@berrasarfaklarli
|
Draco, St. Mungo Hastanesi'nden hızla çıktıktan sonra soğuk Londra sokaklarında ilerlerken kafasında fırtınalar kopuyordu. Voldemort’un çağrısı, aklından bir an bile çıkmıyordu. Zihninde tek bir şey netti: Karanlık Lord'u bekletmek kesinlikle ölümcül sonuçlar doğurabilirdi. Ancak Nina'nın yaptığı fedakârlık, ona zaman kazandırmıştı. Draco, etrafına bakmadan ilerlemeye devam etti. Gece çökmek üzereydi ve etrafındaki dar sokaklar, hiç olmadığı kadar ürkütücü görünüyordu. Cüppesinin içine iyice bürünerek hızla bir ara sokağa girdi. Oradan, Voldemort ve Ölüm Yiyenlerin toplandığı gizli bir buluşma noktasına gitmesi gerekiyordu. Draco’nun aklında sürekli olarak Nina'nın görüntüsü dönüp duruyordu. Neden kendini böyle tehlikeye atmıştı? Draco’nun bu kadar büyük bir şey için hiçbir beklentisi yoktu. Ona teşekkür etmeyi bile fırsat bulamamıştı. Ama şimdi, karanlık bir görev için ilerliyordu. Hızlanması gerektiğini hissediyordu, çünkü Voldemort sabırsız biriydi ve geç kalanları affetmezdi. Bir süre sonra, Draco kendini Karanlık Lord’un karargâhının önünde buldu. Devasa, karanlık bir şato görünümündeki binanın önünde duraksadı. Nefesini düzenlemeye çalıştı ve sonra ağır kapıyı araladı. Kapı gıcırdayarak açıldığında, içerideki karanlık ve kasvetli hava onu karşıladı. İçeriye girdiğinde, büyük bir salonun ortasında duruyordu. Ölüm Yiyenler etrafta sessizce duruyordu; gözler tamamen ona çevrilmişti. Voldemort, salonun tam ortasında, soğuk kırmızı gözleriyle Draco’ya bakıyordu. "Geç kaldın, Draco," dedi Voldemort, sesi ölümcül bir sakinlik taşıyordu. Draco’nun içinde bir ürperti yükseldi. "Affedersiniz, efendim," dedi Draco, eğilerek. "Hastanede beklenmedik bir durum oldu." Voldemort’un yüzünde bir memnuniyetsizlik ifadesi belirdi, ama Draco'nun açıklamasına çok fazla aldırmadı. "Hastane... O zaman bana bir açıklama yapmanı sağlayacak mı?" Voldemort, Draco’nun sol koluna baktı ve bir kez daha asasıyla Karanlık İşaret’e dokundu. Draco, dayanılmaz bir acıyla kasıldı ama bu sefer çığlık atmamak için dişlerini sıktı. Voldemort onun acıyla kıvrandığını izlerken, keyif alıyor gibi görünüyordu. Bir süre sonra asasını geri çekti. "Bana ne öğrendiğini söyle," dedi Voldemort, soğuk gözlerle Draco'yu izlerken. "Daha fazla vakit kaybetmek istemiyorum." Draco, kendini toparlayarak doğruldu ve derin bir nefes aldı. "Efendim... Aydınlık tarafın yakında harekete geçeceğine dair işaretler var. Hogwarts'ta, özellikle McGonagall’ın öğrenciler üzerindeki baskısı arttı. Profesör Dumbledore da sizin hareketlerinizi tahmin etmeye çalışıyor." Voldemort’un ince dudakları bir anlığına kıvrıldı. "Dumbledore..." diye fısıldadı. "O yaşlı büyücü, yakında sona erecek. Ama sen, Draco... Görevini unutma. Artık daha dikkatli olacaksın. Bir daha gecikmeye tahammülüm yok." Draco, derin bir nefes alarak başını eğdi. Voldemort’un emirlerine itaat etmenin tek yolu buydu. Voldemort bir işaretiyle Draco’yu serbest bıraktı. Draco hızla odadan çıktı, içinde karışık duygularla. Hem Voldemort’un acımasızlığı hem de Nina’nın yaptığı fedakârlık zihninde dönüp duruyordu. Nina, ona büyük bir iyilik yapmıştı. Ama şimdi, karanlığın onu daha da içine çektiğini hissediyordu. |
0% |