Yeni Üyelik
3.
Bölüm

".3."

@berivan_elaltunbay

Söylemeye karar verdim.

Geciktirmenin bir anlamı yoktu çünkü.

"Ezgi sen bana numaranı ver başka bir gün buluşup konuşalım her şeyi. Ne dersin?" dedim ben de Ezgi'ye.

Çünkü ona güveniyordum ve böyle ayak üstü de konuşmak istemiyorum.

Lisedeyken onun da söylediği gibi yakın arkadaştık. Ama ben en sonki kavgada sicilime disiplin suçu işlenmesin diye başka okula gitmek zorunda kaldım, Ali amcamın diktatörlüğü sonucu.

Ezgi ile de pek görüşemedik. Telefondan falan haberleşiyorduk. Ama benim telefonum çalındıktan sonra numaralar da gitti. O yüzden irtibatımız da kesildi maalesef.

"Olur tabi. Hatta çok daha iyi olur." dedi gülümseyerek. Ve numarasını yazması için uzattığım telefonumu aldı.

Numarasını yazdı ve kendini çaldırdı.

Yaklaşık beş dakika sonra polisler geldi.

Bir memur yanımıza gelip "Mahalleli mi bu hale getirdi bu adamı?" dedi.

Ezgi'nin arkadaşı "Hayır memur bey. Deniz, yani bu hanımefendi bizi kurtardı. Başka kimse dönüp bakmadı bile." dedi.

Bana dönen polise askeri kimliğimi gösterip "Memur bey ben üsteğmen Deniz Taşkıran. Ezgi de benim arkadaşım olur. İfade falan ne gerekiyorsa burada halledin. Karakola gitmeye gerek kalmasın." dedim.

"Olur, şimdi söylerim arkadaşlara. Burda hallederler." dedi ve yanımızdan uzaklaştı.

O gidince de Ezgi yanıma gelip "Demek hayaline ulaştın." dedi. Gözlerindeki mutluluğu gördüm.

İşte benim arkadaşım.

Görüşmeyeli yıllar olmasına rağmen bana verdiği değer hiç eksilmemişti.

"Hayalimi gerçekleştirmek için en önemli adımı tamamladım diyelim." dedim ben de gülümseyerek.

"Neler oldu neler bitti gerçekten merak ediyorum. En yakın zamanda görüşmemiz gerekiyor." dedi o da.

"Haftasonu iznimi kullanırsam mutlaka görüşeceğiz." dedim ben de.

Sonra da "Neyse benim halletmem gereken işlerim var. Sonra da karakola geçeceğim. Siz de ifadenizi verip dikkatli bir şekilde gidersiniz." dedim.

"Olur. Görüşürüz. Ve tekrar teşekkürler." diyip sarıldı bana.

Ben de ona sarılıp "Teşekkürlük bir şey yok. Yapmam gerekeni yaptım sadece." dedim ben de.

Sonra arkadaşının da elini sıktım ve "Başka gün daha iyi bir şekilde tanışırız umarım. İyi günler." dedim.

Sonra da eczaneye gidip almam gereken her şeyi fazlasıyla aldım ne olur ne olmaz diye.

Aldıklarımı arabaya yükledikten sonra da tekrar karakolun yolunu tuttum.

Bizim karakolun sınırlarındaki köyün çıkışına yakın olan yerde bir grup teröristin köye girmeye çalışan bir minibüsü rehin almaya çalıştığını gördüm.

Aslında müdahale etmesine ederdim de hem yanımda pek cephane yoktu. Hem de yolculara zarar verirlerdi bu şerefsizler.

Neyse ki telsizi yanıma almıştım. Karakolu arayıp destek isteyecektim. Hem çok az bir mesafe vardı zaten buraya.

Hatta kim bilir, belki de asıl hedefleri karakoldur zaten...

Telsizin düğmesine basıp aktifleştirdim ve "Ben üsteğmen Deniz Taşkıran. Tarık Komutana haber verin, önemli bir şey söylemem gerek." dedim.

Otuz-kırk saniye sonra "Anlaşıldı komutanım. Hemen bilgi veriyorum." dedi bir ses.

"Tamam" diyip beklemeye başladım ben de.

Çok geçmeden "Kıdemli Yüzbaşı Tarık Karademir." diyen o sert ses telsizden geldi.

"Komutanım ben Üsteğmen Deniz Taşkıran. Karakolun yakınındaki köyün sınırındayım. Bir grup terörist minübüsü rehin alıyor. Yeterli cephanem yok. Hemen destek ekip gelmesi lazım." dedim.

"Tamam geliyoruz. Sen de çok önemli bir şey olmadıkça müdahale etme, gelmemizi bekle. Birkaç dakika içinde orda olacağız." dedi.

Sonra da irtibat kesildi.

Sakin olup beklemeye, müdahale etmemeye çalıştım.

Yolcuları indirip sıraya dizmişlerdi. Herkesin üstünü arayıp değerli eşya varsa almaya çalışıyorlardı.

Vermek istemeyip diretenlere de şiddet uygulayıp zorla alıyorlardı.

Annesinin eteğine yapışıp hıçkırarak ağlayan dört yaşlarında bir çocuk vardı. Annesi sakinleştirmeye çalışıyordu ama çocuk gerçekten korkmuştu.

Teröristlerden biri birkaç defa bağırdı çocuğa susması için. Ama çocuk daha fazla korktu ve hıçkırıkları daha da arttı.

Sonra o alçak herif küçücük çocuğa tokat atıp yere düşmesine sebep oldu. Annesi de ağlayarak kaldırdı çocuğu. Kucağına aldı çaresizce.

Daha fazla sessiz kalamazdım bu duruma.

Silahımı belime takıp onlara doğru gittim.

"Gücün küçücük çocuğa mı yetiyor lan kalleş herif? Sıkıysa bana da öyle vursana." dedim sinirle bağırarak.

Beni biraz inceleyip "Oyuncak bebek gibi kızsın ne işin var buralarda?" dedi söylediklerime aldırmadan. Bu durum beni daha da sinirlendirdi ama.

Üzerine doğru yürüyüp "Sıkıysa bana da öyle vur dedim sana." dedim.

Diğerleri hamle yapmak için harekete geçince elini kaldırıp onları durdurdu ve "Kimse karışmayacak. Bu kız benim." dedi iğrenç herif.

Bana doğru gelip pis ellerini yüzüme dokundurmaya kalktı. Eline sertçe vurarak buna engel oldum.

Ama hızımı alamayıp bir de sert bir tokat attım ona.

Canının acıdığını, daha doğrusu benden böyle bir şey beklemediği için çok hazırlıksız yakalandığını fark etmek benim için zor olmadı.

Arkadakiler tekrar haretekete geçince "Kimse karışmayacak dedim." diye bağırdı. Sinirini onlardan çıkarmaya çalıştı bir nevi.

"Bir daha o pis ellerinle bana dokunmaya kalkışma." dedim uyarıcı bir ses tonuyla.

"Ne diyorsun sen? Sen canına susamışsın. Ama seni öldürmeyeceğim. Beni öldür diye yalvartacağım. Altımda inleyeceksin." dedi bağırınca benden üstün olduğunu herkese katladığını ona düşündüren neydi acaba?

Hele ki o son söylediği iğrenç şey...

"Ne garip. Ben de aynı şeyleri senin için düşünmüştüm. Ve ben düşünmekle kalmam, yaparım." dedim.

"Öyle mi küçük hanım?" dedi ve bir anda hâlâ örgülü olan saçıma yapıştı.

"Gerçekten mi? Saçımı mı çekeceksin sadece? Ama ben daha fazlasını beklerdim senden." dedim dalga geçerek.

Saçımı tutan elleri hafif gevşeyince ani hareketimle kurtuldum. Sonra karnına çok sert bir tekme attım.

Attığım sert tekme dengesini kaybedip yalpalamasına neden oldu.

Kolunu tutup çevirdim ve "Bu elinle mi o küçücük masum çucuğa vurdun, ha?" dedim bağırarak.

O cevap vermeyince sinirlendim. Gerçi yüzsüz yüzsüz bir de cevap verse daha da sinirlenirdim de, o ayrı konu.

Kolunu sertçe çevirip kırdım. Pişman değilim... Aksine içim rahatladı.

Kemiğinin kırılmasıyla gelen o 'çat' sesi huzur bulmama sebep oldu. Az bile o şerefsize.

Kolu kırılınca inlemeye başladı. Ama diğerlerine de kesin emir verdiğinden onlar da harekete geçmiyordu.

Bunlar bayağı, bildiğin organize salak.

İyi işiten kulaklarım sayesinde bizimkilerin geldiğini anladım ve daha da rahat oldum.

Hâlâ orda dikilen yolculara dönüp "Siz hepiniz minibüse girin tekrar, eğilip kendinizi koruyun ve bana güvenin." dedim.

Onlar da hemen minibüse geçmeye başladılar. Yerde kıvranan da "Engel olsanıza. Bu karıyı da paket edin. Bunu da dağa götüreceğiz." diye bağırdı.

O dağ sana girecek haberin yok...

İçlerinden biri bana doğru yönelince "Sakın aklından bile geçirme. Ne bana, ne de bu insanlara hiçbir şey yapamazsınız. Haa burada biraz dikkatli olun. Çünkü bu dağların aslanları yani eceliniz geldi." dedim.

Sonra da tam karşımda mevzi almış gizlenen askere göz kırptım. O da bana doğru gelmeye çalışan adamı başından vurdu.

Minibüsün arkasına geçtim ve silahımı çıkardım. Sonra da diğerleri gibi ben de ateş etmeye başladım.

Birkaç dakika sonra kalan dört kişinin teslim olmasıyla çatışma bitti.

Bunların elebaşı olan, kolunu kırdığım şerefsizi de kaçmaya çalışırken yakaladık ve arabaya attık. Daha ondan alacağımız önemli bilgiler vardı çünkü.

Diğer teslim olan dört kişiyi de o arabaya attık ve birkaç asker onları karakola götürdü.

Etraf sakin olunca minibüse girip "Merak etmeyin etkisiz hale getirdik onları. İnebilirsiniz şimdi. Eşyalarınızı da alabilirsiniz." dedim.

Ben de inip Tarık ve Aytaç komutanımın yanına gittim.

"Ben sana biz gelene kadar müdahalede bulunma demedim mi Üsteğmen? Emre de mi itaat etmiyorsun?" dedi sert bir şekilde.

"Komutanım ben aslında son dakikaya kadar da müdahale etmedim. Ama o şerefsiz küçücük çocuğa vurunca dayanamadım." dedim. Zaten vicdanı olan biri de duramazdı yani.

"Neyse ne, konu bu değil zaten." dedi Aytaç komutanım Tarık komutanıma bakarak.

Sonra da "Bu adamlar işimize yarayabilir. Elbet bildikleri birkaç şey vardır. Yakalanmaları çok iyi oldu. Aferin Deniz." dedi.

Sonra onlar buraya geldikleri arabalara bindiler. Ben de kendi arabama. Ve karakola gittik.

Benim sorguya girmeme izin vermediler. Gerçi zaten üniformam da üzerimde değildi.

Ben de bana verilen odaya gittim. Çok kısa bir duş alıp üniformamı giydim.

Saçlarımı da kurutarak zaman kaybetmek istemedim ve yine aynı şekil iki yanda tepeden aşağıya doğru sıkıca ördüm.

Sonra da sorgu odasına gittim. Tarık komutanım ve Tahir adının Nazım olduğunu yeni öğrendiğim, kolunu kırdığım alçağın sorgusundalardı.

Aytaç komutanım da yanındaki Ekin ve Samet ile birlikte izliyordu sorguyu.

"Komutanım bir gelişme var mı? Ya da itiraf etmeye niyeti?" dedim Aytaç komutanıma.

"Aslında dökülebilecek kıvama yetişmek üzere gibi. Ama bu döverek falan olmayacak." dedi, aklında başka bir plan varmışçasına.

Sonra da Samet'e dönüp "Gir içeri ve Tarık ve Tahir'e iki dakikalığına buraya gelmelerini söyle." dedi.

Çok geçmeden geldiler. Tarık komutan "Aklında ne var Aytaç?" dedi.

"Adam yumuşama kıvamına gelmek üzere. Ve bizim onu fiziken değil de psikolojikmen dökülmeye zorlamamız gerekiyor. Tahir de o meşhur oyunculuğunu konuşturup onu itiraf etmek zorundaymış gibi hissettirecek. Klasik taktiklerden biri yani, iyi polis - kötü polis..." dedi Aytaç komutan.

"Diğer yakalanan adamların başkan olarak tabir ettikleri ama sadece adının Şahin olduğunu bildikleri, daha önce değil tanışmak hiç iletişim bile kurmadıklarını söyledikleri adam hakkında bilgi vermesi de işimize yarar." dedi Ekin.

"Tahir, sen şimdi yine sorguya gir, ne yapman gerektiğini anladın sanırım." dedi Aytaç komutan.

"Anladım komutanım, emredersiniz." diyip yine sorgu odasına girdi Tahir.

"Deniz. Sen de Mete'nin yanına git. Bu herifin telefonunda bir şeyler bulabilmiş mi bir bak." dedi Tarık komutanım da bana.

"Emredersiniz komutanım." diyip ordan ayrıldım.

Halbuki o sorguyu izlemeyi çok istiyordum, ama el mahkûm smyleneni yaptım.

İncelenen telefondan bahsettiğine göre bilgisayarların olduğu odadaydı. Ben de oraya gittim.

Ben odaya girer girmez Mete hazırola geçti. "Rahat asker." dedim ben de.

Sonra da "Ne oldu, kayda değer birşey bulabildin mi?" dedim.

"Komutanım bahsedilen Şahin adlı şahısla alakalı herhangi bir bilgiye ulaşamadım. Ama sanırım bu Nazım denen herifin yumuşak karnını buldum." dedi.

"Neymiş bu yumuşak karnı ve nasıl buldun?" dedim ben de.

"Komutanım bu adamın bir kız kardeşi olduğunu biliyorduk. Kayıtlarda görünüyor ama görüştüklerine dair hergangi iz yoktu hiç.

Ama telefonda da onun fotoğrafları falan var. Hem zaten bu telefonu iletişime geçmek için değil de fotoğraflar için kullanıyor gibi. İllaki silinen konuşmalar vardır. Onlar için de inceleme yapacağım.

Fakat tahminimce bunun gizli olması sağlanmak için program kullanmışlardır. Yani ulaşmak söz konusu dahi olamaz." diye açıkladı.

"Peki biz bu adamın yumuşak karnı olan kardeşini nasıl ona karşı kullanacağız?" dedim ben de.

Daha önce de dediğim gibi henüz buradakileri tanımadığım için kimin neler yapabileceğini, yeteneklerini de bilmiyorum.

"Tahir sayesinde. Yani bu Nazım'a bir nevi küçük bir oyun yapacağız. 'Kardeşin elimizde.' diye blöf yapıp bilgi isteyeceğiz. Eminim Tahir onu inandıracaktır." dedi.

Aytaç komutan ve Mete'nin dediğine göre kötü polisi Tahir oynuyordu.

"Tamam o zaman sen şimdi bu kardeşinin fotoğraf ve bilgilerini benim telefonuma at. Ben de bu ulaştığın bilgileri Aytaç ve Tarık komutana anlatayım. Sonra sen de incelemeye devam et." dedim.

Telefon numaramı masanın üstündeki küçük kağıtlardan birine yazdım ve Mete'ye verdim.

Ben diğerlerinin olduğu odaya yetişene kadar da göndermişti istediklerimi.

Aytaç komutana "Komutanım, Mete işimize yarayacak bir şey bulmuş." dedim.

"Ne bulmuş? Anlat bakalım." dedi.

Ben de "Şu herifin aslında kardeşine çok değer verdiğini telefonundan öğrendik. Zaten kızın yerini bulmak için de araştırmalar yapmaya başlandı bile.

Ama biz onu bulmuşuz da elimizdeymiş gibi gösterip tehdit yoluyla istediğimizi ondan alacağız." dedim.

Tarık komutan biraz düşündükten sonra "Şimdilik bundan başka çaremiz yok gibi. Peki hiç mi arama kaydı falan yok telefonda?" dedi.

"Hayır komutanım. Zaten arama yapmak için falan değil de böyle albüm niyetine kullanılan bir telefon gibi. İçinde sadece ona ve kardeşine ait fotoğraf ve videolar bulunuyordu." dedim ben de.

"O zaman şuan sorgu bitsin. Birkaç saat sonra planı gerçekleştiririz." dedi.

"Emredersiniz komutanım." dedim ben de.

Birkaç dakika sonra sorguda olan Samet ve Tahir de ordan çıkıp yanımıza geldi.

Sonra da hep beraber yemekhaneye gittik, Aytaç komutan çay ısmarlayacağını söyledi.

Biz oturmuş çayımızı içerken Mete geldi aceleci bir şekilde.

"Komutanım az önce çok önemli bir mesaj aldım." dedi.

"Ne oluyor Mete? Anlat işte bir kerede niye sorduruyorsun?" dedi Tarık komutan da.

"Komutanım telefona Nazım'ın kız kardeşinden mesaj geldi. Kız arkadaşlarıyla tatil için Antalya'ya gidecekmiş. Mesajda da birazdan uçağa bineceğini ve iki saat sonra da Antalya havalimanında olacağını yazmış." dedi Mete de telefonu Tarık komutana göstererek.

"O zaman hemen Antalya'daki ekiplere haber verin. Sessizce alsınlar kızı. Sağ salim de buraya yollasınlar." dedi Tarık komutan da.

"Emredersiniz komutanım ben hemen irtibata geçiyorum." dedi Mete ve yanımızdan ayrıldı.

"İşte şimdi gerçek oynamaya başlayabiliriz." dedi Aytaç komutan.

Kız Antalya'ya yetişip iner inmez de almışlar. Sonra da en kısa süre içinde buraya yolladılar.

Kız buraya yetişmek üzereyken de Nazım'ı tekrar sorguya aldılar.

Başta söylediklerimize inanmadı kanıt falan istedi doğal olarak. Ama git gide de endişelenmeye başlıyordu.

Kardeşi Seda'nın elimizde olduğunu da gözleriyle görünce daha fazla dayanamayıp dökülmeye başladı.

Zaten pek de bir şey bilmiyormuş. Boş yere bizi bu kadar oyaladı gerizekalı.

"Konuşsana lan. Seni mi bekleyeceğiz biz bu kadar?" dedi en son Tarık komutan sinirle bağırarak. Gerçekten artık benim de sabrım taşma noktasına gelmişti.

"Kardeşime de bana da hiçbir zarar gelmeyecekse anlatacağım." dedi sonunda Nazım.

Tarık komutan da sert bir sesle "Anlat hemen." diyince pazarlık yapma şansının olmadığını ve artık anlatmaya mecbur olduğunu anladı Nazım.

"Biz üstlerle görüşmeyiz. Zaten ben de sadece birkaç defa Şahin ile telefonda konuştum. Onun da sesi bir acayipti yani robotik bir sesti. Gizlenmek amacıyla.

Zaten en sonki konuşmamızda da tam üç gün sonra köyün okulunun bahçesinde gizlice bir canlı bomba patlatılacağını konuştuk. Daha doğrusu o böyle yapacağını, kişileri ayarladığını söyledi sadece. Başka da hiçbir şey bilmiyorum ben. Gerçekten." dedi tek seferde.

"Yine bu Şahin denen şerefsiz işin içinde." dedi Tarık komutan.

Anlaşılan bu Şahin denen herif bayağı bela olacak bize. Her taşın altından çıktığına göre...

"Bize yalan söyleme gibi bir lüksün olmadığını fark etmişsindir herhalde." dedi Tahir.

"Hayır hayır gerçekten doğruları söyledim. Saat kaçta, kimi, nasıl patlatacakları hakkında da hiçbir bilgim yok. Allah çarpsın ki doğruyu söylüyorum." dedi Nazım da.

"Tamam sus, Rabb'im çarpmış zaten çarpacağı kadar zaten." dedi Tarık komutan.

Bu söylediğine kendimi tutamayıp hafiften güldüm.

Nazım'ın başka bir şey bilmediğine emin olunca da nezarethaneye postaladık onu.

Saat de bayağı geç olmuştu. Bana ayrılan odaya gittim.

Tam odaya girecekken Tarık komutan beni durdurdu.

"Dur bakalım Üsteğmen. Nereye böyle?" dedi.

"Odama gidiyorum komutanım." dedim ben de. Yani bunun neyini sorguluyorsa artık.

"Niye burda kalıyorsun Üsteğmen?" dedi.

"Bildiğiniz üzere buraya yeni ve de apar topar geldim. O yüzden de ev bulana kadar burda kalacağım. Zaten burayı da Aytaç komutanım ayarladı." dedim ben de.

"Anladım asker. Yalnız sen de yarın saat beşte bahçede diğer askerler gibi içtimaya hazır olarak bulunacaksın. Biliyorsun değil mi?" dedi.

"Emredersiniz komutanım." dedim ben de. Başka bir şey diyemezdim zaten.

Benim öyle bir lüksüm yok. Çünkü o benim komutanım.

Tam gidecekken tekrar bana dönüp "Haa bu arada, burası eskiden benim odamdı Üsteğmen." dedi ve sonra da gitti.

Ne yapayım yani? Senin odansa senin odan.

Zaten bu adam da neden bu kadar sert biri onu hiç anlamıyorum. O da ayrı mesele.

Bir de sanki... Sanki değil basbayağı, bana karşı çok daha sert. Sırf kadınım diye burda olmamam gerektiği gibi saçma bir düşünceye sahip. Öyle bir hissiyat veriyor.

Ama ben ona göstereceğim gerçekleri. Beni böyle küçümsemeye hiçbir hakkı yok.

Kaldı ki ben küçümsenecek biri olduğumu da düşünmüyorum. Zamanla o da böyle olduğunu anlayacak.

Başka çare yok.

 

 

 

 

Merhabalar, bölüm geldiii.

 

Nasıl buldunuz bölümü, yorumlarınızı bekliyorum mutalaka.

 

İnstagram "b.e.hikayeleri"

 

Yakın zamanda diper kitaplarımı da paylaşacağım :)

 

Loading...
0%