@berilyum
|
Turuncu Gerbera 🌸 İnsanlar duyduklarına değil gördüklerine inanırlar çünkü duyduğun başkasının, gördüğün kendinin kanıtıdır. Duyana kadar şüphedir, gördükten sonra gerçektir Karşımdaki adam bana dün başka bir sevgilisinin olduğunu söyleyene kadar bu durumdan şüphelenmiştim ama tam şuan gördüğümde bu artık benim gerçeğim olmuştu. Duymaktan öte tam karşımda onu el ele bir kızla görüyordum ancak buna inanamıyordum. Görüyordum ama inanamıyordum. Belki de inanmak istemiyordum, bilmiyorum. "Vera," İsmimi ilk defa onun iki dudağının arasından firar ederken duymuştum. Klibi kötü olan bir şarkı gibiydi sesi. "Melih," dedi el ele tutuştuğu kız. "O kim?" Belki o kız benim kim olduğumu bilmiyordu ama ben onun kim olduğunu biliyordum. O kız Melih'in sevgilisiydi. Aslan'ın elimi tutuşu sertleştiğinde ancak kendime gelebilmiştim. Gözümü kapatıp açtım, karşımdaki görüntü aynıydı. Melih vardı, el ele tutuştuğu bir kız vardı. Ben vardım ve el ele tutuştuğum bir adam vardı. Melih'in yanındaki kız onun sevgilisiydi, benim yanımdaki adam bana yardımcı olan biriydi. "Sen nereden tanıyorsun lan Erva'yı?" Aslan'ın sorusuyla tüm gözler ona döndü. "Vera," O şarkı tekrar çaldı. "Senin burada ne işin var?" Aslan'la ellerimizin birleşimine baktı. "Bu adamın yanında ne işin var?" "Melih, ne oluyor? Kim bu kız?" Yanındaki, el ele tutuştuğu, sarışın kadın Melih'in elini çekiştirip kendisine bakmasını sağladı. Onları izlerken tüm dikkatim Aslan'ın çenemi kavrayıp kendine baktırmasıyla ona kaydı. "Nereden tanıyorsun sen bu iti?" Ben daha Aslan'a bir cevap veremeden başka bir el kolumdan tutup beni Aslan'ın elleri arasından aldı. Şimdi Melih'in arkasında, Aslan'ın karşısındaydım. O kız da yan tarafımızdaydı. Melih ellerini arkaya doğru uzatıp kollarımdan tutuyordu. Telefonun ucundan kalbime dokunan adam şimdi tenime değiyordu. "Vera neden senin yanında?" Melih'in Aslan'a sorduğu soruya dikkat kesilmiştik hepimiz. "Bırak lan Erva'yı!" diye bağırdı Aslan. Ardından Melih'in kaşı patlamış, dudağı kanamış suratına bir yumruk geçirdi ve onu yere serdi. Ben hala olanlara tepki veremediğim için öylece dikiliyordum. Birkaç saniye herkes sadece durdu. Bize yaklaşan adım seslerinin olduğu tarafa kafamı çevirdiğimde iki hemşire ve iki güvenlik görevlisinin buraya doğru geldiğini gördüm. Sarışın kız Melih'in yanına eğilmiş kafasını dizlerinin üstüne koymuştu. Bir yandan saçlarını okşayıp bir yandan da ağlıyordu. "Sevgilim," dedi ve Melih'in alnına dudaklarını bastırdı. Bu anın her saniyesi gözlerimin önünde gerçekleşti. Mideme bir kramp, başıma bir ağrı girdiğini hissettim. "Ne oluyor burada gençler?" Buraya gelen dört kişi çoktan yanımıza ulaşmıştı. Güvenlik görevlilerinden biri Aslan'ı kolundan tutmuştu ama Aslan fevri bir hareketle kolunu adamın elinden kurtardı. Elimden tutup beni hasta odasının içine soktu. Kapıyı arkamızdan kapattı. Dışarıdan gelen konuşma sesleri kesilmişti. Galiba herkes gitmişti, Melih de gitmişti. "Geç şuraya otur." Aslan beni hasta yatağının karşındaki koltuğa adeta fırlatır gibi oturttu ve yatakta yatan çocuğun başına gitti. "Aslan abi," Yataktaki çocuğun sesini duymuştum ama odağımı bir türlü onlara veremiyordum. Sadece birkaç saniye önce sevgilim bana dokunuyordu. Sesini ilk defa duyduğum, ilk defa dokunduğum sevgilim az önce karşımdaydı. Yanında sevgilisi vardı. Hayır, o kız sevgilisi değildi. Onu bırakmam için yapıyordu, biliyorum. Burada oturmamalıydım, onun peşinden gitmeliydim. Ayağa kalkıp kapıya doğru yürümeye başladım. Tam kapı kolunu tutmuştumki Aslan bir elini boğazıma sarıp beni duvara yasladı. Bedenim duvarla onun bedeni arasında sıkışıp kalmıştı. Bir eli boynumu kavrarken diğeri başımın yanından duvara yaslıydı. "Nereye gittiğini sanıyorsun?" Öksürdüğümde elini birazcık gevşetti. "O," dedim. "Benim sevgilim." "Ne oluyor abi?" Aslan'ın üstüme kapanmasından dolayı göremediğim çocuğun sorusu kulağıma ilişmişti. Aslan'ın gözlerinin içine baktığımda çocuğu duymadığını anlamıştım. Benim söylediklerim onun son duyduğu kelimelerdi. "Ne dedin sen?" diye sordu hareketleri zıt bir yumuşaklıkla. "Ne demek sevgilim?" "Melih," dedim. Zor nefes aldığımı hissediyordum. Onu görmenin heyecanı mı yoksa gördüklerimin ıstırabı mı beni bu hale getirdi, bilmiyorum. "Sevgilim," Boğazımdaki elinin bileğini kavradım. "Lütfen bırak, onunla konuşmam lazım." Diğer elimide bileğine sarıp kolunu çektim. Bana direnmedi ama bu durum şaşkınlığından dolayı böyleydi. Kapı koluna uzanacağım sırada ellerimi bileklerinden yakalayıp arkama doğru götürdü, ters kelepçe takarmış gibi. İkimizin elleride arkamdayken beni tekrar duvara yasladı. Gövdesi gövdeme, alnı alnıma temas ediyordu. "Sen nereden tanıyorsun o adamı? Nereden sevgilin oluyor? Sen Eskişehir'e ilk defa gelmiyor musun?" Kelimeliri birer bıçak gibi keskindi. Bağırmıyordu ama ses tonu ürkütücüydü. Kalın ya da ince çıkmıyordu, sanki arada kalışı bu denli karanlık yapıyordu sesini. "Cevap ver." Ellerimizi belime yaslayıp bedenimi kendine çekti ve tekrar duvara yasladı. "Telefondan," Korktuğum için sesim titrek çıkıyordu. "O beni aramıştı, rastgele bir numara çevirip beni aradığını söylemişti," Soluklanmaya çalıştım. İçimin yangınına soğuk bir nefes çekmek istedim ama dudaklarım arasından dolan onun sıcak nefesiydi. "O günden beri konuşuyorduk biz telefondan." "Buna inanacağımı mı sandın gerizekalı!" Bağırdığında göz yaşlarım bardaktan boşalırcasına akmaya başladı. "Bana gerçeği söyle," Alnı alnıma çok sert bir baskı uyguluyordu. "Seni o mu yanıma gönderdi?" Ses tonu alçalsada gözlerindeki öfke daha da katlanmıştı. "Hayır hayır," diyerek karşı itiraza geçtim. "Beni sokakta bulan sendin." Bileklerimi ellerinden kurtarmak için çekiştirdim ama gücü karşısında sergilediğim kuvvet boş bir çabadan ibaretti. "Bırak beni, gitmem lazım." "Gidemezsin." Sesi tekrar yükselmişti. "Abi, sakin." Yataktaki çocuk sessizliğini bozup Aslan'a seslenmişti ama bu Aslan'ın umrunda değildi. "Beni zorla yanında tutamazsın." Karşısında ondan korkan bir kadın olarak durmak istemiyordum. "Sen benimsin," Bir bileğimi serbest bırakıp diğerini gözlerimizin hizasına çıkarmıştı. Nihayet aramızda çok az da olsa bir boşluk oluşmuştu. "Bak buna," dedi havada bileğimi sallarken. "Bunu taktığın an bana ait oldun. Benimsin ve gidemezsin. Bu bilekliğe bak," Tekrar bağırıp bileğimi bir kez daha havada sarsmıştı. "Buna bak ve benim olduğunu anla." Bileğimi sertçe aşağı salındırarak bıraktı. "Benimsin ve gidemezsin." "Sen ne saçmalıyorsun? Bir gece evinde kaldım, senden yardım aldım diye sana ait bir bez parçası değilim ben. Tutamazsın beni, gidiyorum." Ellerimi göğsüne koyup onu önümden ittirdim. Bir adım geri gidip tekrar bir duvar misali durdu önümde. Yine ittireceğim sırada kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Kapı Aslan'ın kafasına çarptığı için sendeledi. Düşecek gibi olduğu sırada iki elimi de koluna sarıp onu tuttum. Daha kimin geldiğine bakamadan kolundaki ellerimin ikisini tek eliyle tutup beni arkasına geçirtti. Geniş omuzları yüzünden görüş açım kapalıydı. Kafamı kolunun yanından eğip odaya gelenlere baktım. Gördüğüm manzarayla birlikte bir kez daha yıkıldım. Melih ve el ele tutuştuğu kız tam karşımızda, iki adım mesafeyle önümüzde duruyordu. Kızın yırtıcı bakışları benim üzerimdeyken ben Melih'in yüzündeki pansuman yapılmış yaralarına bakıyordum. "Ne işin var senin burada şerefsiz herif!" Odayı yine Aslan'ın bağırışları doldurmuştu. "Abi," diyerek oturur pozisyona geldi yataktaki çocuk. Aslan elini havaya kaldırıp ona döndürdü. Karışma demek istediği açıktı. "Vera'yı bırak." Melih asla bana bakmıyor bakışlarını Aslan'dan almıyordu. "Yok ya," dedi ve bir kahkaha patlattı Aslan. Bu asla insanın içini ısıtan bir gülüş değildi, sesi kulaklarınıza dolduğunda buz kesmenize sebep olan türdendi. "Erva benim." "Senin falan değil, ver onu bana." Melih'te sesini yükseltmişti. "Sevgilin mi?" Melih'in el ele tutuştuğu kızın sorduğu sorunun alakasızlığıyla bakışlarımı ona çevirdim. Gözlerimdeki ifadeden saçmaladığını anlamasını istedim ama o soruyu sorarken sergilediği ciddiyetinden asla ödün vermiyordu. "Saçmalama Mahira." Melih'in vermesi gereken cevap bu değildi. Benim onun sevgilisi olduğumu söylemesi gerekiyordu. Ben Melih'in sevgilisiydim, Aslan'ın değil. Ve Melih benim sevgilimdi, el ele tutuştuğu kızın değil. "Erva benim dedim. Çıkın gidin buradan." Aslan hala bir eliyle beni arkasında tutup diğeriyle Melih'i omzundan doğru ittirdi. Melih de Aslan'ın bu hareketine karşılık aynısını yaptı. Aslan bir harekette daha bulunacağı sırada onu geri çektim. Ellerimj o kadar sıkı tutuyorduki onu çekerken ellerim onun elinden bir santim bile kaymamıştı, onu geriye doğru çekebilmiştim. Kafasını yana çevirip bana baktığında ona aldırış etmedim ve gözlerimi Melih'in gözlerine kenetledim. "O kız dedim," Artık adını biliyordum. Benim ismimim döküldüğü dudaklardan o kızın ismide çıkmıştı. "Mahira," Gözlerim saniyelik olarak Aslan'ın gözlerine kayıp tekrar Melih'e döndü. Bilerek Aslan'a bakmıştım. Bakışları bana konuşma gücünü verecekmiş gibi hissetmiştim o an. "O mu sevgilin?" "Evet." Sorumun yanıtını hiç beklemeden, gözlerimin içine bakarak, sevgilisiyle el ele tutuşarak vermişti. Bana acımamıştı, canımın yanabileceği olasılığını düşünüp bir saniye olsun duraksamamıştı. Cevabı hızlı, net ve çok can yakıcıydı. Hayır cevabından nefret ederdim, bir evet cevabı canımı bu denli yakıncaya kadar. "Siktirin gidin artık buradan. Elimden bir kaza çıkacak." Aslan Melih'in yüzüne çemkirircesine konuşmuştu. "Vera'yı ver." Sevgilisi yanındayken niye hala beni de yanına almaya uğraşıyordu? "Gelmiyorum." Aslan'ın arkasından çıkıp yanına geçtim. Melih'in yanına geçmiyeceğime güvenmiş olmalıki ellerimi de serbest bırakmıştı. Bilekliğin olduğu elimle onun elini kavradım. Parmaklarımı onun parmaklarının arasına geçirdim. Yüzüme baktığını hissettiğimde bende onun yüzüne baktım. Onun ifadesi gururluydu, mutlu olmuştu benim kararımdan dönmeme. Melih'e dönüp baktığımdaysa onun ifadesi hayal kırıklıklarıyla doluydu. Acımasız bir gülümseme takınıp konuştum. "Ben gelmiyorum. Aslan'layım," Bilekliğime bakarak konuşmaya devam ettim. "Gri ile birlikteyim." Yüzümü kaldırıp gözlerimi karşımdaki iki kişide gezdirdim. Mahira denen kız zafer kazanmış kadar mutlu gözüküyordu. Melih son okunu kullanmak zorunda kalmış, çaresiz bir asker gibiydi. "Duydun," dedi Aslan. "Erva benimle, sonsuza dek." "Vera saçmalama, gel şuraya. Tanımıyorsun bu iti sen." Melih'in sesi oldukça nazikti. Son kozunu kullanıyordu. Kalbime oynuyordu, ona asla hayır demeyen ve diyemiyen kalbime. "Siktir git piç herif!" Aslan'ın haykırışıyla yerimde titredim. Yataktaki çocuğunda hareketlendiğini farkettiğimde bu durumun daha fazla uzamaması için tekrar araya girdim. "Ben Aslan'layım. Gri'de birlikteyiz." Hala Aslan'ın elini tutarken bir adım öne çıktım. Yönümü Mahira'ya çevirdim. "Şu el ele tutuştuğun adam var ya," Melih'e kısa bir bakış attım. "Seninle birlikteyken aynı zamanda benimle birlikteydi. Çok güvenme yani." "Sana inanacağımı falan mı sandın?" Sorduğu sorudan en az benim kadar kör olduğunu anlamıştım. "Sor," Melih'e baktım. "Çok güvendiğin o adama sor. Beni nereden tanıdığını sor." Melih'e dönüp baktığında Melih'in gözleri benim üzerimdeydi. Bir öfke yoktu ama ifadesi köşeye sıkıştığını ele veriyordu. "Bu kız," dedi hala yüzüme bakarken. "Senden önce," derken artık Mahira'ya bakıyordu. "Sadece ihtiyaçlarımı karşıladığım bir kızdı." Gerçekler asla bunlar değildi. Yanındaki kadını kaybetmemek için benin gururumu kendine malzeme etmişti ve benim canım bir kez daha yanmıştı. Benim için herkesi harcayabileceğini söyleyen adam şimdi sevgilisi için beni harcamıştı. "Ne diyorsun lan sen!" Aslan yumruğunu Melih'in çene çizgisine geçirip onu yere yıktı. Mahira'dan korku dolu bir çığlık koptu. Yataktaki çocuk Aslan'a seslendi. Ve o an daha bir sürü şey oluyordu ama ben olduğum yerde duruyordum sadece. Canım çok fazla acıyordu. Bedeninizdeki yaralar neydiki ruhunuz böylesine kanarken. "Siktir git it oğlu it. Yemin ederim biraz daha durursan seni elimden kimse alamaz. Kaybol." Aslan tekrardan elimi tutup söylemişti sözlerini. "Vera," dedi nefes nefese bir biçimde. Ona baktım ama gözüme bileğindeki bileklik ilişti. Kırmızı bir bileklik vardı. Hemen Mahira'nın bileğine baktım. Onda da aynı bileklikten vardı. Onlarında bir çetenin başında olabileceği ihtimalı aklıma düşünce Aslan'a döndüm. Beni anlamış gibi hafifçe kafa salladı. "Git artık, gelmeyeceğim seninle." "Vera bu adamla kalamazsın." Güldüm ama ondan tiksindiğim için. "Niye?" diye sordum imalı bir şekilde. "Yoksa o da beni ihtiyaçlarını karşılamak için mi kullanır?" Hayretler içerisinde yüzüme baktı. "Bir şey olmaz. Nasıl olsa alışkınım senden dolayı." Gözlerime dolan yaşları kafamı yukarı kaldırarak geri yolladım. "Git." dedim ve Aslan'ın elini bırakıp odanın içindeki koltuğa oturdum. Dirseklerimi dizlerimimin üstüne koyup başımı ellerimin arasına aldım ve gözlerimi kapadım. "Melih kalk hadi, gidelim." Sevgilisinin sözünü dinleyip gitmişti. Kapı sesini duyunca kafamı kaldırıp o tarafa baktım. Aslan'ın gözleri benim üzerimdeydi. "Ben az önce filmden bir kesit mi izledim yoksa öldüm de öbür taraftan bir görüntü mü gördüm?" Yaşanan her dakika o kadar tuhaftıki yataktaki çocuğun bu sorusu hiç de tuhaf gelmemişti. Bunu sormakta haklı bile sayılabilirdi. "Seninle sonra konuşacağız Atacan." Bir kaç adımda önümde bitti. "Onun," Söyleyeceği şeyi söylemek istemiyor gibi bir hali vardı. "Dedikleri doğru mu?" Hızla ayağa kalkıp yanağına okkalı bir tokat attım. Vuruşumun etkisiyle kafası yana yattı. "Değil, asla değil. Ben buraya daha dün geldim ve senin yanındaydım. Onun dediği şeyleri yapmış olmamız için yan yana olmamız gerekiyordu." Var gücümle bağırarak konuşmuştum. Tüm enerjim sesim ve kelimelerime gitmiş gibiydi. Bedenimin kontrolünü kaybedip düşer gibi olduğumda bir çift eli beni tuttu ve çekik yeşil gözler benim yeşillerime yumuşak bir dokunuş sergiledi. "İyi misin Erva?" Gözlerimi bir kez açıp kapattım. "Gel şuraya," Beni yavaşça koltuğa oturtup kafamı koltuğun sırtına bıraktı. Ardından hızla odadan çıktı ve gözden kayboldu. "İyi misin?" İsminin Atacan olduğunu öğrendiğim yataktaki çocuğa döndüm. Hafifçe başımı salladığımda gülümsedi. "Abimle nereden tanışıyorsunuz? Senin için çok endişelendi." "O beni dün gece sokakta bir adamdan kurtardı." Biraz daha iyi hissediyordum şimdi. Anlık bir halsizlik gelmişti sadece üstüme. "Ondan yardım istedim, beni evine aldı sonra da çetesinin başına geçirdi." "Vay," dedi heceyi uzatarak ve heyecanını saklayamayarak. "Abime bak sen. İlk görüşte tutuldu mu ne oldu acaba?" "Atacan!" Aslan yine yüksek çıkan sesiyle ortama girişini yaptı. "Ne saçmalıyorsun sen?" Getirdiği suyun kapağını açıp bana uzattı. "Al, iç." Dediğini yapıp elinden aldığım şişeyi dudaklarıma getirdim. Birkaç yudum alıp şişeyi ona geri verdim. "Teşekkür ederim." "Atacan bey," Şişeyi koltuğun yanındaki sehpaya koyup yatağın başına gitti. En azından şimdilik benimle konuşmadığı için mutluydum. "Anlatın bakalım." "Ne anlatayım abi?" Otuz iki diş sırıtarak sormuştu sorusunu Atacan. Şirinlik yapmaya çalışsada ben bile bu adamın kızgın olduğunda hiçbir şeyin işe yaramayacağını anlamıştım. "Atacan!" diye bağırdı yine Aslan. "Ben seni okuyacaksın diye okula yolluyorum ama sen serserilik peşinde koşuyosun. Sana mı düştü lan bana karaciğer bulmak. Bir de gidiyorsun Melih'e söylüyorsun." İki elininin avuçlarını şakaklarına yasladı, parmakları saçlarına denk geliyordu. "Allah'ım delireceğim, bana sabır ver." Atacan yine sırıttı. "Bak benim sayemde dua ediyorsun, Rabb'imle arandaki bağ güçleniyor." "Lan oğlum," Bir elini ensesine atıp diğer elinin işaret parmağını havada tehditkar bir şekilde salladı. "Yediğin dayak yetmedi de bir de benden mi yemek istiyorsun aptal herif?" Sakin bir ses tonuyla, büyük bir ciddiyetle sormuştu. "Aptal dediğin çocuk dün yaz kursunda kimsenin çözemediği soruyu çözdü." Atacan'ın takındığı gururlu duruşa gülmeden edemedim. Bir an ikiside bana bakınca gerildim. "Pardon," dediğimde ikisi tekrar birbirine döndü. "Bugün kursta ne yapmış o zeki çocuk?" Atacan'ın yüzü düştü ama bir anda tekrar gülümsedi. "Hayatını kendisine ve diğer çocuklara adayan abisi için karaciğer-" "Lan gerizekalı," Bir elini yatağa bastırıp diğeriyle Atacan'ın boynuna sarıldı. Bir şey yapacağını düşünmedim ama yine de tedirgin olup oturduğum yerden kalktım. Dört büyük adımda yanlarına gelip Aslan'ın eline iki elimle sarıldım. "Bırak çocuğu zaten yaralı." "Sen karışma." Elini bırakmayıp çekiştirmeye devam ettim. Bir anlık hareketle Atacan'ın üzerinden elini çekip benim bileğimi kavradı ve yataktan uzaklaştırdı. Şimdi iki adım gerilerindeydim. "Atacan bir daha böyle bir şeye kalkışırsan seni inanki sokağa atarım, evin yoluna bile giremezsin bir daha." "Tamam abi ya," Atacan laf olsun diye suratını buruşturdu. "Ne çok laf ettin. Yengenin yanında ayıp oluyor." Elleriyle destek alıp yatakta dik bir konuma geldi. "Hem sen ne biçim davrandın az önce yengeye." Değişik bir hal aldı yüz ifadesi. "Ayıp ayıp, bir kadına kaba kuvvet uygulanır mı hiç?" Dilini üç kere damağına vurup şaklattı. "Ben sana böyle mi öğrettim?" "Allah'ım sen beni kimlerle sınıyorsun, bana sabır ver." Aslan sözlerini başını elleri arasına alıp sabır çeker gibi söylemişti. "Gördün mü yenge?" Atacan şimdi de benimle uğraşmaya karar vermişti sanırım. "Böyle yola getiriyorum ben bunu. Sana taktik vermiş olayım." Kocaman bir gülüş kondurdu yüzüne. "Bak kimseye böyle taktik vermem ha, kıymetimi bil diye söylüyorum." "Atacan sen beni delirtmeye ant mı içtin?" "Yok abiciğim, neden seni delirtmek isteyeyim?" "Kalk hadi, gidiyoruz. Maşallah turp gibisin, hiçbir şeyin yok." "Çocuğun eli sarılı." diyerek araya girmiş bulundum. "Şuan onun kafasını kırmış da olabilirdim. Bu haline şükretsin." "Sen bana bakarsın değil mi yenge?" "Yenge demezsen bakarım." "Eğer derse dili kopacak, haberi yok." Yine tüm ciddiyetiyle bir tehdit daha savurmuştu Aslan. Atacan Aslan'ın dediklerini yapabileceğinden eminmiş gibi her tehditte biraz daha tırsıyordu ama Aslan'ı kızdırmaktan da asla geri durmuyordu. Hem korkuyor hem de arsızlıktan vazgeçmiyordu. "Haber verdiğin için sağol abiciğim." dedi yalandan bir korku takınarak. "Bekleyin burada, geleceğim ben." Aslan arkasını dönüp gözlerini gözlerime dikti. Sadece sözleri ve hareketleriyle değil bakışlarıylada korku salıyordu. Bu sadece isteğiyle yapabileceği bir şey değildi. Bu ona verilmiş bir yetenek ya da sergilemesi zorunlu kılınmış bir davranış gibiydi. "Sende sakın bu odadan çıkmaya kalkışma." Eğilip dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. Bir eliyle bilekliği taktığım bileğimi tuttu. "Kaçsan bile seni bulurum." Bileğimi elinin varlığını hissettirmek istermiş gibi sıktı. "Dediğim gibi benimsin ve gidemezsin. Bu yüzden deneme bile." Geri çekilip tekrar gözlerime baktı. "Eve gittiğimizde de her şeyi konuşacağız." Bileğimi bıraktı. Arkasına dönüp hala yatakta oturan Atacan'a bir bakış atıp yanımdan geçti. Odadan çıktı, kapıyı arkasından sert bir şekilde kapattı. "Gel gel, otur." Atacan yatakta yana kaymıştı. Elini yanında açtığı boşluğa vurup oturmamı işaret ediyordu. "Seninle tanışalım." Aslan'ın az önce kulağıma fısıldadıkları hala zihnimde dolanırken içimdeki ses onunla inatlaşmak yerine ona sığınmamı söylüyordu. Haklı olduğunu düşünüyordum, buradan kaçarsam daha hastane kapısına varamadan beni yakalayacağına emindim. Bu düşüncelere onu tanıdığım için değil çekik, yeşil gözlerine baktığımda hissettiğim duygular sayesinde sahiptim. En azından şuan beni dün gece kurtaran, bana evini açan ve beni çetesinin başına geçiren bu adamın yanında durmaktan başka seçeneğim yoktu. Atacan'ın benim için açtığı yere oturdum. "Sen Aslan'ın kardeşi misin?" diye sorarak konuya girişi ben yaptım. Kafa salladı. "Manevi kardeşiyim." Sargılı olmayan elini, gri bilekliğin takılı olduğu elini, üstündeki tişörtün eteğine götürdü. Tişörtü tutup göğüs hizasına kadar yukarı doğru sıyırdı. Tişörtünü yukarı doğru sıyırdıkça ortaya çıkan çeşitli bıçak ve kurşun yarası izleri gözlerimi şaşkınlıkla açmama sebebiyet verdi. Çok fazla yarası vardı. Karnının sol tarafındaki bıçak izleri özenle yapılmış gibi üst üsteydi. Kurşun yaralarının ise rastgele sıkıldığı aşikardı. Biri hemen kalbinin altından diğeri göbek deliğinin üzerinden biri de bel hizasındandı. Üç kurşun ve dört bıçak izi olmak üzere yedi tane yarası vardı. Yeni değillerdi. "Aslan abimle tanışma hikayemizin izleri bunlar." "Nasıl yani?" diye sordum hala devam eden, üstümden atamadığım şaşkınlığımla. "Ben bu yaraların hepsini tek bir gecede aldım." Sargılı elinin parmak uçlarını bıçak yaralarının üzerine kondurdu. "Özenle çizilmiş gibiler değil mi?" Gözlerimi bıçak yaralarına diktim. "Evet." Anlatacaklarının çok kötü şeyler olacağı ve aklımdan geçen senaryoların gerçekten yaşanmış olabileceğini hissediyordum. "Çünkü öyle," dedi ve derin bir nefes alıp devam etti. "Beni yere yatırdılar." Büyük bir korkuyla gözlerimi yüzüne çıkardım. İfadesinin kötü olmasını bekliyordum ama o yaşadıklarını çoktan atlatmış gibi bakıyordu. "İki kişi bacaklarıma oturdu. Kolarımı yukarı doğru yere koyduktan sonra bir kişide kollarıma oturdu ve diğeride bileklerimden tuttu. Beni hiç hareket edemeyecek bir konuma getirdikten sonra Doğan da yanıma bir dizininüzerine çöktü. Bir kolunu çöktüğü dizinin üzerine koydu." Bir an duraksayıp gözlerimin içine baktı. "Doğan'ı tanıyor musun?" "Doğan Aktaş mı?" diye sordum aklıma gelenle. Bu isim Aslan'a gelen pastanın notunda yazıyordu. "Evet," Bu sefer şaşkın şaşkın bakan Atacan'dı. "Nereden tanıyorsun?" "Tanımıyorum." Sorusunu hızlı bir şekilde cevapladım. "Bugün Aslan'a doğum günü pastası yollamıştı, o pastadaki notta yazıyordu ismi." "Huyu kurusun." dedi ve ağzının içinde bir küfür mırıldandı. "Her neyse," Anlatacağı o karanlık hikayeye devam edecekti. "İlk önce bunu," dedi ve üst üste dizili bıçak izlerinden alttan ikinci yaranın üzerinden işaret parmağıyla geçti. "Sonra bunu," Şimdi de üstten ilk yarayı parmağıyla çizdi. "Sonra bunu," en alttaki yarayı gösterdi. "Ve en son bunu çizdi." Alttan üçüncü yarayı gösterdi. "Hepsini tek tek ve özenle çizdi." "Neden yaptı?" Daha fazla bekleyemezdim nedenini öğrenmek için. Hangi insan başka bir insana bunu yapardı? Böyle bir caniliğin mantıklı bir sebebi olur muydu? "Nedeni bende kalsın." Sorumun cevabını alamayacaktım. "Sonra bütün adamları beni kollarımdan ve bacaklarımdan sabitleyip ayakta tuttu." Şimdi anlatacakları kurşun yaralarına aitti. "Uzaktan üç el ateş etti." Sırayla kalbinin altındaki, bel hizasındaki ve göbek deliğinin üzerindeki izleri gösterdi. "Bu sırayla vurdu." "Seni Aslan mı kurtardı?" "Evet." Aslan'dan gurur duyduğu ve o büyük bir minnet duygusu beslediği her halinden belliydi. "Seni orada bırakıp gittiler mi?" "Evet-" "Maşallah maşallah, çay kahve de getireyim mi size?" Bir anda Aslan'ın sesini işitmemizle ikimizde ona döndük. Kapı pervazına yaslanmıştı. Kollarını göğsünde kavuşturmuş, çekik yeşillerini bize dikmişti. Atacan'ın anlattıklarına o kadar odaklanmıştımki kapı sesini dahi duymamıştım. Dikkatimi sadece Aslan'ın tok çıkan sesi dağıtabilmişti. "Sohbet koyu gibi." "Tabii, iyi anlaştık yen-" Atacan'ın adem elması hareketlendi. Boğazında bir yumru varmış gibi yavaş ve zor yutkundu. "Erva ablamla." diye kendini düzeltti. Aslan'a baktığımda Atacan'ın bu halinden zevk aldığını anlamamak imkansızdı. "Bak Erva," dediğinde yeşillerimi yeşillerinr çıkardım. Bir şey söyleyecekmiş gibi dudakları aralandı, sonra da söyleyeceğini unutmuş gibi duraksadı. Birkaç saniye öylece birbirimize baktık. Yaslandığı kapı pervazından çekilip dik bir şekilde konumlandı. Ardından gözlerini bir anda Atacan'a çevirdi. "Ben bunu böyle yola getiriyorum," Atacan'a atıfta bulunuyordu. "Sana taktik veriyorum, değerimi bil diye söylüyorum." Ben gülmeden edemezken Atacan'ın suratı iyice düşmüştü. "Gül sen gül," dedi Atacan bana karşı. "Halbuki benimle ittifak kursaydın onu alt edebilirdik." Aslan'dan bir kahkaha koptu. "Hayal dünyasıda geniş bizim uşağın." Yine güldü. Atacan'ın kulağına doğru eğildim. "Özür dilerim ama sana küçük bir teklif sunabilirim." "Ne teklifi?" diye sordu o da benim kulağıma fısıldayarak. "Bizim kardeşimizle bir kartımız vardı. Eğer ben ona yardım edersem o kart bana geçiyordu ve istediğim zamanda istediğim bir şeyi ona yaptırıyordum, aynı şekilde o da bana. Şimdi o kart senin elindeymiş gibi düşün. İstediğin zaman kullanabilirsin." "Ne fısıldaşıyorsunuz siz orada?" Aslan çoktan dibimizde bitmişti. "Hadi gitmiyor muyuz?" Atacan geri çekilip göz kırptığında beni onayladığını anladım. Bende kısa bir gülümseme sergileyip geri çekildim. Aslan bileğimden tutup beni ayağa kaldırdı. Atacan da yatağın diğer tarafından kalkıp yanımıza geldi. "Aç mısın?" Aslan'ın sorusu Atacan'aydı. "Hem de kurt gibi." "Tamam hadi yürüyün, dışarıda bir yerde yiyelim." Aslan'ın teklifine karşı Atacan'ın gözleri ışıldadı. "Lahmacun yiyeceğiz değil mi?" diye sordu son heceyi uzatarak. "Evet." Atacan önümüzden yürümeye başlayınca Aslan da beni tuttuğu bileğimden sürüklemeye başladı. Sert bir şekilde durup onu da durdurdum. "Çocuk değilim, kendim yürüyebilirim." dedim bileğimi bırakmasını işaret ederek. Güldü. "Çocuk değilsin zaten, çilli bir bebeksin." "Komik değilsin." Bileğimi çekiştirsemde bırakmadı. "Bırak bileğimi," Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Yeşillerimi onun yeşillerinin en derin noktasına hizaladım. "Ayrıca," diye söze girdiğimde söyleyeceklerime dikkat kesildiğini farkettim. "Senin değilim ve gidebilirim." Kendimden emin konuşmuştum ama öyle bakıyorduki anında söylediklerimden tereddüt etmiştim. Bir çift çekik ve yeşil göz ona ait olduğumu haykırıyordu. Bir eşya ya da bir tutsak gibi değil kalbime ihtiyacı olan bir kalp gibi, varlığıma muhtaç bir yalnız gibi. "Ben senin paranla aldığın bir eşya ya da krallığında hapis tuttuğun bir esir değilim." diyerek sözlerime devam ettim. "Erva," Sesi sakin çıkıyordu. "Benden Melih'e gittiğinde mutlu olacağını mı sanıyorsun? Görmedin mi yanındaki kızı?" "Onunla konuşmam lazım." "Tamam, konuşturacağım ama bugünü bir geçirelim." "Söz mü?" "Söz." Söz demişti, ona güvenebilir miydim? "Hadi," dedi Atacan sabırsız bir tavırla. "Açım ben." "Sen ne zaman tok oldun zaten." diyerekte sitem etti Aslan. Gerçek bir abi kardeş gibi duruyorlardı. Onları böyle görünce aklıma kardeşimle beraber geçirdiğimiz vakitler geldi. Onu fazlasıyla özlemiştim. 🌸 Hastaneden çıkıp bir lahmacuncuya gelmiştik. Aslan Atacan'a beş tane bize de ikişer tane lahmmacun istemişti. Atacan'a hepsini yiyip yiyemeyeceğini sorduğumda yüz ifadesinden daha fazlasını yiyebileceğini anlamıştım. "Oo Aslan'ım, hoşgeldiniz. Ne zamandır gelmiyorsunuz, gözlerimiz yollarda kaldı valla." Lahmacunlarımızı. getiren adam servisimizi yaptıktan sonra Aslan'ın omzuna elini koyup konuşmuştu. Aslan bir elini omzundaki elin üstüne koydu. "Fırsat olmadı ustam." "Bu hanım kızımız kim?" diye sordu yüzüne kondurduğu gülümsemeyle bana bakarken. Bende nezaketen karşımdaki adama gülümsedim. "İstanbul'dan kuzenim usta. Bir süre yanımızda kalmaya geldi." "Hoşgeldin hanım kızım." "Hoşbuldum amcacığım." diyerek karşılık verdim. "Adın neydi kızım?" "Erva," Aslan benden önce davranıp cevap vermişti. "Güzel güzel, hadi yiyin siz." dedi ve yanımızdan gitti. Önüme döndüğümde Atacan'ın hala lahmacunlarına dokunmadığını farkettim. Yemek için o kadar hevesli duruyorduki biz konuşurken iki tanesini yemiştir diye düşünmüştüm. Yanımdan bir el Atacan'ın tabağına doğru uzandı. Aslan karşımızda oturan Atacan'ın tabağını alıp kendi önüne koydu. Sırasıyla beş lahmacundan da birer ısırık aldı. Lokmalarını çiğneyip yuttuktan sonra tabağı Atacan'a geri verdi. Ben onları izlerken Aslan bana döndü. "Atacan hikayenin bu kısmını anlatmadı herhalde."Anlamaz bir şekilde Aslan'a baksamda bir açıklama yapmadı, ben de üçüncü kurala uyarak içimdeki merakı bastırmaya çalıştım. 🌸 Lahmacunlarımızı sessiz bir şekilde yiyip bitirdikten sonra aynı sessizliği yol boyu sürdürerek eve vardık, Aslan'ın evine. Atacan evdeki kendi odasına dinlenmek için geçti. Aslan da bana odama geçmemi söyledikten sonra evden çıktı. Tahminlerime göre çetesinin yani sokak çocuklarının kaldığı depoya gitmiş olmalıydı. Aslan'ın yokluğunu ve Atacan'dan gelen horlama sesinden uyuduğunu farkedip evdeki bu sakinliği fırsat bilerek kendi odamdan çıktım. Aslan her ne kadar bana evini açmış olsada ona güvenemezdim. Beni adeta krallığındaki bir köle gibi esir tutmaya niyetliydi. Bu yüzden buradan gitmem gerekiyordu ama bunu nasıl yapacağımı planlamam lazımdı. Adımlarımı ve yönümü Aslan'ın odasına doğru çevirdim. Aklımı kurcalayan, zihnimde bir yanıt bekleyen sorular hakkında orada bir şeyler bulabileceğimi düşündüm. Odanın kapısına geldiğimde Aslan'ın yokluğundan cesaret alsamda yine de ürktüğümü hissettim. Hastanede yeşilliklerimin derinlerine kadar değip, sözlerinin kuvvetiyle beni delicesine korkutan, kelimelerden daha fazla anlam ifade eden çekik yeşilleri gözlerimin önüne geldi bir anlığına. Ve sadece o bir anlığına gözlerimde canlanın gözleri beni bir adım geri attı. O adımı bana tekrar attıran aylardır kalbimde büyüttüğüm, şimdi bir çığa dönüşen aşktı. Melih'in kalbimdeki yeri için yapamayacağım hiçbir şey yoktu. Bu öylesine içimden geçirdiğim bir düşünce değildi, bu gerçek hislerimdi. Kapı kolunu kavrayıp, sessiz olmaya özenerek yavaşça aşağı doğru indirdim. Kapıyı açtıktan sonra da elimi kulptan çekip kapının tahta kısmına yasladım. Kapıyı geçebileceğim bir darlık oluşturana kadar ittirip açtığım boşluktan içeri sızdım. Kapıyı ardımdan ittirdim ama tam olarak kapatmadım. İçeri girdiğimde dört duvarın diğer üçünde de birer kapı olduğunu gördüm. Sadece bir kapı olsaydı bunu benim kaldığım odada olduğu gibi gibi banyo kapısı olduğunu düşünürdüm. Birinin zaten öyle olduğuna, diğer iki kapıda da ya da en azından birinde de aradığım bir şeyler bulabileceğime emindim. İlk önce direkt karşımdaki kapıya ilerledim. Önüne geldiğimde zaten aralık olduğunu gördüm. Hafifçe ittirip içeri doğru baktığımdaysa tahminlerimdeki gibi banyo olduğunu gördüm. Burada işe yarar bir şey bulamayacağımı düşünerek sağ tarafımda kalan kapıya doğru ilerledim. Kapı kulbunu tutup hızlı bir şekilde açtım. Aslan'ın ne zaman geleceğini bilmediğim için seri harektlerle işimi halletmeye çalıştım. İçeri girdim. Beklemediğim bir tarzda bir odayla karşılaştım. Bir tür hobi alanı gibi düzenlenmiş bir havası vardı. Bir köşede seramikle uğraştığı bir alan vardı. Diğer bir köşedeyse bocce toplarının olduğunu tahmin ettiğim çanta ve yanındaki iki basketbol topu vardı. Kapının yanında ise bir masa ve üzerinde bir sürü kağıt vardı. İlk önce o masaya doğru ilerledim. Bir sürü kağıttan en üsttekini elime aldım. Bu sırada gözüm duvara yaslı bir şekilde duran iki gitara ilişti. Biri klasik biri de bas gitardı. Dikkatimi gitarlardan çekip elime aldığım kağıda verdim ve üstünde yazılı olanlara baktım. -Sarıl Bana Baba- Baba, bir kere sarıl bana. Dokun sırtımda açtığın yaralara. Sen olsanda o yaraların sebebi, Ancak sen sardığında geçer acılar. Önemli değil, her şeyi affederim baba. Sen yeterki sarıl bana. Beni sevmek varken neden benden nefret ettin baba? Bir pislik ya da ayağına dolanan bir sarmaşık mıydım baba? Varlığının yokluğuyla neden sınadın baba? Söyle baba, Bana duyduğun bu kin neden baba? Annem kim, annem nerede baba? Yoksa nefretinin sebebi o kadın mıydı baba? Söyle bana baba, Anne diye ağladığım için miydi sırtımda yaktığın sigaralar? Her şeyi boşverdim baba, Sen neden hiç sarılmadın bana? Okuduğum her satırda boğazımda büyüyen o yumru sona geldiğimde yutkunmama engeldi artık. Bu okuduklarım Aslan'ın yazdığı şarkının sözleriydi. Yetimhanede büyüdüğünü ve sonrasında sokaklarda büyümeye mecbur bırakıldığını anlatan, babasına bir kez bile sarılamamış o çocuğun içi kan ağlarken yazdığı satırlara düşen göz yaşlarıma hakim olamadım. Sadece okurken kalbimi dağlayan, içimde bir yangını alevlendiren her bir kelime evinde kaldığım bu adamın sırtındaki yaralardan birer izdi. Sırtındakiler bedeninde bir iz, elimde tuttuğum bu kağıttaki sözler ağlayan ruhunun birer mühürüydü. Elimde tuttuğum kağıdın bir hışımla elimden çekilip gözlerimin önüne uzun boyunun serilmesi bir oldu. Gelen Aslan, yakalanan bendim. Avcı Aslan ve av Erva'ydı. "Ne halt ediyorsun burada Erva?"Ben bağırıp çağırmasını ya da bilekliğin takılı olduğu elimi tutup nutuklar atmasını beklerken o sadece sinirli olduğunu belli eden ama yüksek çıkmayan sesiyle burada oluşumu sorgulamıştı. Yeşilleri bir an yaşların aktığı yeşillerime daldı. Hemen ardından da elimden aldığı kağıda baktı. Anlamıştı şimdi neden dolu gözlerle ona baktığımı. Yüzünü tekrar bana doğru çevirdiğinde hiç düşünmeden sarıldı karşımda duran çocuk ruhlu adama. Onun buna ihtiyacı vardı belliki, hem de fazlasıyla. Belki benden, Atacan'dan ya da bir başkasından değil babasından gelen bir sarılmaya ihtiyacı vardı ama şuan ona açılabilecek tek kucak benimkiydi ve ben bunu esirgeyemezdim. Ona açılan kucağa sığınıp sığınmamaksa sadece onun tercihiydi. "İstediğinde bana sarılabilirsin, belki sana bir baba kucağı gibi gelmez ama-" Ben daha sözlerimi bile tamamlayamadan beni kendinden ittirdi ve bedenlerimizin temasını kesti. Ben ona karşılıksız bir teklifle gittim ama o teklifi değerlendirmeden geri çevirdi. "Benim iznim olmadan bir daha odama girersen," Öfkeli yeşilleri saçtığı tehlikeyi belli etmek istercesine güçlü ve sarsılmaz bakıyordu. Bu sefer ne sözleri ne de gözleri beni korkutmamıştı çünkü tam şuan anlıyordumki bu sergilediği tutum onun silahıydı. Bu silahtan bu kez korkmamıştım, ben zaten silahlardan korkmazdım. Silahlardan korkmadığım gibi silahların önünde durmaktanda önüne atlamaktan da kaçmayacak kadar korkusuzdum. "Sekizinci kural bu, iznim olmadan odama girmeyeceksin." Tehditkâr cümlesini tamamlamak yerine yeni bir yasak koymuştu bana. "Özür dilerim." diyebildim sadece. "Dokuzuncu kural," dediğinde utana sıkıla başımı kaldırıp ona baktım. Birkaç saniyelik göz temasımızdan sonra yüzünü kapıya çevirdi, kıvrımlı dudakları aralandı. "Özür dilenecek bir şey yapma." Başımı onu onaylar şekilde sallamakla yetindim. Elindeki kağıdı masaya bırakıp elimden tuttu. Önden beni odadan çıkartıp arkamdan da kendi çıktı. Kapıyı kapatıp beni yatağına doğru ilerletti. Beni yatağa oturttuktan sonra yan tarafımızdaki çekmeceden bir krem çıkarıp bana uzattı. Elinden kremi alıp kutusuna baktım. Ne için bana verdiğini anlamaya çalıştım. Avuç içimdeki tırnak izleri gözüme takıldı. Yine uykumda yapmış olmalıydım. Bazı gecelerin sabahında elimdeki tırnak izleriyle uyanırdım, buna alışkındım. Alışkın olmadığım şey birinin bunu farkedip üstüne bir de o yaralarla ilgilenmesiydi. "Teşekkür ederim." "Hastanedeyken farkettim. Bende uykumda böyle sıkıyorum, bu krem her zaman iyi gelir." Elimde tuttuğum kutuyu işaret etti. "Bu senin odanda kalsın, bende birkaç kutu daha var." "Teşekkür ederim." dedim tekrardan. "Bana bağırıp çağırırsın diye düşünmüştüm." diye de bir itirafta bulunmuş oldum. "Sana kızdım Erva ama seni anlayabiliyorum. Ben sert çıkışlı bir insanım ve sende bundan fazlasıyla korktun. Bundan sonra daha dikkatli olmaya çalışacağım." "Neden beni bırakmadığını, neden benimle başını ağrıttığını, neden Melih'le düşman olduğunu, neden yabancı bir kadını kendi çetenin başına geçirdiğini ve daha bir çok şeyi neden yaptığını anlamıyorum." Onunla karşılaştığım andan itibaren ilk defa bu kadar sakin olduğunu farketmiştim. Bunu fırsat bilip aklımdaki sorulara bir cevap bulmak istedim. "Seni bırakamam çünkü çocukların senin gibi birine ihtiyacı var, başım kolay kolay ağrımaz," Sırayla cevaplıyordu sorularımı. Ona biçtiğim karaktere aşırı zıt bir sakinlikle konuşuyordu benimle. "Melih aramızdaki bu düşmanlığı kendi istedi, seni çetemin başına geçirdim çünkü çocukların ve," Birkaç saniye duraksadı. "Benim," Gözlerini gözlerimden kaçırdı. "Senin gibi birine ihtiyacımız var." "Benim gibi-" "Senin gibi naif, sevgi dolu, yardımsever, kalbi temiz birine. Kötülüğü bilmeyen iyi birine benim ve çocukların ihtiyacı var. Biz sadece kötü şeyleri görür ve biliriz. İyi bize uzaktır, yani uzaktı sen gelene kadar." "Benim böyle biri olduğuma emin olamazsın." "Eminim." dedi oldukça net bir tavırla. "Yeşillerin bana her şeyi anlatıyor." "Yinede ben bir yabancıyım." "Ben darbeyi her zaman en yakınlarımdan aldım Erva, senden korkum yok." Hala elimde duran krem kutusunu aldı. Önümde bir dizinin üzerinde çöktü. Kremi kutusubdan çıkarıp kapağını açtı. İlk önce sol elimi, bilekliğin takılı olduğu elimi, tutup bacağına koydu. Avuç içimi açıp işaret ve orta parmağını kremi sıktığı yerde dairesel hareketlerle sürüdü. "Eğer yinede gitmek istiyorsan seni bırakacağım ama," Şimdi diğer elimi alıp dizine koydu ona da aynı şekilde kremi sürmeye başladı. "O çocukları düşün. Ailenden kaçıp geldin, onlara dönmeyeceğini biliyorum. Belki Melih'e gideceksin ama gördün. Seni yanına alır ama senin canını yakar, bunu hastanede de yaptı. Tüm bunları düşün ve öyle karar ver." "İstersem beni bırakacaksın yani." Söylediği her şeyde çok haklıydı ama yinede kararımı verdiğimde eğer gitmek istersem bırakacağından emin olmak istedim. "Bırakacağım." dedi ve çöktüğü yerden kalktı. Kremi kutusuna koyup bana uzattı. "Odanda dinlenip düşünebilirsin. Ben duş alıp size akşam yemeği hazırlayacağım. Acıkınca da yersiniz." "Tamam, teşekkür ederim." dedim ve daha fazla konuşmadan odadan çıktım. Elimdeki krem kutusuyla koridorda odama doğru yürüyecekken biri kolumdan tuttu. Arkamı dönüp baktığımda Atacan'ı gördüm. "Kartı kullanmak istiyorum." Tebessüm ettim. Hastanedeki konuşmamızdan bahsettiğini anlamıştım. "Bu kadar çabuk mu? İyice düşünmüşsündür umarım çünkü kartın sırası bana geçecek." Benim güler yüzüme karşılık onun suratı asıktı. Biraz tedirgin olsamda yüzüme yansıtmamaya çalıştım. Şaka yapıyor olabileceğini düşündüm. "Melih'in yanına git. Onunla konuştum. Eğer seni ona verirsem Aslan abime karaciğerini verecekmiş." "Ne dediğini, neyden basettiğini anlayamıyorum Atacan." Şimdi bende ciddileşmiştim. "Aslan abimin karaciğer nakline ihtiyacı var. Bakma böyle ayakta durduğuna. Üç günde bir kötüleşip hastaneye gidiyor, orada yatmayı reddediyor ve hala uygun karaciğer bulunamadı." Hayretle yüzüne bakakaldım. "Ama Melih'inki ona uyuyor. Az önce beni aradı. Eğer seni ona gönderirsem karaciğerini vericek. Ben Aslan abimi ikna edeceğim karaciğeri alması için." "Atacan-" "Lütfen, git. O seni evin yakınlarında bekliyor."Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi şaşırmıştım. Duyduklarım karşısında öylece dikilip kalmıştım. Telefonuma gelen bildirim sesi yayıldı etrafa. Cebimden çıkarıp elime aldım. Bir mesaj gelmişti. O mesaj Melih'tendi. Seni bekliyorum Vera, gelecek misin? Gidecek miydim? Gitmeli miydim? Aslan söylediklerinde haklıydı. Onunla konuştuktan sonra aslında burada kalmaya karar vermiştim ama onun benden önce başka bir şeye ihtiyacı vardı, bir karaciğere. Bir bildirim sesi daha doldu kulaklarıma. Yine gözlerimi ekrana düşen mesaja çevirdim. Gel Vera, eminim her şeyi halledebiliriz. Sana gerçekleri anlattığımda biz her şeyi halledebiliriz. "Git Erva abla, lütfen." dedi Atacan. Atacan'a baktım, kapıya dönüp oraya baktım. En son gözlerim takırtılar gelen Aslan'ın odasında durdu. Cevap arıyordum kendime. Ne yapmam gerektiğinin cevabını bulmalıydım. Ben gitmeli miyim, kalmalı mıyım? Ben çilli bebek mi yoksa Vera mı olmalıyım? |
0% |