@berrasarfaklarli
|
Draco odadan çıkar çıkmaz, hastane odasında gerilim dolu bir sessizlik çökmüştü. Nina’nın kalbinde, Draco'nun sözleri yankılanıyor, kafasında sorular cirit atıyordu. Arkadaşlarının öfkeli bakışları arasında, kalbinde bir karanlık güç uyanmaya başlamıştı. O an, Harry’nin sesi bir fısıltı gibi geldi: "Nina, ona güvenmemelisin. Bu sadece bir oyun." Nina, Harry’nin endişesini anlıyordu ama Draco’ya karşı hissettiği çekim, duygularını karmaşık hale getiriyordu. "Ama o değişmeye çalışıyor," dedi, sesi biraz titreyerek. "Karanlık tarafta olmasına rağmen içindeki savaşı görüyorum. Ona yardım etmeliyiz." Ron, bu duruma dayanamadı. "Kendine gel, Nina! Onun geçmişi, karanlığı seni yutabilir. Bunu görmek istemiyor musun?" dedi, gözleri parlıyordu. O an, Nina’nın zihninde bir şey kımıldadı. Draco’nun gözlerindeki derin acıyı hatırladı. Karanlık, içindeki gizemli gücün alevlenmesine sebep olmuştu. "Belki de onun gibi hisseden birine ihtiyacım var. Belki de ona yardım edebilirsem, kendimi daha iyi anlayabilirim," dedi, kendine güvenerek. Harry ve Ron, gözlerini açarak birbirlerine baktılar. "Bu düşündüğünden çok daha tehlikeli olabilir," diye mırıldandı Ron. "Draco'nun yanında olmak, seni karanlığa daha da çekebilir." Nina, kafasını salladı. "Ama ben, bu karanlığı dengelemek için onun yanında olabilirim," dedi. İçindeki hisler daha da güçlenmişti, adeta bir büyü gibi sarıyor ve sarmalıyordu.
Nina, St. Mungo’nun soğuk, beyaz duvarları arasında yürürken kalbi adeta çırpınıyordu. Draco’nun gözlerinde gördüğü acı, içindeki duyguları karıştırmıştı. O, karanlığın derinliklerinde kaybolmuştu ama Nina onun hala kurtarılabileceğini hissediyordu. St. Mungo’dan çıkarken yüzüne çarpan serin hava, düşüncelerini bir nebze de olsa sakinleştirdi. Hogwarts’a dönmek, ona huzur getirebilir miydi, emin değildi. Ama tek bildiği, Draco'yu görmek istemesiydi. Hogwarts’a adım attığında, okulun loş koridorları ona her zamanki gibi tanıdık geliyordu. Fakat bu sefer kalbindeki karanlık, onu adeta boğuyordu. Kafasını toplamak ve düşüncelerini netleştirmek için kendine sessiz bir köşe arıyordu. İhtiyaç Odası, böylesi zamanlar için mükemmel bir yerdi. Düşünmeden kendini odanın kapısının önünde buldu. "Bir şeylere ihtiyacım var," diye fısıldadı ve kapı önünde belirdi. İçeri adım attığında, oda ona huzur veren bir sıcaklıkla karşılık verdi. Raflarda kitaplar, yumuşak koltuklar ve ona dinginlik verecek bir ortam vardı. Ancak odanın içinde yalnız olmadığını fark etmesi fazla uzun sürmedi. Draco, odanın köşesinde, duvara yaslanmış, düşüncelere dalmış şekilde duruyordu. Gözleri hafifçe kısılmış, yüzündeki çizgiler yorgunluğun ve karanlığın izlerini taşıyordu. O an, Draco’nun içindeki fırtınayı gördü. O da burada, bu odada, aynı şekilde kaçmak istemişti. Ama karanlıktan kaçmanın ne kadar zor olduğunu her ikisi de biliyordu. Nina’nın içeri girdiğini fark ettiğinde Draco, başını kaldırdı ve gözleri Nina’yla buluştu. Bir an için ikisi de bir şey söylemedi. Odadaki hava yoğun, gerilim doluydu. Sessizlik, ikisinin arasında asılı kalmış gibiydi. Sonunda, Draco derin bir nefes aldı ve konuştu, sesi kırılgandı ama soğuk bir mesafe barındırıyordu. "Nina, burada ne yapıyorsun?" diye sordu. "Beni mi takip ediyorsun?" Nina, birkaç adım daha atarak ona yaklaştı. "Sadece düşünmek istedim," dedi, sesi nazikti. "Ama seni buldum. Sana yardım etmek istiyorum, Draco. İçindeki savaşı görüyorum." Draco, gözlerini kaçırdı. "Kimse bana yardım edemez," dedi karanlık bir gülümsemeyle. "Beni kurtarmak için çok geç. Karanlıkta çok derinlere battım. Voldemort’a olan bağlılığımı geri alamam." Nina, bir an duraksadı. Draco'nun bu kadar kaybolmuş olduğunu düşünmek acı vericiydi. Ama içindeki hisler, onu cesur olmaya itiyordu. "Hayır, yanlış düşünüyorsun. Senin içinde hala iyi bir şeyler var, Draco. O acıyı görüyorum, ama onu aşabilirsin." Draco bir adım daha yaklaştı, yüzü Nina’nınkine çok yakındı. "Sadece acı ve karanlık var, Nina," dedi, sesi hırıltılı ve alaycıydı. "Beni kurtarmak istiyorsan, kendini tehlikeye atıyorsun. Ve sana bunu yapmam. Seni karanlığa çekemem." Nina, başını salladı. "Belki de karanlıkla yüzleşmekten korkmuyorum," dedi, sesi kararlıydı. "Kendi içimde de bir karanlık var, ama bu karanlığı kontrol edebilirim. Sana yardım etmek istiyorum çünkü sen de bunu yapabilirsin. Bunu birlikte aşabiliriz." Draco’nun gözleri bir an için yumuşadı. O karanlık, sert maskenin arkasında, hala bir parça umut vardı. Ama çok geçmeden, yüzüne tekrar sert bir ifade oturdu. "Voldemort benim üzerimde bir iz bıraktı. Bunu silmek mümkün değil. Her adımım, ona daha fazla bağlanmamı sağlıyor." Nina bir adım daha yaklaştı, Draco’nun eline dokundu. "İçindeki iyiliği sen kontrol edebilirsin. Voldemort’un seni tamamen ele geçirmesine izin vermek zorunda değilsin." O an, Draco bir an duraksadı. Odaya bir sessizlik daha çöktü. Draco, Nina’nın gözlerinin derinliklerinde kaybolmuş gibiydi. Onun içindeki ışık, Draco’nun karanlığını bir an için bile olsa dağıtmıştı. Ama bu his, Draco’nun içindeki derin savaşı hafifletmeye yetmiyordu. Birden, odanın kapısı gıcırdadı. İkisi de dönüp baktığında, kapı hafifçe aralandı ve içeri soğuk bir rüzgar doldu. Draco, aniden geri çekildi. Yüzünde bir kararlılık ifadesi vardı. "Gitmeliyim," dedi, Nina’ya bakmadan kapıya yönelerek. "Bu senin için tehlikeli olabilir. Bana yardım etmeye çalışma, Nina." Nina, Draco’nun gitmesine izin vermemek için bir adım attı ama kapı arkasından kapanırken Draco’nun karanlığa doğru kaybolduğunu gördü. İçinde hissettiği acı, bir girdaba dönüşüyordu. Onu kurtarabileceğine inanıyordu, ama Draco bu savaşı tek başına vermek zorundaydı. Oda tekrar sessizliğe büründü. Nina, derin bir nefes alıp kendini toparlamaya çalıştı. Draco’nun karanlıkla olan savaşı, belki de onun yaşamındaki en büyük mücadeleydi. Ama Nina vazgeçmeyecekti. Kendi karanlığıyla da yüzleşip ona yardım etmeye kararlıydı.
|
0% |