@berilyum
|
Sarı Gerbera 🌸 İnsan ağlamaktan nefret ederken ağlatana nasıl aşık olabiliyordu? Kalbini bu denli ağrıtan aynı zamanda nasıl kalbini attırabiliyordu? İyi ve kötü nasıl aynı anda, tek bir bedende vücut bulabiliyordu? Kaç saat, kaç gün ya da kaç hafta geçmişti bu duvarları rutubetli, içi soğuk odada? Aslan'ın evinden çıkıp Melih'in arabasına binmemin üzerinden ne kadar vakit geçmişti? Soğuk odanın kapısı yüksek gürültüsüyle aralandı. Mahira elinde üç tane pembe gerbera çiçeğinden oluşan buketle odaya girdi ve ardından kapıyı kapattı. "Melih bu buketin anlamını çok iyi bildiğini söyledi. Bende senden öğrenmeye geldim." Yüzündeki zafer kazanmış ibare hergün katlanarak artıyordu. Açlık ve susuzluğun etkisinde olmasam ilk günlerdeki gibi onun karşısında bu duruma ağlardım ancak kalbimin kırılacak bir köşesi daha kalmamıştı. Son birkaç gündür gözlerimden bir damla yaş süzülmüyordu ya da süzülemiyordu. Susuzluğun etkisi vardı elbet ama burada geçirdiğim her an duygularım ruhumdan parça parça eksilip yok oluyordu sanki. İnsanlar korkularının üzerine gidersen aşacağını söyler. Melih'i başka bir kızla görmekten her zaman korkardım ama bu duyguyla günlerdir yüzleşiyordum. Seçimlerim dışı korkumun üzerine gitmiştim ve evet korkumu aşmıştım. Ancak kazandığım bu korkusuzluğun yanında kaybettiklerimde vardı. Birçok his ve duygu benimle değildi artık. "Eminim anlamını biliyorsundur." "Ah tatlım," dedi yalandan bir samimiyetle. "Biliyor olsam neden buraya gelip seni üzeyimki, değil mi?" Gerçek amacının bu olduğunu ikimizde çok iyi biliyorduk. "Üç tane gerbera çiçeği aşkı simgeler, pembe gerbera da gerçek sevgiyi simgeler. Sevgilin sana gerçek bir sevgiyle bağlı." Sadece bir an önce istediğini alıp buradan gitmesini istiyordum yoksa içimde kalan birkaç his kırıntısı ona bunları anlatırken kalbimi sızlatmıştı. Bu ufak sızı bile zayıf düşmüş bedenimin acısını arttırmaya yeterliyken onunla fazladan bir an bile geçirmek istemiyordum. "Görüyorsun değil mi?" Çiçekleri iyice gözüme soktu. Eziyeti bitmiyordu. "Beni seviyor, seni değil. Bana aşık, sana değil," Bir adım daha atıp iyice bana yaklaştı. "Benim yanımda, senin değil." "Biliyorum." "Sen sadece onun oyuncağıydın. Onun gözünde bir değerin, kalbinde bir yerin yoktu ve asla da olmayacak." Gerçekleri bilmek can yakar, yüzüne vurulması ise kalp kırardı ve insanlar benim kalbimi kırmaktan asla çekinmezlerdi. "Bana bilmediğim bir şey söylemeyeceksen git, lütfen." "Aslında bilmen gereken ama sanırım bilmediğin bir şey söyleyeyim," Ayağıyla önündeki yemek tepsisini iteledi. "Yemek yemezsen çürürüyüp gideceksin," Alaycı bir gülüş sergiledi. "Bu sefer Aslan da senin için bir imkansız olacak." "Mahira!" Melih'in bağırarak içeri girişiyle ikimizde yerimizden sıçradık. "Çık dışarı." dedi bir anda kontrol altına aldığı ses tonuyla. "Melih," Mahira aniden süt dökmüş kediye dönmüştü. "Çık sevgilim, ben birazdan geleceğim." Mahira Melih'in yanına geçti. Yanağına uzun bir öpücük kondurdu. Geri çekilip bana bir bakış attı. Ardından Melih'e döndü. "Çiçeklerin anlamını öğrendim sevgilim, çok hoşuma gitti. Seni odamızda bekliyorum." dedi ve çıktı. Melih'le odada baş başa kaldık. Gözlerimiz buluştu. Onun bakışları boştu belki ama benimkilerin öyle olmadığına emindim. Aşık gibi bakmıyordum elbet. Kırgın, biraz kızgın ve belki de biraz aşık bakıyordum, ne kadar istemesemde. "Üç tane gerberayı kimseye vermeyeceğini söylemiştin." "Evet." Kısa ve net bir cevaptı. "Ama ona vermişsin." "Evet." Benim söylememi istiyordu, canımın yanması için. Benim canım daha fazla yanamazdı, sorabilirdim. "Ona çok mu aşıksın?" "Çok aşığım." dedi gözlerimin içine baka baka. Benim canım çok yandı. Canım daha fazla yanamaz diye düşünürken sadece iki kelime ölmek istememe sebebiyet verdi. Ve gerçekten o iki kelimeyi duymak yerine ölmeyi tercih edebilirdim. "Ona çok aşığım." "Ona çok aşıksın." Kendime neden söylemiştimki bunu? Doğruluğuna inanamadığım için mi? İnanmak istemediğim için mi? Gerçekliği reddetmek için mi? "Sende ona aşıksın zaten." Aslan'ı ima ettiğini biliyordum. "Ben sana aşıktım." "Artık değil misin?" diye sordu. Sorusunun cevabı hayırdı ama ona bunu söylemeyeceğim. Her şeye rağmen içim hala ona kıpır kıpırdı ama o benim sevgimi haketmiyordu. Ben böyle birini sevemem, sevmemeliyim. Kalp kıran biri kalp onaramaz. Beni sevmeyen birini ben sevemem. Eğer onu sevmeye devam edersem canım çok yanar, kalbim parçalanır, ruhum kırılır ve benden geriye bir şey kalmaz. "Değilim." "Üzgünüm," dedi hiç öyle gözükmüyorken. "Aşık olmadığın bu adamı görmeye devam edeceksin." Arkasını dönüp kapıya yöneldi. "Ne istiyorsun benden?" Durdu ama arkasına dönmedi. "Sevdiğin kadın yanında, beni neden burada tutuyorsun? Onu kıskandırmak için mi?" Güldüm alay eder gibi. "Ben onun umrunda bile değilim. Kıskandırmak için başka birini bul, daha çok işe yarayacaktır." Bir şey demeden odadan çıktı. Kapıyı ardından sertçe kapattı. Soruma bir cevap vermedi. Arkasını dönüp bakmadı. Ben ise onun arkasından bakakaldım. Hastaneye gidip Aslan'a karaciğerini vermediğine eminim ama bu Aslan için, bana yardım eden biri için bir şans iken gelmemezlik yapamazdım. Atacan'ın yüzündeki çaresizliği görmüşken orada kalmaya devam edemezdim. En azından artık benim gibi bir yabancıyla ilgilenmek zorunda değildi. Hasta haliyle bir sürü çocukla ilgilenirken ben başına fazladan bir derttim ancak. Benim yokluğum o inkar etsede ona daha çok yaramıştır, eminim. Annemin bana verdiği isim Vera. İsmimin anlamı günahtan kaçınma. Annem beni günahlarından kaçınmak için doğurdu ama başarılı olamadı ve ben o başarısızlığın sonucu olarak meydana gelen bir fazlalık oldum. Babam yaptıklarını br günah olarak görmedi hiçbir zaman bu yüzden o bana Erva ismini verdi. Erva güzel bebek demek. Ben her zaman babamın güzel bebeğiydim, o bana bunu hep hissettirmişti. Annem de hep böyle hissettirmişti ama onun kalbinde ben her zaman Vera'ydım. Bu onun değişmez, üstü kapalı gerçeğiydi. Kapalı kapının ardından sesler yükseldi. Melih birilerine bağırıyordu. Ne dediğini tam olarak anlayamasamda onun için bir şeylerin ters gittiği açıktı. İki adam bir anda benim tutulduğum odaya girdi. Hemen yanıma gelip birer kolumdan tutarak beni kaldırdı. "Yürü," dedi biri. "Hızlı ol," dedi diğeride. "Bırakın beni." dedim ama elbette beni bırakmayacaklardı. Beni koridorda yürüttüler. Açlık ve susuzluğun getirdiği halsizlik yüzünden ayaklarımı yere basma kuvvetini kendimde bulamadım. Kollarımdan tutan adamlar beni sürükleyerek götürdü Melih ve Mahira'nın önüne. Yere fırlattıklarında ellerimden güç alamadığım için yüz üstü ayaklarının dibine düştüm. Zar zor doğrulduğumda düştüğüm bu duruma Mahira'nın gülmesini beklerdim ancak Melih kadar onun da yüzü çok gergin ve ciddiydi. "Yavaş olun aptallar!" diye bağırdı Melih. Bir elinde telefon vardı. Ekranı kendine tutuyordu. Diğer eli çeneme sarıldı ve başımı dikleştirdi. Telefonu bana çevirdiğinde gözlerim ekrandaki çekik ve yeşil gözlerle buluştu. Aslan'dı telefonun ucundaki. "Burada işte, bırak çocukları." diye bağırıken telefonu kendine çevirip çenemi bıraktı Melih. "O kızın hali ne orospu evladı! Senin belanı sikerim aptal!" Çok mu kötü gözüküyordum? Bakılamayacak halde miydi yüzüm? O yüzden mi bu kadar canım yanıyordu, kemiklerim sızlıyordu, gözlerim yanıyordu? "Aslan," diye seslendim titreyen sesimle. O an Aslan'ın ismini seslenmek güç verdi sanki bana. Canımın acısı azaldı, kendime geldim. "İyiyim." dedim onu rahatlatmak için. İyi miydim? Değildim. O da iyi olmadığımı biliyordu ama hasta haliyle benim için endişe etmesini istemedim. "Erva'yı bana getir, çocukları al." dedi telefonun ucundan. "Yarın toplantıda bu yaptığını üstlerimiz öğrendiğinde hala Gri'nin başında kalabileceğini mi sanıyorsun?" Ne toplantısından bahsettiklerini ya da üst dediği kişilerin kim olduğunu bilmiyordum ama Aslan'a bir tehdit savurduğu gayet açıktı. "Bırak onu da ben düşüneyim Melih. Erva'yı getir, yeri biliyorsun. Çocukları oraya getireceğim." Melih Aslan'a bir cevap vermeden telefonu fırlattı. Telefon duvara çarpar çarpmaz parçaları etrafa yayıldı. Kafamı kaldırıp ona bakacağım sırada çenemi sıkıca tutup sasrtı beni. Gözlerimin içine baktı. "Nefret ediyorum senden." diye kükredi. Benden nefret ettiğini söyledi ilk kez. Gerçekten benden nefret ettiği gözlerinden okunuyordu, kelimelere dökmesine bile gerek yoktu. Bu gözler bana hep nefretle mi bakıyordu? Benim aşkla baktığını sandığım bu gözler bana her bakışında yalan mı söylüyordu aslında? Sevgi değil nefret mi vardı hep o bakışlarda? "Arabaya getirin şunu." dedi ve çenemi bıraktı. "Ben geliyim mi sevgilim?" Mahira'nın sorusuna karşılık Melih elini tuttu ve bir adım attı. Ardından durdu. Bu sırada adamlar yine birer kolumdan tutup beni kaldırdı. Melih bana baktı ve Mahira'ya döndü. Mahira şaşkınca ona bakarken diğer eliyle onu boynundan tuttu ve kendine çekti. Gözlerimin önünde Mahira'nın dudaklarına yapıştı. Benim hayalini bile kuranadığım dudaklara başka bir kadının dudakları değdi. Aslında ben bunu görmesemde bu bir çok kez onlar arasında gerçekleşen bir şeydi ama görünce bu gerçek beynime yerleşmişti sanki. Dudakları ayrıldı. "Gel sevgilim." dedi ve Mahira'yla birlikte benim önümden ilerledi. Kollarımdan tutan adalarda beni onların peşinden sürüklemeye başladı. İki ay önce "Gel sevgilim." dedi. Melih benim onun yanına gelmemi istedi ve bana ilk kez sevgilim dedi. Kalbim iki kelimenin ruhumda yarattığı kelebek etkisiyle pır pır ederken dudaklarım yukarı kıvrıldı. Konuşup kesinlikle geleceğimi söylemek istedim ama dilimi yutmuş gibi suskun bir şekilde durdum. Heyecandan elim ayağıma dolanır gibi oldu. Telefonu elimden düşürecekken kendime geldim. "Geleceğim sevgilim, mutlaka geleceğim." "Mutlaka gel." dedi ben sözlerimi bitirir bitirmez ve benimki gibi bir gülüş kondurdu yüzüne. 🌸 Yol boyunca Melih'in bir yandan araba sürerken bir yandan da Mahira'ya olan ilgisini izledim. Yolun sonunda ise boş ve büyük bir araziye yapılmış, üç katlı bir binanın önüne geldik. Arabadan indiğimizde karşımızda Aslan, Gri çetesinde gördüğüm ve tanıdık gelen bir kaç büyük çocuk ve arkalarında bir sürü çocuk daha vardı. Anladığım kadarıyla Aslan beni kurtarmak için Melih'in çetesindeki çocukları kaçırmıştı. Neden sadece iki günlük bir yabancı için bu kadar uğraşıyordu bu adam? Sadece onun çetesindeki çocuklara bir abla olmam için mi? "Erva'yı gönder." dedi Aslan. "Önce çocuklar," diye karşılık verdi Melih. "Zorlama Melih, önce Erva." Melih arkasını dönüp beni tuttan adamlara başıyla işaret verdi ve adamlar beni Aslan'a doğru götürmeye başladı. Arada bir kaç adım atabilsemde sonrasında kendimi bırakıveriyordum. Gerçekten gücüm yoktu. Aslan kollarını bacaklarımın ve sırtımın altından geçirip beni kucağına aldı. Ellerimi kendi kucağıma ve başımı da Aslan'ın omzuna bıraktım. "Çocukları bırakın." dediğinde bir sürü çocuk Melih'in tarafına doğru koşturmaya başladı. "İyi olacaksın," diye fısıldadı kulağıma. "Ben sana yara değil yara bandı olacağım," İç çekti. "Eve gidiyoruz şimdi, tamam mı?" Göz kırptım bir kez. "Gidiyoruz." dedi yanımızdakilere. Bir çocuk Arabanın arka kapısını açtı. Aslan kucağında benimle dikkatli bir şekilde arabadan içeri girdi. Kapı arkamızdan kapatıldı. Diğerleride arabaya bindi ve sürücü koltuğundaki arabayı çalıştırdı. "Hastaneye mi gidelim?" diye sordu biri. "Eve." diye kısa bir cevap verdi Aslan'da. "Yavaş sür." diye de uyarıda bulundu. "Karaciğer-" Sözümü bitiremeden öksürmeye başladım. Aslan'ın parmağı sus çizgimi buldu. "Seni kurtarmakta neden bu kadar geç kaldım sanıyorsun?" Gülümsedi, çekik gözleri iyice kısıldı. "Karaciğer bulundu ve ameliyat oldum." İçime su serpilmiş gibi oldum. Hastalığı varken benim peşime düşmesi hiç iyi olmazdı. Ne kadar Melih'in evinde tutulduğumu kestiremesemde Aslan'ı iyi gördüğüm için yeteri kadar hastanede kaldığına emin oldum. "Se... sevindim." Göz kapaklarıma daha fazla söz geçiremediğim için sık sık kapatıp açmaya başladım. Aslan bunu farkedince avuç içini kaşlarımın üstünden başıma koydu ve yavaşta aşağıya doğru indirdi. Gözlerim kapanınca da elini çekti. "Uyu," 🌸 Göz kapaklarımdan içeri sızan ışıkla gözlerim aralandı. Bakışlarımı tavandan çekip etrafta gezdirdim. Burası Aslan'ın odasıydı. "İyi misin?" Sakin bir ses tonuyla sorulan sorunun geldiği yöne çevirdim kafamı. Aslan dikkatli bir şekilde yüzümü inceliyordu. Meraklı bakışları en son gözlerimde durduğunda sorusunu cevapladım. "Evet," Sesim daha iyi çıkıyordu. Kendimi biraz olsun daha dinç hissediyordum. "Sana şiddet mi uyguladı?" Hala çok iyi değildim, konuşmaya mecalim yoktu. Bu yüzden hayır anlamında kafamı iki yana salladım. "Emin misin?" diye sordu bu kez. Yine kafa salladım. O kadar ileri gitmemişti. "Alnında ve omuzlarında yara var, kollarında morarmış." diye açıkladı sorduğu sorunun sebebini. Aklıma gelenlerle güç bela dudaklarımı araladım. "Sen aradığında," Yutkunmaya çalıştım ama ağzım çok kuruydu. "Su," dediğim an komidinin üzerindeki şişienin kapağını açtı. Bir eliyle şişeyi tutarken diğer elini kafamın altından enseme yasladı. Başımı yavaşça kaldırıp şişenin ağzını dudaklarıma yaklaştırdı. Yavaş yavaş içtiğim bir kaç yudum içimdeki yangını söndürdü. Aslan şişeyi komidinin üzerine koyup kafamı dikkatli bir şekilde yastığa geri bıraktı. "Tamam, sonra konuşuruz bunları. Şimdi üstündekileri çıkaralım, çok kirliler. Bir de duş al, sonra yaralarını saralım. Sen uyurken doktor geldi ve serum taktı, biraz daha iyisindir. Duştan sonrada yemek yaptım sana onu yersin, olur mu?" "Yataktan kalkmaya halim yok," Gerçekten fazladan hareket edecek enerjiye sahip değildim. Belki bedensel yaralarım iyiydi ama ruhum paramparçaydı. Bedenime söz geçirebilirdim ama ruhuma söz geçirmem için toparlamam gerekiyordu. Her bir parçaya hükmetmemin imkanı yoktu. "Biraz daha dinlenebilir miyim?" "Kuralları unutmuşuz sanırım," Ciddi değildi, gülüyordu. Belki de beni neşelendirmeye çalışıyordu. O iki günlük tanıdığım adam gibi değildi, bıraktığım gibi kaba, somurtkan değildi. Kibardı ve gülüyordu. "Senin bana ihtiyacın yokmuş." Aradığı iyilik, aradığı aydınlık zaten onun içinde vardı, sadece göstermiyordu. "O ne demek?" "Gittiğim gün bana çocukların iyi birine ihtiyacı olduğunu söylemiştin," "Evet," diyerek onayladı beni. "O iyi senin içinde var zaten. Kibarsın, gülüyorsun, evinden kaçıp başka şehire gelmiş birine evini açıyorsun ve iki günlük yabancıyı kötü birinin elinden kurtarıyorsun. Aradığın iyilik senin içinde var zaten." "Bunları sonra konuşuruz," Konuyu kapattı. "Ben hala kuracı bir adamım bu yüzden kalk bakalım." Ayağa kalkıp elini uzatttı. İtiraz etmeyip uzattığı eline tutundum. Sırtımdan destek vererek yatakta oturmama yardım etti. "Bana verdiğin odaya gideyim ben o zaman." "Ben sana kıyafetlerini ayarladım, havlularını getirdim." diyerek yatağın ucunu işaret etti. Gördüğüm iç çamaşırlarıyla utandım, yanaklarım yandı ve kızardıklarına emindim. Utandığım için kafamı kaldırıp bakamadım ona. "Gerek yoktu, teşekkür ederim." dedim utana sıkıla. "Yardım edebilirim-" "Ne?" "Giyinmene yardım edebilirim." Çok normal bir teklifte bulunuyormuş gibiydi tavrı. "Hayır hayır, halledebilirim ben." Güldüğünü hissedebiliyordum. "Tamam, ben mutfaktayım. Duşunu al, giyin, gel." Komidinin çekmecesini açıp krem kutusunu çıkardı. Avucumun içine bıraktı kutuyu. "Ellerine sürmeyi unutma." dedi ve odadan çıktı. Avuç içlerime baktığımda uyuduğum anlarda tırnaklarımı bastırdığım için oluşan yaraları gördüm. Çok sık yapmış olmalıydımki yaralar oldulça derindi. Uzun süre izlerinin kalacağı belliydi ama bu şuan en son düşüneceğim şeydi. Zihnime yerleşen düşünceleri takmamaya çalışarak yataktan ayaklandım. Havluları alıp banyo kapısı olduğunu hatırladığım kapıya ilerledim. İçeri girer girmez havluları bir kenara bıraktım ve suyu açtım. Ne soğuk ne sıcaktı su, ılıktı. Araftaydım, ılık su gibi. Ne sıcak olup aşıktım ne de soğuk olup nefret ediyordum. Ilıktım ve araftaydım. 🌸 Zihnimi meşgul eden düşünceler eşliğinde duşumu alıp banyodan çıktım. İyi gelmişti suyun altına girmek. Sanki su ile birlikte akıp gitmişti üstümden Melih'le yaşadığım anlar. Üstümü giyinir giyinmez kapı tıklatıldı. "Erva, iyi misin? Girebilir miyim?" Gerçekten kibar birine dönüşmüştü ya da Melih'ten sonra kimse bana gaddar gelemezdi. "Girebilirsin," demem ile kapı açıldı. Aslan altında gri şortu ve üstünde beyaz atletiyle içeri girdi. "Kremini sürdün mü?" "Şimdi sürecektim." "Al, gel." dedi ve odadan çıktı. Yanılmıştım, o hala kaba biriydi. Krem kutusunu alıp peşinden odadan çıktım. Beraber mutfağa girdik. Benim için masanın etrafındaki sandalyelerden birini çekti. Onu bekletmeden oturdum. Önümde dumanı üstünde tüten tarhana çorbası, bol yeşillikli bir salata ve haşlanmış sebzeler vardı. En çok göze çarpan ise üçgen peynir kutusuydu. Benim üçgen peynir sevdiğimi unutmamıştı ve benim için hazırladığı sofraya onu da koymuştu. "Eline sağlık." "Yemeğini ye, kremini sonra sür." "Sen yemeyecek misin?" "Hayır," derken yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu. "Sen ye, zayıf düştün. Tamamen toparlaman birkaç günü bulur." Bir şey demeden elime kaşığı aldım ve çorbaya daldırdım. Bir kez üfledikten sonra ise mideme yolladım. Çok iyi gelmişti. Kardeşimin yaptığı çorbaya benziyordu. Her kaşıkta içimi ısıtırken bir yandan da onun yokluğunun soğukluğunu hissettiriyordu. Çorbayı bitirip sebze tabağını önüme çektim. Haşlanmış havucu ağzıma atar atmaz eridi. Pişme derecesini çok iyi ayarlamıştı. "Yemek konusunda gerçekten çok iyisin." "Her konuda çok iyiyim." "Çok mütevazısın." Güldüğümde ifadesi ciddileşti. Sonra aklına sinsi bir plan gelmiş gibi sırıttı. "Geliyorum," dedi ve yanımdan kalktı. Sebzelerden de istediğim kadar yiyip bu seferde salatayı önüme çektim. Birkaç çatalla midem sonuna kadar doldu. "Sana hediyem var," diyerek tekrar yanıma geldi. Bende bu sırada ne kadar doymuş olsamda elime aldığım üçgen peyniri yemek için paketini açıyordum. Yanıma oturup dikdörtgen paketi önüme uzattı. "Peynirini ye de aç." Kafa sallayıp hızlıca peynirimi yedim. Hediye kutusunu önüme alıp kurdelesini çözdüm. Açtığım kapağını Aslan elimden alıp masanın bir köşesine bıraktı. Bende kutunun içindeki defter ve kalemi elime aldım. Aslan kutuyu da alıp kapağın yanına koydu. "Bu ne için?" "Kurallar defteri," Suratına aval aval baktığım için bir kahkaha attı. "Bir defter ve kalem ver de unutmamak için yazayım demiştin, onun için aldım." Gerçekten kullarında ciddiydi, bir defter ve kalem almıştı, onun yanında kalacağımdan emindi. "Seninle kalmam konusunda ısrarcısın." "Evet," Onun yanında kalmaya devam etmeyi düşünmüyordum. Başına bela olmak istemiyordum ama hem gidecek yerim olmadığı için hem de beni kurtardığı için ona borçluydum. Bu yğzden kalıp ona istediği her konuda yardım etmeye karar verdim. "Tamam, kalacağım." "Güzel," Defteri işaret etti çekik gözleriyle. "Aç bakalım defteri, yaz kuralları. Unuttuklarını ben sana hatırlatırım. Dokuz tane kuralın vardı." "Dokuz tane yasak diyecektin herelde." dedim imalı bir şekilde. "Çok bir fark görmüyorum, defteri aç." Daha fazla uzatmayıp defteri açtım. Gri kapaklı bir defterdi, kalemde defterin bir kaç ton koyusuydu. Siyah bir imza kalemi gibiydi. Aslan'ın Kuralları (Yasakları) Aslan sayfanın başına attığım başlıkla bakıştı bir süre. Ardından dönüp bana baktı. Sabır çeker gibi bir hali olsa da onu takmayıp defter sayfasına geri döndüm. 1- Dokunulmayacak. 2- Söylenenler anında yapılacak. 3- Soru sorulmayacak. 4- Yalan söylenmeyecek. 5- Yaralardan bahsedilmeyecek. 6- İtiraz edilmeyecek. 7- Kibarlık yapılmayacak. 8- İzinsiz odaya girilmeyecek. 9- Özür dilenecek bir şey yapılmayacak. Hafızamda kalan bütün yasakları kağıda maddeler şeklinde, alt alta yazdıktan sonra Aslan'a döndüm. Gururlu bir baba edasıyla bana bakıyordu. "Hafızan güçlüymüş." "Beyin gereksiz bilgileri hatırlamayı çok sever." diyerek içimdeki düşünceleri dışarı vurdum. "Yürek falan mı yedin sen?" "Hayır, sevmem." dedim aynı ciddiyetle. "Yaz bakalım onuncu kuralını," diyerek işaret parmağını önümdeki deftere vurdu. "Laf sokulmayacak." 10- Laf sokulmayacak. "On birinci kural," dedi bu seferde. "Her fırsatta övgüler yağdırılacak." "Ciddi misin?" "Evet." "Ciddisin." dedim inanamayarak. "Evet." Pes ettim ve önümdeki deftere döndüm. 11- Her fırsatta övgüler yağdırılacak. "Aferin sana çilli bebek. Bugünlük bu kadar ders çalışmak yeterli, odana geçip dinlenebilirsin." "Teşekkürler efendimiz." Tam defterin kapağını kapatacaktımki elimi tutup bana engel oldu. "Bir kural daha ekleyelim biz oraya," Bıkkın bir şekilde açtım defteri. Kalemi elime aldım tekrardan ve merakla ne bulduğunu söylemesini bekledim. "İma yapılmayacak." Bu işkencenin bir an önce bitmesi için hiç itiraz etmeden yazdım. 12- İma yapılmayacak. "Bana verdiğin odada mı kalacağım?" Ayağa kalktığında bende kalktım. Bir elime defter ve kalemi aldım. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. "Evet, orası senin odan. Sabaha kadar yat, dinlen. Yarın önemli işlerim var, çocukların başında sen duracaksın." "Tamam," Tam adım atacağım sırada aklıma gelenle duraksadım. "Atacan nerede?" "Gri'de." "Ama burada kalmıyor muydu?" "Suyu fazla ısındı onun, biraz orada kalıp aklının başına gelmesi lazım." "Benim yüzümden-" "Senin yüzünden değil, düşünme sen bunları. Yarın konuşuruz, geç odana. Şu kuralları da ezberleyene kadar oku. Sürekli kurar ihlali yapıyorsun."Göz devirdiğimde bakışları yüzümde yoğunlaştı. "Yatmadan öncede oraya on üçüncü kuralı ekle. Göz devrilmeyecek." "Tamam." dedikten hemen sonra mutfaktan çıktım. Bu adamın kafasında bir tahtası eksikti, adım kadar emindim buna. 13- Göz devrilmeyecek. 🌸 Her şey değil hiçbir şey geçmiyor. Zaman akıp gidiyor ama ne yüreğimdeki yangın ne de içimdeki sızı geçmiyor. Gülüyorum, uyuyorum yemek yiyiyorum, Aslan'la sohbet ediyorum, Gri'deki çocuklarla vakit geçiriyorum ama hiçbiri acımın azalmasını sağlamıyor. Annem ya da babam benimle iletişime geçmiyordu, artık bir sevgilim yoktu ve bir yabancının evindeydim. Tenimde izi kalan yaralarım, kalbimde parçaları duran kırıklarım vardı. Aslan yaralarımı sarıyordu ama kalbimdeki parçaları toplayamıyordu. Belki hissediyordu ve toparlamak istiyordu ama bunu yapması için kalbime girebilmesi lazımdı. Ben kalbimin kapısından içeri tek bir kişiyi almıştım o da içeriyi dağıtıp kaçtı. Ben içerideyim, kapıyı açabilirim ama bunu istemiyorum. Her şeye rağmen toplayacak olanın burayı dağıtan olmasını istiyorum. Aklım inkar ediyor ama kalbime söz geçiremiyor. Beni yöneten her zaman olduğu gibi yine kalbim. Ve yine beni düşüren kalbimdekine duyduğum koşulsuz sevgi. Bir insanı yıkabilecek çok şey var ama toparlanmasına izin vermeyecek tek bir şey var. Koşulsuz sevgi. Birini koşulsuz sevdiğinizde o size ne yaparsa yapsın siz onu sevmeyi durduramazsınız. Çünkü siz onu en baştan, eğer bana kötü davranırsa ona olan sevgim azalır diyerek değil o bana ne yaparsa yapsın ona olan sevgim hep aynı kalır diyerek sevdiniz. Ve işte o kişi bir gün sizin katiliniz olduğunda siz en son onu gördüğünüz için sevineceksiniz. Pencereden sızan gün ışığının ardından kapının tıklatılmasıyla girdiğim düşünce aleminden sıyrıldım. Yatakta oturur hale gelip sırtını dikleştirdim. "Girebilirsin Aslan," Kapı açıldı ve içeri uzun zamandır görmediğim biri girdi, Atacan. Onun gelmesini beklemediğim için hayretle açıldı gözlerim. Ayaklarımı yataktan sarkıttığım sırada arkasından kapıyı kapattı ve bir kaç adımda önümde bitti. "Otur Erva abla," dedi ve yatakta yanıma oturdu. "Nasılsın?" Mahcup olduğu her halinden belliydi. "İyiyim," Ne büyük yalan. "Sen nasılsın?" "Ben iyiyim Erva abla," Ne söylemek istediğini tahmin edebiliyordum ve söylemekte ne kadar zorlandığını da görüyordum. Ondan gelecek bir özür benim yaşadıklarımı değiştirmeyecekti. Yaşadıklarım için onu da suçlamıyordum zaten. O da Aslan için yapmıştı. Onun için doğru olan benim gitmemdi. Benim içinde doğru olan buydu, bu yüzden gitmiştim. "Özür dilemene gerek yok Atacan. Doğru olan benim gbenimdi." "Yine de özür dilerim abla. Çok kötü şeyler yaşadın ve bunların hepsi benim yüzümden oldu." Kendini ne kadar tutmaya çalışsada gözlerinden birer damla yaş firar etmeyi başarmıştı. "Her şey geride kaldı, abin sağlıklı ve bende iyileştim. Üzülme artık." Kaşları çatıldı. "Abim iyi mi?" Güldüm. "Şapşik, ameliyat olmuş ya." Kafasını iki yana salladığında yüzümdeki gülüş soldu. "Bana yalan söyledi." Atacan'ı orada bırakıp hızla odadan çıktım. "Aslan!" Diye bi yakarış koptu boğazımdan. "Abla dur," diye arkamdan geldi Atacan. "Erva," Aslan karşıma geçmiş neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Ne oldu?" "Bana neden yalan söyledin?" Sinirle yönünü yanımda duran Atacan'a çevirdi. "Gerizekalı. Çık git Gri'ye." Atacan süt dökmüş kedi misali evden çıkıp gitti. Benim bilmediğimi bilmeden bir pot kırmıştı ve yine azarını yemişti. "Çocuk kandırır gibi bana yalan söylüyorsun." "Erva, endişelenmene gerek yok." İKi adımda aramızda kalan mesafeyi kapattım. Ellerimi göğsüne yaslayıp onu ittirdim. Bunu beklemediği için geriye doğru sendeledi. "Ben zaten kardeşimin ölümünü gördüm," Bir kez daha ittirdim. "Birinin daha ölümünü görmeye niyetim yok." Sesim son perdeden çıkıyordu. "Ben kardeşimi kalp yetmezliğinden kaybettim. Ona bir kalp bulunamadığı için öldü ve benim elimden hiçbir şey gelmedi." Yine ittirdim ama bu sefer gerilemedi. Ellerimi bileklerimden tutup hareketlerimi kısıtladı. "Senin elinde kurtulman için bir şans var ve sen o şansı kullan diye ben gittim ama sen iyileşmekten kaçıyorsun," Ellerimi ellerinden kurtarmaya çalıştım ama başarılı olamadım. "Kaç kişi senin gibi şanslı olamadığı için ölüyor biliyor musun?" Ağlamaya başladım. Bardaktan boşalır gibi gözlerimden aktı yaşlar. Başım Aslan'ın göğsüne düştü. Ellerimi bıraktı, ikimizin arasında kaldı. Aslan bir süre bekledi, ağlamama ve sakinleşmeme izin verdi ama ben bir türlü sakinleşemedim. Yaşlar durmaksızın yanaklarımdan süzülmeye devam etti. Sırtımda ve saçlarımın arasında hissettim Aslan'ın ellerini. Hafif harketlerle okşadı başımı, kardeşimin her zaman bana yaptığı gibi. İşe yaradı. Kesik soluklarım düzene girdi, hıçkırışlarım durdu, gözyaşlarım akmayı bıraktı ancak gözlerimin önünden gitmedi Arya'nın bana son kez bakışı. Dakikalar birbirini kovalarken biz aynı şekilde kalmaya devam ettik. Göz yaşlarım bitip gözlerim kuruyana kadar Aslan'ın koynundan çıkmadım, çıkamadım. Huzurumu bozan o olsa da huzuru verende oydu. "Sakinleştin mi?" "Hayır," Sesim boğuk çıkmıştı. "Biraz daha okşayayım mı o zaman saçlarını?" Elini hafif bastırarak sevdi saçlarımı. "Böyle yapınca ağlaman geçmişti." Geri çekilecektimki sahiplenici tutuşu bana izin vermedi. "Gidecek misin?" Bu kadar çok kalmamı mı istiyordu gerçekten? Ben her şeye rağmen bir yabancıydım. "Gitmesen olmaz mı?" İç çekti. "Yalan söylememeliydim, biliyorum. Çok üzdüler seni, daha da üzülmeni istemedim." Çok üzdüler beni. "Üzdün ama." "Biliyorum." "Bazen bilmek yetmez." "Bilsen de elinden bir şey gelmez." Diyerek devam ettirdi sözümü. "Yanında kalmamı istiyorsan bana asla yalan söyleme," Kollarını gevşettiğinde göğsünden çıktım. "Ben senin tüm kurallarına uyarım, sen sadece dördüncü kurala uy benim için. Yalan söyleme bana, ne olursa olsun." Elini uzattı. Elimi uzattım. Yavaşça kavradı elimi, hafifçe sıktı. "Anlaştık." Elimi bıraktı. Arkasını dönüp mutfağa doğru ilerledi. Kahvaltı hazırladığını düşünerek bende arkasından ilerledim. O önden bende arkasından birlikte mutfağa girdik. O çayları koyarken bende çektiğim sandalyeye oturdum. Eli lezzetliydi, hazırladığı tabaklarda o lezzetli ellerin birer şöleniydi. Aşçılık mı okumuştu acaba? Masaya gelip yanıma oturdu. Benim bardağımı uzattı. Fazla bekletmemek için hemen elinden aldım. Bir yudum içip masaya bıraktım. "Eline sağlık." "Afiyet olsun çilli bebek." Güldü. Güldüm. "Neden bana çilli bebek diyorsun? Çilliyim ama bebek olmak için fazla büyük değil miyim sence de?" "Birkaç gün kuralları ezberlemen için müddet tanıyorum. O zamana kadar istediğin kadar sor bakalım." Güldüm. Kuralların hepsi aklımdaydı ama o kadar pamuk gibiydiki bugünlerde bu fırsatı değerlendirmemek aptallık olurdu. Yoksa bu sürede ilkokul çocuğu bile ezberleyebilirdi o kuralları. "Soru sormaya izin var ama cevap almak yok sanırım." Bu sefer o güldü. "Sorular kaliteliyse cevabım her zaman var." "Sorumu kalitesiz mi buldun?" Çayından bir yudum aldı. Bende ona ayak uydurup çayımdan yudumladım. Üçgen peynirin paketini açtığım sırada da sorumun cevabı geldi. "Bebek gibi bir suratın var, masum ve temiz." Verdiği cevapla kalbim kanatlanıp uçtu sanki. Amacı bana iltifat etmek olsaydı bu bana edebileceği en güzel iltifat olurdu. "Teşekkür ederim." "Hoşuna gitti sanırım." Sırıttı pis pis. "Ağzın güzel laf yapıyor." Kaşlarını çatar gibi oldu. "On birinci kurala uyayım dedim." "Kurallar ezberindeymiş de beni kandırıyormuşsun demekki." Sen şimdi görürsün der gibi bakıyordu yüzüme. Acilen kendimi yeni gelecek bir kuraldan kurtarmam gerekiyordu. Bebek yüzümü neden kullanmıyordum? Dudak büzdüm. "Bu günlük aklıma geleni sorayım sonra bütün kurallara harfiyen uyayım olur mu? Hem sohbet etmiş oluruz, tanışırız. Birbirimizi tanımıyoruz pek de aslında." "Öyle olsun bakalım. Sor hadi. Bir yandan da kahvaltını yap, ilaçların var." Tabağımdan bir kaç kahvaltılığı ağzıma tıkıştırdım. Hızlı hızlı çiğneyeyim derken lokmam boğazıma kaçtı. Öksürmeye başladım. Aslan sırtıma bir kaç kez vurdu "Su," diyebildim en nihayetinde. Aslan hemen bir bardağa doldurduğu suyu bana içirdi. Boğazımdaki lokma mideme indi, rahatlamıştım. "Dikkat et." Kızmış gibiydi. "Soruyorum," dedim saniyeler önce öksürmekten helak olmamış gibi. Kafa salladığında ilk aklıma geleni sordum. "Daha önce aşık oldun mu?" "İnsan uydurması şeyi hayatımın herhangi bir kısmına almak akıl işi değil." "İnsan uydurması şey mi?" "Evet," "Kesin aşık oldun," dedim kendimden son derece emin halimle. "Ksrşılığını bulamadığın içinde aşka küstün, hiç aşık olmamış gibi davrandın." "Fazla zeki olduğunu düşünüyorsun ama yanılıyorsun çilli bebek," şimdi o kendinden emin bir tavır sergilemeye koyuldu. "O aptal duyguya asla kapılmadım." "Öyle diyorsan..." "Öyle diyorum." Yine de geçmişte birine aşık olduğuna emindim ama üstelemekten yarar gelmezdi. "Aşçılık mı okudun? Çok iyi yemek yapıyorsun, elin lezzetli." "Ben okul okumadım," "Ama-" Sözümü kesti. "Hasan abi bize öğretmenler getirirdi. Yeteri kadar eğitim aldım. Hasan abinin eski sisteminde yemekhane bölümündeydim. Orada yemek yapmayı öğrendim." "Hasan abi-" Bir kez daha kesti sözümü. "Gri'nin kurucusu." Bu konuda konuşmaya pek istekli değildi. Bu yüzden konuyu değiştirmeye yönelik bir soru sordum. "Doğum gününde pastayı gönderen kişinin iyi niyetli olmadığını söylemiştin haftalar önce. O pastayı gönderen kimdi?" "Diğer büyük çetenin başında olan, eski bir dostum. Siyah bilekliğe sahip birini görürsen ona yaklaşma, onun çocuklarındandır. O çocukları hırçın yetiştiyetiştirir." Anladığımı belli edecek şekilde salladım kafamı. "Sorulara akşam devam edelim mi? Gri'ye gitsek iyi olur, akşam toplantıya gideceğiz, çocuklarla çok fazla ilgilenemeyeceğiz." "Ne toplantısı?" 🌸 Aslan'ın bana verdiği telefonu bir kez daha elime aldım. Bu zamana kadar attığım ayısız mesajdan gözlerimi çekip yeni mesajımı attım. Baba, neden bana dönüş yapmıyorsunuz? Burada çok kötü şeyler yaşadım. Bir yabancının evinde kalıyorum hala. Vücudumda yaralar var, izleri kaldı. Size ihtiyacım var. Sizi dinlemeden gittiğim için özür dilerim ama Arya benim her şeyimdi, duyduklarımdan sonra mantıklı düşünemedim. Mesajı attıktan sonra beklemeye koyuldum. İki dakika içerisinde ekrana bir arama düştü. Nihayet babam beni arıyordu. Hiç bekletmeden telefonu açtım. "Alo, baba," "Erva," yaklaşık iki ay sonra ilk defa duyuyordum babamın sesini. "Bir daha bizi arama." Kalbimde bir deprem daha meydana geldi. "Baba," "Üzgünüz, bunu daha fazla uzatamayacağız." "Neyi uzatamayacaksınız baba? Neyden bahsediyorsun?" "Sen bizim," sustu. Ne söyleyecekse durdu, devamını getirmedi. Duyduğum son şey telefonun kapanma sesiydi. Tekrar aradım ancak ama annem gibi babamda numaramı engellemişti. Gözlerim dolmuştu ve artık tutamadığım yaşlar akıp gitti. Tekrar ve tekrar aradım ama fayda etmedi. Onlar, ailem, bana bütün kapıları kapatmıştı. Beni bırakmışlardı. Kızlarını bırakmışlardı. Varlığın yokluğuyla yandı canım. Bir ailem vardı ama benim için yoktu. Bırakmışlardı beni. Ne yapmalıydım. İlk uçakla İstanbul'a mı gitmeliydim? Farklı numaralardan mı aramalıydım? Yoksa vaz mı geçmeliydim? Ama nasıl vazgeçerdim? Ailem onlar benim. İnsa ailesinden nasıl vazgeçer? Ya da bir aile nasıl vazgeçer yavrusundan? Annem ve babam nasıl beni bıraktılar? Onlar zaten benim gidişimi mi bekliyorlardı? Telefonu oturduğum yatağın üstüne bıraktım. Ellerimi kucağıma bıraktım. Bakışlarımı da pencereden sızan gün ışığına çevirdim. Boş ama dolu bakışlar, dolu ama boş bir zihin... Ne ileri ne de geri, olduğu yerde kala kalan bir beden... O bedenin içinde her şeye rağmen atan bir kalp ve o kalbe sahip kırgın bir ruh... Bunların hepsine sahip olan ben... Ben ne yapacağım? Yatağa uzandım. Sol elimi, bilekliğin takılı olduğu elimi, kalbimin üstüne koydum. "Arya," diye seslendim her çaresiz hissettiğimde yaptığım gibi. "Beni de bıraktılar," Annem ve babamdan bahsediyordum. "Seni mezara koyduktan sonra bıraktılar," Göz yaşlarım şiddetlendi. " Beni ölmeden mezara koydular," hıçkırıklarımı tutamadım ve bir anda şiddetli bir şekilde ağlamaya başladım. Bağırıyordum, hıçkırıyordum ağlıyordum. "Arya, ne yapacağım ben?" Öfke hakimiyet kurdu birden bedenimde. "Sen bırakıp gittin beni," Aslan'ın yaklaşan adım seslerini işittim. "Bak, sen bile bırakıp gidersen beni herkes bırakıp gidebilir." Sitemimi bitirdiğimde elimi de kalbimden çektim. Bir suçlu aranıyorsa her zaman en masum olan suçlu ilan edilir. Aslan içeri girip baş ucuma geldi. Yere çöküp elini saçıma attı. Arya'nın sırrını biliyordu artık. Beni sakinleştirmesi gerektiğinde susup saçlarımı okşayacaktı. Ailem bana bir yabancı haline gelirken bir yabancı bana aile oluyordu. Göz yaşlarım dindi, nefes alışlarım düzene girdi, elleimin titremesi geçti ama değişmeyen tek şey gerçekler oldu. Ne yaparsam yapayım gerçekleri değiştiremezdim, ne yaparsam yapayım kırılmaktan kaçamazdım. "Onlar seni bıraktı değil mi?" "Bıraktılar," iç çektim. "Arya da beni bırakmıştı, ailem de bıraktı, Melih de bıraktı," Yüzümü ona çevirdiğimde çenesinin kasıldığını gördüm. Melih'in adını duymaktan bile nefret ediyordu, bu her halinden açıkca anlaşılıyordu. "Ama sen," Doğrulup yatakta oturdum. Aslan'la yüzlerimiz hizalandı. "Ben bir yabancıyken bile bana evini açtın. Neden?" "Terkedilmenin, öylece arkada bırakılan biri olmanın nasıl bir duygu olduğunu biliyorum Erva. Orada seni bırakıp gitmek istedim," gerçekten beni bırakıp gidecekti, ben ısrar etmiştim. İyiki ısrar etmiştim. Ona sığınmasaydım başımı sokacak bir evim bile olmayacaktı şimdi. O inkar etsede benden daha çok iyiliği barındırıyordu içinde. "Bana yaşatılanı bende başkasına yaşatmak istedim, içim soğur sandım ama yanıldım," Yatağın yanındaki komidinin üstüne oturdu. "Sen orada bana ısrar etmeseydin de yolu yarılamadan ben sana geri dönerdim. Ben en güçlü hissettiğim anda terkedildim ve düştüğüm yerden zor kalktım Erva," çekik, yeşil gözleri öyle derin öyle hüzünlü bakıyorduki içim titredi. "Sen benden daha savunmasızdın. Ben bir yabancı olsamda seni terkedişim bir ömür zihninden çıkmazdı. Ve ben Erva," gözlerim tekrardan doldu ama bu sefer ağlamamayı başardım. "Terkedilmenin acısını kimseye yaşatamazdım." "Ve sen Aslan," şimdi o benim sözlerime dikkat kesildi. "İçindeki iyinin farkına varmalısın. Sen sandığın gibi kötülükle yaşayan biri değilsin. O çocukların hepsi ben geldiğimde güzel gülüşler yayıyordu etrafa. Ve onları sen büyüttün." Söylediklerimi kendine yakıştırmıyordu sanki. Biri, onu terkeden her kimse ona kötü olduğunu inandırarak bırakmıştı. Ve Aslan onu terkeden her kimse hayatı boyunca ona inandığı için bana asla inanmıyordu. "Tesadüf ya da kader," dedi. "Sen buna ne isim verirsin bilmiyorum ama biz bir şekilde birbirimizi bulduk, ikimizde birileri tarafından terk edildik ve karşılaşmamızın üzerinden ne kadar vakit geçse de hala yabancıyız biraz birbirimize ve ikimizinde çocuklardan ve birbirimizden başka kimsesi yok. Bambaşka geçmişlere ve aynı acılara sahipken karşılaştık. Sanırım kader diyeceğim aramızdaki bu şeyin adına," Kısa bir gülümseme belirdi yüzünde. "Lafı toparlayamadım değil mi?" Kafamı iki yana salladım. "Bence iyi gidiyorsun." dedim ve güldüm. "Demek istediğim," diyerek lafı toparlamaya koyuldu. "Kader denilen şey bizi bir araya getirdi, iki yabancıyı. Senin ailen ve benim çetem ve şuan sayamayacağım bir çok sorunumuz var ama bu karmaşanın içinde bir yol arkadaşlığı yapabiliriz. İkimizde yalnız olmayız. Senin bir evin benimde bir arkadaşım olur." Ne de güzel konuşmuştu, ne de güzel dağıtmıştı kafamı, her şeyi unutturmuştu. Ve ne güzel bir teklifte bulumuştu. Yol arkadaşı... Elimi uzattım. "Yol arkadaşlığımız hayırlı olsun diyelim mi?" Elimi kavrayıp sıktı. "Diyelim." Elini çektikten sonra sinsice sırıttı. "Bu yinede kuralların olacağı gerçeğini değiştirmiyor." Ah, zaten bunu umut etmemiştim. "Peki efendimiz," diyerek güldüm. Nasıl olsa bugün kuralları çiğneyebilirdim. "Gece yarısı olana kadar beni sınamaya kararlısın sanırım." Kafa salladım. "Öyle olsun bakalım. Şimdi hazırlan. Yolda sana yapacaklarımızdan bahsederim." dedi ve bana bir şey deme fırsatı bırakmadan odadan çıktı. Beş dakika kadar Aslan beni sakinleştirmeden önce olanları düşündüm. Terkedilişimi, ailemi, Arya'yı ve daha bir çok şeyi düşündüm ve ne yapacağıma karar verdim. Yataktan kalkıp dolabımın başına geçtim. Eskişehir'e ilk geldiğimde havalar sıcaktı, bir temmuz ayıydı. Şimdi ise eylül sonlarına yaklaşıyorduk. İki ay olarak düşünüyordum ama şöyle bir bakınca yaklaşık üç ay geçmişti buraya gelişimin üzerinden. Zaman dediğimiz neydi zaten, akıp gidiyordu. Buraya gelice hemen bir düzen oturtacakmış gibi uzun kıyafetlerimi almamıştım ama Aslan benim için onları da halletmişti. Bir gün bir yol arkadaşına sahip olacaksam da böyle biri olmasını isterdim. Dolaptan çıkardığım gri eşohman takımının içine giymek için bir de uzun kollu beyaz bir body aldım. Gri'ye giderken giyimimi bilekliğin rengine uygun yapmak hoşuma gidiyordu. Sanki oraya aitmişim gibi, o çocuklardan biriymişim gibi. Üstümü giyinip makyaj masasına geçtim. Yüzümde bir kaç yeşerti kalmıştı. Görmek hoşuma gitmediği için kapatıcı sürmeden çıkmak istemiyordum ama bugün hiçbir şey yapmak istemedim. Olduğum gibi, bir şey kapatıp saklamadan... Sakalanan her şeyden uzak olmak istiyordum artık. Sadece babamın telefonu kapatmadan önce söyleyecek olup söylemediği şey... O her neyse elbet onu öğrenecektim. Çantamı omzuma takıp odadan çıktım. Evin kapısa vardığımda Aslan'ın ayakkabısını giydiğini gördüm. Bende yanına geçip ayakkabımı giydim. Doğrulduğumda gözüme çarpan aynı takımı giymiş olmamızdı. "Tam bir yol arkaşı olmuşuz." Dedim sırıtarak. Yaşanan her şeye rağmen kendime bir anda bir güç yüklenmiş gibi hissettim. Bir anda başka bir Erva oldum ve bir anda yeni hayatıma uyum sağlamışım gibi hissettim. "Yakışıklı bir yol arkadaşı herkese nasip olmaz, şanslısın." derken kapıyı açtı. Arkasından çıkarken gözlerimi devirdim ama o göremedi. "Yakışıklı ama kibirli," dediğim anda arkasını döndü. Beklemediğim için ona çarptım. Bir adım geri sendeledim. Elimden tutup düşmemi engelledi. Elini geri çekti. "Yakışıklı olduğumu düşündüğünü bilmiyordum." Bir anda böyle söylemesi utanmama sebep oldu. Yakışıklı olduğunu vurgulamak değildi amacım ya da ona hiçbir zaman nasıl görünüyor diye bakmamıştım. İstediği yeri çekip almıştı. "Utanmana gerek yok," dedi işaret parmağını kızardığına emin oldum yanağıma dokundururken. "Bunu ilk söyleyen sen değilsin." "Neyse," dedim ve ondan önce arabasına ilerledim. Lafı uzatmaya gerek yoktu. Ağzı iyi laf yapan biriyle laf dalaşına girmek mantıksızdı, galip geleceği kesindi. Arabaya bindik. Aslan sürmeye başladığında kısa bir süre sessiz kaldık. Daha fazla dayanamayıp sormaya karar verdim. Ne de olsa daha gece yarısı olmamıştı. "Ne toplantısından bahsettin sabah? Ne yapacağız? Nereye gideceğiz?" Kural ihlaline izin verdiği için pişman olduğuna emindim. "Hiç yüzünü görmediğimiz, bütün çetelerin kontrolünü ve şehirde sorun çıkmaması için sorunlarla ilgilenen ve kural ihlali yapılınca cezalandırılmasıyla igilenen kısacası her şeyin en başında duran bir adam var. Her hafta onunla ve tüm çete liderleriyle bir toplantı yapılır. Oraya gideceğiz. Bir kaç hafta idare ettim ama sende artık Gri'nin başında olduğun için toplantılara gelmen lazım." Kırmızı ışıkta durduğunda bana döndü. Yüzüm asılmıştı ve bence o da nedenini anlamıştı. "Yani onları görmek zorundayım değil mi?" "Evet ama merak etme. Hiçbir şey yapamaz. Seni kaçırdığında çoktan kurula senin Gri'in liderlerinden biri olduğunu bildiren dilekçeyi vermiştim." "Tam olarak ne demek istediğini anlamadım." Yeşil ışık yandığında tekrar arabayı sürmeye başladı. "Bir çete lideri başka bir çete liderine herhangi bir zarar verirse ceza alır." "O ne cezası aldı?" "Çetesinden on çocuğu Doğan'ın çetesine verdi. Eğer yakın süreç içerisinde bir hata daha yaparsa başkanın gözüne çok batar. Çetesi kapatılabilir." "Neden Doğan'ın çetesine verildi?" "Başkan öyle uygun gördü." Gri'ye geldiğimizde Aslan arabayı park etti. Arabadan inip beraber çocukların yanına geçtik. Bu sırada aklıma bir soru daha düştü ama bunu akşam sormaya karar verip açılan kapıdan içeri girdim. Aslan'la beraber çocuklarla ilgilendik. Ardından beraber yukarı çıktık. Atacan birer kahve yapıp getirdi. Ben onunla sohbet ederken Aslan'da akşamki toplantı için işlerini halletmeye koyuldu. Bizde yanında Atacan'la oturuyorduk. "Erva abla sana bir şey danışmam lazım." dedi bir anda Atacan. Aslan'ın bize kulak kabarttığını farkettiğimde gülmeden edemedim. "Danış bakalım." "Bir kız var-" Aslan araya girdi. "Ben seni okula kız bul diye mi yolluyorum lan gerizekalı!" diye çıkıştı Atacan'a. "Ya abi, bir dur." Aslan'a baktığımda bakışlarımda yatan anlamı kavrayıp önündeki işine döndü. "Ne olmuş o kıza?" "Çok hoşuma gidiyor," "Vay vay," Utanır gibi başına önüne eğdi. "Ama bir sorun var sanırım." "Evet," dedi çaresizce. "Biraz soğuk nevale. Herkesten bağımsız ve kendi kendine takılan bir kız. Sanki insan içine karışmak istiyor ama bir şeyden kaçıyor gibi. Bende beni tersler diye gidemedim hiç yanına." "İnsan sarrafı," diye lafı ağzında geveledi Aslan. Araya girip Atacan'ı terslememek için zor duruyordu ama en azından başarıyordu. "Görünüşünden mi hoşlanıyorsun sadece?" İçten bir tebessüm etti. "Görünüşü hiçbir zaman dikkatimi çekmemişti." Şaşırdım. Doğrusu Atacan serseri bir çocuğa benziyordu ve bir kız güzelse eğer dikkatini çekebileceğini düşünmüştüm. "Neyi hoşuna gitti o zaman?" "Gülüşü," dedi. "Onu bir gün telefona bakarken güldüğünü gördüm. Sınıfta sadece ikimizdik. O benim olduğumu farketmemişti yoksa o gülüşü bile içinde tutacağına emindim. İyik farketmnedi çünkü o gülüşü rüyalarımın süsü oldu." Aslan yerinde ayaklandı. Atacan'ın ensesine vurdu bir kez. "Aşık mı oldun lan kereta?" "Erva abla biz seninle baş başa konuşuruz." Atacan aniden odadan çıkıp aşağıya indi. "Çocuğu niye utandırıyorsun?" "Alınganlığı üstündedir onun. Sanki her zamankinden farklı mı davrandım?" "Gidiyor muyuz?" Diye sorarak konuyu kapattım. Onunla anlaşamayacağım bir konuyu tartışmak istemedim. "Evet." Beraber aşağıya inip çocuklarla vedalaştıktan sonra arabaya geçtik. Ben emniyet kemerimi taktıktan sonra Aslan arabayı çalıştırdı ve benim için stresli bir yolculuğu başlatmış oldu. 🌸 Yol boyunca hiç konuşmadık. Zihnimde türlü türlü senaryolar kurup durdum. Melih'i ve yanındaki kızı gördüğümde ne yapacağımı ya da ne hissedeceğimi düşündüm. Ne yapacağımı biliyordum. Onlar yokmuş gibi davranmak ve sadece Aslan'a odaklanmak en mantıklısıydı ama ne hissedeceğimi kestiremiyordum. Her şeye rağmen onu görünce hızlanır mıydı kalp atışlarım? İçim içime sığamıyor gibi olur muydu? Konuşmaya çalıştığımda sesim titrer miydi? Her şeye rağmen o hala kalbimde bir yerlerde miydi? Araba durduğunda düşüncelerimden sıyrılıp arabadan indim. Üç katlı, dış cephesi beyaz boyalı bir binanın önüne gelmiştik. Çok sayıda pencereye sahipti ama hiç biri açık değildi. Etrafımızda çok az bina ya da dükkan vardı. Issız bir yer demek absürt kaçmazdı. Aslan yanıma gelip elimden tuttu. İlk önce ellerimizin birleşimine ardından kafamı kaldırıp yüzüne baktım ne yaptığını anlayamamıştım. "Kendini güvende hissetmen için tuttum ama eğer istemezsen bırakabilirim." Yüzüne öylece baktığımda elimden elinin kaydığını hissettim. Hemen engel olup elini kavradım. "Böyle daha rahatım." Beni başıyla onaylayıp binaya doğru ilerletti. Giriş kapısına vardığımızda içeriden iki adam çıktı. "Hoş geldiniz efendim," dediler aynı anda Aslan'a doğru. Sonra bana döndüler. "Hoş geldiniz efendim," Aslan'a baktım. İçeriyi işaret ettiğinde beraber ilerledik. Karanlık olduğu için tedirgin oldum. Farketmeden Aslan'ın elini sıktmıştım sanırım çünkü bir anda durup bana baktı. "Ben yanındayım." dedi. Güven vericiydi sesi. Asansörü çağırıp gelmesini beklediğimiz sırada yan tarafımda biri belirdi. Kafamı çevirip baktım. Soğuk bakışlı, sert mizaçlı biriydi. Aslan'ın söyledikleri aklıma geldi. Başımı eğip bileğine baktım ve aklıma gelenler doğrulandı. Adam siyah bileklik takıyordu. Bu oydu. Doğan. "Sevgilin beni kesiyor sanırım Aslan. Sahip çık, kapmayayım." dedi. "İşine bak Doğan." Aslan bir kez olsun dönüp bakmamıştı. Asansörlerin ikiside aşağı geldiğinde bindik. O adamla eskiden dost olduğunu söylemişti şimdiyse iki düşmandan farkları yok gibiydi. Ne olmuştu da onlar bu hale gelmişti? Merak ediyordum ama bu Aslan'ın çokta konuşmak istediği bir konu olmadığı için sesimi çıkarmadım. Üçüncü katta durduk. Kapı açıldığında Aslan'la beraber el ele çıktık. Doğan önümüzde biz onun arkasında tam karşıda, kapısı açık olan toplantı salonuna doğru ilerledik. İçer girdiğimizde karşılaştığım iki yüz donup kalmama sebep oldu. Onları gördüğümde umursamadan yerime geçip oturacaktım ancak akıl kalbe söz geçiremediğinde bedeninde hüküm süren yüreğin oluyordu. Onlarda bize baktılar. Mahira gözlerimin içine, nispet yapmak için bakarken Melih'in gözleri Aslan'la birleşen ellerimizdeydi. "Sevgilim," aslan'dan gelen sesleniş dikkatimi çekmeyi başarmıştı. "Geçelim mi?" Yaptığı şeyi anlayamasamda başımla onaylayıp ilerledim. Masanın Melih'lere en uzak köşesine geçtik. Karşımda aynı bakışlarıyla bana bakan Doğan oturuyordu ama şuan ona aldırış edecek durumda değildim. Aslan'a döndüm. Sessizce konuştum. "Neden öyle seslendin?" Kulağıma eğildi. Bir elide boynumdaki saçları geri attı. Ani gelişen yakınlıkla ve insan içinde olmamızla birlikte utanç duygusu damarlarımda gezintiye çıktı. "Sana nasıl söyleyeceğimi bilemedim o yüzden burada duyman daha doğru olur diye düşündüm," hemen araya girip sormak istedim ama bilmediğim bir şey yüzünden Aslan'ı zora sokmak istemedim. "Ne duyarsan duy benimle konuşmadan benim hakkımda kötü bir şey düşünme olur mu?" Geri çekildiğinde nefesimi tuttğumu farkettim. Hemen bir solukta tüm havayı içimden dışarı yolladım. "Tamam." "Çok yakışıyorsunuz, Allah nazarlardan saklasın." Doğan'ın sözleriyle tüm gözler bizim üzerimize döndü. Ne yapacağımı bilemez bir şekilde Aslan'a yardım bakışları attım. Masanın altından elimi tutup baş parmağıyla elimin üstünü okşadı. Sakinleştim. "Düğün ne zaman Aslan?" Diye sordu yabancı bir yüz. "Bir ay içinde evlenmezsen çetenin başından düşeceksin." Duyduklarımı anlamlandırdığımda şaşkınlığımı belli etmememk için çok zor durdum. Ne saçmaydı. Bizim Aslan'la evlenmemiz mi gerekiyordu? "Gelecek hafta," diye bir cevap salladı Aslan. Sakinliğimi korumak oldukça zordu, burada olanları anlamlandıramamak gibi. "Haberi gelir." "Yanındaki kadının evleneceğinizden haberi var mı?" Melih'in sorduğu soruyla tüm salona bir sessizlik çöktü. Onların normaline göre benim bunu biliyor olmam gerekiyordu. Melih'in kendince oynamaya çalıştığı oyunu bozdum. "Kendi düğünümden elbette haberim var." Suratı düştü ve önüne döndü. Aslan'a dönüp elimle yaklaşmasını işaret ettim. Kulağına doğru "Sana güveniyorum o yüzden beni kullanmadığını düşünüyorum." dedim. "Bana güven, beni anlayacaksın." İçeri bir adam girdi. Herkes bir anda ayaklandı. Ben neler olduğunu anlamlandıramazken adam hiç kimsenin bakışlarına aldırış etmeden Aslan'la önüme geldi. "Baba," dedi Aslan ancak bu sadece benim duyabileceğim bir fısıltıydı. "Evleneceğin kadın," dedi ve beni baştan aşağı süzdü. Tekrar Aslan'a döndü. "Bu hanımefendi mi?" "Ölmüştün," dedi Aslan sadece. Bu adam Aslan'ın babasıydı ve ölmüş gibi ortadan kaybolmuş muydu? Bölüm sonu... Kitap ve kitaplarım hakkında merak ettiğiniz her şeyi yorumlarda ve sosyal medya hesaplarımdan bana ulaşarak sorabilirsiniz. Tiktok, bberiillyyumm berilsancar7 İnstagram; gerbera_cicegi |
0% |