Yeni Üyelik
4.
Bölüm

".4."

@berivan_elaltunbay

Gözlerimi devirip bir zamanlar Tarık komutanımın odası olan odama girdim.

Odada klasik demir bir dolap, demir ranza ve bunlara ek olarak da masa vardı.

Üniformamı üzerimden çıkarıp eşofman takımımı giydim. Hiçbir zaman o televizyonlardaki kızlar gibi saten veya şortlu geceliklerle uyumadım, uyumam da, uyuyamam da...

Neyse, zaten bu saçma konuya nerden geldim onu da anlamadım.

Saçlarımın örgüsünü açtım. Sıkıca ördüğüm için hâlâ ıslaktı. Kuruması için açık bıraktım ben de.

Sonra yatağıma geçip telefonumu aldım elime. Gerekmedikçe kullanmadığım için bazen iki gün bile şarja takmama gerek kalmıyordu.

Ezgi'yi aramayı düşündüm. Ama belki uyumuştur diye de mesaj atmaya karar verdim.

"Ezgi'cim müsait misin?" Yazdım.

İki dakika sonra "Müsaitim tabi canım. Nasılsın?" Yazdı o da.

"İyiyim sen nasılsın?" Yazdım ben de.

"İyiyim iyi. Ayarlayabildin mi? Yarın cumartesi ya hani." Yazdı sonra.

"Bilmiyorum, ama belki öğleden sonra uygun olabilirim. Yarın yine haberleşiriz." Dedim ben de.

"Olur tabi. Sen ne zaman müsait olursan artık. Neyse ben tutmayayım seni yorgunsundur şimdi. Dinlen en iyisi. İyi geceler." Yazdı sonra.

"Sağ ol. Sana da iyi geceler." Diye yazdım. Sonra da yatağıma uzanıp örtüyü kenara attım.

Başımı yastığa koyunca bu yaşadıklarımı düşündüm. Buraya geldiğim daha ilk günden neler olmuştu.

Aslında bunlar benim için normaldi. Ama ben daha çok Nazım'ın kardeşi Seda ile ilgili küçük bir şaşkınlık yaşadım.

Kız benimle yaşıt ve iktisat mezunu olarak görünüyordu kayıtlarda. Yani normal, sakin bir yaşantısı olmalıydı.

Ama bana bir anormallik varmış gibi geldi.

Normal kadınlar gibi değildi. Dövüşebilecek potansiyelde gibi de denebilir. Yani sanki her an ters bir duruma karşı birilerine saldırabilecek gibi, her an tetikte bekliyor gibiydi.

Ama burda başına kötü şeyler gelemeyeceğini ve bir kişiye dahi saldırmaya kalkarsa başına neler geleceğini de biliyor gibiydi. Bu çok acayipti.

Bu kadında çözemediğim bir tuhaflık vardı. Araştırıp mutlaka öğrenmem gereken bir tuhaflık...

Sabah saat dörtte uyandım. Duş alıp o çok sevdiğim, en büyük aşkla bağlı olduğum güzel mesleğime ait olan üniformamı giydim.

Saçlarımı yine ıslakken örmüştüm. Açık olması hoşuma gitmiyor, topluyken daha rahat hissediyorum kendimi.

Saat daha beş olmadan hazırlandım. Nöbetçi askerin yanına gidip "Asker." diye seslendim.

"Emredin komutanım." diyince de "Hemen herkese haber ver. Beş dakika içinde herkes burda olacak. Uyuşukluğa lüzum yok. İçtima vakti." dedim.

"Emredersiniz komutanım." diyip koşturmaya başladı.

Gör bakalım Tarık komutan, artık içtimalarda bahar esintisi olacak sayemde. Ama sen buna aldanma, belki de fırtına öncesi sessizliktir...

Dört dakika sonra herkes sıraya girmiş bir vaziyette karşımdaydı. Kısa bir bekleyişin ardından da bizim ekip teşrif etti.

Tarık komutan yanıma gelip "Bu kadar aceleci olma üsteğmen. Daha çok fazla içtimaya katılacaksın çünkü." dedi.

Ne kadar da gıcık! Geç kalsaydım da demediğini bırakmazdı. Neyse, söylenecek bir kulp bulamadığından bulaşıyor zaten bana.

Ben de dahil herkes sıraya girmişti. Tarık komutan bize komut verecekti. Aytaç komutan da hiç gelmemişti, herhalde başka bir işi vardı onun da.

"Rahat, hazır ol." diye komut vermeye başladı Tarık komutan.

Sonra da "İsteyen ceketini çıkarsın, koşarken ağırlık yapar." dedi. Herkes çıkarınca ben de çıkardım. Çokça ağır olan ceketin altında koşmak istemem çünkü.

"Şimdi herkes silahlarını alsın. Bahçede on üç tur ağır koşu yapılacak." dedi daha sonra da.

Arkadan bir asker "Komutanım on üç çok, düz on yapsak?" dedi.

Ama bilmiyor ki bu söylediği şeyle tur sayısını daha da arttıracak.

Tarık komutan hafif bir gülüp "Haklısın asker. Yuvarlayalım o zaman. Düz on beş olsun." dedi.

Sonra da sert bir sesle "Başla." diye bağırıp komut verdi.

Eğitimler dışında günlük hayatımda da bolca koşu ve spor yapan biri olmuştum küçüklükten beri.

O yüzden benim keyfim yerindeydi. Ama sigara kullananlar daha beşinci turdan kendini belli etti.

Koşumuz bitince de şınav pozisyonuna geçtik. Bu defa kimse pazarlık yapmaya kalkışmadığından yüzde anlaştık.

Herkes gibi ben de şınav çekerken Tarık komutan tepeme gelip "Kaç oldu asker?" diye kaç şınav çektiğimi sordu.

Aslında otuz beş falan ancak olmuştur ama akıllı bir asker asla gerçek sayıyı söylemez. Hep daha fazlasını söyler. Ben de öyle yaptım.

"Elli yedi komutanım." dedim. "Hızlıymışsın üsteğmen. Dikkat et de sakatlanma." dedi bana gülerek.

Ve tabiki yalan söylediğimi anladı. Her zaman yakalanmışımdır zaten bu konuda yalan söylerken.

Böyle mekikti şınavdı derken saat yedi olmuştu.

Herkes terlemiş kıyafetlerini değiştirip yemekhaneye kahvaltı yapmaya gidecekti.

Ben de odama gittim. Atletim sırılsıklam olmuştu. Sadece teri üzerimden gitmesi için çok kısa bir duş aldım. Temiz kıyafetlerimi giyinip yemekhaneye gittim.

Herkes yerleşip oturmuştu nerdeyse. Ben de tabağımı alıp boş bir masaya geçtim. Tek başıma oturuyordum.

Sonra "Deniz." diye bana seslenen Aytaç komutanımın sesini duydum.

Hemen sesin geldiği yöne gittim. "Emredin komutanım." dedim.

"Haydi tabağını alıp aramıza gel. Öyle tek başına olmaz." dedi. Bence çok ince bir düşünceydi bu.

"Emredersiniz komutanım." diyip tabağımı aldım ve onların masasındaki boş olan yere oturdum.

Öyle normal sohbet ederken aklımdaki Seda ile ilgili şüphelerden bahsetmeye karar verdim.

"Komutanım ben Seda'dan şüpheleniyorum. Yani bir tuhaflık var. Ve o kızı daha detaylı araştırmamız gerektiğini düşünüyorum." dedim pat diye.

"Nasıl bir şüphe bu?" dedi Tarık komutan.

"Bu kadında çözemediğim bir gariplik var. Yani bilmiyorum belki de ben çok şüpheci davrandığım içindir. Ama iyice araştırırsak elbet hakkında bir şeyler buluruz." dedim.

Herkes bir müddet bir şey söylemeyip düşündü. Sonra Tarık komutan "Mete, sen araştırırsın." dedi.

"Tamam komutanım." dedi Mete de düz bir sesle.

Daha sonra da herkes işinin başına gitti. Ben de erlerden biri olan Ömer ile birlikte revire çeki düzen verdim.

Ömer de zaten eczacıymış. Bu da demek oluyor ki, burada bana çok yardımcı olacak.

İşlerimizin büyük çoğunluğunu hallettikten sonra izin kullandım. Normalde ben izin kullanmam ama işlerimi de bir an önce halledip düzenimi oturtmak istiyorum.

Üniformamı çıkarıp siyah bir pantolon ve sade, beyaz kısa kollu bir tişört giydim. Ayağıma da beyaz spor ayakkabılarımı geçirdim.

Saçlarıma hiç dokunmaya gerek bile duymadım.

Arabaya binince kulaklığımı takıp Ezgi'yi aradım. Kısa bir konuşmanın ardından bir kafede olduğunu söyledi. Sonra da konum istedim. Ve attığı konuma gittim.

Güzel, samimi bir kafeydi burası. Etrafa kısa bir göz gezdirişimin ardından onu buldum. O da beni fark etmişti. Hemen yanına gittim.

O da ayağa kalktı. Birbirimize sıkıca sarıldık. Sonra da oturduk.

"Çok özlemişim seni. Hem malûm geçen günki pek de normal bir karşılaşma değildi." dedi, sonda gülerek.

"Haklısın. Ama buralardaysan eğer daha sık görüşürüz tabi." dedim.

"Burdayım tabi. Ortaokulda Türkçe öğretmeniyim ben. Uzun bir süre de öğrencilerimden ayrılmak gibi bir düşüncem yok. Bir de artık sen de varsın, hayatta gitmem." dedi.

İyiki karşılaştık be Ezgi'm.

"Yaa ne güzel. Demek öğretmen oldun. Ben de burda oluşuna inanılmaz derecede sevindim." dedim ben de.

"Ee sen neler yapıyorsun? Yolun nasıl buralara düştü?" dedi bu defa.

"En büyük hayalimi gerçekleştirmenin peşindeyim işte. Yıllar sonra babamın şehit olduğu yere, onu katledenlerin soyunu kurutacak olan mesleğimi yapmaya geldim." dedim kendimden gurur duyduğumu gizlemeyerek.

"Hayaline kavuşmana çok sevindim. Ve tabi burada böyle, yıllar sonra karşılaşmamıza da." dedi o da yüzündeki o güzel gülümsemesiyle.

Havadan sudan konuştuğumuz kısa bir sürenin ardından konu benim ev bulup bulamamama geldi.

"Sen nerde kalacaksın peki?" dedi Ezgi.

"Şuan karakolda kalıyorum. Ama en yakın zamanda bir ev bulmam gerekiyor tabi." dedim.

"Benim aklımda bir fikir var." dedi.

"Neymiş bakalım o fikir?" dedim ben de merakla.

"Ben Havin ile, yani o gün benimle beraber olan arkadaşımla aynı evde yaşıyorum. Ama şuan daha büyük bir eve geçme planları yapıyorduk. Hatta bir ev bulduk da. Sen de eve bir bak, eğer istersen bizimle yaşayabilirsin." dedi heyecanla.

Kısa bir süre düşündükten sonra "Aslında böylesi benim için çok daha iyi olur. Hem zaten işim gereği eve hiç uğrayamadığım günler genelde bayağı fazladır. Ama arkadaşın bu konuda ne düşünür ki?" dedim.

"Bizim karşılaştığımız gün bana senin hakkında çok soru sordu. Seni tanımasa da çok sevdi o. Eminim bizimle yaşamanı o da çok ister." dedi.

"İyi öyleyse. Anlaştık gitti." dedim ben de sevinçle.

Sanırım bunu hep söyleyeceğim İyiki Ezgi ile karşılaştım...

Bu söylediğimden sonra o da küçük bir çocukmuş gibi sevinçle ellerini çırptı ve gelip bana sarıldı.

Ben de sarılışına karşılık verdim tabi.

"Hadi o zaman eve bakmaya gidelim." dedim ben de ona sonra.

"Tamam hadi." diyip çantasını aldı.

Hesabı ödeyip çıktık. Beraber benim arabama geçtik. O da emlakçıyı arayıp eve çağırdı.

Bana da yolu tarif etti. Eve vardığımızda sevindim. Çünkü hem merkeze yakındı hem de karakola. Bu da iki tarafında işine geliyordu.

Site değildi ama site tarzında bir yerdi. Üstelik de sakindi. Bizim evin olduğu apartman 2 katlıydı ve de 2 daire üzeri.

Bizim görüştüğümüz ev 2. kattaydı. Üstelik terası da vardı, bu yönü çok hoşuma gitmişti.

Evin mutfağı Amerikan tarzıydı. Yani oturma odası ile birleşik. Onun dışında da üç odası vardı. Ben Ezgi'ye evi beğendiğimi söyleyince Havin ile de konuştu.

Sonra da emlakçıyla anlaşıp gerekli evrakları imzaladık.

Birkaç gün içinde de taşınırsak çok iyi olur.

Ezgi'lerin beyaz eşya, tabak çanak, ıvır zıvır her şeyleri vardı. Ben de Ezgi'yi evine bıraktıktan sonra kendim için yatak, gardrop gibi gerekli şeyleri aldım. Geri kalanları da ilerleyen zamanlarda hallederim diye düşündüm.

Onlar da eşyalarının büyük bir çoğunluğunu toplayıp taşınma moduna geçtiklerinden üç güne kalmaz yeni evimize geçerdik.

İşlerimi halledip ben de şuanki evim olan karakola gittim.

O sırada da bizim ekip ve başka askerler de çıkıyordu, evlerine gitmek üzere.

Tarık komutan "Ne oldu ev işi Üsteğmen?" dedi bana.

"Bir evde anlaştık komutanım. Birkaç güne taşınacağız arkadaşımla." dedim.

"Taşınıp, yerleşene kadar izin kullanabilirsin." dedi Aytaç komutan da.

"Olmaz komutanım. 'Daha gelir gelmez izin kullandı' dedirtemem ben kimseye." dedim ben de hemen.

Zaten ön yargılı bir toplumuz çoğunluk olarak. Benim de bu ön yargılarını onlara iade edebilmem için görevimi layıkıyla yaptığımı göstermem gerekir. Zamanla da zaten herkes anlayacak kimin nasıl olduğunu.

"O zaman işin bitene kadar erken çıkarsın. Sonradan da fazla mesai falan yaparsın." dedi Tarık komutan.

İşte bu olur. Bu söylediği mantıklı geldi. "O zaman tamam komutanım." dedim ben de.

Sonra onlar çıktı karakoldan ben de içeri girdim.

Odama girecekken ani bir kararla bundan vazgeçip Nazım denen herifi tekrar sorguya çekmeye karar verdim.

Üslerimin bundan haberleri ve de izinleri olmadığı için gizlice halletmeliyim.

Nazım'ın hücresine gidip, ordaki nöbetçi askere "Aç kapıyı asker." dedim.

"Ama komutanım..." diye söze başlayıp kapıyı açmamak için bahane üretecekken sözünü kesip "Sana kapıyı aç dedim asker. Sonra da biraz ileride bekle küçük bir sorguya alacağım sadece o pisliği." dedim.

"Emredersiniz komutanım." diyip dediğimi yaptı o da.

Nazım'ın yanına gidince "Bak yine ben." dedim.

"Diğer kolumu da mı kırmaya geldin?" dedi. Bazen gülmek ve sinirlenmek arasında kalırsın ya, işte tam öyle bir durumdayım ben de.

"Eğer beni buna zorlarsan çok daha fazlasına yapacağıma emin olabilirsin." dedim hafif sinirli bir ses tonuyla.

"Benden daha fazla ne istiyorsunuz? Bütün bildiklerimi anlattım zaten." dedi. Hafiften korkmaya başlamıştı bile. Elleriyle çok daha fazla oynuyor ve de ayaklarını sallıyordu çünkü.

"Hayır anlatmadın." dedim bağırarak. İstemsizce senim yükselmişti.

Biraz sakinleşip " Bütün bildiklerini anlatmadın ve şimdi, hemen anlatacaksın bildiğin ne varsa." dedim.

Aslında belki de doğruyu söylüyordur. Ama zerre kadar güvenmiyorum. O yüzden böyle devam edeceğim. Ya tutarsa hesabı.

"Üstelik şunu da hatırlatmak isterim ki, o çok değerli kardeşin şuan bizim elimizde. Ona bir şey olmasını istemezsin herhalde." dedim.

Tabiki kardeşine hiçbir şekilde zarar vermeyiz. Yarın sorguya alırız o kadar. Ama bu hain herife bütün bildiklerini itiraf ettirmem de gerekiyor bir şekilde.

"Kardeşime de bana da hiçbir şey yapamazsınız." dedi ukala bir şekilde.

Yapamayız değil, yapmayız olacak işin doğrusu. Ama onun bunu bilmesine gerek yok. Minik oyunuma devam.

"Gerekirse istifa ederim. Ama yaparım. Bunu da o aptal kafana kazı. Ve artık bizi oyalamayı kes! Ne biliyorsan dökül, çünkü benim sabrım taşmak üzere." dedim sert bir sesle.

Biraz sessiz kalıp düşündü. Sanırım artık itiraf edecek.

Düşündüğüm gibi de oldu. "Aslında bir şey daha vardı. Tam kesinleşmemişti ama." dedi.

"Benim sabrımla oynamayı kes artık ve ne biliyorsan dökül." dedim.

"Henüz kesinleşmemiş bir plan vardı. Eğer yapacaklarsa, ki iptal edeceklerini hiç sanmıyorum. Yarın merkezdeki ortaokulda yapılacak olan törende, hani o bütün çocukların, öğretmenlerin ve hatta velilerin katılacağı o törene canlı bomba gönderecekler. Ama kimi ayarladılar, tam olarak saat kaçta yapacaklar, orasını hiç bilmiyorum." dedi.

Ama bu olamaz. Eğer bu söylediği doğruysa ve gerçekleşirse bir sürü masum insanın, küçücük çocukların ölmesi demek olur.

"Başka?" dedim.

"Ne başka? Başka bir şey bilmiyorum ben." dedi.

Yakasına yapışıp "İki dakika önce de bir şey bilmediğini söylüyordun. Ama şimdi bomba patlatılacağını öğrendik. Dalga mı geçiyorsun lan sen bizimle!?" dedim bağırarak.

"Bırak beni. Yemin ederim başka hiçbir şey bilmiyorum. Tek bildiğim buydu." dedi korkarak.

"Sana düşünmen için otuz saniye veriyorum. Ne var, ne yok anlatacaksın. Yoksa seni şuracıkta döve döve, acı çektire çektire öldürürüm." dedim, sona doğru kulağına yaklaşıp neredeyse fısıldamıştım.

"Yemin ederim ki başka hiç bir şey bilmiyorum. Gerçekten başka hiç bir şey bilmiyorum. Lütfen bana acı. Kıyma canıma." dedi hiç utanmadan.

"Siz acıdınız mı lan? Bunca masum ölürken siz onlara hiç acıdınız mı? O küçücük çocukların canını alırken hiç utanmadınız mı lan? Şimdi bir de gelmiş 'Acıyın bana' diyor pislik herif." dedim sinirle bağırarak.

Anlaşılan başka bir bildiği yoktu. O yüzden vakit kaybetmeden gitmeliydim. Zaten biraz daha burda kalsam kesin gebertirim bu soysuz şerefsizi.

Ordan uzaklaştım ve o askeri çağırdım.

"Emredin komutanım." diyerek önümde durdu.

"Burayı tekrar kilitle ve Tarık komutanı ara. Telefonu da bana ver." dedim.

Hemen dediğimi yaptı.

Tarık komutan telefonu açar açmaz "Komutanım ben Deniz. Yani Tabipüsteğmen Deniz TAŞKIRAN." dedim.

"Dinliyorum Üsteğmen." dedi o da.

"Komutanım az önce Nazım'dan bir itiraf daha aldım." dedim.

"Sana onu sorgulamanı kim söyledi? Neyse... Ne itirafı?" dedi sert bir sesle.

"Komutanım yarın tören yapılacak okula canlı bomba gönderilecekmiş." dedim.

"Olamaz. Sen orda kal, biz hemen geliyoruz. Plan yapmalıyız." dedi.

Sonra da kapattık telefonu. Telefonu sahibine geri verdim. Sonra da odama gidip üniformamı giydim.

Ezgi ile konuştuklarımız aklıma geldi. Nazım'ın bahsettiği okul Ezgi'nin öğretmenlik yaptığı okuldu.

Buda demek oluyor ki diğer yüzlerce insan gibi Ezgi'nin hayatı da tehlikede.

Bu da bu duruma eskisinden iki kat daha endişelenmeme sebebiyet verdi tabi.

 

 

4. Bölümden selamlarrr.

Yorum yapın ama darılıyorum bak...

İnstagram : b.e.hikayeleri

Loading...
0%