkları organları plastik ve kauçuk ürünlerinin isimleriyle saklıyorlar.'' Geriye doğru yaslandı ve parmaklarının arasında tuttuğu kalemini çevirerek devam etti, '' Bir süredir onları takip ediyordum. Küçük bir şirket olmalarına rağmen elde ettikleri kazançları piyasaya oranla normal gelmemeye başlamıştı. Birkaç aylık araştırmayla, elde ettikleri kazançların yalnızca plastik ve kauçuktan gelmediğini buldum.''
''Bizden başkalarına da garip gelmemiş midir?''
''Sanmıyorum. Büyük şirketler de işin içinde ve onlara sponsor oluyorlar. Bu sebeple de 'büyük şirketlerce desteklenen, plastik & kauçuk ihracı yapan başarılı bir şirket olarak anılıyorlar.'' Demek olay buydu.
''En sık iş yaptığı kişiyle olan alışveriş geçmişi Başkan.'' dedi Kuzgun ekranı Başkan'a çevirirken.
''İra sen de bak.'' Bilgisayar ekranını duvardaki televizyona bağladı. Ekrandaki kişi ülkenin birçok yerinde özel hastaneleri olan Cihan Erge idi.
''Hastanelerindeki çocuk bölümleri için yaptıracağı parklara ne kadar kauçuk gerekebilir ki? Tüm şehri ağırlayacak değil ya!'' dedi Başkan alayla.
''Burada milyonlardan bahsediyoruz.'' dedim kollarımı göğsümde kavuştururken.
''Altı üstü bir kaç palet kauçuk bu kadar tutamayacağına göre.'' dedi Kuzgun bakışlarını ekrandan ayırmadan, ''Birkaç organ,'' ve ekrana bir başka görsel yansıttı.
''Geçen beş ayda herhangi bir sipariş oluşturmamış ama şirkete bağış yapmış. Anlaşılan şüphe çekeceklerini fark etmiş olmalılar ve bunu bağışla örtmeye devam etmişler.''
''Bu insanlar şeytan!'' dedi Başkan sinirle.
''Biz şeytandan da beteriz.'' dedim bakışlarım masaya vurduğum parmaklarıma bakarken. Başkan duyduklarına karşılık olarak kaşlarını kaldırdı ve gülümsedi.
''Haklısın. Biz, bizzat şeytanı öldürüyoruz.'' Kuzgun da onaylarcasına gülümsedi. Öne doğru eğildim ve dirseklerimi masaya yerleştirdim.
''Açıklamalar bittiyse planımız nedir?'' Başkan boğazını temizledi. Bakışlarımla onu süzüyor ve diyeceği şeyleri bekliyordum.
''Ercan Çolak şimdi ortaya çıkmayacaktır. Onu ortaya çıkartmak için sahte bir alışveriş yapmalıyız. Kardeşinin şirketi yandığı için artık kauçuk paletleriyle alışverişi sürdüremeyecektir. Onun için bizzat kendisi alışverişi sağlayacak. Eski müşterilerinden biri onunla alışveriş yapacak.''
''Hangi müşterisi olacak bu?'' dedim dinlemeye devam ederek.
''Cihan Erge. Onu geri çeviremez. Onun en sıkı müşterisi.''
''Onu nasıl kandıracağız? Alışverişi paletler yerine artık bizzat kendi sağlayacaksa karşısında Cihan'ı görmek isteyecektir.''
''Görecek de. Burada devreye sen giriyorsun. Şansımıza Cihan Bey karısına sadık bir koca değil.'' Söyledikleri üzerine kaşlarım çatıldı.
''Hayır.'' Sesim netti.
''İra.'' Başkan gözlerimin içine bakıyordu.
''Geçen seferi unutuyorsun herhalde?'' Kadınsılığımı kullanmam gereken son görevde adamı öldüresiye dövmüştüm. Başta role uyum sağlıyordum ve istemediğimi söylüyordum. Fakat istemediğimi ne kadar çok dile getirirsem getireyim dediği şeyler kanımı dondurmuştu. ''Devam et, böyle daha çok istememi sağlıyorsun.'' Hâlâ düşündükçe öfkeleniyorum.
''Başka seçenek yok mu?'' diye sordu Kuzgun.
''Maalesef.'' Bakışlarım Kuzgundaydı dişlerini sıktığı için çenesi kasılmıştı. Başkan masada öne, bana doğru eğildi.
''Yüzlerce insanın hayatı söz konusu İra.'' Bakışlarımı yüzünden kaçırdım ve ayağa kalktım. Sıkıntıyla odanın içinde yürümeye başladım.
''Hedefin üstünde uyku ilacı kullanabilirsin. Gecenin sonunda uyumuş olur ve bir şey yaşanmaz.'' Sinirlerim daha da gerilirken parmaklarım saçlarıma gitti. Başımın ağrısını dağıtmak için saç diplerimi çekiştirdim. Elimi saçlarımdan çıkardım ve yüzüm duvara dönükken.
''Tamam, yapacağım. Fazladan ödeme istiyorum ama.'' deyip koltuğuma geri oturdum. Başkan gülümsedi.
''Tabii ki, merak etme.'' Önüne döndü ve elindeki kâğıtlara bakarak anlatmaya devam etti.
''Nox isimli, sürekli gittiği bir kulüp var. Oraya gideceksin ve onu bulacaksın. Onu kendine bağlaman gerekiyor. Başka kadınların onun dikkatini dağıtmasına izin vermemelisin.'' Kuzgun klavyesinde yazmayı bıraktı. Bakışlarını üzerimizde hissedebiliyordum.
''Benim fikrim, ona uyuşturucu vermen ve her buluşmanızda miktarı arttırıp onu kendine bağlaman. Sonrasında, kafası güzelken ağzından laf alıp bunları şantaj için kaydetmen. Organ alışverişi sırasında senin de ona katılman gerekiyor. Tabii ki o anları da kayıt altına almalısın.''
''Ne zaman?'' dedim. Başkan elindeki kâğıtlara ve kol saatine baktı.
''Bugün olmaz. Yarın akşam saat onda.'' Ellerimi çenemin altında birleştirdim. Gergindim. Birini öldürmek benim için daha kolaydı.
''Merak etme iyi olacaksın, Kuzgun da seninle gelecek.'' Ayağa kalktı ve çalışma masasına doğru yürüdü.'' Evine birkaç elbise ve aksesuar göndereceğim. Beğeneceğini düşünüyorum.'' dediğinde gözlerimi devirmemek içi kendimi zor tuttum. Ayağa kalktım ve kapıya doğru yürüdüm.
''Nereye gidiyorsun?'' Kuzgun arkamdan seslendi. Sırtım ona dönük bir şekilde ve kapıyı açmışken.
''Eve.'' dedim ve kapıyı kapatıp koridorda yol aldım. Çok geçmeden arkamdan kapının açılıp kapanmasını ve devamında adım seslerini duydum.
''İra.'' Yanıma daha da yaklaştığında kolumu tuttu ve ona doğru dönmemi sağladı. Kolumu tutan eline sert bir şekilde baktım. Kolumu bırakırken konuşmaya devam etti.
''İyi olacaksın.'' Sesinde endişe vardı. Asansörü çağırma turşuna bastım.
''Biliyorum.''
''Ben de yanında olacağım.''
''Biliyorum.'' dedim ve gelen asansöre binip zemin katın tuşuna bastım. Kapı kapanırken Kuzgun karşımdaydı ve bana bakmaya devam ediyordu.
''Yanında olacağım,'' ve kapı kapandı. Sıkıntıyla nefesimi verdim. Sırtımı asansörün duvarına yasladım ve başımı arkaya yatırıp gözlerimi kapattım.
''İyi olacaksın.'' diye fısıldadım. İyi olacaktım. En olmadı adamı vururdum. Gözlerim kapalıyken bu düşünceye gülümsedim ve başımı yere eğdim.
''En olmadı vururum.'' diye tekrar ettim. Eve vardığımda kapımın önünde birkaç koli vardı. Başkan'ın gönderdiği kıyafetler olmalıydı. Kıyafetleri giyinme odasına taşıdım. Kıyafetlere kısaca göz attım. Güzellerdi.
Tam olarak bir gün sonra operasyona başlayacaktık. Daha vaktim olduğu için kendime vakit ayırmaya karar verdim. Uzun bir iş olacaktı, bir daha ne zaman dinlenebileceğimi kestiremiyordum. Hızlı bir duşun ardından alt kata inmiştim ve ses sitemine bağlanarak müzik açtım. Müzik, sessiz evi dolaşırken mutfağa geçtim ve kendime akşam yemeğimi hazırlamaya başladım. Sözleri mırıldanırken çıkardığım biramdan bir yudum aldım. Ocağın altını kapattığım sırada kapının çalmasıyla olduğum yerde durdum. Müziğin sesini kısıp kapıya doğru ilerledim ve portmantoda duran tabancamı alıp kapıya iyice yaklaştım.
''İra, benim Kuzgun.'' Kapının arkasından gelen sesle tuttuğum nefesimi verdim. Kapıyı açıp elimde duran silahı tehditkâr bir şekilde kapının kenarına yasladım. Diğer elim de kapının arkasında, kulpunu tutuyordu.
''Neden habersiz geliyorsun?'' diye sordum kaşlarım çatıkken. Elindeki torbayı havaya kaldırdığında içindeki şişelerin çarpa sesini duydum.
''Kafanı dağıtmak isteyebileceğini düşündüm.''
''Zaten dağıtıyordum Kuzgun.'' dediğimde aralıktan gelen kokuyu duydu.
''Yemek mi yapıyordun?'' Gülümsüyordu. Kapıyı bıraktım ve arkamı dönerek ondan uzaklaştığımda elimdeki tabancayı geri yerine bıraktım. Mutfağa doğru yürürken kapıyı kapattı ve arkamdan geldi.
''Bu grubu sevdiğini bilmiyordum.'' Elindeki torbayı masaya bıraktı. Pişirdiğim yemeğimi tabağa aldım.
''Açsan kendine bir şeyler hazırla.'' dedim kaşık alırken.
''Pek değil. Atıştırmalığın var mı?''
''Arkandaki dolaba bakabilirsin.''
''Teşekkür ederim. Şey filim izlemek ister misin?''
''Filim mi?''
''Evet, güzel bir aksiyon filmi biliyorum. İzlemeye fırsatım olmamıştı. Beraber izlesek?'' Filim güzel olabilirdi aslında. Nasılsa yapacak bir şeyim yoktu.
''Olur.'' dediğimde gözleri mutlulukla açıldı.
''Sen koltuğa geç o zaman. Ben atıştırmalıklar ve biraları alıp hemen geliyorum.'' Çocuksu bir mutlulukla atıştırmalıkların olduğu dolabı açtı. Koltuğa geçtim ve onu beklemeye başladım. Kuzgun ilginç biriydi. Uzun boylu ve yapılıydı. Beyaz tenli, koyu saçlı ve açık kahve gözleri vardı. Çocuksu yanları görünüşüne tezatlık yaratıyordu, garipti.
Filim başlamıştı. Filmi izlerken bir yandan da yemeğimi yiyordum. Boş tabağımı önümdeki sehpaya koydum ve bacaklarımı kendime çekip bağdaş konumunda biramı içmeye devam ettim. Önümüzdeki sehpa, film ilerledikçe boş şişelerle dolmaya başlamıştı. Kabul etmeliyim ki film güzeldi. Bira da iyice gevşememe sebep olmuştu. Kafam sonunda biraz da olsa rahattı. Arada komik sahnelere de denk geliyorduk ve gülmemi tutamıyordum. Kuzgun da öyleydi.
Filmin sonunda ikimiz de iyice gevşemiştik. Oturduğum yerde bacaklarımı öne doğru uzatırken kollarımı da geriye doğru attım ve gerindiğimde Kuzgun güldü. İyi gerinmiş olmalıydım ki başım döndü. Gözlerimi kapattım.
''Ne oldu?'' dedim uykulu sesimle.
''Kedi gibisin.'' Gözlerimi açtığımda onun da uykulu olduğunu gördüm. Sehpadaki telefonuma uzandım ve ekrana baktım.
''Saat geç oldu, misafir odasında kalabilirsin.'' Ayağa kalktım ve merdivenlere yöneldim.
''İra.'' Arkamı döndüğümde başını yasladığı yerden bana doğru çevirmiş olan ve uykulu gözlerle gülümseyen Kuzgun'u gördüm. ''Teşekkür ederim.'' Kaşlarım hafifçe çatıldı.
''Ne için?''
''Benimle film izlediğin için teşekkür ederim.'' dediğinde bir süre ona baktım sonra bakışlarım sehpada duran boş şişelere ve ambalajlara kaydı. Parmağımla sehpayı işaret ettim.
''Teşekkür etme, ortalığı topla.'' Duruşunu düzeltti ve eliyle asker selamı verip.
''Emriniz olur efendim!'' dedi, güldüm ve merdivenlerden üst kata çıkıp odama geçtim. Çok uykum olduğu için doğruca yatağa girdim. İçimde duyduğum, hafifleme hissiyle uykuya dalmam çok uzun sürmemişti.
Telefonumun sesiyle uyandığımda uzun süredir böylesine derin uyumadığımı fark ettim. Komodindeki telefonuma uzandım ve alarmı kapattım. Öğleden sonraydı. Duşumu aldıktan sonra kahvaltı için alt kata indim. Mutfak ve salon toplanmıştı. Aklıma dün gece dediklerim geldi.
''Gerçekten de toplamış.'' diye mırıldandım ve kahvaltımı hazırlamaya başladım. Kahvaltımı bitirmiştim ve telefonuma gelen bildirime baktım. Kuzgun operasyonun ayrıntılarını atmıştı. Kalçam tezgaha yaslı, elimde tuttuğum bardaktan suyumu yudumlarken ayrıntıları inceliyordum. İçimde hissettiğim huzursuzluğu yok edebilecekmiş gibi kalan suyun hepsini koca bir yudumla yuttum. Telefonu masaya bıraktım. Bir kaç defa derin nefesler alıp verdim. Daha sakin olduğuma karar verdikten sonra bileğimdeki tokayla saçlarımı tepede sıkı bir at kuyruğu yapıp bulaşıklarımı topladım.
Aklımda bu gece olacaklar vardı. Her şeye karşı soğuk kanlı olabiliyorken konu erkelere dayandığında agresifleşiyor ve geriliyordum. Hayatımda erkek olarak, sadece Başkan ve Kuzgun'a katlanabiliyordum. Bunun neye dayandığını biliyordum ama travmalara yapabilecek pek bir şey yoktu. Onlardan kurtulamıyordun, onlarla yaşamayı öğreniyordun. Öğrenemeyince de hayatını sonlandırıyordun. İntihar. Ayaklarımın altından akıp giden hayat, rüzgarın kulaklarımda bıraktığı uğultu, gözyaşlarımdan ıslanmış yanaklarımın soğukluğu, korkudan titreyen bedenim. Her biri hızla gözlerimin önünde belirirken musluğun altında yıkadığım tabakla donup kalmıştım.
Kulaklarım uğulduyordu. Uğultu yavaşça dağılırken yerini akan suyun sesi doldurdu. Musluğu hızla kapatıp elimdeki tabağı kenara bıraktım ve titreyen dizlerime engel olamadım. Sırtımı dönüp yere, mutfak dolaplarının önüne çöktüğümde ıslak parmaklarıma bakıyordum. Titreyen parmaklarımdan yere su damlıyordu. O gün Başkan olmasaydı her şey daha farklı olabilirdi. Bir süredir ilaçlarımı almıyordum. Bağımlı olmak istemiyordum ama semptomlarım gitgide artıyordu.
''Sanırım artık almalıyım.'' dediğimde kendimle yaptığım inatlaşmayı kaybetmiştim. Tezgahtan destek alarak yerden kalktım ve yatak odama gittim. Komodinden aldığım ilacımı içtiğimde yatağa oturup sırtımı yatak başlığına dayadım. Yıllardır göz ardı edip durduğum sorunlarım panik atak olarak bana geri dönüyordu. Bununla yardım almadan başa çıkabileceğime olan inancım gitgide zarar görmüştü. Terapiye bile gitmeye çok sonra karar vermiştim ama saçmalıktan başka bir şey olmamıştı. Terapistime karşı yaptığım işten ötürü dürüst olamıyordum. Beni anlayabilmek için çok uğraşmıştı fakat bir şeyler sakladığımı biliyordu. Neden sakladığımı ise asla bilemeyecekti. Anlattığım yarım yamalak şeyler üzerinden bir şeylere varamayacağını anlayınca sonunda beni ilaçlarımı kullanmam için ikna etmişti. Fakat anlatabildiğim kadar şeyden, anladığı kadarıyla söylediği sözlerini hâlâ zihnimde duyabiliyordum.
''Kendini, başkalarının yerine cezalandırman ne onların seni sevmesini sağlayacak, ne de onları geri getirecek. Sen kendinden nefret ettiğin müddetçe içindeki çocuk seni affetmeyecek.''
İçimdeki çocuğun öldüğünü sanıyorken onun bana, seni affetmeyecek, demesi beni çok şaşırtmıştı.
''İçimde çocuk falan yok benim.'' demiştim öfkeyle. Gülmüştü.
''Aynadaki görüntün yaşlandıkça büyüdüğünü sanıyorsun. Senin çocukluğun yaşanabilmiş olsaydı bir hatıra olurdu ama sen, yaşayamadığın çocukluğunun yasını tutuyorsun; farkında değilsin. Bırak seninle büyüsün, sana yetişsin. Sana yetişmesine izin vermiyorsun. Yetişmeye çalışırken düşen çocukluğunun dizleri yara bere içinde ama yarasını sarmıyorsun. En büyük ihanetini kendine yapıyorsun!'' Öfkeyle ayağa kalktığımda şaşkın gözlerle bana bakmıştı.
''Pek de profesyonel olmadı, değil mi?'' ve kapıyı sertçe çarpıp odasından çıkmıştım. O günden sonra da psikolojik destek almayı bırakmıştım. Sadece arada bir sakinleştirici alıyordum. Onu da almamak için kendimle inatlaşıyordum. Çocukluğum, duvarlarımın arkasında yalnızdı ama güvendeydi. Onu koruyabilmek adına kendimden vazgeçmiştim. Büyümesine izin veremezdim. Dünya bu kadar kötüyken bunu yapamazdım. Onu koruyabildiğim için mutluydum. Büyüsün, büyümesin ne fark ederdi ki? Onu daha fazla kırmalarına izin vermeyecektim.
Karşımda duran camdan, şehrin ışıklarını görebiliyordum. Güneş çoktan batmıştı ve ayın ışığı bulutların arasından sızıyordu. Saatin kaç olduğuna bakmak için telefonuma uzandım. Sekiz olmuştu! Yaklaşık dört saattir yatakta oturduğuma inanamıyordum. Sıkıntıyla yüzümü ellerimin arasına aldım. Bu durumu yaşamaktan nefret ettiğim için ilaç almayı bırakmıştım. Dünyadan kopuyordum.
Yataktan ayaklarımı sarkıtıp terliklerimi giydim. Ayaklarımı sürüyerek giyinme odasına ilerledim. Elimde tuttuğum telefonum çalmaya başlamıştı. Arayan Kuzgun'du.
''Efendim?''
''Hazırlanıyor musun?''
''Evet.'' Başkan'ın gönderdiği kolinin kapağını iki parmağımın arasında tuttum. İsteksizce içindekilere bakıp kapağını bıraktım.
''İyi, saat dokuzda evinin önünde olacağım.''
''Tamam.'' Telefonu kapatıp kenara koydum. At kuyruğu yaptığım saçlarımı açtım ve parmaklarımı içinde gezdirip saç derimi kaşıdım. Önüme düşen saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım ve kolideki elbiseleri çıkarıp önümdeki pufa serdim. Seçtiğim siyah, sırt dekolteli, uzun kollu mini elbiseyi üzerime geçirdim. Aynadaki yansımama baktığımda beğenmiştim. Kutuda duran siyah sivri topuklu çizmelerin fermuarını da çektim ve oturduğum puftan kalktım.
Saç ve makyaj için aynanın karşısına geçtiğimde ne yapacağımı bilmiyordum. Ellerimle saçıma yön veriyordum. 'Başka kadınların onun dikkatini dağıtmasına izin vermemelisin.' Başkanın sözlerini anımsadım.
''Peki bakalım.'' dedim ve sırt dekoltemi açmak adına saçlarımı tekrar sıkı bir at kuyruğu olacak şekilde topladım. Dumanlı bir göz makyajı yaptım. Hâlâ bir şeyler eksikti. Elime aldığım kırmızı, mat ruju dudaklarıma sürdüm ve kendime tekrardan baktığımda hazırdım. Ufak bir kaç takı ve telefonumu koyacak bir el çantasını aldım. Merdivenlerden aşağıya indiğim sırada kapı çaldı. Kapıya doğru ilerledim.
''Benim, Kuzgun.'' Kapıyı açtım. Gömleği de siyah olan bir takım giymişti. Klasik ve şık duruyordu. Arkamı dönüp portmantoya yöneldim. Hava soğuktu ve bu elbiseyle donarak ölebilirdim. Kuzgun'un normalde konuşmasına alışmış olmalıyım ki sessizliği garip geldi. Ona doğru döndüğümde gözlerindeki bakış garip hissetmeme neden olmuştu.
''Ne oldu?'' dedim kaşlarım çatılırken. Bakışlarını soluna çevirdi ve yutkundu. Elini ensesine götürdü ve boynunu sıvazladı.
''Güzel olmuşsun.'' Bakışları yerdeydi. Kalın kabanımı üzerime geçirdim ve içinde kalan saçımı elime dışarıya çıkardım.
''İyi o zaman. İstediğim buydu.'' Tabancamı da el çantama koydum. El çantamın sapını bileğime geçirdiğimde bakışları üzerimdeydi.
''Uyuşturucu sende mi?'' Önce ne dediğimi anlamamış gibiydi sonrasında aklına gelmiş gibi ceketinin içinden minik bir paket çıkardı. Paketin içindeki toza baktım ve çantama attım. Kolunu girmem için kaldırmıştı ki, ona aldırmadan ellerim kabanımın ceplerinde kapıdan geçip evden çıktım. Topuklumun sesi soğuk bahçede yankılanıyordu. Gece yine üzerimize örtünmüştü. Kapının kapanma sesine eşlik eden adım sesleri arabanın şoför kapısına kadar ilerledi.
Sokak lambaları üzerimizden hızla geçerken ışığın gölgeleri yüzümüzü aydınlatıyordu. Amber rengi ışık, dışarıyı izleyen donuk gözlerimi nabız atımı gibi aydınlatıyordu. Sessizliği her zamanki gibi Kuzgun bozmuştu.
''Sakin görünüyorsun.'' Elime yasladığım başımı ona doğru çevirdim. Kısa bir bakış attıktan sonra önüme geri döndüm.
''Daha gergin olursun diye düşünüyordum.'' Sıkıntıyla nefesimi dışarıya verdiğimde gözlerimi kapadım. Sinirle hafif güldüm.
''En olmadı vururum Kuzgun.'' Söylediklerim yüzünden gerildiğini hissedebiliyordum.
''İyi olacaksın, merak etme.'' Bakışlarımı, başımı kaldırmadan ona çevirdim.
''Benden ziyade kendini sakinleştiriyormuşsun gibi bir hâlin var.'' Güldü. Sol dirseğini cama yasladı ve stresle tırnağını ısırmaya başladı.
''Çok rahatsız olmaya başlarsan bana işaret ver. Senin yanına bir yabancı gibi gelirim ve dans ederek seni ondan uzaklaştırırım.''
''Ateşe ateşle karşılık veriyoruz yani.'' Sinirle güldüm ve başımı arkaya doğru yasladım. Bir şey demedi. Zaman, sokak lambaları ve yanımızdan geçip giden arabaların arasında akarken kulübe varmıştık.
''Önce sen in. Ben hemen ardından geleceğim.''
''Tamam.'' Kapıyı açtığımda soğuk hava yüzünden irkilen bedenimi göz ardı edip karşı tarafa emin adımlarla yürüdüm. Kulübün önünde duran insanların bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Kabanımı çıkardım ve sol kolumun üstüne koydum. Açıkta kalan sırtım ürperdi. Kapıda duran korumalara doğru gülümsemeyle yaklaştığımda bir elini, saygıyla karnına götürdü ve diğer eliyle de geçmem için içeriye doğru yönlendirdi.
''Buyurun efendim, iyi eğlenceler.'' İçeriye doğru ilerlemeye başladığımda müziğin sesi artık daha netti.
''Kabanınızı alayım,'' dedi lacivert bir yelek ve siyah bir gömlek giyen görevli. Kabanımı ona teslim ederken gözlerimle çevreyi tarıyordum. O sırada yanımdan geçen Kuzgun, gözlerime kısacık bir bakış attı. Onu bakışlarımla onayladım ve aramızda belli bir mesafe kalmasına dikkat ederek onu takip ettim. Koridorun sonundaki kapıyı açtığında kapının aralığından kaçarcasına kendini dışarıya atan müzik bedenimi titretti. Derin bir nefes aldım. Adımlarımı durdurmadım ve kapıdan geçip içeriye girdim.
Bakışlarımı odanın içinde hızlıca gezdiriyordum. Her yerde siyah mobilyalar vardı ve yanıp sönen ışıklar baş döndürücüydü. Duvar kenarında ve üst katta bulunan koltuklu geniş alanlar vardı. Onun dışındaki yerler ya bar taburesi ya da sadece masalardan oluşuyordu. Tipik kulüp manzarasıydı. Barın olduğu orta bölmeye doğru ilerledim. Bar taburesinde yerimi aldım ve çantamı önümdeki masaya koydum. Kokteyl hazırlayan barmenle göz göze geldim. Gülümseyip göz kırparken kokteyli hazırlamaya devam etti. Barmende olan bakışlarım bulanıklaşıp hemen arkasındaki netleşen görüntüde bakışlarını ayırmadan bana bakan Kuzgun'u gördüm. Bakışları bir süre yüzümü izledikten sonra arkama yukarıya kaydı. Omzumun üstünden baktığı yöne doğru baktığımda tanıdık yüz karşımdaydı, Cihan Erge.
İki yanında duran kadınlardan birinin kulağına doğru yaklaştı ve bir şeyler söyledi. Onu duyan kadın gülmeye başladı ve yanağına bir öpücük kondurdu. Diğer yanında duran kadına doğru döndüğünde zaten dönmesini bekliyormuş gibi duran kadın onu öpmeye başlayınca bir anda mideme yumruk yemiş gibi oldum. O karede yakında ben de olacaktım. Bunun gerçekliğiyle başım döndü. İçmeliydim. Barmene siparişim için elimi kaldırdığımda yanıma gelmesi çok kısa sürdü.
''İki tekila shot.'' Bakışlarıyla dediğimi onayladı ve hızlıca siparişimi hazırladı. İlk shotı hızlıca kafama diktiğimde yanan boğazım yüzünden hafifçe yüzümü buruşturdum. Karşımda duran Kuzgun'un endişeli ve bir o kadar da gergin bakışlarını görünce çenem kasıldı, başımı diğer yöne çevirdim. Bir süre anlamsızca kulaklarımı dolduran yüksek müziği dinleyip etrafa boş boş baktım. Ne yapacağımı düşünüyordum ve kararımı verince diğer shotı da kafama hızlıca diktim.
Cihan'ın beni göreceği bir alana doğru yürüdüm. Dans edecektim. Mümkün olduğunca kadınsı olarak. Bir süre müziği dinledim ve bedenimin ona uyum sağlamasını bekledim. Kalçamı yavaşça sallarken gözlerimi kapadım ve kollarımı kaldırıp dans etmeye başladım. Çevremde bulunan herkes dans ettiği için onlara uyum sağlamam çok sürmemişti. Gözlerimi kapatıp başımı arkaya yatırdım. Bir elim yukarıda, bir elim de boynumdan aşağıya doğru kayarken belimde hissettiğim dokunuşla gözlerimi araladım. Tanımadığım bir yüz karşımdaydı. Gerilmiştim ama bunu yansıtmamak için dans etmeyi bırakıp adamdan uzaklaştım. Bana eşlik etmesini istemediğimi belirtiyordum. Fakat peşimden geldiğinin farkındaydım. Elini, kolumu tutmak için uzattığı sırada aramıza giren beden ikimizi ayırmıştı. Bakışlarımı göğüslerinden yukarıya doğru kaldırdığımda Kuzgun'u gördüm. Kulağıma doğru eğildi.
''Benimle dans eder misiniz?'' dediğinde gözlerine bakıyordum. Arkasında kalan adam Kuzgun'a sinirle sesini yükseltti fakat Kuzgun'un tüm odağı bendim. Rolden çıkmamalıydım. Onu tanımıyor gibi davranmalıydım. Ondan biraz uzaklaştım, omuzunun arkasından yukarıya Cihan'ın masasına baktığımda bakışlarıyla karşılaştım. Adamın bağırışı dikkatini çekmiş olmalıydı.
Kuzgun'dan bir adım uzaklaştım ve onu boydan boya süzdüm. Gülümseyip elimi ona doğru uzattım. Onu tanımıyordum. Kulağına eğildim.
''Burada dans edelim.'' Bakışlarımı tekrardan Cihan'a çevirdim. Hâlâ bana bakıyordu. 'Harika!' diye geçirdim içimden. Tekrardan dans etmeye başladım. Kuzgun da hızlıca bana ayak uyduruyordu. Bedenlerimiz uyum içinde kıvrılırken bakışlarımı arada Cihan'a çeviriyordum. Yanındaki kadınları artık görmezden geliyor gibiydi. Bir elimi Kuzgun'un boynuna attım ve boynunu öperken bakışlarımı ayırmadım. Cihan, elinde tuttuğu kadehi yudumlamaya devam ederken gülümsedi. Tekrardan Kuzgun'un kulağına doğru eğildim.
''Dikkatini çektim.'' Kulağından uzaklaşıp yüzüne baktığımda Kuzgun'un daha önce görmediğim bir bakışla bana baktığını gördüm. Kalbim teklemişti. Bakışlarımı ondan hızlıca çektim. Son bir hareket daha... Kuzgun'un yönünü dans ederek Cihan'a çevirdim. Kalçamı Kuzguna doğru yasladım ve kollarımı yukarıya kaldırıp yüzüne dokundum. Yavaşça kalçamı sallayarak aşağıya doğru, dizlerimi kırarak kaydığımda ellerim boynuna oradan da göğsüne doğru yol aldı ve en son karnına geldiğinde yerde topuklarımın üstünde, sırtımı Cihan'a dönüp yukarıya doğru kalktım ve kollarımı Kuzgun'un boynuna doladım. Tüm bu süreç boyunca gözlerimi Cihan'ın gözlerinden ayırmamıştım. Kuzgun'un elleri çıplak sırtımdaydı ve usulca geziniyordu. Bu hareketi ona bakmama sebep olmuştu. İkimiz de nefes nefeseydik. Yüzlerimiz arasında santimler vardı. Gözleri hızlıca gözlerimi tarıyordu. Kuzgun zorlanıyordu. Dansı bitirmeliydim.
Ellerimi göğsüne koydum ve onu kendimden itekleyip uzaklaştım. Anlamsız gözlerle bana bakıyordu. Dudaklarımı oynatarak 'bitti' dedim. Omzumun arkasından Cihan'a baktım. Gülümsedim ve soluma dönüp bara doğru yürümeden hemen önce elindeki kadehi fondip yaptığını gördüğümde başardığımı anlamıştım. Bar taburesindeki yerimi almıştım. Masada duran çantamı alıp kucağıma koydum ve içinden uyuşturucunun bulunduğu paketi çıkarmak için fermuarını açtım. Işıklar yanıp söndüğü için minik paketi göremiyordum. Belimde hissettiğim elle irkilince çantamı kurcalamayı bıraktım ve başımı sağımdaki tabureye yerleşen Cihan'a çevirdim.
''Hanımefendiye ve bana birer margarita lütfen.'' dedi barmene. Gülümsemesine gülümsemeyle karşılık verdiğimde elini uzattı.
''Ben Cihan, sizi burada ilk kez görüyorum.'' Klasik söz. Kullanacağım sahte isme karar vermemiştim. Geçen sefer dosyayı binadan almak için taktığım hizmetli yaka kartındaki ismi hatırladım. Elimi ona doğru uzatıp elini tuttum.
''Ben de Ahsen, bir arkadaşımın önerisiyle geldim.'' dedim gülümseyerek. İçkilerimiz gelmişti. Kadehini eline aldı ve diğerini da bana doğru uzattı. Uzattığı kadehi alırken parmakları parmaklarımı okşadı. Sakin kalmalısın İra. Kadehini yukarıya doğru kaldırdığında ben de kaldırdım.
''Güzelliğinize.'' Gülümseyip kadehimi tokuşturdum. Bir yudum alıp ona baktığımda bakışlarımla onu kasıtlı olarak süzüyordum. Yüzüme de beğendiğimi belli eden bir ifade takınıyordum.
''Demek bir arkadaşınızın önerisiyle geldiniz.'' Bir kolunu masaya yasladı. Başımla onu onayladım ve bakışlarımı ayırmadan kadehimi dudaklarıma yönlendirdim.
''İyi ki de gelmişim.'' Bir yudum aldım. Bundan etkilenmişti, yüzünden belli oluyordu. O da bir yudum almıştı.
''Bakışlarınız çok güzel.'' Elim boynuma oradan da kulağıma gitti. Boynumu yavaşça okşarken ona bakmaya devam ediyordum.
''Daha önce söyleyen olmamıştı.'' Şaşırarak kaşlarını yukarıya kaldırdı. Sonrasında gülümseyerek bana doğru eğildi ve dudaklarını kulaklarıma dokunurcasına yaklaştırdı.
''Demek ki hepsi körmüş.'' Mideme bir yumruk daha yemiş gibiydim. Gülümsedim ve bir yudum aldım.
''Sizin gibi bir kadının eline,'' dedi ve bakışları dudaklarıma kaydı'' ve dudaklarına şarap çok yakışırdı.'' elimi tutup dudaklarına götürdüğünde yavaşça öptü.
''Sizinle yüz yıllık şarabımı yudumlayabilmek isterim.'' Bakışlarını gözlerimden ayırmıyordu. Bu sefer de ben kulağına yaklaşmıştım.
''Çok isterim.'' Dudaklarımın, onun yaptığı gibi kulağına değmesine özen gösteriyordum. İrkilmişti ve bu iyi bir işaretti. Gülümseyerek geri çekildiğimde bakışlarıyla açıkta kalan bacaklarımı süzüyordu. Hissettiğim mide bulantısını bastırmaya çalışıyordum. Elini bacağımdan dizime doğru kaydırdığında içimde bir şeylerin yanmaya başladığını hissedebiliyordum.
''Yarın nasıl?'' dediğinde kadehimden koca bir yudum alıyordum. Bakışlarımı bacağımda gezinen eline kaydırdığımda gülümsedim.
''Yarın olmaz.'' Bakışlarımı ona doğru çevirdim.
''Ne zaman olsun istersiniz?'' dedi bakışlarıma karşılık verirken.
''Yakında buraya yine geleceğim. O zaman bunu tekrar konuşuruz.'' Çantamı da alıp ayağa kalktığımda itiraz etmek için ağzını araladığında öne doğru eğildim ve kulağına tekrardan fısıldadım.
''O gecenin devamında sana eşlik etmekten zevk duyarım Cihan.'' Dudaklarım kulağından ayrılırken yanağına minik bir öpücük kondurdum. Yüzünde aldığı cevaptan memnun olmuş bir ifadeyle bana bakıyordu. Elimi tuttu ve dudaklarına götürdü.
''Memnuniyetle, Ahsen.'' Dudakları elimdeki eski yerini aldı. Gülümsedim ve arkamı dönüp ondan uzaklaştım. İnsan kalabalığının içinde kimseye sataşmamak için büyük bir savaş veriyordum. Her an birini yere yatırıp parçalayabilirdim. Boğuluyordum ve bir an önce buradan çıkmak istiyordum. Kapıyı elimle itekleyip geldiğimiz koridora tekrardan çıkmıştım. Koridor, eskisinden daha da uzun geliyordu gözüme. Hissettiğim bulantıyı bastırmak adına dişlerimi sıktım ve koridorda yürümeye başladım. Zeminin ayaklarımın altında titrediğini hissediyordum. Omuzlarımı dik tutabilmek için o kadar çok uğraşıyordum ki avuçlarıma batan tırnaklarımın acısıyla duraksadım. Avuçlarımı açıp baktığımda kan toplamış olan izleri gördüm. Ellerimi iki yanıma sıkıntıyla bıraktım. Elimi enseme götürüp sıktığımda bunun hissettiğim sıkıntıyı da dağıtmasını umuyordum. Arkamdan gelen ayak sesleriyle omzumun üstünden, gelene baktığımda, elinde kabanımı tutan Kuzgun'u gördüm.
''İyi misin?'' Önüme döndüm ve çıkışa yürümeye devam ettim.
''Bunu konuşmak istemiyorum Kuzgun.'' Kulüpten çıkarken korumaların iyi akşamlar dilekleri arkamda kamıştı. Arabaya doğru ilerlediğimde Kuzgun kapıları açtı ve hızla koltuğuma yerleştim. Çok geçmeden Kuzgun da yerine geçmiş ve arabayı çalıştırmıştı. Sıkıntıyla dizimi sallıyordum. Öfke bedenimi sarıyordu. Bu durumu aşabileceğimi sanmıyordum. Dahası, nasıl aşacağımı da bilmiyordum. Yoldaki şeritler hızla geçip giderken elime yasladığım başımı kaldırmadan camdan dışarısını izliyordum. Cihan'ın bakışları, gülüşü ve dokunuşu gözlerimden gitmiyordu. Dokunduğu yerler yanıyordu. Gözlerim öfkeyle dolarken midemin yükseldiğini hissedebiliyordum. Etrafımdaki sesler iyice boğuklaşmaya ve görüşüm de göz yaşlarımdan ötürü bulanıklaşmaya başlamıştı.
''Kenara çek Kuzgun.'' Olabildiğince sesimi kontrol etmeye çalışarak konuşuyordum.
''İyi misin?''
''Çek kenara dedim sana!'' Öfkem arabanın içinde yankılanıyordu. Kenara çekilen arabanın kapısını açıp, hızlı adımlarla ağaçlık alana ilerlediğimde yaşlar gözlerimden akıyordu. Yanımdaki ağaçtan destek alıp içimde ne varsa kusmaya başlamıştım. Kulaklarım uğulduyordu ve gözlerimden akan yaşlarım durmak bilmiyordu. Öylece akıyorlardı ama ağladığıma dair hiçbir belirti yoktu. İçimde bir şeyler çığlık çığlığaydı ve sadece göz yaşları dışarıya ulaşabiliyordu. Önüme düşen saçlarımı Kuzgun geriye doğru aldı ve elindeki su şişesini bana doğru uzattı. Suyu alıp ondan uzaklaştım. Ağzımdaki ekşi tattan kurtulmak için birkaç defa suyla çalkalamam gerekmişti.
Derin nefesler alıp verirken bedenim titriyordu. Öfkeyle elimdeki su şişesini fırlattığımda ardından bir küfür savurdum. Yerdeki taşları tekmeleyip bağırıyordum.
''Geberteceğim seni!'' Ellerimi, bağlı olan saçımı açtıktan sonra diplerine daldırdım. Olduğum yerde volta atıyordum.
''İra?'' Kuzgun bana sesleniyordu ama ona cevap veremeyecek kadar öfkeliydim.
''İra?''
''Ne var!'' diye haykırdığımda öfkeyle açılmış gözlerle ona bakıyordum. Çenesi kasılmıştı ve elinde kabanımla karşımda duruyordu.
''Ne var Kuzgun!'' Kaşları çatık bir şekilde kabanımı bana doğru uzattı.
''Hava soğuk, giyin.'' Öfkeyle güldüm.
''İstemiyorum. Git arabada otur.''
''İra.'' Israrından ötürü patlamak üzereydim.
''Kuzgun bunu tartışabilecek durumda değilim. Rahat bırak beni!''
''Ben senin düşmanın değilim İra!'' Kuzgun'un bağırdığını ilk kez duyuyordum. Garip hissetmiştim. Bakışlarımı ondan kaçırdım.
''Ne zaman elimi sana uzatsam, benden kaçtın! Yardım etmek istediğim her anda sanki sana o kötülüğü yapan benmişim gibi benden nefret ettin!''
''Senden yardımını isteyen olmadı Kuzgun! Seni defalarca kendimden uzak tuttum! Senden hiçbir şey istemedim! Ama sen pes etmedin!''
''Emin misin?''
''Eminim, senden bir kez olsun yardım istemedim ben.'' Bana doğru yürüdü. Önümde durduğunda başımı kaldırıp öfkeyle gözlerine baktım. Kabanımı üzerime örttüğünde yakalarından tutuyordu. Bir süre gözlerime baktı. Yanaklarımı ıslatan göz yaşlarımı parmaklarıyla sildiğinde başımı aksi yönüne çevirdim.
''Yapma!'' dedim dişlerimin arasından tıslarcasına.
''Karşımda gördüğüm insanı bilmiyorsun İra. Kırılgansın ama farkında bile değilsin.'' Sesi daha sakin çıkıyordu artık. Başımı ona çevirdiğimde gözlerimiz buluşmuştu.
''Senin merhametine ihtiyacım yok. Bunların hepsi sen pes etmediğin için yaşanıyor.'' Gülümsedi.
''Kabul, sana ilk ben geldim. Fakat sen beni hiçbir zaman tam anlamıyla kendinden uzaklaştırmadın. Eğer bunu yapmış olsaydın ben çoktan pes ederdim.'' Anlamayarak gözlerine bakıyordum.
''Her neyse, zamanı gelince nasılsa anlayacaksın. Ben bekleyeceğim.'' dedi ve benden uzaklaşarak arabaya doğru ilerledi. Aklım allak bullak olmuştu. Onca sorunun içinde bir de bununla uğraşmak beni çok yoruyordu. Kabanımı tam olarak üzerime giyinip kuşağını belime bağladım. Bir süre dışarıda soğuk havada kalıp zihnimi toplamalıydım.
Nihayet kendime geldiğimden emin olunca arabaya yöneldim. Yolcu koltuğunda yerimi aldığımda kollarımı göğsümde kavuşturdum ve gözlerimi kapayıp başımı arkaya yasladım.
''Başkan'ın yanına uğramalıyız.'' dedi Kuzgun. Gözlerimi açmadan dediklerini onaylarcasına başımı salladım. Boğazımdaki yanma hissiyatı dinince mevcut durumu gözden geçirmeye başlamıştım. Cihan Erge, başımı ağrıtacak önem arz eden hedefimiz. Dikkatini çektiğim bir gerçekti ve bu oldukça can sıkıcıydı. Birkaç gün içinde onu tekrar görmek zorundaydım. Bana dokunmasını istemiyordum. Bu konuda bir şeyler yapmalıydım.
''Uyuşturucu yerine uyku ilacını istiyorum.''
''Uyuşturucuya ihtiyacın olmadığına emin misin?''
''Sence ihtiyacım varmış gibi mi görünüyordu?'' Sinirle karışık nefesini dışarıya verdiğini duyabiliyordum.
''Tamam.'' Konuyu uzatmak istemediğini biliyordum. Ben de istemiyordum.
''Başkan ne istiyormuş?'' diye sorduğumda arabanın camını hava almak için biraz indirmiştim.
''Mevcut durumu görüşmek istiyor. Planda bir aksaklık olmaması adına sıkı takip yapacağını söylüyordu. ''
''Anladım.'' Camı geri kapattım. Başkan özenli biriydi. En ufak işte bile oldukça dikkatli adımlar atıyordu. Onun sayesinde bu zamana kadar yakalanmamıştık. Boş yollar önümüzde uzayıp gidiyordu. Yolda, yanımızdan arada geçip giden araçlar dışında kimse yoktu. Zeki bir adamdı. Zamanında kendi kızı için sağlayamadığı adaleti başkaları için sağlamaya çalışıyordu. Beni de kendi kızı gibi görmesinin sebebi buydu sanırım. Onun yokluğunu benimle doldurmaya çalışıyordu ama ben babamın yokluğunu onunla dolduramazdım. Bir evladının olmasının ne demek olduğunu az da olsa bilen Başkan'ın aksine ben bir babaya sahip olmanın ne demek olduğunu bilmiyordum. Hiç sahip olamamıştım. Dünyaya geldiğimde annem ve ben vardık. Şu ansa sadece ben varım.
''Geldik.'' Kuzgun'un sesiyle içine daldığım düşüncelerimden sıyrıldım ve ana geri döndüm. Kemerimi çözüp arabadan çıktım. Çizmemim topukları geç saat olduğu için daha sessiz olan şirketin içinde yankılanıyordu. Ellerim ceplerimde çağırdığım asansörün önünde bekliyordum. Başımın ağrısıyla nefesimi sıkıntıyla dışarıya verdim ve kafamı sağa sola yatırdım.
''Al.'' Başımı Kuzgun'a çevirdim. Elinde tuttuğu su şişesini bana uzatıyordu.
''Daha demin kustun. Vücudunun sıvıya ihtiyacı var.'' Elindeki şişeye baktım ve haklı olduğuna kanaat getirerek suyu yudumlamaya başladım.
''Sağ ol.'' Şişeyi asansörün yanında duran metal çöp kovasına attım ve gelen asansöre bindik.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |