@berrasarfaklarli
|
Nina, Profesör Binns’in monoton ses tonuyla işlediği dersi dinlemeye çalışıyordu. Tarih, her zaman ilgisini çekmişti; özellikle de büyücülük dünyasının geçmişine dair detaylar. Ancak Profesör Binns’in ölümsüz, ruh gibi varlığı ve heyecansız anlatımı, en hevesli öğrenciyi bile sıkabilirdi. Tebeşir tahtada yavaşça kayarken, sınıfı bir rehavet kaplamıştı. Çoğu öğrenci ya gizlice konuşuyor ya da uykuyla mücadele ediyordu. Binns, dikkat çekici bir olay anlatıyormuş gibi görünse de sesindeki tekdüzelik yüzünden kimse farkında değildi. Tam o sırada sınıfın kapısı sert bir şekilde açıldı. Draco Malfoy, hiç özür dilemeden içeri girdi. Kapının açılmasıyla birlikte sınıfta kısa bir sessizlik oluştu. Herkes ona baktı, ama Draco hiç aldırış etmeksizin başını dimdik tutarak sınıfın ortasına doğru yürüdü. Gözleri sert ve tehditkârdı, sanki bir şeyden oldukça rahatsızmış gibi görünüyordu. Nina, Draco’nun sınıfa geç girmesinden rahatsız olmuştu, ama dikkatini dağıtmamaya çalıştı. Ancak Draco, sınıfta etrafına göz gezdirirken boş kalan tek yerin hemen Nina’nın yanı olduğunu fark etti. Gözlerinde belli belirsiz bir parıltı belirdi ve Nina’ya doğru yürümeye başladı. O an, kalbindeki rahatsızlığı hissetti; Draco’nun bu kadar yakınında olmak istemiyordu. Draco masaya yaklaşıp sert bir şekilde sandalyeye oturdu, hiçbir şekilde dersle ilgilenmiyordu. Gözleri, adeta Nina’yı delip geçercesine ona dikilmişti. Nina, Draco’nun bakışlarından kaçınmaya çalışarak önündeki deftere odaklanmaya çalıştı. Sessizliğin boğuculuğu içinde Draco birden eğilip fısıldadı, sesi alaycı ve tehdit doluydu: “Bir daha bana karşı gelirsen, sonun kötü olur, bayan asi(!)” Nina, Draco’nun bu tehditkâr yaklaşımına sinirlenmişti. Kalbi hızla çarpmaya başladı ama dışarıya sakin ve soğukkanlı görünmek istiyordu. Derin bir nefes aldı ve yavaşça ona döndü. Gözlerinde bir parça meydan okuma vardı. Bu dünyada, kimsenin kendisine ne yapacağını söylemesine izin verecek değildi. “Korkarım ki, senin tehditlerin beni korkutmayacak kadar zayıf, Draco,” dedi alçak bir sesle, ama sözlerinde kararlılık vardı. “Ne yaparsan yap, bana karışamazsın.” Draco, Nina’nın bu cevabı karşısında hafifçe gülümsedi, ama bu gülümseme sıcaklık ya da anlayış barındırmıyordu. “Göreceğiz, Nina,” dedi sinsi bir ses tonuyla, gözleriyle tehdit savurmaya devam ederek. “Slytherin’de ya kurallara uyarsın, ya da sonuçlarına katlanırsın.” Nina, Draco’nun bakışlarını önemsememeye çalışarak önündeki derse odaklandı. Büyücülük dünyasında, onun gibilerle başa çıkmak zor olabilirdi, ama Nina kararlıydı. Bu dünyada var olmayı seçtiyse, kimseye boyun eğmeyecekti. Profesör Binns, sınıfın arkasında yaşanan bu gerginliği fark etmemiş gibi, tarihin derinliklerinde kaybolmuş anlatımına devam ediyordu. Ancak sınıftaki bazı öğrenciler Draco ve Nina arasındaki bu gerilimi fark etmiş, fısıldaşmaya başlamışlardı. Slytherin'deki diğer öğrenciler Nina'nın cesaretine şaşırmıştı; Draco'ya karşı koymak herkesin harcı değildi. Ders boyunca Draco, zaman zaman Nina’ya bakmayı sürdürdü. Ama Nina, onun bu bakışlarına aldırış etmeyip notlarını tutmaya devam etti. Ne kadar tehdit ederse etsin, Nina kendi yolunu seçmişti ve kimse ona ne yapacağını söyleyemezdi. |
0% |