Yeni Üyelik
2.
Bölüm

".2."

@berivan_elaltunbay

Bir tabipüsteğmen olarak burda işimin diğer çoğu askerlerden yoğun olacağının da farkındayım.

Ama ben doktorluğu da askerliği de vazgeçemeyecek kadar çok seviyorum. Üstelik de bu durumdan hiç şikayetçi değilim.

Arabayı karakolun önüne park edip içeri girmek istedim tabi kapıdaki askerlerden biri "Kimsiniz?" diye beklenen soruyu sordu.

Askeri kimliğimi gösterip "Ben yeni Üsteğmeniniz Deniz Taşkıran, asker." dedim hafiften yüksek bir sesle.

Hemen hazırola geçip "Hoşgeldiniz komutanım." diyerek asker selamı verdi iki asker de.

Sonra da kapıyı açıp içeri geçmeme müsaade etti.

Anahtarı ona doğru atıp "Karakolun otoparkına park et arabayı asker." dedim.

"Emredersiniz komutanım." dedi yüksek bir sesle. Sonra da arabaya doğru gitti.

İçeriye girecekken kapının önünde oturan iki askerin benim hakkımda söylediklerini duymamla ufak çaplı bir sinir krizi geçirdim. Ama dediğim gibi ufak çaplı.

Sağda oturan esmer yanındakine ''Güzel kızmış, ulan şansım olsa böyle bir sevgilim olurdu be.'' dedi.

Soldaki kumral olan ise tam cevap verecekken tepelerine kadar gittim. Tam onlara hadlerini bildirecektim ki kapıdaki askerlerden biri yanıma geldi.

Hazırola geçip "Komutanım, şuan öğle yemeği saati. Komutanlarımız da yemekhanede yemek yiyiyor. İsterseniz telsiz odasında bekleyin. Ben onlara haber veririm yemek yedikten sonra oraya gelirler." dedi.

Şansıma yemek saatine denk gelmiştim.

Kafamı sallayıp "Tamam asker, sen şimdi nöbet yerine dön yine." dedim o da "Emredersiniz komutanım." diyip asker selamı verdikten sonra anahtarı yeniden bana verip nöbet yerine geçti.

Az önce arkamdan atıp tutanlara sert birer bakış atıp ilerledim.

Ama ilerlerken "Hassiktir, sıçtım oğlum ben. Kadın yeni komutanımızmış ya!" dediğini duydum. Bu da gülmeme neden oldu. Bu korku ona uzun bir süre yeter.

Tekrar dönüp o arkamdan konuşan esmer askeri çağırdım. "Emredin komutanım." dedi.

Sert bir şekilde "Beni telsiz odasına götür asker." dedim. İsminin yazdığı künyesinden adının Samet olduğunu öğrendim. Ulan Samet, benden çekeceğin var.

"Emredersiniz komutanım, buyrun." dedi. Sonra da telsiz odasına gittik. Kapının önüne gittiğimizde "Ben yeni tabipüsteğmen Deniz TAŞKIRAN. Bundan sonra da konuşurken çok dikkat et, tamam mı Samet?" dedim son cümleyi sinirli bir şekilde söylemiştim.

"E-emredersiniz komutanım." dedi asker selamı vererek sonra da yaptığım baş işaretiyle geri gitti.

Telsiz odasına girdim. Eşyaların çoğu eskiydi fakat hepsi çok iyi iş görür vaziyetteydi.

Biraz eşyaları inceledim. Sonra da oturup telsizleri kurcalamaya başladım.

Ama yanlışlıkla farklı bir frekansa sızdım.

"Pusu kurduğumuz dördüncü bölge tuzla buz olmuş başkan." dedi boğuk bir ses.

Sonra da tok bir ses "Bu nasıl olabilir orada bir sürü adam, bir sürü silah vardı." dedi hafiften sinirlenmiş bir şekilde.

"Nasıl olduğunu bilmiyorum başkan ama kurtulup da buraya gelebilenler bir kadının bunu yaptığını söylediler." dedi yine o boğuk ve kalın sesin sahibi.

"Tek bir kadın o kadar adamı nasıl bu hale getirebilir? Kendine gel gerizekalı, dalga mı geçiyorsun sen benimle?

Bu hiç iyi olmadı ama bunun intikamını yapacağımız saldırıyı daha öne alarak ödeteceğim onlara." dedi bu defa bağırarak o tok sesin sahibi.

"Eğer o kadın bir Türk askeriyse sadece onların değil hepinizin soyunu kurutur piç herif. Elinizden geleni de ardınıza koymayın. O elinizi götünüze sokmasını çok iyi biliriz biz." dedim ben de sohbete dahil olarak.

Ama dayanamamıştım yani.

Dinlendiklerini anlayınca direkt kapattılar. İşte böyle korkup deliğinize kaçarsınız...

Sonra kapı çaldı. İçeri gelen asker kapıdaki buraya gelmemi söyleyen askerdi.

"Komutanım, Tarık komutanım sizin de yemekhaneye gidip onlarla birlikte yemek yemenizi istediğini söyledi." dedi.

Aslında bayağı da acıkmıştım. Ama beni böyle yemek yemeye de çağırdığına göre kesin kadın değil de erkek bir Deniz Taşkıran bekliyordur. Buraya gelişim ani olduğu için araştıramamıştır da... Ben de gidip bir sürpriz yapayım o zaman.

"Yemekhane nerede asker?" dedim kalkıp ona yani aynı zamanda kapıya doğru yürüyerek.

"Ben size eşlik edeyim komutanım." dedi.

Künyesinden adının Murat olduğunu gördüm. "Gerek yok Murat sağ ol sen tarif et ben bulurum. Her zaman birileri beni getirip götürecek değil ya." dedim.

Murat da bana tarif etti yemekhanenin yerini. Ben de tarif ettiği şekilde gittim. Bulmak da zor olmadı açıkçası.

Yemekleri dağıtan askerin yanına gidip "Tarık komutan hangisi asker?" dedim.

"Şurdaki." diyerek eliyle gösterdiği kişiye baktım. Ben biraz daha olgun birini bekliyordum ama nerden baksan... Neyse konu bu değil...

"Kolay gelsin." diyerek söylediği yere gittim. Masanın başına dikildiğimde masadakilerin hepsi bana baktı. Samet de aralarındaydı.

Tarık komutan "Buyrun, kimsiniz?" dedi bana.

Hazırola geçip "Tabipüsteğmen Deniz TAŞKIRAN, Ankara. Emret komutanım." dedim yüksek sesle.

Askerler her zaman bağırmalıdır çünkü. Gücümüzü ses tonumuza da yansıtmalıyızdır.

"Deniz Üsteğmen sen miymişsin?" dedi ama bunu daha çok şok nidası olarak söylemişti.

"Evet benim komutanım." dedim ben de. Herkes bunu anlayacak.

"Otur o zaman yemek ye. Samet, üsteğmenine yemeğini ve bir tane de sandalye getir." dedi.

Samet de "Emredersiniz komutanım." diyerek önce şu an oturabilmem için sandalye getirdi, sonra da yemeği almaya gitti.

Oturduğumda "Deniz dediklerinde erkek bekleme sebebimiz buraya kadın asker göndermemeleridir. Yanlış anlama üsteğmen." dedi Tarık komutan.

"Haklısınız komutanım. Ama merak da etmeyin ben buraya oyun oynayarak değil, buradaki çoğu kişiden daha fazla eğitime tabi tutularak yani daha çok çalışarak geldim komutanım." dedim.

"Öyle olmasa gelemezdin zaten buraya." diyip yemeğini yemeye devam etti. Soğuk ve de hafiften gıcık bir tavırla.

"Hoşgeldin Üsteğmen ben yüzbaşı Aytaç DOĞAN." dedi yanımdaki sarışın adam.

"Hoşbuldum komutanım." dedim.

Sırayla diğerleri de kendini tanıttı. Ekin KESKİN, Mete YAMAN, Tahir AKINCI, Samet ÖZER, Aytaç DOĞAN, Tarık KARADEMİR ile aynı ekipteyim. Samet de teğmenmiş.

Tarık Karademir ise kıdemli yüzbaşı. Bence bu ekipteki komutan sayısı fazla, bir kıdemli yüzbaşı, bir yüzbaşı, bir üsteğmen, bir de teğmen yani elbet mantıklı bir sebep vardır tabi ama... Zamanla anlarım nasılsa.

Konuşmalarından da anladığım kadarıyla normalde de yakın arkadaşlar. Karakolda iş biraz daha resmiyete biniyor tabi.

Gelirken olanları ve telsizdeki konuşmaları anlatmam gerektiğini hatırlayınca bir an önce konuya girmeye kadar verdim.

"Komutanım, ben gelirken ufak bir olay yaşandı." dedim Tarık komutanıma bakarak.

"Ne yaptın Üsteğmen?" dedi. Sanki kötü bir şey yaptığıma eminmişçesine. Gıcık herif ya...

Ben de simsiyah gözlerinin içine bakarak "Buraya gelirken karakola az mesafede bir yerde bana daha doğrusu yoldan geçecek olan herkese pusu kurmuş bir grup teröristi patlattım komutanım." dedim bastıra bastıra.

Ama pek de önemli bir şey değilmiş gibi yaptı. Aslında benim için de pek önemli değildi. Bir grup acemi, daha silah tutmayı bile doğru düzgün bilmeyen teröristti sadece.

Fakat o sanki ben hiç bir şey yapamazmışım gibi pek de kayle almıyordu beni. Sinirimi bozan da buydu.

Tahir "Patlattım derken komutanım?" diye sordu.'

'Onu başka zaman anlatırım da, asıl söylemem gereken daha önemli bir şey var." dedim.

Aytaç komutan "Nedir o kadar önemli olan şey?" dedi. Tarık komutan da dikkatini buraya verdi bu defa.

"Buraya yani yemekhaneye gelmeden önce telsiz odasında bekliyordum. Beklerken de eşyaları inceledim işte biraz. Bir tane telsizle ilgilenirken yanlışlıkla teröristlerin frekansına sızdım.

Bu patlattığım grubu 'başkan' dediği adama anlatan bir adam vardı telsizde. Ve anladığım kadarıyla da bu 'başkan' dediği adam çok yakında daha büyük çaplı bir saldırı yapacak." dedim tane tane.

"Daha gelir gelmez ekibe faydan oldu bile tebrik ederim üsteğmenim." dedi Aytaç komutanım ve elini uzattı sıkmam için. Parmağında yüzük vardı ama bence evli değil de nişanlıydı.

Elini sıkıp "Daha nice katkılarım olacak. Buna emin olabilirsiniz komutanım." dedim gülümseyerek.

"Başka bir bilgi edinebildin mi peki Üsteğmen?" dedi Tarık komutan.

"Hayır komutanım, sadece bu patlattığım bölgenin pusu kurdukları dördüncü bölge olduğunu biliyorum. Fakat yapacakları saldırının nerde, ne zaman olacağını öğrenemedim." dedim ben de.

"Bir an önce geniş çaplı bir araştırma yapıp pusu kurdukları bütün bölgeleri temizlememiz, sonra da bu yapacakları saldırıyı öğrenip engellememiz gerekiyor." dedi Tarık komutan.

Sanki sen söylemesen biz yan gelip yatacaktık...

Neyse.

Yemekten sonra herkes yapması gereken işin başına gitti. Ben de revire gittim. Ne var, ne yok diye kontrol etme amaçlı.

Gittiğimde gerekli olan çoğu temel tıbbi malzemenin azaldığını veya bittiğini gördüm.

Bugün merkeze gidip eksikleri almalıyım. Revirden çıkıp komutanıma haber vermeye gidecektim ki kapıdan çıkar çıkmaz Aytaç komutanımı gördüm.

Yanına gidip "Komutanım ben kontrol ettim biraz, hatta bayağı eksik var. İzniniz olursa merkeze gidip eksikleri alayım bugün. Ertelememek en iyisi olacaktır." dedim.

"Olur olur, ama Tarık'a da yani Tarık komutana da haber ver. Ondan izin al." dedi.

Aklımdan çıkmayan, kalacağım yerle ilgili de Aytaç komutanıma danışmam gerektiğini düşünerek "Komutanım benim söylemem gereken bir şey daha var." dedim.

"Söyle Deniz." dedi net bir sesle.

"Komutanım ben ev bulana kadar burada kalacağım bir oda ayarlanabilme şansı var mıdır?" dedim.

Çok kısa bir süre düşünüp "Vardır tabi. Bak şu oda olur mesela. Sen merkeze git şimdi, yapman gereken ne varsa hallet sen gelene kadar odayı hazırlatırım ben." dedi revirin yanındaki kapısı kapalı odayı göstererek.

"Teşekkür ederim, emredersiniz komutanım." dedim.

Sebebini anlamadığım bir şekilde kanım kaynamıştı Aytaç komutana, abimmiş gibi hissediyordum onu. Kan çekmişti heralde, belki de o da benim gibi Ankara'lıdır diye. Nerden bilebiliriz ki..?

Tarık komutanımın nerde olduğunu öğrenip izin almak için yanına gittim.

Çalışma odası denilebilecek tarzda bir odada, kağıtlarla ilgileniyordu. Ben kapıyı tıklatıp 'Gel' komutunu da aldıktan sonra içeri girince kağıtları toparladı.

"Komutanım söylemem gereken bir şey var. İki dakikanızı alabilir miyim?" dedim.

"Gel, konuş asker." dedi sert ve soğuk bir ses tonuyla.

Sanırım bilerek yapmıyor, kendi sesi zaten sert.

"Komutanım revirden geliyorum, kontrol ettim. Çok fazla eksik var bir de az da olsa tarihi geçmiş ilaçlar. İzniniz olursa şimdi merkeze gidip eksikleri almak istiyorum. Ertelememek en iyisi." dedim.

"Haklısın böyle bir şey ertelenmez. Aslında önceden her şey düzenliydi. Ama doktor olan askerimiz teskere aldıktan sonra da uzun bir süre kimse ciddi yaralanmadı çok şükür. O yüzden de boşlandı biraz. Sen şimdi git hallet ne yapman gerekiyorsa." dedi.

"Emredersiniz komutanım." dedim ve tam gidecekken "Hatta gerekiyorsa bir, iki kişi daha gelsin seninle." dedi.

Bu gıcık adam neden benim tek başıma bir şeyler yapabildiğime bir türlü inanmıyor?

"Komutanım gerek yok. Alt tarafı arabama binip merkezden gerekli şeyleri alıp geleceğim." dedim.

Bir süre hiçbir şey söylemeden durdu.

Sonra da "Neden buraya geldin? Kurada bile kadınlara doğu tarafını vermezler pek. Çok ısrar etmiş olmalısın buraya gelmek için." dedi.

Yahu sanane, ne diye kurcalıyorsun be adam!

"Haklısınız komutanım. Zaten yıllardır çok istediğim halde hiçbir zaman kurada çıkmadı. Ama güya ceza olarak beni buraya gönderdiler, benim için ne büyük bir ödül olduğunu bilmeden..." dedim ben de.

"Daha sonra bu konuyu konuşacağız asker. Şimdi gidebilirsin." dedi. Belki ben konuşmak istemiyorum ya, Allah Allah!

Yüksek bir sesle "Emredersiniz komutanım." diyip odadan çıktım.

Daha kendi eşyalarım da hâlâ arabadaydı. Arabayı park eden ve hâlâ kapıdaki nöbetine devam eden askere "Asker, arabayı geri getir." diyip anahtarı verdim.

"Emredersiniz komutanım." diyip gitti. Yaklaşık iki dakika sonra da arabayla döndü.

Sonra da araçtan indi. Ben de arabaya binip bahçenin kapısını açmalarını bekledim. Sonra da gittim.

Mardin'e daha önce defalarca kez gelmiştim. Ama uzun aralıklarla olduğu için değişiklikler oluyordu ve sokakları falan karıştırıyordum sürekli. Fakat benim hafızam biraz kuvvetli olduğundan dolayı iki tur atarsam her yeri hatırlardım.

Merkeze inip uygun bir yere park ettim sonra da siyah şapkayı başıma taktım. Hâlâ siyah kotum ve mavi tişörtüm üzerimdeydi.

Silahımı da olabildiğince belli etmeyecek şekilde pantolonumun beline sıkıştırdım. Sırt çantamı da alıp indim arabadan.

Arabayı kilitleyip ilerlemeye başladım. Mardin'in kuytu sokaklarında ilerliyordum.

Köşede küçük bir eczane gördüm ama biraz daha ilerlemeye karar verdim. Çarşıda iki tur attıktan sonra o kuytu sokaktaki küçük eczaneye gittim.

Çünkü konumu ve çok da büyük ve de lüks bir yer olmadığı dolayısıyla pek de iyi satış yapamıyordur. Ben bu ihtiyaçları oradan karşılarsam benim için değişen bir şey olmayacak ama onlar için çok iyi olacak.

Tekrar sokağa girip ilerlemeye devam ettim. Ama ilerledikçe iki kadının çığlık sesleri gelmeye başladı.

Hemen sesin geldiği yöne doğru koştum.

İki kadın vardı ve de bir kapkaççı. Kadınlar çantaya asılmıştı vermemek için. Ama kapkaççının da bırakmaya niyeti yok gibiydi.

Kızlar beni görebilecek açıdalardı ama stresten pek de görebildiklerini düşünmüyorum.

Kapkaççının arkasından dizlerine tekme atarak düşmesini sağladım. O dengesini kaybedince de siyah saçlı, uzun boylu olan kız çantayı aldı.

Sonra da adam hemen yerden kalkıp cebinden bıçak çıkardı. Ama çok acemi olduğu daha bıcağı doğru düzgün tutamayışından belliydi.

Acıdım şimdi. Çünkü birazdan benden çok kötü dayak yiyecek.

"Lan oğlum manyak mısın bıçak öyle mi tutulur? Daha sıkı tutman lazım." dedim adama. E biraz ben de eğleneyim değil mi ama?

Yürüyüp bıçağı bana saplama amaçlı hareket edince iki adım gerileyip kurtuldum. Sağ yani bıçağı tuttuğu elinin bileğini tutup onun arkasına doğru çevirdim.

Sonra da bıçağın düşmesini sağladım. Zaten çok da dandik bir bıçakmış, tavuğu bile kesemezmiş yani.

Kızların hâlâ korkuyla bizi izlediğini görünce "Kızlar kendinize gelin artık. Polisi arasanıza." dedim, yüksek sesle de söyledim ki kendilerine gelebilsinler.

Hâlâ bileğini tuttuğum adam da kaçabilmek için önümde kıvranmaya başladı polis lafını duyunca. "Aa yok ama öyle hemen gitmek... Daha seninle işim bitmedi." dedim ben de.

"Abla bırak beni gideyim ne olur." dedi yalvarırcasına.

"Şimdi de abla mı olduk? Bıçak çekerken iyiydi ama gerizekalı." dedim.

Sonra kolunu bırakıp kendime doğru çevirdim ve yüzüne sert bir yumruk attım. Ama dayak yemeye pek alışkın değildi sanırım.

Çünkü daha bir yumruk yiyince yalpalamaya başladı. Yakasından tutup karnına sert bir tekme attım.

Karnını tutup inleyerek yere düştü.

"Ne diye başkasının malına göz koyuyorsun lan gerizekalı? Gencecik adamsın, adam gibi gidip çalışıp para kazansana." dedim bir tekme atarak.

Sonra da zaten bayıldı dayanıksız herif.

Kızlara dönüp "İyi misiniz? Bir şeyiniz yok değil mi?" dedim.

"Yok iyiyiz biz. Ya sen?" dedi kısa boylu ve sarı saçlı olan.

"Bende sıkıntı yok da şu arkadaşın durumu fena." dedim gülerek ve yerdeki adamı göstererek.

Sonra birden uzun boylu, siyah saçlı olan kız "Deniz, sen misin?" dedi şaşkınlıkla.

Kızı biraz inceledim. Çok tanıdık geliyordu ama bir türlü de çıkaramıyordum.

"Evet ben Deniz'im de, seni çıkaramadım pek?" dedim soru sorarcasına.

"Ben Ezgi, Ezgi ŞİMŞEK. Lisede aynı sınıftaydık, hatta yakın arkadaştık. Hatırlamadın mı beni?" dedi. Şimdi hatırladım işte.

"Ezgi. Gerçekten sen misin? Çok şaşkınım şuan." dedim sonra da sarıldım ona.

"Ben de. Seninle burada bu şekilde karşılaşacağımı hiç tahmin bile edemezdim." dedi.

Yerdeki adam kendine gelip kıvranmaya başlayınca bir tekme daha attım. Polis gelene kadar ayılmaması benim için daha rahat olur çünkü.

"Eee neler yapıyorsun? Niye burdasın?" dedi Ezgi.

Aslında ona güveniyordum.

Ama mesleğimi söylemem ya sakıncalı olursa? Söylemeli miyim? Söylememeli miyim?

Şimdi söylemesem bile elbet öğrenecekti. Ama şimdi öğrenmesine gerek var mıydı, kararsızımdım.

 

 

 

Merhabalarr, yeni bölüm geldi.

 

Yorumlarınızı bekliyorum...

 

Loading...
0%