Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm

@berrasarfaklarli

(Yazardan)

 

(Berke'nin ölümünden 2,5 yıl sonra)

 

Ormanın en kuytu köşesinde bir mezar vardı. Etrafı çalılık ve ağaçla kaplıydı. Hiç bir hayvandan eser yoktu. Fakat o gece bir istisna oldu. Ağaçların arasından kahverengi ve kızıl iki kurt gözüktü. Ay ışığı kurtların olduğu bölgeye düşünce onların durduğu yerde iki insan duruyordu. İkisi de erkekti. Biri kahverengi saçlı, ela gözlü ve kısa boyluydu. Diğeri ise kızıl saçlı, mavi gözlü ve uzun boyluydu.

 

İnsanı toza çevirebilecek sert bakışları vardı bu genç kurt adamların. Kızıl saçlı olan mezara iyice yaklaştı, çömeldi ve mezar taşındaki yoksunları tek eliyle bir seferde sildi. Mezar taşındaki Emir Saygı yazısı daha belirgin bir hal aldı. Kızıl saçlı tam mezarı kazacakken

 

Kahverengi saçlı onu durdurdu:

 

-Emin misin Fatih?

 

Fatih:

 

-Efendimizden şüphe mi duyuyorsun Hakan?!

 

Hakan mezara bir göz attıktan sonra 'şüphe duymuyorum' anlamında başını salladı. Fatih mezarı kazmaya başladı. Çok geçmeden Emir'in tabutunu çıkardı. Kapağını açtı. Aradan iki buçuk yıl geçmesine rağmen cesedi bozulmamıştı. Hakan cebinden hilal şeklinde, mor ve etrafı teller ile çevrili bir taş çıkardı. Bu elinde tuttuğu şey bir diriltme taşıydı. Hakan, taşı Fatih'e uzattı. Fatih isetaşı alıp cesedin alnının ortasına koydu.

 

Bir süre sonra bedeni bir ışık kapladı. Bu siyah ışık gecenin karanlığından daha koyu ve kötücüldü. Taş, sadece vampir ve kurt adamların duyabileceği tiz bir ses çıkarıyordu. Şüphesiz bu gece tüm vampir ve kurt adamlar kötü bir şeyin olduğunu anlayacaktı. Işık kaybolduğunda Hakan taşı alıp cebine attı. Emir yavaşça gözlerini açtı ve tabutundan çıktı. Gözleri intikam ateşi ile parlıyordu.

 

Emir: 

 

-Benim ölmeme neden olan o sürü lideri ve yardımcıları ölmeye mahkum. Karmen'i elimden aldılar!

 

Fatih ve Hakan:

 

-Yanınızdayız efendim!

 

Emir, Fatih'e:

 

-Şimdi söyle bakalım kalacak yerimiz var mı?

 

Hakan lafa atladı:

 

-Hala sizin kaldığınız evde kalıyoruz efendim.

 

Emir şeytani bir gülümseme ile:

 

Güzel. Hadi gidelim!

 

Yarım saatlik bir yolun ardından yıkık dökük bir kulübeye vardılar. İçeri girdiklerinde sadece iki oda büyüklüğünde bir alan ile karşılaştılar. Hiç biri kulübenin küçük oluşunu umursamıyordu. Onlar için ev evdi. Üçü bir köşeye oturdu ve Emir'in sorularını yanıtlamaya başladılar...

 

Karmen yatağında rahatsız rahatsız kımıldandı. Rüyasında gördüğü şeyler onu huzursuz ediyordu. Bir anda sıçrayarak uyandı. Neden sıçrayarak uyandığını hatırlayınca tüyleri ürperdi.

 

Rüyasında: karanlık bri ormanda tek başına dikili bir mezar vardı. Aniden iki kurt ağaçların arasından çıkıp insana dönüşüyordu. Biri cebinden garip bir taş çıkarıyordu...

 

(Karmen'den)

 

Rüyamın etkisiyle bu gece uyuyamadım. Sanki biri kalbimi eline almış sıkıyordu. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Sabah olunca uykusuz bir şekilde yataktan kalktım. Gece her ne olduysa iyi bir şey olmamıştı. Bunu çok düşünmemeye çalışarak elimi yüzümü yıkadım. Bol mor sweatshirt ve dar siyah pantolonumu giydim. Albino sarısı dalgalı saçlarımı tarayıp salık bıraktım. Çantama kalem kutumu, o gün lazım olan birkaç defter ve kitabı koyduktan sonra telefonumu cebime attım.

 

Ayakkabılarımı giyerek evden çıktım. Sürü bölgesinden çıkacağım sırada Selma arkamdan yetişti. Elime bir poşet tutuşturdu. Kokusundan poşetin içinde börek olduğunu anladım. Selma, sürünün yanına taşındığımdan beri bana çok iyi davranıyordu. Sanki aramızda kan bağı varmış gibi.

 

Selma gülümseyerek:

 

-Sen şimdi kahvaltı yapmamışsındır. Bunları yersin diye düşündüm.

 

Bende gülümsedim:

 

-Teşekkür ederim.

 

Selma:

 

-Önemli değil. Okulda başarılar dilerim.

 

Dedikten sonra gitti. Bende otobüs durağına yürüdüm. Üniversiteme giden otobüs gelince bindin ve bir koltuğa oturdum. Yol boyunca aklımda geceleyin gördüğüm o rüya vardı. Ne olmuş olabilirdi ki? Bu rüya bilinç altımın bir ürünü olmalıydı. Başka açıklaması olamazdı. Otobüs benim durağımda durunca indim. Kimseyle konuşmadan hızlı hızlı okulun bahçesine geçip binaya girdim. Doğruca sınıfına çıktım. Daha kimse gelmemişti.

 

En öne oturdum. Nedense aklıma Berke öldükten bir hafta sonra evi terk edişim geldi. Eşyalarımı bir valize tıkıp Özde ve Nilis'e onların yanına bir daha asla ölsem dahi gelmeyeceğimi ve onlardan nefret ettiğimi söylemiştim. Özde ise 'gitme' demek yerine reşit olduğum için istediğim yere gitmekte özgür olduğumu söylemiş ve beni asla sevmediğini de eklemişti. (Başımı iki yana sallayarak) bu ana döndüm. Sınıf yavaş yavaş dolmaya başlamıştı.

 

Her zamanki gibi yanıma kimse oturmamıştı.

 

Profesör:

 

-Günaydın arkadaşlar.

 

Deyip masasına oturdu. Bir kaç dakika biri kapıyı çaldı. Profesör 'gel' deyince kapı açıldı. İçeri açık kahverengi saçlı, ela gözlü bir erkek girdi. Öğrenci olduğu belliydi. Profesör çocuğa 'kimsin' der gibi baktı.

 

Çocuk:

 

-Ben Sadi Soykan. Bu okula yeni geldim, profesör.

 

Profesör oturmasını işaret etti. Sadi sınıfa şöyle bir baktı. Sonra tek boş yer olan benim yanıma oturdu. Yanıma birinin oturduğuna tam sevinecekken burnuma o katilin kokusu geldi. Bu nasıl mümkün olabilirdi? O ölmemiş miydi? İnsanların kokuları birbirlerine benzeyebilir miydi? Ya da bütün bunları kafamda mı kuruyordum?

 

Ellerimle şakaklarıma masaj yaptım. Derin bir nefes aldım ve derse odaklanmaya çalıştım, fakat odaklanabildiğim söylenemezdi. Gözüm sürekli Sadi'ye kayıyordu çünkü onun hakkında şüphelerim vardı. Bu sırada biri omzumu - alfa sembolümün tam üstünü - dürtmeye başladı. Bir anlık refleksle beni dürten eli tuttum ve döndürdüm. Acıyla bağıran elin sahibini bıraktım ve yüzüne baktım. Sadi korku ve acıyla açılmış gözlerle bana bakıyordu.

 

Sadi hayretle:

 

-Nasıl bu kadar güçlüsün?!

 

Bir süre gözlerine baktım ve önüme döndüm. Nedense ona cevap vermek istemedim. Son dersin sonuna kadar Sadi benimle iletişime geçmeye çalıştı. Bense onu görmezden ve duymazdan geldim. Okulun bitiş zili çalınca hemen çantamı topladım ve otobüs durağına yürüdüm. Durakta beklerken Berke'yi, Asya'yı, ailemi ve o acımasız seri katilden eğer yaşıyorsa - ki bu imkansız - intikam almayı düşündüm. Bu hayatta değer verdiğim çoğu insan elimden alınmıştı.

 

Selma ve Demir amca hariç... Otobüs gelince hemen bindim ve en ön, cam kenarı bir koltuğa oturdum. Kulaklıklarımı taktım ve yol boyunca müzik dinledim. İneceğim yerde indim ve ormana doğru yürümeye başladım. Sürü bölgesine girdim. İlk önce evime gidip çantamı bıraktım. Sonra her zamanki gibi Demir amcanın evine gittim. Oturma odasında her zamanki gibi tekli koltuğa oturdum. Demir amca da benim karşımdaki ikili koltuğa oturdu.

 

Ben direkt aklımdaki soruyu sordum:

 

-İki veya daha fazla insan aynı kokuya sahip olabilir mi?

 

Demir amcanın kalp atışları hızlandı:

 

-Niye sordun Karmen?

 

Sadi ile ilgili bütün şüphelerimi anlattım.

 

Demir amca:

 

-Emir'den intikam alma isteğin yüzünden duyu organların olmayan şeyleri hissediyor olabilir.

 

Ben:

 

-Ya Emir ölmediyse?

 

Demir amcanın kalp atışları daha da hızlandı:

 

-Emir'in öldüğünü hepimiz gördük Karmen. Zihnin sana oyun oynuyor. Hadi evine git. Bir şeyler yiyip uyumak sana iyi gelebilir.

 

'Tamam' anlamında başımı sallayıp evime gittim. Fakat Demir amcanın söylediği şeyler içimi rahatlatmamıştı. Bana açıklama yaparken kalp atışının hızlanması heyecanlandığını gösterir. İyi de neden? Bir şeyler ters gidiyor ve ben bunu yakında bulacağım...

 

Loading...
0%