Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm Karanlık Sır

@berrasarfaklarli

Nina, uyuyamadığı bir gecenin karanlığında yatakta dönüp duruyordu. Hogwarts’ın taş duvarlarının ardında huzur bulmak ne kadar zordu, her şey çok tuhaf ve karmaşıktı. Kafasında Draco’nun gün içinde söyledikleri yankılanıyordu; onun o kibirli, ama bir o kadar da gizemli tavrı Nina’yı şaşkınlık içinde bırakmıştı. İçindeki huzursuzluğu bastıramayarak yorganını üzerinden atıp yatağından kalktı.

Astronomi Kulesi, geceleri onun için bir kaçış yeri gibiydi. Yıldızlara bakarak zihnini sakinleştirebileceğini umuyordu. Sessizce yatakhaneden çıktı ve koridorlarda ilerlemeye başladı. Okulun sessizliği, adımlarının yankılanmasına neden oluyordu. Merdivenlerden yavaşça yukarı tırmanırken kalbi hafifçe hızlandı. Kuleye ulaştığında, yıldızlar her zamanki gibi parlak görünüyordu, ama gece her zamankinden daha karanlık ve ağır hissettiriyordu.

Kulenin köşesine vardığında, orada yalnız olmadığını fark etti. Birinin orada durduğunu görebiliyordu; omuzları hafifçe sarsılıyordu, sanki ağlıyormuş gibi. Daha da yaklaştığında, o kişinin Draco olduğunu fark etti.

Draco Malfoy, her zamanki soğuk, kibirli duruşunun tam aksine, derin bir acı içinde görünüyordu. Nina, onun bu halini görmekten şaşkına dönmüştü. Draco, son derece savunmasız görünüyordu; gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Ama ona yaklaştığını fark ettiğinde, hızla yüzünü silip sert bir ifadeye büründü.

“Nina?” dedi, sesi önceki kadar tehditkâr değildi ama hâlâ bir sertlik barındırıyordu. “Burada ne işin var? Git buradan!”

Nina, Draco’nun bu tepkisine aldırmadan ona daha da yaklaştı. İçindeki şefkat onu durduramaz hale getirmişti. “Draco, ben... seni böyle görmeye alışık değilim. Neler oluyor? Sana bir şeyler olmuş gibi görünüyor.”

Draco, ona öfkeyle baktı, ama bu öfkenin ardında çaresizlik vardı. Nina’nın sözleri, onun sert kabuğuna nüfuz etmiş gibiydi. “Bu senin işin değil, anladın mı? Hayatım hakkında hiçbir şey bilmiyorsun. Beni rahat bırak!”

Ancak Nina, Draco’nun kendini ne kadar zorlarsa zorlasın, bir şeylerin çok yanlış olduğunu hissediyordu. Bu kadar acı çektiğini görmek, içini burktu. Draco’nun o duvarlarını kırmaya kararlıydı, çünkü o kadar yalnız ve kaybolmuş görünüyordu ki, onu böyle bırakmak istemiyordu.

“Draco, bana söyleyebilirsin,” dedi Nina, gözlerinde yumuşak bir ifadeyle. “Biliyorum, zor olabilir ama eğer bir şeyler seni bu kadar etkiliyorsa... belki paylaşmak iyi gelebilir.”

Draco, bir an sessiz kaldı, sanki Nina’nın samimiyetini tartıyormuş gibiydi. Ardından, derin bir nefes alarak kafasını iki yana salladı. “Senin anlamayacağın şeyler bunlar, Nina. Bunlar... çok daha büyük şeyler. Bana yardım edemezsin.”

Nina, onun bu savunma duvarına karşı sabırlı bir şekilde yaklaşmaya devam etti. “Eğer bu kadar büyük bir şeyse, belki yardım edemem. Ama denemeden bilemeyiz, değil mi?” Sesi yumuşak ve şefkat doluydu.

Draco, bir an daha ona baktı ve sonunda gözlerindeki direnci yavaşça bıraktı. Yüzü gerildi, sanki uzun zamandır sakladığı bir sırrı söylemek üzereymiş gibi. Sessizliği bozan kelimeler, Nina’nın düşündüğünden çok daha ağırdı.

“Voldemort...” dedi Draco, sesi titreyerek. “O... geri döndü.”

Nina’nın nefesi kesildi, duyduğu şeyin ağırlığını bir an kavrayamadı. “Ne... ne diyorsun?”

Draco, elini yavaşça kaldırarak kolunu sıyırdı ve sol kolundaki karanlık işareti, ölüm yiyen işaretini gösterdi. “Bunu yaptı. Artık bana ne olacağını bilmiyorum... ama o beni buldu. Beni işaretledi.”

Nina, Draco’nun kolundaki işarete bakarken gözlerinde korku belirdi. O işaret, Voldemort’un hizmetkârlarının, Ölüm Yiyenlerin sembolüydü. Draco henüz çok gençti, ama bu işaret onun kaderini mühürlemiş gibi görünüyordu. Derin bir nefes alarak ona yaklaştı, eli istemsizce Draco’nun koluna doğru uzandı.

“Draco, bu... korkunç,” dedi Nina, sesi titreyerek. “Ama... senin suçun değil. Bunu istemedin.”

Draco, gözlerini kaçırdı, sanki içindeki suçluluk onu yiyip bitiriyordu. “Ama kaçamayacağım. O benden yapmamı istediği şeyleri yerine getireceğim. Yoksa... ailem...”

Nina, Draco’nun bu acısını hissetti, içinde ona karşı büyüyen şefkat daha da derinleşti. Onun bu kadar çaresiz ve korkmuş olduğunu görmek, her şeyden daha ürkütücüydü. Draco’nun yanında durdu ve elini hafifçe omzuna koyarak ona destek olmaya çalıştı.

“Bunu birlikte aşabiliriz, Draco,” dedi Nina, gözlerinde kararlılık ve cesaretle. “Yalnız değilsin. Bunu kabul etmek zorunda değilsin.”

Draco, Nina’nın dokunuşuna şaşkınlıkla baktı. İlk başta onun şefkatine karşı direnmiş olsa da, Nina’nın içtenliği onu yavaşça yumuşatmıştı. “Nina... bilmiyorum. Onun dediği her şey... çok güçlü. Karşı çıkmak... imkânsız.”

Nina, Draco’nun bu zorluğu aşmasının ne kadar zor olduğunu biliyordu, ama yine de ona olan inancını kaybetmek istemiyordu. “Bu senin hayatın, Draco. Onun sana ne yapmanı söylediği önemli değil, senin kalbin ne diyor? O kadar güçlü olduğunu düşünüyorum ki, buna boyun eğmek zorunda değilsin.”

Draco, Nina’nın sözlerinin etkisi altında derin bir nefes aldı. İlk kez, gerçekten bir çıkış yolu olabileceğini düşündü. Nina’ya baktığında, ona karşı hissettiği o karışık duygular daha da yoğunlaştı. Belki de ilk kez, birisi ona gerçekten içtenlikle yardım etmeye çalışıyordu.

Draco, Nina’nın gözlerine baktı, bu sefer o kibirli tavrı tamamen kaybolmuştu. “Bilmiyorum, Nina,” dedi sessizce, sesi daha yumuşak, daha kırılgan bir hal almıştı. “Ama... belki haklısın.”

Nina, ona güven dolu bir bakış attı. “Yalnız değilsin, Draco. Bundan sonra ne olursa olsun, yanında olacağım.”

Draco, bu sözler karşısında başını hafifçe eğdi, sanki Nina’nın bu desteği onu gerçekten etkilemişti. İçinde hissettiği karanlık ve korku bir anlığına da olsa hafiflemişti. Nina’nın varlığı, ona umut vermişti.

 

 

Loading...
0%