@berivan_elaltunbay
|
Bu barmenlik olayı giderek canımı sıkmaya başlamıştı. Gizli görev dediklerinde daha eğlenceli şeyler hayal etmiştim oysa ki. Tabi bu pis ayyaş sapıkların arasına düşeceğimi tahmin etmemiştim doğal olarak. Kafası hafiften güzel olmaya başlayan neredeyse her gün buraya gelen o sarışın adam yine yanıma gelip "Bana bir tane daha aynısından ver güzellik." dedi gevşekçe. İstediği içeceği hazırlayıp verdikten sonra onu umursamamaya devam edip işime dönecekken kolumu tuttu. Ona sert bir şekilde bakınca da "Kaç gündür seninle konuşmaya çalışıyorum ama sen buna hep engel oluyorsun." dedi ağzını yayarak. Şimdi o ağzına bir tane çakmak vardı ama neyse. "Sizinle ilgilenmiyor ve benimle ilgilenmenizi de istemiyorum. Şimdi bırakın da işime devam edeyim." dedim sakin olmaya çalışarak. Ama o beni bırakmadı ve "Yeter artık. Madem güzellikle olmuyor biz de zor kullanırız." dedi. Sonra da beni tezgahtan ön tarafa geçiş olan kısma kadar sürükleyip arka taraftan çıkardı. Artık ön tarafta, onun yanındaydım. İstesem engel olurdum ama gidebileceğim yere kadar sakinliğimi korumam gerekiyor. Kolumu bırakıp belimi tuttuktan sonra "Şimdi de bana gidiyoruz. Biraz eğleneceğiz bebeğim." dedi, ne kadar da iğrenç bir herif. Anlaşıldı. İllaha zor kullanmam gerekiyormuş demek. Olur, sıkıntı yok. "Tamam tamam geleceğim. Ama en azından arkadan çantamı almama izin ver." dedim. Sağ gösterip sol vurmayı planlıyordum. "Hah şöyle. Tamam bekliyorum hadi." dedi sırıtarak. Birazdan görürüm ben seni. Şimdi pişmiş kelle gibi sırıtan o suratın darmadağın olacak, bekle sen... Arkadan çantamı alıp sırtıma taktıktan sonra boş şişelerden birini de aldım. Ona doğru gitmeye başladım yine. Arkası bana dönüktü. Ama arkadan saldırmak da pek tarzım değildir. Ben de omzuna dokunup "Şşşt baksana bir bana yakışıklı." dedim. Bana dönünce de "Al bu sana bu geceki hediyem." diyip şişeyi kafasına çakıp parçaladım. Pişman değilim. Yine olsa yine yaparım. İyi oldu, az bile ona. "Ahh" diye inleyip biraz yalpaladı ve kanayan başını tuttu. "Ne yaptığını sanıyorsun sen aptal sürtük?!" diye bağırdı bana. Hem de herkes bizi izlerken. Aynı zamanda elini kaldırdı, bana vurmak için. Bu gerizekalı nasıl beni dövebileceğini düşünebilir ki? Ahh doğru benim bir asker hatta üsteğmen olduğumu bilmediği için olabilir... Bana vurmak için kaldırdığı elini tuttum. Aslında sarhoş olmasa beni biraz zorlayabilirdi. Çünkü hem uzun hem de kalıplıydı. Ama tabi baş edemeyeceğim boyutta değil. Kolunu çevirip arkasını dönmesini sağladıktan sonra "Sen ne hakla bana küfredersin lan gerizekalı?" dedim bağırarak. Sonra kolunu serbest bıraktım. O da bana yumruk atmak için hamle yaptı. Bir adım gerileyip kurtuldum. Sonra da bacak arasına çok sert bir tekme indirdim. Bunu çoktan hak etmişti. İki büklüm olup inlemeye başlayınca bu iğrenç sese daha fazla katlanamayacağımı fark edip yakalarından tuttum onu ve yüzüne olabildiğince sert bir yumruk attım. Yediği dayağa bu da eklenince yere yığıldı. Yerde kıvranırken eğilip "Bir daha hiç bir kadına zorla istemediği bir şeyi yaptırmaya çalışma dahi. Ve bir daha hiç bir kadını küçümseme! Yoksa işte böyle kalırsın." dedim ve karnına bir tekme atıp barın çıkışına doğru ilerledim. Tam çıkacakken sapık müdür bozuntusu "Deniz." diye adımla yüksek bir sesle seslenerek durmamı sağladı. Bıkkınlık dolu bir nefes alıp "Ne var lan ne var!" diyerek arkamı döndüm. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" dedi bana bir de utanmadan. Ah doğru böyle adamlarda ne utanma vardır ne de şeref... "Ne demek 'Ne yaptığını sanıyorsun sen?'?" dedim ben de. "En yağlı, en önemli müşterilerimizden birini haşat ettin az önce, farkında mısın?" dedi bana. "Eee ne oldu yani?" dedim ben de. Maksat şu keli biraz sinirlendirip eğlenmek. "Ne oldusu mu var? Manyak mısın sen?" dedi bana. Yaa alınıyorum ama, ben manyak değil ultra manyağım. "He manyağım hatta manyak az kalır, manyağın önde gideniyim. İtirazın varsa söyle seni de o sarı civcivin haline getireyim." dedim sesim ister istemez yüksek ve de sinirli çıkmıştı. "Yok yok bir itirazım merak etme. Zaten manyak olduğun da gayet belli. Hatta büyük patron seni çağırıyor." dedi. Hayda, büyük patron nerden çıktı ki şimdi. Ona görünmemem gerekiyor. Burdan acilen kurtulmam gerekiyor. "Banane lan, büyük patronmuş. İstifa ediyorum ve bir daha da hiç birinizi asla görmek istemiyorum. Ne haliniz varsa görün. O sarı civcivi de bir hastaneye falan götürün mazallah bebeksi yüzünde kalıcı bir hasar olmasın." dedim gülerek. Sonra ne mi oldu, taaak topuk. Kaçmaktan başka çare yoktu çünkü. Barı bayağı bir geçip pek güvenlik kamerası olmayan bir aşağıdaki mahalleye gittikten sonra bana çok kızacağını bildiğim halde komutanımı aradım. İki defa çaldıktan sonra "Söyle Deniz." dedi net bir şekilde, sanki hissetmiş gibiydi olanları. "Komutanım ufak bir terslik oldu." dedim. "Biliyorum. Şimdi git dinlen. Sabah erkenden burda olacaksın çünkü. Önemli kararlar alınacak daha." dedi. "Emredersiniz komutanım." dedim ben de. Sonra da Yarbay Ali komutanım telefonu kapatınca cebime attım ben de tekrar. Bu ajanlık oyununun sonuna geldiğime göre artık karakolun yakınınındaki minik tatlı evime gidebilirim. İçinde bir ailenin olmadığı evime... Babamı ben daha çok küçükken şehit etmişlerdi. Babam ve Ali komutanım çok eskiden, liseden beri arkadaşlar. Babam polis olmuş, Ali amca da asker. Ama arkadaşlıkları ne olursa olsun hiç bitmemiş, hiç bozulmamış. Ben iki yaşındayken yani babam da hâlâ polisken tehditler almış. Babamı kendi canından çok sevdiği ailesiyle ben, annem, babaannem ve dedemle tehdit etmişler. Babam da bizim için polisliği bırakmış. Sonra da öğretmen olmuş. Ataması Mardin'e çıkmış, Kızıltepe'ye. Yıllarca orada öğretmenlik yapmış. O orada biz burada. Yılda toplamda sadece üç, dört ay bizim yanımıza geliyormuş. Ben beş yaşına gelene kadar da böyle sürmüş. Babamın oradaki üçüncü yılının sonunda yine bize kavuşmak için evde yolunu beklediğimiz bir günde kapıya babamın şehit haberi geldi... Teröristlerin babamın da içinde olduğu otobüsü durdurup yağmalaması sonucu babam ve birkaç yolcu daha yaralanmış. Babam onlara boyun eğmeyip karşı çıktığı için çok dövmüşler. Hatta kör bir kurşunu da gözlerini bile kırpmadan sıkmışlar en son. Babam ise kan kaybından dolayı vefat etmiş. Annem babam olmadan sadece bir yıl dayanabildi. Sonra o da beni bırakıp gitti. Bir yılda hem yetim hem öksüz kalmıştım. Ali amca her zaman bana babalık yapmaya çalıştı. Hatta yanına alıp onun çocuklarıyla büyümemi istedi. Ama babaannem ve dedem buna izin vermedi. On üç yaşıma kadar da babaannem ve dedemle yaşadım. Ama okuldan geldiğim bir gün evde babaannem ve dedem yerine bir sürü insanla karşılaştım. Meğersem o gün de babaannem ve dedem trafik kazasında ölmüş. Ben kaza olduğunu düşünmüyorum gerçi. Bu işin içinde bir iş olduğuna eminim. Ve bunu da elbet bir gün ispatlayacağım. Ama sonuç olarak ne yazık ki ben artık hepten kimsesizdim. Annem babama kaçmış, öyle evlenmişler. Ve evlendiklerinden beri de annem ailesiyle hiç görüşememiş. Ben de hiç kimseyi tanımam zaten. Kimsenin varlığından dahi haberim yok. Bu kimsesizliğimi bir tek Ali amcamın yanında unutabiliyordum. Gerçekten de öz amcam olsa ancak bu kadar severdim onu. O her zaman o ve onun ailesiyle birlikte yaşamamı istedi. Ama ben yurda gitmeyi tercih ettim. Daha o yaşımda asker olmaya karar verdim. Babamın, ailemin intikamını alabilmek için. O yüzden aile ortamına alışmak istemedim. Ali amcamın yanında kalmayı hep reddettim. O da kararıma saygı duydu ama her zaman yanımda olmaya da devam etti. Ve göründüğü üzere de hâlâ da yanımda. Evime gittim bir şeyler atıştırdıktan sonra duş aldım. Sonra da sabah için alarmımı kurup uyudum. Alarmım çalınca uyandım. Rutin işlerimi halledip kamuflajımı giydikten sonra da karargaha gittim. Verilen emri yerine getirmek amacıyla ilk iş Ali komutanımın yanına gittim. Kapıyı tıklatıp "Gel" komutunu alınca içeri girdim. Hazırola geçip selam verdikten sonra "Beni çağırmıştınız komutanım." dedim sert bir sesle. "Rahat asker." dedi ve sonra da "Geç kızım önemli şeyler konuşacağız." diye devam edip koltuğuna oturdu. Ben de masasının önünde bulunan karşılıklı iki deri koltuğun sağdakine oturdum. Karşımda pencere çaprazımda ise Ali amca vardı. "Deniz bak kızım. Seni ne kadar çok sevip ne kadar çok değer verdiğimi sen çok iyi biliyorsun." diye başladı söze. Kesin çıkardığım bilmem kaçıncı olay yüzünden ceza almıştım. "Lafı uzatmak istemiyorum kızım. Sen hâlâ... Babanın şehit olduğu kızıltepeye gidip orda mesleğine devam etmek istiyor musun?" dedi. İyi de bu konu ne alaka? Çünkü ne kadar istesem de o bölgelere kadın asker yollanmaz genelde, bu yüzden yıllardır gidemiyordum ya. "Hem de her şeyden çok istiyorum Ali amca." dedim ben de. "İyi o halde bugün hazırlan yarın sabah da yola çık. Çünkü öğlene kadar orda olman lazım." dedi. Şaka mı bu? Yıllardır hayalini kurduğum şey gerçekleşti mi yani şuan? Babamın o asil kanının döküldüğü topraklara teröristlerin eceli olmaya gidebilecektim yani. "Nee! Ali amca sen ciddi misin? Bak beni kandırmıyorsun değil mi?" dedim sevinçle ayağa kalkarak. Rütbeler kalktı bir anda, yılardır yanımda olan beni koruyup kollayan Ali amcamla konuşuyordum artık. "Sence bu konuda şaka yapar mıyım ben hiç, benim güzel kızım?" dedi bana. "İyi ama bu nasıl olur? Kabul etmiyorlardı ki." dedim tekrar yerime oturarak. "Dün toplantı yapıldı. Senin hakkında karar verilebilmek için. İlk başta açığa alınman gerektiğini söyleyenler bile oldu. Çünkü sen profesyonel bir asker olmana rağmen üst üste basit hatalar yapmıştın. Ama sonra her yıl tayinini istediğin Mardin'e gönderme fikri çıktı birinden. Bunu sen istiyorsun diye değil de ordaki zorlukları görüp hatanı anla diye kabul ettiler sonra da sonuç böyle işte. Ortada..." dedi. Pürdikkat onu dinlemiştim. Bana ceza olarak gördükleri şey bu hayatta en çok istediğim ikinci şeydi. Bilsem daha önceden döverdim birilerini... "Tamam komutanım. İzin verirseniz ben eve gitmek istiyorum şimdi hazırlanıp dinleneyim. Gece iki, üç gibi burdan çıkarsam yarın öğlene kadar ancak yetişirim çünkü. Malum Ankara-Mardin arası on, on bir saatlik yol yani." dedim heyecanla. "Kızım ne gerek var o kadar saat yollarda olmaya. Sabah bin uçağına git işte." dedi. "Ali amca uçakları pek sevmediğimi ve mecbur kalmadıkça kullanmadığımı sen de çok iyi biliyorsun. Haydi izin ver de gideyim." dedim ben de. "İyi peki nasıl istersen. Ama bak zaten gece çıkacaksın yola, çok dikkatli olman gerek normalden on kat daha dikkatli..." dedi uyarıcı bir ses tonuyla. "Tabiki de dikkatli olacağım. Hem ben bir askerim komutanım her zaman dikkatli olmak zorundayım." dedim gülerek. "Tamam o zaman git haydi. Bu arada ne zaman, neye ihtiyacın olursa olsun istediğin zaman beni arayabilirsin." dedi. "Biliyorum, çok teşekkür ederim. İyi ki varsın Ali amca." dedim ben de sonra da yanına gidip kocaman sarıldım ona. Sanki babama sarılıyormuşum gibi... Onda babamın kokusunu, baba kokusunu arıyordum sanki. Kapıdan çıkmadan önce de "Senden bir şey isteyebilir miyim Ali amca?" dedim. "Tabi kızım söyle." diyince de "Evimdeki eşyaları ihtiyaç sahiplerine dağıt. Evi de kiraya verip gelirini her zaman ziyaretlerine gittiğim kimsesizler yurdundaki çocuklar için bağışla lütfen." dedim. "Sen ne melek kalplisin öyle. Canım kızım. Yaparım tabi, sen yeter ki iste." dedi o da. Ben de gülümseyip, selam verdikten sonra çıktım odadan. Karakoldaki askerlerimle, komutanlarımla, arkadaşlarımla hepsiyle vedalaştım. Gittiğim için üzülüyorlardı ama aynı zamanda da çok istediğim bir şey olduğu için benim adıma seviniyorlardı. Hepsini çok özleyeceğim. Ordan eve gittim. Kıyafetlerimi, kişisel eşyalarımı, değerli ve maneviyatı yüksek olan eşyalarımı hazırladım. Eşyalarımı hazırlarken onları özledikçe baktığım eşyalarını çekmecemde gördüm. Annem ve babamın alyansları, babamın benim kokumun geldiğini söyleyerek hiçbir zaman yanından ayırmadığı fular ve birkaç fotoğraf falan. Benim için dünyaları verseler bunlar kadar kıymetli olmazdı. Bunları da yanıma alacağım sırt çantama yerleştirdim. Yanımdan ayırmayı isteyeceğin en son şeyler bile değillerdi. Babamdan bana kalan silahımı da özenle bir güzel temizledim. Babamın silahıymış bu. Ben asker olmaya karar verip eğitimlerimi de alınca Ali amca bana verdi. Hazırlandım ve eşyalarımı tamamen hazırladım, evi de toparladım biraz. Sonra da bir şeyler atıştırıp odama uyumaya gittim. Gece bana uyku olmayacağından uykumu almam gerekiyor çünkü. Gece ne olur ne olmaz diye kurduğum alarma gerek kalmadan uyandım. Bir şeyler atıştırdım yine. Sonra da dişlerimi fırçalayıp hazırladığım kıyafetleri giymeye odama gittim. Ama biraz terlediğimden önce duş almaya karar verdim.
Duşumu aldıktan sonra siyah kot pantolonumu ve mavi tişörtümü giydim. Saçlarım doğuştan beri sapsarıydı, aslında siyah olmasını isterdim çünkü böyle daha dikkat çekiyormuş gibime geliyor. Ama yine de bir defa bile saçıma boya yapmak aklıma dahi gelmedi. Çünkü annem de babam da benim saçlarımı çok sever okşarlardı hep. Boyarsam onların sevdiği saç olmazdı ki artık. Gözlerimin mavi olmasına ise seviniyorum. Çünkü bana babamı hatırlatıyor. Evet hafızamdan giderek siliniyor babam. Ama ben o gözleri asla ama asla unutamam ki... Giyinip saçlarımı da iki yana doğru tepeden ördüm. Sonra da eşyalarımı kapının önündeki arabama yerleştirdim. Kapımı da kilitleyip anahtarımı o en çok sevdiğim mor çiçeğin olduğu saksıya belli olmayacak ama çok da alta inmeyecek şekilde gömdüm. Sonra da kocaman arabama atlayıp yola koyuldum. Uzun bir yolum vardı daha. Uykum gelmeden yolculuğumu tamamlamıştım nerdeyse. Zaten bu heyecanla nasıl uykum gelebilirdi ki? Kızıltepe sınırlarına yaklaştığımda ilerde bir pusu kurulduğunu fark ettim. Bir bu eksikti gerçekten... Yavaşça sağa çekip torpidodan silahımı alıp tetiği çektim. Arkadaki her zaman arabamda bulundurduğum çantadan da birer el ve ses bombası aldım. Bunları kolayca alt edebilirim ben. Daha zorlarıyla bile baş etmiştim. Arabayı sürmeye devam ettiğimde biri yola çıkıp durdurdu beni. Ben de durdum. Aşağı inmemi istediler sonra. İşte bunu kabul edemem. Sonra beni hafife alır meydan okumaya kalkarlardı mazallah. Ben de tekrar arabayı çalıştırıp yoluma devam etmeye başladım. Yolun ortasında duran gerizekalı son anda kendini geri çekti. Ama tabi hemen arkamdan ateş etmeye başladılar. Nasıl acemilerse de bir tanesi bile tekere isabet ettiremedi kurşunu. Hatta arabaya bile sadece birkaç kurşun gelmişti. El bombası ve ses bombasına telle birbirine bağladım. Sonra da onlara doğru fırlattım. Bombadan kurtulan kişiler çok az olacaktır. Ki onlar da ses bombası sayesinde uzun süre kendilerine gelemeyeceklerdir. Kulaklarında çok güzel bir çınlama şöleni olacak. Gaza basıp olabildiğince uzaklaştım oradan. Ben bayağı bir ilerledikten sonra da büyük bir patlama sesi geldi. Artık peşime takılanlar olmadığından yeni karakoluma gidebilirim. Babamın şerefli kanının aktığı topraklarda görevimi yapabilme şansına erişebilmiş olmak benim için tarif edilemez bir şanstı. Canım babam SANA DAİR en ufak bir şey bile varsa bu topraklarda onu alacağım. Gözün arkada kalmasın, rahat uyu...
Sana Dair 'in ilk bölümünü nasıl buldunuz? Yorumlarınızı bekliyorum... İlgi olursa diper bölümleri de yayımlarım (20 küsür bölüm var) |
0% |