@berivan_elaltunbay
|
Öncelikle yorumlarınızı satır aralarına serpiştirmenizi çok istediğimi belirtiyor ve bölüme geçiyorummm 😚
"Ne yani biz şimdi sizin apartmana mı gelmiş olduk?" dedim onlara. "E biraz öyle olmuş Üsteğmen." dedi Tarık komutan. "Neyse benim için değişen bir şey yok, fark etmez. Hatta yedi kat yabancı komşularımın olmasındansa ekip arkadaşlarımla komşu olmak çok daha iyi." dedim ben de. "Neyse işte, hoşgeldiniz. Bu arada biz sizi de rahatsız ettik. En iyisi içeri geçelim biz." dedi Aytaç komutan. "Komutanım gerek yok. Rahatsız olmayız biz." dedim ben de Ezgi'ye bakarak. Ezgi de "Çay içiyorduk biz de. Size de getirelim hatta. Beraber içeriz." dedi. Biz öyle zaman geçirip sohbet ederken fark ettim ki ben ekibimde çok mutlu olacağım. Ve de birlikte bir çok zorlu görevleri yerine getireceğiz. Buraya gelmeyi hep çok istedim. İyiki bu isteğim gerçekleşmişti. İyiki bu ekibin arasındaydım. Üstelik babama da intikamıma da biraz daha yakındım artık. Hiç bir şeyden pişman değilim, olmayacağım da... Beraber çaylarımızı içip havadan sudan muhabbet ediyorduk. Uzun zamandır böyle samimi bir ortamda bulunmamıştım bile. O yüzden bu beni çok iyi hissettirmişti. Biz böyle otururken saat epeyi ilerlemişti. "İzninizle biz artık gidelim. Biraz yorucu bir gün olmuştu çünkü. Siz keyfinize bakın. İyi geceler." diyip ayağa kalktım. Karşılıklı "İyi geceler" dileme faslının ardından Ezgi ile içeri geçtik. "Yarın kaçta geleceksin? Yine erken gelecek misin?" dedi Ezgi bana. "Olmaz hayatta erken gelemem. Hatta bugün erken geldiğim için yarın fazladan mesai yapacağım." dedim ben de. "Yaa demek öyle." dedi üzgünce. Kıyamam ama, buna da üzülmezsin ya. Kim ne derse desin, bu dünya hassas kalpliler için büyük bir cehennemdir... "Niye üzüldün ki şimdi buna?" dedim ben de. Oturduğu koltuğa, yanına oturarak. "Dışarda yemek yeriz diye düşünmüştüm. Hem zaten bugün de her şeyi bana kakaladın." dedi. "Ama benim suçum yok ki bunda. Yemek yapmayı bilmem ben." dedim ben de. "Ben de annemin karnında öğrenmedim zaten Deniz hanım. Sen de öğrenmek için bir şeyler yapabilirsin." dedi gülerek. "Belki yemek yapmayı öğretecek bir annem olsaydı çoktan öğrenmiştim bile. Onunla birlikte mutfağa girer bir şeyler yapardık. Biliyor musun Ezgi? Ben hep bir ailem olsun istemiştim. Ama ailemi benden aldılar." dedim ben de. Annemi, babamı, ailemi özlüyordum. O özlem her zaman benim içimdeydi. Ailemi benden alanlar yüzünden yıllarımı yalnız başıma geçirmiştim. Yaşıtlarım ailesiyle zaman geçirirken ben yurdun balkonundan koşuşturan çocuklara bakıyordum. Nasıl hâlâ böyle mutlu olmayı başarabiliyorlar, diye. Ben böyle düşüncelere dalmışken gözümden akan yaşı sildim. Bu ara sürekli duygusallaşıyordum. Bir an önce kendimi kontrol altına almalıydım. "Ama öyle deme kuzum. Ben varım artık. Hep senin yanındayım. Sana bildiğim bütün yemekleri de öğretirim, beraber mutfakta çılgınlar gibi yemek yaparız." dedi keyfimi tekrar yerine getirmeye çalışarak. "İyiki varsın. Sen de olmasan kime tutunup da ayakta kalırdım ki ben?" dedim ben de ona. "Hem merak etme. Aileni senden koparanlardan ailenin intikamını alacaksın, alacağız. Hadi üzülme artık. Odana gidip dinlen. Yarın yine iş başı." dedi sonda gülümseyerek. Ona sımsıkı sarıldıktan sonra odama geçtim. Çok tuhaf gelmişti burası bana. Karakoldaki rahatsız edici yatak bile böyle hissettirmemişti. Buranın bende yarattığı garipliği şu an anlamadım ama elbet bir gün bunu da öğreneceğim... Sabah yine erkenden uyanıp rutin işlerimi halledip, üniformamı da giydikten sonra erkenden karakola gittim. "İçtimaya kıl payıyla yetiştin. Hemen diğerlerinin yanına git Üsteğmen." dedi Tarık komutan beni görünce. "Emredersiniz komutanım." diyip bahçeye gittim. Klasik her zaman yapılan şeyleri yaptık. Saat 07.30 olmadan içtimamız bitmişti. Ben de diğerleri gibi kahvaltı yapmak için yemekhaneye gidiyordum. Bizim ekibin olduğu masada bir boş yer vardı. Ben de tabağımla birlikte oraya doğru ilerledim. Yanlarına gidince "Oturabilir miyim buraya?" dedim. "Geç tabi Üsteğmen." dedi Tarık komutan. Ben oturduktan sonra da Aytaç komutan "Bu arada, şunu da bilmelisin ki burası artık senin yerin." dedi. "Teşekkür ederim komutanım." dedim ben de gülümseyerek. Masalarında bana da yer ayırmaları çok hoşuma gitmişti. Özel hissettirmişti işte... Sonra da kahvaltımızı yaptık. Burdaki işler dışında da pek bir muhabbet dönmedi. Eminim ki benim olmadığım zamanlar daha samimi bir şekilde konuşuyorlardır. Ama haklılar, yani ben olsam ben de henüz bir kaç gündür beraber olduğum iş arkadaşımın yanında daha ciddi takılırdım. Kahvaltımız da bittiğinde herkes yavaş yavaş dağılmaya başladı. Bizim masada da Tarık komutan kalmıştı sadece. Ben de ayağa kalkıp yemekhaneden ayrılmak için ilerlemeye başladım. Ama bir kaç adım ilerledikten sonra arkamda birinin olduğunu fark ettim. Dönüp baktığımda Tarık komutanı gördüm. "Bundan sonra içtimaya gelme sen. Revirdeki işlerinle ilgilen. Bütün her şeyin raporunu istiyorum. O yüzden çok işin olur orda." dedi. Sabah içtimaya neredeyse geç kalıyordum diye beni azarlayan adam, şimdi gelmesen de olur diyordu. Çok garip... Ne diyeceğimi bilemedim. Neden artık içtimalara katılmama gerek olmadığını düşünüyordu ki? Aslında kurcalamama pek de gerek yoktu. Sonuçta işime geldi bu durum. Artık bir tık daha rahatım. Gerekirse spor odasında çalışmamı da yapardım zaten ben. O yüzden pek de takmadım. Öğleye kadar herkes kendi işinin başındaydı. Ben ve bana yardıma gelen Ömer de uzun bir süredir revirdeydik. Kağıtlara bakmaktan gözlerim yanıyordu artık. Üstelik öğle yemeğinin saati de geçmişti biraz. "Ömer." diye seslendim. "Emredin komutanım." diyip hazırola geçti. "Rahat." komutunu verdim ben de ve "Hadi sen in yemekhaneye ben de gelirim birazdan." diye devam ettim. "Gerek yok komutanım ben halledip bitirdikten sonra yetişirsem atıştırırım bir şeyler.'' dedi o da. "Ömer, yemekhaneye!" dedim uyarıcı ve de sakin bir ses tonuyla. O da verdiğim mesajı almasından kaynaklı "Emredirsiniz komutanım." diyip çıktı. Ben de elimdeki işi tamamladıktan sonra çıktım. Ama yemekhaneye geçmeden önce temiz bir hava almak istedim. O yüzden de adımlarımı bahçeye yönlendirdim. Kapının kasasına yaslanıp dışarı çıkmayı gerek görmedim. Bugün nöbeti olan askerlerden biri bankta oturuyordu. Sanırım telefonda konuşuyordu biriyle ve de görüntülü bir şekilde. Normalde kızmam gerekirdi ona, görev başında neden telefonuyla uğraştığı hakkında. Ama kızamadım. Hele bir de eşi ve minicik bebeğiyle konuştuğuna şahit olduktan sonra nasıl kızabilirdim ki... Kim bilir ne zamandan beri ailesiyle görüşmeyen, canını vatanına adamış bir askere bir kaç dakikalığına ailesiyle hasretini gidermeye çalıştı diye kızmak benim kalemim değildi. Çünkü bunun çok daha fazlasını hak ettiğini düşünüyorum ben. Bu bile yetersizdi o özlemin giderilebilmesi için... Telefondaki kadının sesi az biraz geliyordu bana da. Ordan dinliyormuş gibi görünüyordum. Ama ben aslında sadece merak ediyordum. Nasıl aile olunur diye... Bu yüzdendi kulak misafiri oluşum. Belki hakkım da değildi, ama kendime de engel olamıyordum. "Az kaldı Gülce'm eğer böyle sakin devam ederse bir kaç günlüğüne izin alıp gelirim yanınıza. Zaten kızım da burnumda tütüyor." dedi sonra. "Çok özledik biz de seni. Zaten önceki gelişinde de apar topar gitmiştin hiç hasret giderememiştik." dedi telefondaki, Gülce. Asker tam cevap verecekken bir kurşun sesi inletti etrafı. Sonrası ise yere düşmüş telefondan gelen "Melih!!! Ne oldu? Cevap ver ne olur." bağırışlarıydı. Kurşun sesiyle uykudan uyanır gibi kendime geldim. Hemen belimdeki silaha sarıldım. Ama Melih'in yerde yattığını görünce başımdan aşağı kaynar sular döküldüğünü hissettim. Etraftan biri ateş açar mı diye düşünemeden koştum yerde yatan askerime doğru. Telefondaki haykırışlar gökyüzüne karışıyordu. Hemen önünde diz çöküp nabzını kontrol ettim. Kalp atışları çok yavaştı, ama atıyordu. Henüz yaşıyordu şükür ki. Sol göğsünden sızan kanı görmemle içimdeki umut kırıntıları da uçup gitti. Lütfen dedim Lütfen kalbine bir şey olmamış olsun. Ama bu söylediğim olmayacak duaya amin demek gibi bir şeydi. Hâlâ bağıran kadının sesini duymazdan gelemedim daha fazla. Bir şey söyleyecek cesaretim olmadığı için kapattım telefonu. Ne diyecektim ki? Kocasının belki de son dakikaları olduğunu mu söyleyecektim ona? Ben bunu yapamazdım. Bahçeye toplanan ve de mevzi alan askerlerden birine "Çok acil ambulans çağır hem de en acilinden." dedim yüksek sesle. Kendimiz götüremezdik, bizdeki arabayla sabit bir şekilde duramazdı. Burada da müdahale edemezdim. Çünkü durumu ağırdı, hastene şarttı. Ambulans gelene kadar yapabileceğim ilk müdahaleyi yaptım. Ambulans gelir gelmez sedyeyle ambulansa alındı Melih. Ben de onun yakınındaki yerimi aldım. Ambulans doktorlarına yarası ve yaptıklarım hakkında bilgi verdim ve gerisine karışmadım, sadece dua ettim. Allah'ım lütfen bu kulunu ailesine bağışla... diye dua ettim. Hastaneye yetişir yetişmez ameliyathaneye aldılar onu. Kapının önünde oturup boş boş duvarı seyrediyordum ben de. Sonra omzumda bir baskı hissettim. Dönüp bakınca da ayağı kalkıp hazırola geçtim. "Rahat Üsteğmen, rahat. Nedir durum?" dedi Tarık komutan. "Komutanım..." dedim. Derin bir nefes aldıktan sonra ise "Durumu ağır." diye devam ettim. "O şimdi gitmemeli, onun bekleyenleri var. Neden bekleyeni, kimsesi olmayandan önce arkasında bırakacağı gözü yaşlı ailesi olanlar gider ki şehadete?" dedim sonra içime bir yerlere kaçan sesimi bulunca. Onun daha minicik bir kızı vardı. Babasız büyümeyi hiç kimse hak etmez. Keşke, keşke onun yerinde ben olsaydım. Arkamda ağlayacak olan ne annem-babam ne de kendi ailem yoktu. Şehitliği en çok kimsesizler hak ediyordur belki de. En azında bunca acının, yalnızlığın mükâfatı olarak... "Üsteğmen kendine gel!" diyen Tarık komutanla daldığım düşünce havuzundan çıktım. "Komutanım bu nasıl oldu? Yani sadece tek bir kurşundu, ortada saldırı falan da yoktu." dedim. Çünkü bu çok saçmaydı. "Merak etme Üsteğmen o şerefsiz her kimse her yerde aranıyor. En kısa sürede de bulunacaktır." dedi Tarık komutan. Ameliyathane kapısının aralanmasıyla hızla oraya döndük. "Doktor bey nedir durum?" dedim. "Durum çok vahim. Kurşun kalbin hemen yanında. Üstelik çok kan kaybetmiş." dedi doktor. "Kan grubu ne? Belki bizimki uyuyordur." dedi Tarık komutan. "AB rh + Mümkün olduğunca acele edin lütfen." diyip ilerledi doktor. "Komutanım benimki uymuyor." dedim çaresizlikle. "Benimki de." dedi o da aynı şekilde. Sonra da "Ben bizimkileri arayıp söyleyeyim. Sorsunlar oradakilere." dedi Tarık komutan. Ben de "O zaman ben de bir arkadaşıma haber vereyim." dedim ben de. Ve cebimden çıkardığım telefonda Ezgi'nin numarasını aramaya başladım. Bulur bulmaz da aradım. O telefonu açar açmaz da direkt sadede girdim. Onun da kanı uymuyormuş. Havin'e soracağını ve onunki de olmazsa onun kuzenlerine sormasını isteyeceğini söyleyip kapattı. Bana geri dönüş yapmasını beklediğim işkence gibi geçen dakikaların ardından telefonum çaldı. Hiç beklemeden kaldırdım. "Deniz, Havin'in bir kuzenininki uyuyormuş. Seve seve kan verebileceğini söyledi o da. Ben de olduğunuz hastaneyi söyledim gelir birazdan." dedi bir çırpıda. "Süpersin Ezgi'm yaa. İnan çok büyük yardımın dokundu. İyiki varsın." dedim ben de. "İnşallah iyileşebilir..." dedi Ezgi. "İnşallah siz dualarınızı eksik etmeyin." dedim ben de. Telefonu kapattıktan sonra hemen Tarık komutanın yanına koştum. "Komutanım." dedim hazırola geçerek. "Rahat Üsteğmen, nedir durum?" dedi Tarık komutan. "Kan grubu uyan biri bulundu. Birazdan gelir." dedim çarçabuk. Bir an çok minik bir gülümseme gördüm sanki dudaklarında, ama belli belirsiz bir şeydi bu. O an telefonu çaldı Tarık komutanın. Konuşması bitince tekrar bana döndü ve "Bizim karakolda da kanı uyan bir kaç kişi yoldaymış şuan." dedi. "Çok şükür. Kurtulacak inşallah." dedim ben de. Sonra giriş kapısına yöneldim. Yeni içeri giren 30 yaşlarında bir adam bana doğru gelmeye başladı. Ne olur ne olmaz diye tetikteydim. "Siz yaralanan askeri tanıyor musunuz? Ben kan vermeye gelmiştim de." dedi bana az da olsa çekinerek. "Evet, buyrun lütfen hemen işlemleri halledelim önce." dedim ben de kan alınacak odaya doğru büyükçe adımlar atarak. Karakoldan gelenler de kan verdikten sonra geri yapmamız gereken tek şey beklemekti. Dualarımızı eksik etmeden bekmek. Bahçede bankta oturan Tarık komutanımı görünce yanına gittim, oturdum. "Komutanım" "Efendim" "Böyle bir şey nasıl olur? Daha önce de olmuş muydu?" dedim biraz merak biraz da hüzünle. "Hayır. İlk defa böyle bir durumla karşı karşıyayım. Meğer benim aslanlarımın içerisinde bunca zamandır bir hain varmış. Zaten o yüzden böyle şaşkınım ya..." dedi. Söyleyecek söz bulamadım. Çünkü ben de ilk defa böyle bir şeyle karşı karşıyaydım. "Bizim bölgenin Albayı da geldi zaten. En kısa sürede her şey ortaya çıkacak." diye devam etti Tarık komutan. Bir süre sonra içerden bir asker geldi. "Komutanım, Melih'in durumu iyiye gidiyormuş. Kardeşim iyileşecek inşallah." dedi selam verdikten sonra. İkimiz de aynı anda ayağa kalktık. Çok şükür... Dedim kendi kendime. Sonra da hemen doktorun yanına gittik, konuştuk. Çok yakında aslanlar gibi burdan çıkacaktı inşallah. Tarık komutan, Melih'in yakın arkadaşı olduğunu düşündüğüm kişiye durumu bizzat gidip Melih'in ailesine anlatmasını söyledi. Sonra da bir kaç kişiyi hastanede nöbetçi ve refakatçi olarak bırakıp, karakola döndük. Tarık komutanın bahsettiği, bölge Albayı diye tahmin ettiğim bir adam da vardı karakolda. Yaşını almış olduğunu tahmin ediyordum ancak fiziksel yönden yaşından çok daha genç göründüğü de aşikardı. "Gelin, biz de sizi bekliyorduk." dedi boş sandalyeleri göstererek. Aytaç komutan, Samet, Ekin, Tahir, Mete herkes ordaydı. "Ne oldu Fırat komutanım?" dedi Tarık komutan sandalyesine otururken. Ben de yerime oturduğumda Fırat komutan konuşmaya başladı. "Öncelikle, zaten çok geniş çaplı bir araştırma içerisindeydik. Elimizde olan adamları konuşturmaya çalışıyorduk. Burda askerimizi vuran haini de yakaladık. Her birinden edindiğimiz bilgilere dayanarak çok kıymetli bilgilere ulaştık." dedi Fırat Komutan. "Peki bunun sonucunda, bizim yapacağımız görev nedir?" dedi Aytaç komutan. "Gruplara ayrılacaksınız." dedi Fırat komutan. Ve devam etti "Aytaç, sen Ekin ve Samet detaylarını daha sonra sadece size anlatacağım görev için yola çıkacaksınız hemen bugün." diye. Daha sonra da "Tarık ve Deniz." dedi. Dikkatimi daha da arttırdım. Biz iki kişi ne yapacaktık ki? "Sizin işiniz biraz daha farklı ve zor. Edindiğimiz bilgilere göre iki gün sonra yapılacak olan davette bir grubu yakalayacaksınız. En azından onların sahip olduğu bilgileri yakalayacaksınız." dedi. "Komutanım, peki biz bu davette garson olarak falan mı bulunacağız?" dedim ben de. "Hayır. Yani ilk başta o da seçenekler arasındaydı. Ama o olmaz. Çünkü işiniz daha da zorlaşır. Başka bir şekilde olacak." diye yanıtladı. Neden taksit taksit söylüyor onu da anlamadım gerçi. Bir kerede söylesene işte ne yapacağımızı be adam. "Komutanım biz nasıl gideceğiz o davete?" dedi Tarık komutan. Evet işte milyonlarca yürek, akıllarda tek soru... "Siz o davete birbirlerini delicesine seven bir çift olarak katılacaksınız. Gereken ayarlamalar yapıldı, adınız yani sahte adlarınız davet listesinde ekli. Gerçek bir çift gibi görünüp herkesi inandırmalısınız. Sonrasında yapacaklarınızı ise daha sonra size aktaracağız." diye yanıtladı bizi Fırat komutan. Ben yanlış mı duydum? Yoksa gerçekten de çift olarak katılacağımızı mı söyledi o? Üstelik birbirini delicesine seven ve herkesi buna inandırması gereken bir çift gibi... Bir kere ben Tarık komutanın bir kalbi olduğundan bile şüpheliyim, aşıkmış gibi nasıl davranacaktı? Gerçi benimki de laf... Hadi o başardı diyelim, ben nasıl yapacaktım? Dağlarda günlerce yürüyüp, çatışmak olsaydı görevim asla koymazdı, zor da gelmezdi bana. Ama bu çok farklı. Ben bir süreliğine Deniz olmayacaktım resmen... "Şunu da belirtmeliyim ki bu görevden başarısız dönmek gibi bir lüksünüz yok! Bu son derece önemli. Ne olursa olsun ordakiler sizden şüphelenmeyecek. Anlaşıldı mı?" dedi Fırat komutan. "Emredersiniz komutanım." diye bağırdık ikimiz de. Çift olmak, çift gibi davranmak. Aşık gibi bakmak... Bana böylesine yabancı olan şeylerle ne kadar dayanabilirdim hiç bilmiyorum. Üstelik Tarık komutanla...
Eveeett, nasıldı bölüm? Sonraki bölümlerde neler olcak neleerr... Yorum istiyorum bol booll İnstagram: b.e.hikayeleri |
0% |