@berrasarfaklarli
|
Büyük Salon’da yemekler her zamanki gibi bollukla doluydu; tabaklarda buğulanan yemekler, birbiriyle şakalaşan öğrencilerin kahkahaları arasında yükselen bardak sesleri, Hogwarts’ın sıcak atmosferine karışıyordu. Fakat Nina için her şey bulanıklaşıyordu. İki haftadır üzerinde hissettiği garip ağırlık, zihninde ve bedeninde yankılanan karanlık bir baskı halini almıştı. Shifting süresi dolmak üzereydi ve bunu her geçen gün daha da net hissediyordu. Ancak Draco ile olan son konuşmalarından sonra bu gerçekle yüzleşmek istememiş, direnmeye çalışmıştı. Nina, Slytherin masasında otururken elindeki çatalı güçlükle tuttu. Gözleri önündeki tabağa odaklanmıştı ama yemeklerin kokusu midesini bulandırıyordu. Kalbindeki tuhaf sıkışma, ona çoktan bir şeylerin ters gittiğini söylüyordu. Kendini zayıf ve çaresiz hissediyordu, ama kimseye bu durumu açıklayamıyordu. Draco, hemen yanında oturuyordu; sessiz ama göz ucuyla Nina’yı izliyordu. Onun her zamanki parlaklığı gitmiş, solgun bir suret halini almıştı. O an, Nina’nın yüzü kağıt gibi beyazlaştı ve vücudu aniden gevşedi. Draco bir an bile tereddüt etmeden, Nina’nın baygın bedeni kucağına düşer düşmez panikle kalktı. Kalbi çarpıyor, nefesi hızlanıyordu. Gözlerindeki endişe, çevredeki herkesin dikkatini çekmişti. “Nina! Nina!” Draco, sesi titreyerek bağırdı, ama cevap alamadı. Salonda bir uğultu yükselirken öğrenciler şaşkınlıkla bu durumu izliyorlardı. Ron ve Hermione hemen Harry’nin yanına koştular, fakat Draco, Nina’yı nazikçe tutarak doğruca Büyük Salon’un kapısına yöneldi. “Yolu açın!” Draco’nun sesi keskin bir emir gibi yankılandı. Öğrenciler hemen aralarından yol açtı. Draco, kollarında baygın olan Nina ile birlikte hızla hastane kanadına doğru koşmaya başladı. Zihninde milyonlarca soru vardı. Ne olmuştu? Neden bu kadar kötü görünüyordu? İçindeki korku giderek büyüyordu. Hastane Kanadına vardığında, Madam Pomfrey hemen Draco’yu karşıladı. "Ne oldu ona?" diye sordu endişeyle. Draco, terli alnını silerek, "Aniden bayıldı... bir şeyler ters gidiyor," dedi, sesi titrek ve kaygılıydı. Madam Pomfrey, Nina’yı Draco’nun kollarından aldı ve hızla bir yatağa yatırdı. Draco, bir an bile gözünü Nina’dan ayırmadan ona yardım etmeye çalışan Pomfrey’i izledi. İçinde yükselen çaresizlik, her saniye daha da artıyordu. “Neler olduğunu bilmiyorum,” diye tekrarladı Draco, kendini suçlu hissederek. "Bir süredir kötüydü ama bunu söylemedi." Madam Pomfrey, Nina’nın nabzını kontrol ederken yüzü ciddi bir ifadeyle asıldı. “Şu an istirahat etmesi gerekiyor,” dedi sakin bir sesle. Draco’ya baktı. “Burada durma, Draco. Gitmelisin.” Ama Draco yerinden kımıldamadı. “Ne olduğunu bilmeliyim. Nina bana söylememiş olabilir ama… bir şeyler çok yanlış. Ne oluyor?” Draco, Nina'nın gözlerinin aniden açılmasını gördüğünde bir anlık rahatlama hissetti. Ancak, onun bakışlarındaki karmaşayı ve zayıf ifadesini görünce bu rahatlama hızla kayboldu. Nina'nın gözleri, derin bir karanlıkla doluydu ve sanki içindeki dünya alt üst olmuş gibiydi. "Nina, ne oldu? Neden böyle görünüyorsun?" Draco, sesinde endişe ve hafif bir titreme ile yanına yaklaştı. Gözleri Nina'nın yüzünde, her bir detayı incelemekteydi; solgun teni, titreyen dudakları, ama en çok da içindeki korku ifadesi dikkatini çekiyordu. Nina, bir an için derin bir nefes aldı, ama bu bile onun için zorluydu. "Draco… yarın, Karagöl’ün kıyısındaki bankta her şeyi anlayacaksın," dedi, sesi zayıf ama kararlıydı. Sanki içinde bir şeylerin yerine oturmasına yardım etmek için son bir çaba harcıyordu. Draco, Nina’nın bu sözlerini duyduğunda kafası karıştı. "Karagöl? Neden orada? Ne oluyor, lütfen bana söyle!" Endişesi her geçen saniye artıyor, Nina'nın yüzündeki ifadenin ardındaki sırra ulaşmaya çalışıyordu. Onun yanında dururken, içindeki hislerin ağırlığı artıyordu; Nina’nın başına gelenlerin arkasındaki gerçeği öğrenmek istiyordu. "Neden şimdi söylemiyorsun? Beni daha fazla korkutma." Draco, sesini alçaltarak fısıldadı. İçindeki kaygı, onu daha da tedirgin ediyordu. |
0% |