@berrasarfaklarli
|
Ertesi gün, St. Mungo’dan çıkan Nina, Karagöl’ün kıyısındaki bankta Draco’yu bekliyordu. Hava biraz serin, gölün üzerinde hafif bir esinti vardı. Draco, biraz geç de olsa yanına geldiğinde gözlerinde karışık duygular okunuyordu. Dün geceki baygınlık anı zihninde sürekli dönüp duruyordu ve nedenini anlamak istiyordu. Nina, St. Mungo’dan çıktıktan sonra biraz toparlanmış gibi görünse de yüzündeki endişe silinmemişti. Sessizce oturup gölün derinliklerine bakarken, Draco yanına geçti ve bankın ucuna oturdu. Gözleri hala Nina’da, ondan gelecek açıklamayı bekliyordu. "Nina," diye seslendi Draco, sesinde hafif bir titreme vardı. "Dün gece neler olduğunu anlatmak zorundasın. Gerçekten çok korktum. Senin... böyle olmanı izlemek zorunda kalmak korkunçtu. Ne oldu?" Nina, derin bir nefes alıp Draco’ya döndü. Gözlerinde hem bir kararlılık hem de içsel bir mücadele vardı. Uzun bir sessizlikten sonra, nihayet konuşmaya başladı. “Draco, sana söylemem gereken bir şey var. Ben... buraya nasıl geldiğimi sana hiç anlatmadım.” Sesi derin bir ciddiyetle doluydu. “Ben bu dünyadan değilim. Hogwarts'ta, bu evrende olmayı seçmedim. Shifting yaparak buraya geldim.” Draco’nun gözleri büyüdü. "Shifting mi? Ne demek bu? Ne kast ediyorsun?" Sesi şaşkınlıkla doluydu ama aynı zamanda Nina’ya inanmamak istemiyordu. Nina başını hafifçe eğdi, gözleri uzaklara dalmıştı. “Ben başka bir dünyadan geldim. Gerçek dünyam... Hogwarts’tan farklı. Orada sihir diye bir şey yok. Ama burası, burası her şeyin mümkün olduğu bir yer ve burada sen varsın. Ancak, buradaki sürem dolmak üzere. Zamanım azaldı, Draco.” Draco, Nina’nın sözlerini sindirmeye çalışırken gözlerindeki şok ifadesi yerini derin bir üzüntüye bıraktı. "Ama... gitmek zorunda değilsin, değil mi? Bir yol bulabiliriz... beni de yanında götürebilirsin. Ne olursa olsun, seni bırakmak istemiyorum. Lütfen..." Draco’nun sesi neredeyse yalvarır gibiydi. Nina, Draco’nun elini nazikçe tuttu, gözlerinde bir damla yaş belirdi. “Draco, denemek zorundayız. Belki bir yol bulabiliriz ama eğer geri dönmem gerekirse… seni göremeyecekler. Sadece ben görebileceğim.” Draco bir an sessiz kaldı. Sonra başını salladı. “Önemli değil. Sadece seninle olmak istiyorum, başka kimsenin beni görmesi önemli değil.” Nina, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Draco'nun elini sımsıkı tuttu ve sakin bir tonda konuştu. “Tamam, o zaman deneyelim.” İkisi el ele tutuşmuştu. Nina, derin bir konsantrasyonla gözlerini kapattı ve içinden "Kendi gerçeklerime dönmek istiyorum," diye fısıldadı. Draco ise onun yanında, kalbi hızla atarak, neler olacağını bekliyordu. Bir anda etraflarındaki dünya kayboldu, her şey bulanıklaştı. Sanki gökyüzü ve yer birbirine karışmıştı. Bir an Draco başının döndüğünü hissetti ama Nina’nın elini bırakmadı. Birkaç saniye sonra, ikisi de bir anda bambaşka bir yerde buldular kendilerini. Nina, artık Hogwarts’ta değildi. Etrafında tanıdık evler ve sokaklar vardı. Kendi dünyasına geri dönmüştü. Ama Draco... o hala oradaydı, Nina’nın yanında. Ama çevresindeki insanlar onu göremiyordu. Draco, etrafına bakıp şaşkınlıkla fısıldadı: “Bu... bu senin dünyan mı?” Nina ise hafif bir gülümsemeyle ona bakarak, “Evet, Draco. Bu benim dünyam. Ama burada yalnızca ben seni görebiliyorum. Bundan sonra ne yapacağız, bilmiyorum...” Nina böyle dedikten sonra bir an için gözü ellerine kaydı. ikisinin Ellerinde de hala asaları vardı. Nina şok içinde "bu nasıl olur asalarımız hala bizimle" Draco'nun kafası karışmıştı. "Öyle olmaması mı gerekiyordu?" Diye sordu. Nina'nın başı dönüyordu. "Şu an neyin olması gerektiğini bilmiyorum, Draco..."
|
0% |